İhracatın yerli halka zararı

Ticaret Bakanı Pekcan, “Martta ihracat 2020'nin aynı ayına göre yüzde 42,2 artışla 18 milyar 985 milyon dolara ulaştı. Tüm zamanların en yüksek aylık ihracat rakamı” dedi. Materyalist sistemlerde ihracat yapmak, ekonomik zorunluk olarak kendiliğinden ortaya çıkar... 

İhracatın ülke ekonomisine parasal katkı sağladığı için faydalı olduğu da kabul edilmektedir...

İhracatın ülkeye faydalarını hep söyleriz... 

Doğrudur, döviz kazanmak için ihracata olduğu kadar turizme de yabancı yatırımcılara da ihtiyacımız var... 

Materyalist düzen böyle çalışıyor... 

İçine girdiğimiz girdaptan kurtulmak için bu tür çareler hep aranır!..

Oysa mühim olan o girdaba girmeyecek “Doğal Dünya Düzeni”ni kurmaktır...

Şayet global sistemin tüketici profilini yüklenmişseniz, işiniz zor; zira içeriyi bırakın, dışarıdaki ekonomik dalgalanmalarda bile yara almanız kaçınılmazdır... 

Bir de madalyonun diğer yüzü var.

Sene 1986, Mayıs aylarının bahar havasında pazara çıkma keyfini yaşadım... Bir de ne göreyim, kasa kasa cilalanmış portakallar…

Bunda ne var!” demeyiniz, bu portakallar sıradan değil; hepsi sanki tornadan geçmiş, pürüzsüz ve aynı boyda tam yuvarlak “ye beni” diyen cinsinden…

Şimdiye kadar yediğimiz, çürük çarık, yamuk, kalın kabuklu, irili ufaklı, düzensiz ve uyduruk şekilleri olan portakallar gibi değil... 

Pazarcıya merakla sordum:

- Bu portakalları ilk defa pazarda görüyorum, nereden geldi, bu portakallar?..

Pazarcı, gülümsedi:

- Ağabey, Çernobil patladı ya!.. 

- Ne alaka?

- Abi, Çernobil radyasyonu yayıldığından beri ihracat durdu ya!..

Neyse bendeki 'jeton' da yeni düşmüştü, demek ki doğru dürüst portakal yemek için arada bir nükleer santralin patlaması gerekiyordu... 

Demek ki o güzelim portakalları yabancılara gönderiyormuşuz, geride kalan kaliteden yoksun portakalları da yerli halk yiyormuş... 

Çok tuhaf; Avrupa, radyasyonlu portakalları almadığı için pazara düşmüş…

Çayımızın başına da aynı felaket geldiğini bildiğimiz halde, afiyetle radyasyonlu çaylarımızı içmiştik, şimdi de portakalımızı yiyecektik…

Kenan Paşa, Türklere radyasyonun tesir etmeyeceğine dair güvence de vermişti... 

Eee, biz Paşamızdan daha iyi bilecek değildik ya!.. 

O dönemden itibaren özellikle Karadeniz’de kanser vakaları artmıştı, ama çok da önemli sayılmamıştı...

TÜRKİYE, AVRUPA’DAN VE DE DÜNYANIN BİRÇOK ÜLKESİNDEN DAHA VERİMLİ

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, bir tarafta çay, fındık;  bir tarafta limon, portakal, üzüm, incir, zeytin, elma, kayısı, muz ve de pamuk yetişiyor...

Bu tarımsal ürünlerin aynı anda hepsinin bir ülkede yetişmesi çok zordur... 

Ben Avrupa’da, Afrika’da ve Orta Doğu’da bulundum; bizzat ülkemizin coğrafi avantajlarının farkını görmüş biriyim... 

Bu yüzden ülkemizin kıymetini iyi anlayıp, sahip çıkmalıyız...

Mevsim farklılıklarının bize verdiği nimetleri, dünya ülkelerinin çoğu göremiyor. Özellikle dünyanın kuzey ve güney bölgelerinde bu mevsim çeşitliliği avantajına rastlayamıyoruz.

2. Dünya Harbi’nde (1939-1945) İtalyan limanları Türk gemileriyle dolup taşıyordu... 

Avrupa’nın yüzde 99’u savaşın içindeydi...

Tekstil ve gıda maddelerini Avrupalılara biz gönderiyorduk, yani gıda ve tekstil ihracatımız o dönemde çok fazlaydı...     

Ne yazık ki savaştaki ihracat gelirlerini de o zamanın hükümeti olan CHP, iyi kullanamamıştır... 

Zira CHP, o zamanlarda ulus devlet statüsü anlayışıyla, sosyokültürel asimilasyon ve dayatmalarla meşgul olmaktaydı…

Vecihi HürkuşNuri DemirağSelahattin Ayan (uçak mühendisi) havacılık alanında öncü isimlerdi...

Ne yazık ki o dönemde Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ’ın kurmuş olduğu tayyare (uçak)  fabrikaları da kapatıldı. 

DÖRT İKLİMİ TAM OLARAK GÖREN ÜLKEMİZDE ÇEŞİTLİ GIDA MADDELERİNİN YETİŞMESİ BÜYÜK BİR NİMET!..

İhracatın daha çok para (döviz) getirmesi, halkın kaliteli ve ucuz gıdaya ulaşmasını engelliyor. Çünkü yabancı ülkeler, alacakları gıdaları hem kaliteli hem ucuz almak istiyorlar... 

Hatta bazen gıdalarımızı standartlara uymadığı için geri iade ediyorlar. 

Kısası, ihraç edilen kaliteli gıda maddeleri, ülkemizdeki gıdaların fiyatlarının artmasına da sebep oluyor... 

Ülkemizdeki gıdaların ihracat yoluyla azalması, Gıda Fiyatlarının zamlanmasına da sebep oluyor... 

Ayrıca meyve ve sebzelerimizin en kalitelilerinin yurtdışına gitmesiyle, geride kalan düşük kalite ürünlerin yerli halka sunulması çok doğru bir politika da değil. 

Bu ürünleri biz üretiyorsak, en kalitelisini, en ucuza satın alma avantajına sahip olmamız lazım.  

TURİZM DE TÜRK TOPLUMUNA ZARAR VERİYOR

İspanya, artık 80 milyon  turistti ülkelerinde istemiyor...

İspanya’nın turist istememesini iyi tahlil etmek gerekir... 

Bizler kendi ülkemizi incelediğimizde bu konuyu daha doğru anlamış olacağız... 

Bir ülkede tatil yerlerinin pahalanması talebin fazlalığıyla oluşur. 

Sadece oteller, moteller, plajlar, eğlence yerleri değil, bina fiyatları ve kiralar da artar... 

Üstelik çevre de zarar görür... 

Bu durumdan en çok faydalananlar ise turistler olur…

Tabii ki turizmciler de kazanacaktır!.. 

Ayrıca, devlet için de sıcak para (döviz) girişi olacağından ekonomiye destek olması da memnuniyet vericidir...

YERLİ HALK, İHRACAT VE TURİZMDEN MEMNUN MU?

Doğrusu devletimizin döviz kazanması hepimizin arzuladığı bir davranış olmalıdır... 

Ancak ülkemizin zengin takımı, ihracat ve turizmden etkilenmez, hatta para da kazanabilir. 

Ancak dar gelirli insanlarımız, binaların fiyatlarının artmasından etkilenir…

Kiraların yükselmesinden etkilenir. 

Tatil yerlerinin zamlanmasından etkilenir... 

Çarşıda, pazarda satılan gıda maddelerinin artmasından ve kalitenin düşmesinden etkilenir... 

Tatil yapmak, bizler için bir ihtiyaçtan çok, fantezi sayılıyor... 

Tatil yerleri, okulların kapandığı dönemde en pahalı hale geliyor... 

Tabii ki dar gelirli aileler, bu durumda eleniyor. 

Zaten para sahibi olan için pek de fark etmiyor; tuzu kuru takımlar, arzu ederlerse yurt dışında da tatil yapabiliyorlar...

Ülkemize bu kadar yabancı insanlar gelmeden önce, sıkıştığımızda özel hastanelere bile gidebiliyorduk; şimdi ise mümkün değil... 

Özel hastaneler, paralı yabancılara öncelik veriyor; bizim yüzümüze artık bakmıyorlar... 

Devlet hastanelerinden ise randevu almakta zorlanıyoruz... 

Randevu alındığında da yoğunluktan dolayı doktorla yeterince konuşamıyoruz; derdimizi anlatacak zaman da yok, zira doktorumuz çok yoğun çalışıyor...

Kısacası sağlıkta atılan dev adımlara rağmen, özel hastanelere güvenerek ve öncelik vererek, şehir hastanelerinin gecikmesine sebep olunması, doğru bir politika olmamıştır…

Bir ülke dışarıya çok açık duruma gelmişse, kendi halkının çoğu sıkıntı yaşar... 

Bu açıdan bakıldığında, ihracat da turizm de toplumumuza zarar veriyor…

.

Raşit Anaral, dikGAZETE.com

...