- 24-09-2019 09:07
- 738
Şahsiyetlerin bir önemi yoktur. Daha doğrusu her şeyden vazgeçen, adanmış hayatlar ve insanlar vardır.
Bugün, açılacak bir “Kod” ve bu koda bağlı bir “Profil” var. Tarihi süzeceğiz, “ele”-nenler bize yaşanan süreci ve boyutlarını gösterecek.
"My name is Çiçero!.." / "Ich İlyas Bazna…"
Bir çocuk düşünmek lazım…
Bir Türk çocuğu… “Baba” deyince, akan sular duran bir çocuk…
İşte çocuğun kırılma noktası tam da bu!..
Onu babasız bırakanlar habersizdi. Türk çocuğunun, “Türk’ün büyük evladı” olacağından… Bu çocuk nasıl büyür sizce!
Şöyle tarif etmek lazım:
Yetimliğin, verdiği acıya karışmış kin, maddiyatın verdiği gözüaçlık ve yetersizlik… Ama “Türk” dedik ya; bunlar büyük bir gayenin adı oluverecek.
Konuş ‘’ÇİÇERO’’ Konuş!..
1904, Priştine doğumlu İlyas Bazna, 1918 yılında Sırplar'ın Priştine işgali sonrasında anne ve babasıyla İstanbul'a göç etti. Askerlik hizmetinin bir bölümünü Çankaya Köşkü'nde Atatürk'ün yanında yapan İlyas Bazna, terhis olduktan sonra ticarete atılsa da başarılı olamadı.
Babasının ölümünden sorumlu tuttuğu İngilizler’den nefret etmesi, para kazanma arzusu ve hep bir “operacı” olmak istemesine rağmen, hayat onu kozmik ve esrarengiz hayata sürüklüyordu.
Yargı kesinleşmiş ise bakışlar ve bakış açıları değişmez.
Yönetme metodu, mesajla kişiyi kapsamıyorsa hiçbir bedeni ve ruhu yok edemezsiniz.
Metod-Mesaj zihnin anahtarıdır.
Zihni ve hücreleri çözümleyemezseniz, savunma hattınız kırılır.
Ruh, bedende saklıyken, iletişim bilimini bir ağ gibi kullanmalısınız.
Teşkilat bir bedense, ruh da bir neferdir. Ayakta kalmanın, hayatta kalmanın birinci koşulu: Ruhunuzun, düşüncenizin ve eyleminizin kontrolünün sizde olması gerekir.
Bu şuna benzer:
“Elveda” dediğiniz vatanınızın, sınır kapısından çıkarken, çıktığınız kapıyı değil, size açılacak kapıyı aralıklı bırakmaktır. Aklın nefsi, nefsin eylemi, eylemin kudreti sizin kalp ve mantık şeridinizde olmalıdır.
“Duygu”, ayakta tutan enerjidir fakat bazı şeyler duyguya karıştığı vakit zarar verir:
1- Duyguna banknot karıştırırsan…
2- Duyguna mantığını katmazsan…
3- Duyguna nesneyi özleştirip hayatını çiğnetir ya da çiğnettirirsen…
Bilgi akışı, haber alma ve dünyadaki veri akışı… Tüm bunların gerçekleşmesi için bilime ihtiyaç var. İstihbarat bilimi ve algı yönetimi…
Algılandığın kadar varsın. Vardığın kadar sırsın.
Her bir kelimenin cümlede, her cümlenin bir paragrafta yeri vardır.
Ağzından çıkan zerre, ulaştığı yerde çözülmeli. Çözülmeli ki çözünen dökülsün. Ayrışma; pozitif ayrışma ancak böyle olur.
İşte algının adını koymuş, istihbarata nefer olmuş şahsiyete geri dönmemiz gerekiyor.
Elyesa Bazna, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası hesabına çalışmış ve “Cicero” kod adıyla tanınan Arnavut asıllı Türk casustur.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Ankara'da ilk olarak Yugoslavya Krallığı'nın büyükelçisinin, daha sonra da Almanya büyükelçilik müsteşarının uşaklığını yaptı.
Almanya Büyükelçiliği’nde çalıştığı sırada, müsteşarın mektuplarını okurken yakalanması işinden olmasına sebep oldu. Ve tarihler Eylül 1943'ü gösterdiğinde de Britanya'nın Ankara büyükelçisi Hugge Knatchbull-Hugessen'in uşaklığını yapmak üzere Britanya elçiliğine giriş yaptı.
Güzel sesi ve operaya olan tutkusu nedeniyle kısa sürede büyükelçi ile yakınlaşan Bazna, elçilik banyosunda bir yandan büyükelçinin sırtını ovarken, bir yandan da elçiye opera aryaları söyleyecek derecede yakınlaştı.
Britanya Büyükelçisi ve istihbarat üyelerine göre Bazna, “Aptal, saf ve İngilizce bilmeyen kendi halinde bir uşak”tı.
Bazna ise içten içe babasının ölümünden dolayı İngilizler'i suçluyor ve bir yandan da para hırsı, gözlerini iyice bürüyordu. Bu düşünceler altında İngilizler'in önemli bilgi ve belgelerini Almanlar'a satma kararı aldı.
Kafasındaki planı uygulamak içinse 26 Ekim 1943 tarihinde Alman istihbaratının önemli adamlarından olan Ludwig Moyzisch'le iletişime geçti. Belge başına 20 BİN Sterlin verildiği takdirde, casusluk yapabileceği teklifinde bulundu.
Berlin'e onaya gönderilen casusluk faaliyeti için 29 Ekim 1943 tarihinde onay geldi.
Ve Bazna artık işine odaklanabilirdi.
Duş yaparken dahi kasa anahtarını boynunda taşıyan İngiliz elçisinden anahtarın kopyasını almak zor olacaktı.
Fakat Almanlar, özel bir teknikle bu sorunu da halletti.
Balmumundan yapılmış, özel bir ağda sayesinde, elçi duş alırken sırtını ovalayan Bazna, kasa anahtarının ölçüsünü balmumuyla kopyalamayı başardı. Ve elçi, her duşa girdiğinde kasadaki belgelerin fotoğraflarını çekmeye başladı
Alman büyükelçi Franz Von Papen ve Bazna arasındaki ilk alışveriş görüşmesi büyükelçilik binasının bahçesinde gerçekleşti.
İlk görüşme olmasına rağmen, Papen ve Bazna açısından çok verimli geçen o görüşmede Bazna, 20 BİN Sterlin kazanırken, Papen kelimenin tek anlamıyla “Muhteşem belgeler” elde etmişti.
Artık, Türkiye üzerinden Sovyetler Birliği'ne gönderilen askeri yardımlar, Ege'de Türkiye topraklarının da kullanıldığı İngiliz askeri operasyonları ve Britanya'nın Türkiye'nin kendi saflarında savaşa katılması için yaptığı tüm baskılar Almanya Büyükelçisi’nin elindeydi.
Fakat alınan bu belge ve bilgiler bile güvenilmez bir kişiliğe sahip olan Bazna'ya, Almanlar'ın tam anlamıyla güvenmesini sağlayamadı.
Nazi Almanyası Dışişleri Bakanı Ribbentrop, Bazna'nın “İkili oynayan bir İngiliz ajanı” olduğunu düşünmekteydi.
Normandiya Çıkarması'nın planı da dahil olmak üzere, Almanlar’a birçok belge ulaştıran Bazna, Hitler'in de güvenini kazanamamıştı.
1943 yılında Bazna'nın ulaştırdığı bilgilerle dolu olan konferans salonunda konuşan Hitler, “Müttefik kuvvetler batıdan değil, Balkanlar'dan ya da Norveç tarafından saldırıya geçecek” diyordu.
Öyle ki, Ocak 1944'te Müttefik Kuvvetler tarafından Sofya'nın bombardımana tutulacağını söyleyen Bazna'ya inanmayan Almanlar, büyük bir hezimete uğramış ve ciddi kayıplar vermişti.
Bazna'nın sözleri ciddiye alınsaydı Almanya bu kadar büyük kayıp vermeyecek, hatta Müttefik Kuvvetler’i püskürtme şansını yakalayabilecekti. Artık Bazna, güvenilir bir Alman ajanıydı.
Çemberin gittikçe daraldığını düşünen Bazna, Alman elçiliğinde sekreterlik görevi yapan Lena Kapp'ın Amerikan ajanı çıkmasıyla iyice gerilmişti.
Alman elçiliğinde “Cicero” diye bilinen Bazna için Kapp şunları söylemişti;
“İngiliz elçiliğinde Cicero diye birisi var, bizim elçiliği aradığı an büyük hareketlilik başlıyor ve düşük rütbeliler odadan çıkarılıyor.”
Kendisi için yaklaşan büyük tehlikenin farkına varan ve Almanlar tarafından uyarılan Bazna, nam-ı diğer Cicero, casusluk faaliyetinden kazandığı 300 BİN Sterlinlik servetini de alıp Arjantin'e kaçtı.
Kaçışından sonra “Cicero”nun İlyas Bazna olduğunu anlayan İngilizler büyük şok içindeydi. Hatta İngiliz büyükelçi Hugesson; “O ajan olamaz, bir kere çok aptal, ikincisi bir kelime dahi İngilizce bilmiyor” diyerek Bazna'yı savunuyordu.
Arjantin'de büyük servetiyle lüks bir hayat yaşayacağını düşünen Cicero, burada büyük bir hayal kırıklığıyla karşı karşıya kalmıştı. Almanlar'ın kendisine ödediği 300 BİN Sterlin’in tamamı sahteydi.
Almanlar savaş boyunca, İngiliz ekonomisini çökertmek amacıyla bastıkları sahte sterlinleri Bazna'ya yaptığı casusluk faaliyeti karşılığında vermişti.
Sahte sterlinler için ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan Bazna, savaş sonrasında Almanya'yı mahkemeye verdi ve küçük bir miktar tazminat almayı başardı.
Fakat aldığı tazminat yaptıkları karşılığında “Çerez parası” diye nitelendirilebilecek boyuttaydı. Çok istediği ve uğruna ölümü göze aldığı parayı ise “Ben Cicero’yum" adıyla yazdığı kitaptan kazanabildi.
İlyas Bazna, 21 Aralık 1970 tarihinde hayata veda etti.
Şimdi soramadan edemiyorum:
İlyas Bazna, “2.000 yıllık devlet aklı”nın İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’da ki ayağını istihbarat çalışmalarıyla yürüten kişi midir?
“Milli İstihbarat” elemanı mıdır!..
Vesselam!..
.
Muhittin Taha Çalık, dikGAZETE.com
:
İlgili bir başka yazı için alttaki başlığa tıklayın: