- 08-10-2022 17:36
- 4670
ST. PETERSBURG
Amerika Birleşik Devletleri'nin başlattığı teknolojik dönüşüm açıkça duraklıyor. Çin ve Rusya ile jeopolitik çatışmada, egemenlik ve buna bağlı olarak enerji güvenliği açısından kısıtlı olan Avrupa açıkça zarar görüyor.
Bu durumdan en çok mustarip olan Avrupalılar, Rusya ile geleneksel olarak içerisinde bulundukları petrol ve gaz alanındaki işbirliğini değil; aynı zamanda nükleer enerjideki yeni fırsatları da tamamen kaybetme riskiyle karşı karşıya kalıyor.
Bugün, insanlığa ucuz ve çevre dostu enerji sağlamanın ancak nükleer enerji yardımıyla mümkün olduğu giderek daha açık hale geliyor.
Neyse ki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bunu zamanında fark etti ve Türkiye, bize uzun yıllar boyunca rekabet avantajı sağlayacak olan Akkuyu Nükleer Santrali’ne sahip.
Nükleer enerji lehine seçim yapan ülkeler için enerji bağımsızlığına giden yol o kadar kolay olmayabilir.
Amerika Birleşik Devletleri, dünyadaki nükleer hammadde yatakları üzerinde kontrol kurmaya çalışıyor. Bu politika aslında Avrupa ve diğer ülkelerin ABD’nin yenilenebilir enerji teknolojilerine bağımlılığını sürdürmekte ve onları nükleer enerjinin sağladığı rekabet avantajından yoksun bırakmaktadır.
Başka bir deyişle, bu sadece AB ülkelerinin egemenliğini değil, aynı zamanda modernleşme yörüngelerini de sınırlamanın bir yoludur.
Objektif açıdan incelersek, kaynağın özüne erişim için rekabet yoğunlaşıyor.
Örneğin Avrupa, kaynaklar olmadan bu geçişi gerçekleştiremeyecek ve muhtemelen Rus karşıtı yaptırımlardan kaynaklanan gaz kıtlığı, durumu daha da karmaşık hale getirecek.
Petrolle ilgili de benzer sorunlar var: Batı dünyasındaki ülkeler, Rus enerjisini terk etmeye hazır olduklarını ilan ediyor. Ancak takdir edersiniz ki bu hızlı bir süreç olmayacaktır.
Rusya ile jeopolitik çatışmadan önce, AB ülkeleri nükleer enerji çerçevesinde işbirliğine aktif olarak hazır olduklarını gösterdiler. Macaristan, Fransa, Almanya ve diğer birçok AB ülkesinin bu tür projeleri vardı.
Bu noktada Fransızların önemli bir konumu bulunuyordu. 2021 yılında başlayan ve hala devam eden Küresel Enerji Krizi’nden çıkış için Fransa ile Rusya arasındaki yakın nükleer işbirliği, bugünlerde anlaşılabilir ve bariz nedenlerden ötürü büyük ölçüde kısıtlandı.
Bir diğer husus ise “Yeşil Gündem”.
Yeşil gündemin teşvik edilmesi de ABD'nin dünyadaki hegemonyasını güçlendirmenin bir yoludur. Bu noktada açıkça söylemek gerekir ki bu hegemonya sarsılmıştır.
Hızla ivme kazanan Çin, genel olarak yeşil geçiş paradigmasını kabul ediyor. Ancak bunu fanatizm olmadan, bu uğurda diğer tüm kaynaklarını feda etmeden ve teknolojik gelişimini bırakmadan yapacağını açıklıyor.
Bu gelişmeler ışığında, Türk Dünyası’nın yeni “kaplanları” Kazakistan ve Özbekistan, Rusya ile birlikte nükleer enerji alanında işbirlikleri geliştirmeye başladı.
Aslında bu iki ülke, uluslararası arenada Batı'nın güçlü baskısına rağmen teknolojilerini aktif olarak kendi ulusal çıkarları doğrultusunda geliştiriyorlar.
Kazakistan, geçtiğimiz günlerde ilk nükleer santralini Balkaş Gölü kıyılarına kuracağını duyurdu. Özbekistan'daki ilk nükleer santralin inşaatı ise gelecek yıl başlayacak. Santralin çalışması için 2033 yılı işaret edildi.
Kendi nükleer santrallerine sahip olmak, sadece bu ülkelerin enerji potansiyelini geliştirmek için değil; aynı zamanda dünya sisteminin belirsiz koşullarında, modernleşmelerini ve gelişmelerini sağlamak için oldukça büyük bir stratejik bir avantajdır.
Bu nedenle enerji sektörü de dahil olmak üzere egemenliğimizi güçlendirmemiz gerekiyor.
Türkiye, Kazakistan, Özbekistan ve diğer birçok ülke bunu anlıyor. Ancak Avrupalılar, ne yazık ki bu hak konusunda ABD ile uzun bir anlaşmazlık yaşayacaklar gibi görünüyor.