Yalan...

"Şeytan, hiç yalan söyledi mi!.." (*)

-Hayır!.. Dosdoğru bir şeytandı o!.. 

Eğer öyle olmasaydı, melekler Adem’e secde edip, o etmeyince yalana başvururdu! Öyle yapmadı, daha şeytanlaşmamıştı; şeytanlaşmak üzereydi.

Doğruca cevap verdi sorulan soruya...

Kovulduktan sonra başladı yalana.

İlk yalanı da insana/Adem’e söyledi. Yalanla verdiği vesvese ile de o ikisinin Yeryüzü sürgününe sebep oldu.

Zaten cezası kesinleşmiş olan yalancının yalanına kanan da, cennetten yeryüzüne indirilmekle cezalandırıldı.

İlk yalan böylece o ilk Cennet’te söylendi. 

Ama Şeytan’ın, Yaratıcı’sından habersiz bir tek işi olmadı!.. Ve Yaratan’a karşı asla yalan da söyle -ye- medi!..

Zaten yalan da cennette olana ya da cennet içre olana söylendi. 

***

"Elbette ki söyledi” diye şak diye cevaplanacak bir sorudur “Şeytan hiç yalan söyledi mi” diye sorulan sorunun karşılığı. 

Ama bu sorudaki kastın o olmadığı şimdi daha iyi anlaşıldı her halde!..

Doğru soruluş biçimi şudur aslında o sorunun:

"Şeytan, yaratıcısına karşı hiç yalan söyledi mi!” Ya da “dostlarına…” yahut “dost” edindiklerine!.. Şeytan bile...

İlk yalanı Yaratan’a değil, Meleklere değil, Azazil iken de değil! Kovulduktan sonra söyledi.

Şeytanlıktaki ilk işi, ilk icraatı yalandı.

“Halifetullah” makamı verilen, Nur-u Nebi-i Mustafa’yı taşıyan Melekût’un, önünde yere kapandığı, kendisi hasedinden bu emre itaat etmediğinden ötürü, Hazreti İnsan’ı saptırmak amacındaydı ve ilk yalanı da bu amacı doğrultusunda Adem’e söyledi; sonra o aynı Adem’in çocukları, bu işi ondan devraldı!

Şeytan’ın ilk işi, -ilk suçu- değil!..

İlk suç; hasetle beslenen ihanet sonucu işlenmişti zaten; yalansa ilk icraatıydı!.. 

Ve insanoğlu bu icraatı ondan devralınca, başladı kargaşa da...

(İnsanları kandırdığı falan söyleniyor ama o da gene insanın, suçu kendi üzerinden atmak için “Şeytan kandırdı…” diyerek kendi kendine attığı bir başka yalan…)

Hani bir de derler ki; “Öldürmek”ti… “Fahşa”ydı… “Kibir”di… “Tamah”tı, şuydu-buydu… Değil!..

"Günah-ı Kebair” olarak addedilmeyip işleyene ve işlenişine ses etmeyene de büyük vebali olan bir “Suç”tur ve bu suçun verdiği/vereceği zaafiyet ile zarar, sadece onu işleyen ve işlenişine ses çıkarmayanı değil, çok daha geniş bir çevreyi yakıp kül edecek derecededir.

Sonu gelmez... Bir yandan söndürür ama çabuk da söner, açığa çıkması, üzerinden yıllar da geçse, her an "an meselesi”dir.

Ve bazan, “Üzeri örtülmesi gereken günahlar”dan sayılsa da söndüğünde, aradan geçen zaman bile külünün sıcak, dumanının hep tütüyor olmasının üzerini ört(e)mez.

Şeytan, bir yalan ve kandırmayla İnsan’ı Cennet’ten Arz’a sürgün ettirdi ya!..

Peki, insanın, bu eylemde kendisini nasıl aştığına bakıp “Senden uzağım” diyen kim!.. Gene aynı şeytan değil mi!

Ve bu çağda, irkilerek adı anılması gerekirken, neredeyse kimilerince hâlâ sevimlileştirilmeye çalışılan da o “şeytan" değil mi!

Ve yalanlar üzerine kurduğu hayata kendini garkedenler, şeytanın temsilcileri değil mi! Hatta “Temsilcilik”ten de öte kendi büyük bağımsızlıkları ile onu aşıp geçmiş de değiller mi!

Yalancının “İtibar” diye bir şeyinin olmamasına sebep arayan mı var!..

Yunus Fırat, dikGAZETE.com

(*) Bakınız bir önceki yazı... 
Hased...

...