- 31-05-2020 06:32
- 1180
- Bugün dünya, birbiri ile kardeş olduğunu bilmeyen binlerce çocukla dolu..
Geçenlerde haberleri izliyorum, koronadan başka bir haber çıkacak mı diye beklerken birden yan yana yataklara dizilmiş 100’den fazla bebek görünce bir an gözlerim parladı, gözüm de gönlüm de açılsın istedim..
Ancak sunucu, konuşmaya başlayınca televizyonu kapatmam saniyeler almadı..
Meğer gördüğüm bu yavrular "sipariş" üzerine üretilen(!) ve korona salgını sebebiyle onları sipariş eden sözde ebeveynlerine ulaşamayan ve bir otel odasında bekletilen taşıyıcı anne bebekleriymiş..
Yer Ukrayna.
Bir eşyadan farksız şekilde bekletilen, ana kim, baba kim bilmeden damgalanmış bekleyen yüzlerce bebek..
Ve daha garip olan, ülkemizde ana haber bültenleri öyle sundu ki bu haberi, sanki yapılan her şey normalmiş de korona salgını bozmuş-muş tüm işi..
Durdum, yutkundum!..
Ve onların gözünde, kaynayan tenceredeki kurbağalar olduğumuzu bir kere daha içim yana yana anladım..
Bilirsiniz;
Eğer bir kurbağayı kaynayan bir tencereye atarsanız, hemen refleks gösterip zıplar ve kurtulur.
Ancak soğuk su dolu tencereye koyup yavaş yavaş ısıtırsanız, kurbağa adapte olmak için kendi vücut ısısını da artırır..
Su ısındıkça gevşer, rahatlar.. Ancak ona iyilikmiş gibi görünen bu rahatlık onun sonu olur.
Çünkü sürekli kaynayan su, can yakıcı seviyeye geldiğinde kurbağa zıplayıp kurtulmak istese de artık çok geçtir.
Bacak refleksleri çalışamaz hale gelmiştir. Gerçeği görmüştür ama artık yapacak hiçbirşeyi kalmamıştır. Kaynar suyun içinde patlayarak ölür.
Bu misali, nefsimize uyarlayacak olursak; çevremizde bize dayatılan ve empoze edilmeye çalışılan o kadar çok algı var ki..
Bugün bu gerçeklere "Komplo teorisi… Ama moralim bozuluyor… Elden ne gelir!..” diyerek gözlerimizi kapatırsak, bilimin önümüze koyduğu her ilaca/kimyasala kobaymışcasına atlarsak, teknolojinin fıtratımıza uymayan yeniliklerine bedenimizi ve bilinçaltımızı kullandırırsak, Rabbimizin lanetlediği ve kitabımıza uymayan beşeri kanunlara tepki vermez ve umursamazsak kademe kademe ilerler ve en sonunda “anormal olanı, normal”miş gibi algılamaya başlarız..
Ve sonumuz “kurbağa”dan farklı olmaz..
Televizyonlarda “çok normal bir durum”muş gibi empoze edilen “taşıyıcı annelik” mevzusu da bunlardan biri.
Önceden bir başka insandan alınan nakiller kalp, ilik, kan, böbrek ile sınırlı iken, bugün bunlara rahim ve sperm de eklenmiş bulunmakta.
Yani eşler, aralarında cinsel ilişki olmaksızın “tıbbi üreme metodları” sayesinde binlerce çift, perdeleri yırtarak “Sen vermiyorsan, bak ben nasıl alıyorum” isyanı ile üreme değil “üretim” yolu ile çocuk sahibi oluyor.
Pardon, “eşler” dedim ama artık bir bebeğe sahip olmanız için evli olmanıza ya da karşı bir cinse ihtiyacınız yok.
Hatta kendi bedeninize bile ihtiyacınız yok!..
Hemen daha iyi anlaşılsın diye misallendireyim.
● Emel ile Mert evli, hiçbir sağlık sorunları yok. Ancak Emel, bazı sebeplerden dolayı doğurmak istemiyor.
Emel’in yumurtası ile Mert’in spermi, dışarıda döllendirilip, Taşıyıcı anne olan Sema'nın rahmine yerleştiriliyor.
● Emel evli değil, ama çocuk sahibi olmak istiyor.
Sperm bankasından seçtiği bir spermi alıp, kendi rahmine enjekte ettirmesiyle hamile kalabiliyor.
● Mert evli değil, ama çocuk sahibi olmak istiyor.
Herhangi bir kadından yumurta alıp, kendi spermi ile dışarıda yapay yolla döllettirip, anlaştığı bir taşıyıcı annenin rahmine naklettirip, eli bir kadına değmeden, çocuk sahibi olabiliyor.
Bunlar hayal ya da teori değil..
Bunlar “yeni dünyamızın, yeni normalleri”.
Sadece Amerika'da 1 yılda tam 50 binden fazla çocuk bu şekilde dünyaya geliyor.
Ve asıl korkunç olan ise, şu an hali hazırda dünyada 1 buçuk milyona yakın suni şekilde üretilen(!) insan var.
2013 yılında Fransa'da, Fransız babadan alınan sperm, İspanyol bir kadından alınan yumurta ile döllendi ve Ukraynalı başka bir kadının rahmine nakledildi.
Bu çocuk doğdu, ve kanunen Fransız baba ile, Fransız annenin çocuğu sayılıyor.
Peki, “bu çocuk büyüdüğünde aileye, aracı olanlara, herşeyden öte ‘insanlığa’ neler yapacaktır?” diye soruyor kitabında Kemal Özer..
Sahi, 3 ebeveynden meydana gelen ya da sperm bankasına terkedilmiş, senelerce bir tüpte beklemiş, babasını hiç bilmeyen, belki onlarca kardeşe sahip olan ve bunu ömrü boyunca hiç bilemeyecek olan bir çocuk olsaydınız ne yapardınız?
Sırf kendi duygularını tatmin uğruna bir insana bunu yaşatmak korkunç bir iş değilde nedir?
Şimdi hiç gözleriniz ışıldamasın “Ülkemizde sperm bankası yok… Taşıyıcı annelik yasak!..” diye..
Türkiye'de bu yasak olsa bile yurt dışından sperm ya da yumurtalar Kıbrıs'a gönderiliyor ve işlemler burada gerçekleşiyor.
Bir Türk vatandaşı, yurt dışında sperm bankasından hamile kalırsa, Türkiye bu çocuğu nüfusa alıp, vatandaşlık veriyor.
Ve ve ve…
Türkiye'de her sene 2 bin kişi bu şekilde çocuk sahibi oluyor.
Türkiye’den yurt dışına gidip, sperm alanlar genelde evli çiftler. Türkler, başta KKTC olmak üzere Belçika, Yunanistan, ABD, Danimarka ve İsrail’i tercih ediyor.
Bu iğrenç piyasada herşey kılıfına uydurulmuş.
Yarın bir gün kimse “babalık” hakkı iddia etmesin diye, İngiltere “Döllenme ve Embriyoloji kurumu”nun çıkardığı yasalara göre, donörler asla “baba” sayılmıyor. Onlar sadece “donör”.
Merkezi Danimarka'da bulunan dünyanın en büyük sperm bankası “Cyrobank"ın kurucusu Oli Schou, bankasında sisteme kayıtlı 100 adet donörü olduğunu ve Cyrobank'tan alınan spermlerle bugüne kadar tam 14.000 bebek doğduğunu resmi olarak bildirdi.
Yani bu donör olan 100 erkeğin tam 14 bin çocuğu var demek oluyor.
Dünya çapında ise 1 buçuk milyon banka çocuğu (!)
Bunlar kim?
Kim kiminle kardeş, gizlilik kuralı sebebiyle bilinmiyor.
Binlerce kardeş kardeşe evlilik demek..
Bu facia değil de nedir?
Müslüman bir toplumda direk “sperm bankası” açamayacaklarını bildikleri için evvela “süt bankası” açmayı denediler..
Ancak toplumdan gelen tepkiler sebebiyle bunu yapamadılar.
Emin olun o gün süt bankasını açabilselerdi, bugün ülkemizde sperm bankaları da açılmış olacaktı.
Süt bankası projesi, sperm bankalarının da kapısını açacaktı, ama tutmadı planları.
Ne yazık ki hala muhafazakar (!) dediğimiz bazı kesimlerden bu mevzuda korkunç yorumlar da gelmiyor değil.
Türkiye’nin ilk kadın vaizi Prof. Dr. Beyza Bilgin, sperm bankası yoluyla çocuk sahibi olmayı “böbrek nakli”ne benzetirken, “Allah buna izin vermek istemeseydi, bu yolu kapalı tutardı. Bu üremek için bir yol. Allah bizim soyumuzun kesilmesini istemiyor ki. Ama bu yoldan ne derece faydalanalım, onu iyi ve sorumlulukla düşünmemiz lazım” diyor.
Bu ne korkunç bir yorum ve zihniyettir.
Bu insanların eğittiği çocuklarımız yarın nasıl duracaklar bu ahlaksızlıkların karşısında?
Üreme bitmiş, üretim başlamıştır..
Binlerce kadın, vücudunu kiralayıp bebeklerini satmaktadır..
Yumurtalarını ve spermlerini kiralayan kadın ve erkeklerden bahsediyoruz artık.
Bunlar çok ciddi meselelerdir.
Doğal üreme sürecinin, teknolojik bir sürece dönüşmesi toplumsal, kültürel, hukuki ve ahlaki sorunlara yol açacaktır.
Bu asla normalleştirilemez bir durumdur.
Eğer önünü alamazsak herşey makineleşecek..
Duygular, hisler zaten yok olmuş değil mi?
Bir kadın, 9 ay meslek olarak karnında bebek taşır hale gelmiş..
Çocuklar “babam kim” diye sorduğunda;
“Buzdolabında bekleyen spermdi!..” diyen kadınlar türemiş..
Anlatın, bilin, normalleştirmeyin..
Gençler bunları normal görecek, neslimiz, dinimiz, ahlakımız körelip gidecek..
Bizler bunun idrakinde olan son nesiliz..
Çaremiz Allah ve Rasulu’nun kelamlarından gayrısına itibar etmemektir..
Kıyamete doğru sürüklenen ve her gelen günün, öncekinden daha kötü olacağı bildirilen bu dünyada vazifemiz kendimizi ve ehlimizi korumaktır..
Bu da şüphelilerden kaçmakla mümkündür..
Teknoloji ve bilimin her yeniliği ve her sunduğu hayrımıza değildir..
Bugün dünya birbiri ile kardeş olduğunu bilmeyen binlerce çocukla dolu..
Bu muydu kardeş kardeşe yaşamayı vaad ettikleri "gerçek dünya?"
.
Yağmur (Mirzayeva) İbiç, dikGAZETE.com