Dağınık Düzenin ‘Derli Toplu Çocukları’: İstihbarat Servisleri
İstihbarat kelime anlamı olarak coğrafi bölgelere göre şekillenip, milletlerin en ilkel becerilerinde kullanmak üzere uyguladıkları araç olarak ortaya çıkmıştır. İnsan geliştikçe, bilgiye olan ihtiyacı da artmaktadır. Beslenme, barınma için kullanılan bilgi, yerleşik hayata geçilmesiyle farklı alanların oluşmasını sağlamıştır. Ticaretin ortaya çıkması ve metanın insan doğasındaki yerinin önemi, istihbaratın (bilginin) gücünü arttırmaktadır. Güce sahip olan odağın, sosyal düzene etki edici pozisyonu bilgi nisbetinde artıp azalmaktadır.
Kısacası bilgi; hayat ile eşdeğer pozisyona oturtulmaktadır. Varlığın, devamı için en hassas noktalar kurumsallaşmış bir yapının oluşmasına neden olmaktadır. İstihbarat yapıları, tarih boyunca paramiliter gruplara dönüşüp, sistem değişikliğiyle tekrar kimliklerine kavuşmaktadırlar. Devlet, farklı tanımlarla ifade edilirken, “gücün ve sistemin kurallara bağlandığı halk coğrafyasıdır” şeklinde de dile getirilebilir.
Mevcudiyetin bilgi üzerinden sürdürülebilir skalaya ulaşmasıyla çark işler, varlığın taşınması; nüfuz etmesi ve kalıcı hale gelmesi esas alınan boyuttur.
Dünya, çağın referans aldığı zaman diliminde cihan savaşlarını önemsemektedir. Birinci ve İkinci Cihan Harbi ile kırılmaların yaşandığı coğrafyalarda tekelleşme içerisine giren yapılar, doğal olarak istihbarat kurumlarına ihtiyaç duymaktadır.
Siyasi makam, gerek politika belirlemede gerek, dış gelişmelere bağlı konumlandığı pozisyonu bilgi ile sağlar. İstihbarat servisleri, modern dünya ile diplomatik alanda yer almaktadır. Dolayısıyla literatüre yeni bir kavram girmiştir; istihbarat diplomasisi.
Ülkeler ile sınırlamak doğru bir tercih olmamakla birlikte uluslararası ilişkiler boyutu ile devlet kavramı üzerinden şekillenen kurum, doğası gereği günümüze bu alanı bırakmaktadır. İstihbarat, şirketlerin de kullandığı bir alandır.
Devlet perspektifi üzerinden kavramlar incelendiğinde, gizli yapıların, görünmeyen şahısların olumlu-olumsuz etkileri, bürokrasinin koridorlarında kısıtlı bir alanda tartışılmaktadır. Bilginin açık kaynaklara sevk edilmesi, istihbarat kurumlarının faydalandıkları kaynakları değiştirmektedir. Bilgiyi kendi rızası ile paylaşmasına neden olan birey, toplumsal tetiklenmenin başlangıcı ile rabıta kurduğu taktirde bilgiyi toplayan kurumun yönlendirmesini görebilecektir.
İstihbarat kurumları, devletlerin ekonomik, coğrafi ve sosyolojik gücüyle paralellik gösteren tarihi birikiminden de faydalanan yapılar olarak incelenebilir. Hegel’in ortaya koyduğu dikotomi; modern ve geleneksel yaklaşımlar, istihbarat servislerince de uygulanmaktadır.
Hegel; sorunsuz bir gelecek isteniyorsa gelenekselci yaklaşımların tercih edilmesini, özgürlüğe ulaşmak için ise modern dünyayı işaret eder. Özgürlük tanımı, evrimsel boyutu ile ele alındığında çelişkili açıklamaları doğurabilmektedir. Özgürlük, sunulan seçenekler midir, yoksa bireyin oluşturduğu yok olan alan mıdır?
Hegel’in ortaya koyduğu özgürlük tanımı, günümüz dünyasında belirlenen tercihler arasında yapılan seçime indirgenmektedir. Dolayısıyla mutlak özgürlük kavramı her alanda ortadan kalkmaktadır. Açık kaynakların istihbarat servisleri ile oluşturduğu sahaya dönülecek olursa, şartların bireyin o hamleyi gerçekleştirmesi özgürlük adı ile yeni bir başlangıç olarak ifade edilmektedir.
Sosyal iklim, kurum tarafından sağlanıp, bireyin davranışı belirlenip ve kurulan algoritmaya verilerin yüklenmesinin önü açılmaktadır. İnşa edilen sistem, verinin açığa çıkmasını sağlamaktadır. Verinin açığa çıkması, istihbarat yapıcıların da gölgede kalmamasına neden olmaktadır.
1941 yılında Archbishop Temple tarafından kullanılan sosyal devlet terimi, ekonomik saikleri zihinlerde barındırmakla yeni irtibatların oluşmasını aşikar etmektedir. İstihbarat-ekonomi ilişkileri, doğrudan politika belirlenmesine neden olan alt kimliklerden biri olarak aktarılmaktadır.
İktidarların en fazla baskı kurmak istedikleri bu yapılar, zaman zaman fevri hareket imkanını değerlendiren gelişmelerin duyulmasına vesile olmaktadır. İktidarın ortaya koyduğu parametrelere uygun hareket etmeyen, kurumsal kimliğinin korunmasına yönelik adımlar atabilen, değişmez özlerine bağlı stratejiler geliştiren bu kurumlar, gücün tekelde toplanmasının ve o dönemde alınan kararın tarihsel düzlemde değerlendirildiğinde sakıncanın büyüklüğünü örtmeye çalışan sisteme sahiptirler.
İktidar ile özellikle dış istihbarat servisleri arasında oluşan gerginlik, sonucun oluşmasını etkileyen faktörlerden biri olmaktadır.
İktidarlar, devletlerin yönetim şekilleriyle belirlenirken, istihbarat kurumlarının da iktidarın amacına hizmet etmesi kabul edilebilir bir yaklaşım olarak görülse bile, yapıların kılcal damarlarına ulaşmak, yılları alabilecek boyutta tasarlanmaktadır.
Kurumun Şefi, iktidar tarafından belirlenirken, hakim olan anlayışın aksine; üstü örtülü bu yapıların tam teslimiyet göstermesi beklenmemektedir.
Devlet, insan odaklarından oluşan sistemse, iktidar yapıcının tüm odaklara sahip bir yetkinliğinin oluşamayacak olması, kurumun tekelleşmemesinin de önünü açacaktır. İktidar ile kurum arasındaki bağın dozajı daima yarını telafi edecek düzeye endeksli olmaktadır.
Devletin, 10 yıllık iktidar değişimleriyle ortaya koyduğu politikalar değişkenlik gösterebilmektedir. Bu yaklaşım da “devletin sahipleri”nin kurumlar olduğu savını etkilemektedir. Zihinsel yaklaşım, buradaki çıkmazın cevabını verebilir.
Devlet düş müdür?
Devlet, iktidar ise her seçimde bu değişkenlik göstermektedir; iktidar dışı bir varlık ise görünen yüzü kimlerdir?
İstihbarat geçmişleriyle bilinen şahısların siyasi süreçlerle tasfiye edildiği dönemdeki demeçlerine bakıldığında devletin “mahrem bir düş” olduğu olgusu çıkarılabilmektedir. Halkın kendi fikri tartışmasına enjekte ettiği ve tatmin olduğu kavram da bu olarak değerlendirilebilir.
Bölgesel olarak İsrail Dış İstihbarat Servisi MOSSAD ele alınırsa; siyasi iktidarlarla pek yıldızı barışmadığı dile getirilebilir. Kendi senaryolarını zaman zaman direten ve İsrail siyasi yapılarıyla olan diyalogunun medyaya düştüğü görülmektedir. MOSSAD Şefleri, iktidarlar ile arasındaki ayrışmaya dair net olarak açıklamada bulunmaktadırlar. Bu “özerklik” kar/zarar ilişkilerini de beraberinde getirmektedir.
Batıda kurumların demokratikleşmesine dair çalışmalar yürütülse dahi, istihbarat servislerinin yapıları gereği tam şeffaf olmaları beklenememektedir. İstihbarat servislerine tam anlamıyla hükmedenlerin monarşi ile yönetilen ülkeler olduğu tartışılabilir. Bu ülkelerde “istihbarat kurumlarından beklentiler nelerdir” sorusu ortaya çıkmaktadır?
Siyasi gücün tetikçiliğini yapacak kurumların oluşması, istihbarat ekolünün birikmesini de engellemektedir. İstihbarat kurumları, yılların oluşturduğu geleneklerle kendi varlıklarını devam ettirmektedirler. Güçlü ekole sahip kurumların, iktidar değişikliklerinde ciddi savrulmalar yaşanmadığı öngörülebilir.
Politika yapıcıların, siyasiler olduğu varsayımı geçerliliğini korumakla birlikte, istihbarat servisleri de teklifte bulunma, politika üretme ve karar alınmasında etkin yapılar olduğu aktarılabilir. Dış politikada inisiyatif alıp, uluslararası ilişkilere etki edebilen servislerin, dönemsel olarak siyasi merci ile de çatışmalara girdikleri görülmektedir.