Birinci Dünya Savaşı, imparatorlukları bitirme savaşıydı…
“Özgürlük, eşitlik, demokrasi” üçlemesi ile makyajlanan, ulus devletlere geçişin yapıldığı, ağır bedellerin ödendiği ama karşılığında hürriyetimizi satın aldığımızı sandığımız yıllar…
İkinci Dünya Savaşı, Hitler’in nazizim politikaları ile şekillenecek, soykırım ile körüklenecek, intikam ateşi ile tutuşturulacak, gelecek yüzyılda akan kanın katillerine meşruiyet kazandıracak, dünyadaki tek siyonist din devletinin temellerinin atılmasının planlarını oluşturacak stratejiler çerçevesinde alınacak yolun başlangıcıydı.
İçinde bulunduğumuz üçüncü kırılma, ABD eski başkanlarından George W. Bush’un söylemleri ile kavramlaşarak beyinlerimize kazınan “Yeni Dünya Düzeni” dediğimiz farklı bir dönem, 11 Eylül saldırıları sonucunda başladı..
Artık, dünyada gelişen her şeyi yeni bir bakış açısı ile görmemiz gerekecekti.
Kişisel hak ve hürriyetler yeniden tanımlanıyor…
Ulus-devlet kavramları yeniden masaya yatırılıyor…
Medyanın, küresel ölçekli güç olması öne çıkarılıyor…
Cinsiyet farklılığını ‘nötr’ kabul eden yeni bir küresel gençlik imajı tanımlanıyor…
IMF’nin güçlenerek devam etmesi ve zamanı geldiğinde tekrar kontrolü ele alması planlanıyor…
NATO, BM, BAB, AGİK askeri araçlar ile küresel kontrol oluşturulması planları yeniden yapılandırılıyordu…
Bu süreçte ABD dış politikası, 11 Eylül saldırıları sonrası Ortadoğu’ya yapılacak operasyonlar için “Ya bize katılın, ya da bize karşı olun!” davranış ilkesi üzerine şekillendi…
“Yeni Dünya Düzeni”nin yaşaması için örgütsel dökümana ihtiyaç vardı ve bu da Ortadoğu’da yeterince mevcuttu.
“Devlet” olgusunu oluşturan ulusların kanına zerk edilecek demokrasi ile uyuşturulan milletler, bir daha eski günlerine kavuşamayacak şekilde parçalanıp, yeni dünya düzeninin kurbanları olacak, kan ve gözyaşının hiç dinmeyeceği toprakları adeta ABD’nin birer saha laboratuvarı halini alacaktı.
Ulus devletlerden, mikro devletlere geçiş denemeleri yapılırken mevcut zenginlik sömürüldü, kadim medeniyetler söndürüldü, insanlık sindirildi.
“Yeni Dünya Düzeni” ile yola çıkanlar için kan ve acı, Hollywood sahnelerini aratmayan hayalet şehirlerden, insanlığın sessiz ölümünün üstüne aktı.
Ve binlerce kez ölen insanlık, bir kez insaf etmeye bin bahane uydurdu; zulme sesiz kalmayı ‘insanlık’ saydı..
‘Mülk’ün Allah’ın olduğunu unutarak!..
Kör ve sağır olduğumuz her acının, her mazlum kanının bir gün intikam alacağını unutarak!..
“Parçala-böl-yönet” paradigmaları üzerinden imparatorluklardan ulus devletlere, ulus devletlerden daha kolay yönetilebilecek mikro devletlere geçiş için 2020’de, çözülmenin başladığı görülüyor ve dünyamız bir kez daha yeniden formatlanıyor.
İnsanın maliyet olarak görüldüğü ulus devlet sistemleri de çöküyor bu yeni düzende..
“Yasama, Yürütme, Yargı”nın tek paket haline getirildiği “Covidizm” akımı ile ulus devletlerin paketlenip, “Covid”in yargı dağıttığı günlerdeyiz.
Doğuştan insan olmak ile Allah’ın insana bahşettiği insan onuruna yakışır yaşama hakkımız, bize birileri tarafından bağışlanan bir lütuf gibi sunulurken itaatle işlenen minnet duygumuz üzerinden sistemlerin kölesi olma halimiz, son kullanma tarihine yaklaşmış olmalı..
Allah’ın şah damarımızdan daha yakın olduğunu unutup, “Ölüm korkusu” ile belki de ilk defa bu kadar net yüzleşiyor, hayatta kalmak için azami mücadele ediyor; bir o kadar hissizleşiyor ve tepkisizleşiyoruz…
İrademizin, aklımızın, benliğimizin, duygu dünyamızın, inanç değerlerimizin, vicdan ve merhametimizin baskı altına alındığı, zihnimizin güncellendiği günlerden geçiyoruz.
Şifreler çözüldüğünde belki de her birimiz “numerik” bir algoritmanın parçası olacağız.
“Dijital yüzyıl teknolojisi” ile “Deus" bir güç kazandıklarını, tüm dünyayı tek bir yönetim himayesi altında yönetmeyi düşünenler, bu sistemde ekonomik değeri olmayan, gereksiz bir tür olarak tanımlıyor insanı.
“İnsanın teknolojiyi kullandığı dönem”in sonuna yaklaşıldığını ve “Teknolojinin, insanı kullanma dönemi”ne girildiği, din, ülke-vatan ve millet-milliyet gibi kavramların yer almadığı; inanç sistemine yer verilmediği, aile kavramının tükendiği, kontrollü bireyselciliğe dayalı (yarı robotik) yaşama modeli, öne çıkan bir dönemin başlangıcı gibi duruyor bu “Yeni Dünya Düzeni”nde şimdilik..
Vedalaşmamız gereken “eski sürüm bir sistem”den sonra bizi nelerin beklediği de yavaş yavaş netleşiyor.
İnsanın yönetim kontrolünü, takılacak ‘çip’ ile elinde tutanlar tarafından hangi durumlarda ‘bloke’ edileceğimiz soru işareti olarak dururken dijital terörizmin işlemesine karar verenler için biz sıradan “Homo Sapiens”leri kolay günlerin beklemediği ortada.
Demokrasi ile hürriyet bahşedenler tarafından şimdi de sağlığımız için mahkumiyet dayatılıyor.
Dünya, bir hapishaneye çevriliyor adeta…
Sınırlarımızı aşan “Küresel Pandemi" gündemi ile derin bir sessizliğe gömülüp, evlerimize kapandık.
“Covid”den hızlı yayılan üst düzey reklamlı korku ve panik ile kırılan direnç bariyerlerimiz, psikolojik üstünlük sağlayanlar için birer önemsiz denek olmamızdan öte bir anlamımızın olmadığı gerçeği ile vakit geçirmeden yüzleşerek…
Ve…
Çok kısa sürede oluşturulan korku imparatorluklarının “Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!” telkini ile tıkanmadan…
Yolumuza aydınlık olacak nesillerimizin beyinlerini, sistemlerinin ele geçirmesine izin vermeden atılacak adımları bir an önce atmalıyız.
“Toplumbilimci Kurulu” oluşturulmalı!..
İlgili bakanlıkların öncülüğünde eğitimciler, psikologlar, sosyologlar süreçte etkin ve etkili çözümler üreten bilim ve ilim insanları ile yarınlarımızın geleceğini korumak ve medeniyetimizin mirasçısı olacak nesillerimizin, bu süreçten sağlıklı geleceğe atacakları adımları güçlendirmeliyiz.
Onlara gurur duyacakları bir miras bırakmalıyız…