İstanbul
Uzmanlar, yaz tatilinde dijital ekran kullanımının çocuklar ve yetişkinler üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekerek, ailelere ekran süresi kontrolü, sosyal etkinlikler ve teknolojiden uzak zaman dilimleri öneriyor.
????Yaz tatilinde ebeveynlere "dijital bağımlılık" uyarısı
Yaz tatilinin başlamasıyla çocukların evde geçirdikleri süreyle birlikte ekran başında geçirilen zaman da artıyor.
Bu dönemde teknolojik cihazlar, sosyal medya, dijital oyunlar, çocukların giderek daha fazla vakit ayırdıkları alanlar haline gelirken, bu durum zamanla bağımlılık riskini beraberinde getiriyor.
Uzmanlar, özellikle sosyal medya içeriklerinin çocukların gelişimine olan etkilerine karşı aileleri bilinçlendirmenin önemine dikkati çekiyor.
Yaz tatilinde ebeveynlere "dijital bağımlılık" uyarısı ⤵️— Burada önemli olan şey ebeveynlerin mutlaka sınır koymaları. Asla yasak koymayı önermiyoruz
— Ebeveynler, çok kontrolcü ve baskıcı yöntem izlemeleri durumunda olumsuz tepkiyle karşılaşıyor. Çünkü biliyoruz ki bir şeyi… pic.twitter.com/b8WPlDj7pW
"Okul çağı ve ergenlik döneminde sınırların mutlaka belirlenmesi gerekiyor"
İstanbul Medipol Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Gelişimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Arzu Yükselen, çocukların teknoloji kullanımının kaçınılmaz bir gerçeklik olduğunu belirtti.
Sosyal medya kullanımında yaş gruplarına göre farklı yaklaşım gerektiğine dikkati çeken Yükselen, bebeklik dönemi olan 0-3 yaş arasında hiçbir şekilde teknoloji kullanımını önermediklerini, 3-6 yaş dönemiyle beraber etkileşimli kullanımı ailelere önerdiklerini kaydetti.
Yükselen, okul çağı ve ergenlik döneminde ise sınırların mutlaka belirlenmesi gerektiğini vurgulayarak, şunları söyledi:
"Çünkü çocukların kendi telefonları, tabletleri, cihazları var. Bu defa çocuğun kendine has özgürlük alanı içerisinde talepleri 'Benim cihazım, ben istediğim şekilde kullanırım, istediğim yere girerim, istediğim şekilde hareket ederim.' gibi bir özgürlük içerisine girmek istiyor ama burada önemli olan şey ebeveynlerin mutlaka sınır koymaları. Asla yasak koymayı önermiyoruz. Zaten teknoloji kaçınılmaz gerçeklik ama bir sınır getirmeyi, yaş gruplarına bağlı olarak süreyi uzatmayı uygun buluyoruz."
"Ebeveynlerin de çocuklarına model olduklarını unutmamaları lazım"
Yükselen, özellikle okul çağı ve ergenlik dönemindeki çocukların neyle muhatap olduklarını takip etmenin çok önemli olduğunu dile getirdi.
Sadece katı kurallar koymak yerine çocuklarla karşılıklı güven temelli iletişim geliştirilebileceğini ifade eden Yükselen, "Bir kere birbirimize karşı açık olursak çok rahat paylaşımda bulunacaklardır. Sınırlar koyduğumuzda sadece çocuğa sınırlar koymuyoruz. Yani ebeveynin kendisi sınırsız sosyal ağlarda zaman geçirirken, çocuklarına sınır koymaya çalışmaları çok büyük çelişki uyandıracaktır çocuklar üzerinde. Dolayısıyla ebeveynlerin de çocuklarına model olduklarını, model olmaları gerektiklerini ve bu doğru model sayesinde çocuklarını doğru teknoloji kullanımına yönlendirebileceklerini unutmamaları lazım." değerlendirmesinde bulundu.
Uzmanlar olarak farklı şeyler verilmesini isteseler de ailelerin çocuklarına karne hediyesi olarak akıllı telefon, tablet ve benzeri hediyeler almayı tercih ettiğini aktaran Yükselen, verilen söz ve vaatlerin tutulmasının önemine işaret etti.
Prof. Dr. Yükselen, yaz döneminde mümkün olduğunca çocukların açık alandan yararlanmaları, teknolojik cihazlarla maruz kalmaktan öte parklarda, oyun alanlarında zaman geçirmelerini tavsiye ettiklerini söyledi.
"Çocuklar sosyal medya içeriklerinden bağımsız hiçbir şey yapamaz hale geliyor"
İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve İletişim Bölümü Başkanı Doç. Dr. Başak Gezmen de dijital medya kullanımında süreden çok kullanım biçiminin önemine dikkati çekerek, doğru kullanıldığında güçlü ve etkin bir araç olarak faydalı olabileceğini anlattı.
Sosyal medyada oldukça fazla içeriğin bulunduğunu ve ebeveynlerin çocuklara bu içerikleri seçme konusunda yardımcı olmaları gerektiğine işaret eden Gezmen, aksi takdirde çocukların günün büyük bölümünü medyayla iç içe geçirebildiklerini belirtti.
Gezmen, sosyal medyanın aktivite olarak da güçlü araç olarak kullanılabildiğini ifade ederek, şöyle konuştu:
"Bağımlılık olarak nasıl kullandığı ve ne kadar süre medyayla iç içe olduğu konusu bizi çok fazla kullanımla beraber ilgilendirir hale geldi çünkü artık çocuklar sosyal medya içeriklerinden bağımsız hiçbir şey yapamaz hale geliyor. Bu da ciddi anlamda sıkıntılar ortaya çıkarabiliyor çünkü gününün büyük bölümünü, boş zaman aktivitelerini sadece medyaya bağımlı olarak geçiren çocukta dikkat eksikliği, aktivite bozuklukları, konuşma bozuklukları, yeme içme pratiklerinde bozulmalar olabiliyor. Fiziksel bozukluklar olabiliyor."
Sosyal medyada çok fazla süre geçirmenin günlük hayat aktivitelerinde olumsuzluklara yol açtığının altını çizen Gezmen, aşırı kullanan çocuklarda özellikle gözlemlenen en önemli özelliklerden birisinin şiddet ve olumsuz olan modellerin taklit edilerek kendi yaşam pratiklerine uyarlanması olduğunu aktardı.
Gezmen, ebeveynlerin çok kontrolcü ve baskıcı yöntem izlemeleri durumunda olumsuz tepkiyle karşılaştıklarını kaydederek, "Çünkü biliyoruz ki bir şeyi ne kadar yasaklasak o kadar cazip kılarız. O yüzden de bizim burada fazla yasaklayıcı, birtakım içerikleri öcü gibi gösteren, çok fazla olumsuzlayan bir yaklaşımdan ziyade onlarla birlikte hareket eden, içerikleri birlikte deneyimleyen, onlara da konuşma fırsatı veren, olumsuz yönleri birlikte değerlendirip onlara algılama fırsatı veren bir pencere açmamız gerekiyor. Gerekirse onlarla birlikte dijital ortamda biz de vakit geçirmeliyiz." ifadelerini kullandı.
"Sosyal medyanın çok tehlikeli, karanlık da bir yüzü var"
Çocukların nerelerde, ne kadar fazla vakit geçirdiklerine mutlaka bakılması gerektiğini vurgulayan Gezmen, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Çünkü sosyal medyanın çok tehlikeli, karanlık da bir yüzü var. Bunları önceden tespit etmemiz gerekiyor ki zararlı etkinliklerden koruyabilelim ama bu çok baskıcı yöntemle olmaz. Çocuklarla vakit geçirmek özellikle yaz dönemlerinde çok önemli. Sadece sosyal medyaya bağımlı kalan çocuk yerine ebeveynlerle aktivitelere katılan, vakit geçiren, oyunlar oynayan, birlikte çocuğun dünyasına kapı açan bir yaklaşım, her zaman bu konuda çok daha bize doğru yol kat ettirecektir."
Gezmen, TikTok ve benzeri uygulamalarda dolaşan "boş içeriklerin" çocukların zihinsel yorgunluğunu artırdığını belirtti.
Bu içeriklerin çocukların gerçek hayattan kopmalarına neden olabileceği uyarısında bulunan Gezmen, "Popüler kültür ya da birtakım sansasyonel içeriklerle meşgul olan veya bağımlılık yapan dijital oyunların içerisinde sürekli vakit geçiren bir çocuk yerine daha çok onun eğitici yönünü keşfetmek ve bu yönlere ağırlık vermek gerekiyor." dedi.
*
Sosyal medya kullanımı yaşa ve amaca göre günlük 30 ila 120 dakikayı geçmemeli
We Are Social ve Meltwater tarafından hazırlanan Dijital 2025 Türkiye Raporu'na göre, Türkiye'de 77,3 milyon aktif internet kullanıcısı bulunuyor. Bu, nüfusun yüzde 88,3'üne karşılık gelirken, bu durum Türkiye'de her 10 kişiden 9'unun internete bağlı olduğunu gösteriyor.
Sosyal medya kullanıcı sayısı 2025 itibarıyla 58,5 milyona ulaşırken, bu, ülke nüfusunun yüzde 66,7'sini oluşturuyor. Yani her 3 kişiden 2'si sosyal medya platformlarında aktif.
Sosyal medya kullanımı yaşa ve amaca göre günlük 30 ila 120 dakikayı geçmemeli???? We Are Social ve Meltwater tarafından hazırlanan Dijital 2025 Türkiye Raporu'na göre, Türkiye'de 77,3 milyon aktif internet kullanıcısı bulunuyor
???????? Türkiye'de her 10 kişiden 9'u internete bağlı… pic.twitter.com/3vSqWy36TB
Kullanıcıların yüzde 46,6'sını kadınlar, yüzde 53,4'ünü ise erkekler oluşturuyor. Kullanıcılar, günlük ortalama 7 saat 13 dakikayı internette, her gün ortalama 2 saat 43 dakikayı ise sosyal medyada geçiriyor. 18 yaş üzeri sosyal medya kullanıcı sayısı 55,9 milyonken, bu, 18 yaş üzeri nüfusun yüzde 85,5'inin sosyal medya kullandığını gösteriyor.
Uzmanlar, Türkiye'de ve dünyada sosyal medya kullanımı, bunun psikolojik etkileri ve günlük sürenin ne kadarla sınırlı tutulması gerektiğine ilişkin
değerlendirmede bulundu.
"Sürekli kaydırma yaparak birtakım içeriklere maruz kalmak, çocuklar ve gençler açısından sakıncalı"
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gül Esra Atalay, dünyayla karşılaştırıldığında Türkiye'de sosyal medya kullanım oranlarının yüksek ve sürelerinin de daha uzun olduğunu, bunun sebebinin genç nüfusun fazlalığı ve mobil cihaz kullanımının yaygınlığı olduğunu belirtti.
Sosyal medyanın eğlence, iletişim, bağlantı kurma, sosyal ilişkiler, görünür olma, haber ya da bilgi alma gibi farklı kullanım alanları olduğuna işaret eden Atalay, Türkiye'de görünür olmak ve izlenmek isteyen kullanıcıların Instagram'a yöneldiğini, yine gençler arasında TikTok kullanımının da hızla arttığını vurguladı.
Atalay, içinde yaşanılan dünyayı, sosyal yaşamı bilme, haberdar olma ve ilişkiler kurma açısından kullanıldığında sosyal medyanın faydalı yanları olduğundan bahsetti. Sosyal medyanın çok uzun saatler kullanıldığında zararlı yanlarının ortaya çıktığını aktaran Atalay, kişinin bilişsel yükünü artırdığını, çok fazla enformasyona, bildirime maruz bıraktığını, dikkat dağınıklığı ve zihinsel yorgunluk yarattığını, bunun hem yetişkinler hem de çocuklar için geçerli olduğunu kaydetti.
Prof. Dr. Atalay, rutin şekilde sürekli sosyal medyada vakit geçirmenin, herhangi bir bilgi aramıyorken de burada sürekli kaydırma yaparak birtakım içeriklere maruz kalmanın, çocuklar ve gençler açısından özellikle uzun saatler olduğu zaman sakıncalar barındırdığını dile getirdi.
Çocukların okula, fiziksel yaşamdaki oyunlara daha fazla zaman ayırması gerekirken sosyal medyada vakit geçirdiğini gördüklerini ifade eden Atalay, "Her şeyden önce fiziksel olarak da bunun zararları var çünkü bu hareketsizlik demek. Göz ve bedenin farklı yapılarına da zarar veriyor." dedi.
Çocuğun sosyal medyada sürekli birtakım uyaranlara maruz kaldığına, beğenilerle ve farklı yorumlarla kendi kimliğini oluşturduğuna dikkati çeken Atalay, "Sürekli sosyal medyadan dönüş aldığında, kendi kimliğini oluştururken kaynak hep sosyal medya olduğunda kimlik gelişimi de bundan olumsuz etkilenebiliyor. Dışarıdan gelebilecek yorumlar onlar için gerçekten çok önemli. Olumsuz yorumlar çok kötü sonuçlar doğurabiliyor ya da olumlu da olsa sürekli olarak aslında daha fazlasını istemeye başlıyor. Bunu mümkün kılmak için sürekli sosyal medyada paylaşım yapmak, daha ilginç bir şey yapmak, daha görünür olmak için uğraşmaya başladığında aslında günlük yaşamındaki motivasyon tamamen buna kayıyor." değerlendirmesini yaptı.
"13 yaş altı sosyal medya hesabı açmamalı ve sosyal medya kullanımı çok sınırlı olmalı"
Atalay, "Sosyal medya günde kaç saat kullanılmalı?" sorusunun tek bir cevabı olmadığını, kişiye, yaşa ve neyle meşgul olduğuna göre bunun değişebildiğini belirterek, "Sosyal medya, profesyonel amaçlar için de kullanılıyor ve bu durumda ister istemez kişiler çok daha uzun sürelerini geçirebiliyorlar. Fakat çocuklar açısından belirli bir yaştan önce sosyal medya kullanımı zaten kesinlikle önermiyoruz. Sosyal medya platformlarının da minimum kullanıcı yaşı 13'ten başlıyor. Farklı ülkelerde 16'lara ve farklı yaşlara da gidebiliyor. Dolayısıyla aslında 13 yaş altı sosyal medya hesabı açmamalı ve sosyal medya kullanımı çok sınırlı olmalı." şeklinde konuştu.
Ancak realitede durumun böyle olmadığını, çocukların başka isimlerle ya da yaşlarını farklı göstererek sosyal medya mecralarında var olduklarını aktaran Atalay, şunları kaydetti:
"Dolayısıyla burada ebeveynlerin çok önemli rolü var; çocuğu kontrol etmek ve sosyal medyayla ilişkisini sınırlandırmak. 'Ne kadar olmalı?' diye soracak olursanız, bir saati geçmemeli kesinlikle. Bir saati geçen sürelerde sosyal medyada olması, çocuk için çeşitli sakıncalar barındırabilir. Daha büyüklerde, ergenlerde ya da yetişkinlere baktığımız zaman da aslında 2 saat diyebiliriz. Çeşitli kaynaklar bunu, yaklaşık 2 saati, bir sınır olarak belirtebiliyor. Tabii ki kesin bir şey söylemek mümkün değil ama 2 saati aşan sosyal medya kullanımı, sıradan kullanıcı için problematik kullanım olarak belirlenebilir."
Prof. Dr. Atalay, sosyal medya mecralarının ticari yapılar olduğunu, kullanıcıların çeşitli algoritmalarla burada tutulmaya çalışıldığının farkında olunması gerektiğini vurguladı.
"Sosyal medyada filtreleme sistemini uygulamak çok önemli"
Uzman Klinik Psikolog Özgenur Taşkın, sosyal medyada geçirilen zamanın çok kıymetli olduğunu, buna bazı kısıtlılıklar uygulayarak bu mecraların yararlı hale getirilebileceğini söyledi.
Sosyal medyanın niçin kullanıldığının önemine işaret eden Taşkın, şunları dile getirdi:
"Filtreleme sistemi çok önemli. Filtreleme sistemi olmayan bir durum bizi belirsizliğe sokar. Sosyal medyayı öylesine vakit geçirmek için mi kullanıyoruz? Özellikle gençlerde ve ergenlerde bunu çok görüyoruz. Gençler ve ergenler sosyal medyayı sadece vakit geçirmek, orada ekran kaydırmak için kullanabiliyor. Ülkemizin beyni dediğimiz gençler, ergenler, çocuklar, ne yazık ki sosyal medyada çok değerli vakitlerini boş yere harcamış oluyor. Burada önemli olan faktör aslında sosyal medya bilinçlenmesi. Sosyal medyayı hayatımıza bu kadar aldıysak, bunu nasıl kullanabilirizi de bilmemiz lazım."
Sosyal medyayı iyi kullanabilmenin psikolojiyi iyi etkilediğine, sadece zaman kaybı olarak kullanmanın, trendleri takip etmenin ve alışveriş kaynaklı kullanmanın psikolojiye büyük hasar verdiğine dikkati çeken Taşkın, burada çocukların aileleri tarafından bilinçlendirilmesinin önemli olduğunu belirtti.
Taşkın, kişilik yapısı oluşumu devam eden ergen ve gençlerde sosyal medyanın bilinçsiz kullanımının depresyon, anksiyete ve beden algı bozuklukları gibi olumsuzluklara neden olabileceğini vurguladı.
"Türkiye'de sosyal medya kullanımı ortalama günlük 3 saat olarak belirlenmiş"
Dünya genelinde sosyal medya kullanımının fazla olduğunu, Türkiye'nin de sıralamanın en başlarında yer aldığını ifade eden Taşkın, şöyle devam etti:
"Sosyal medya kullanımının süresi sınırlanmalıdır. Sınırsız olan bir şeyden verim almamız imkansızdır. Sınırlı ve yapılandırılmış olmalıdır. Türkiye'de sosyal medya kullanımı ortalama günlük 3 saat olarak belirlenmiş. 24 saatimizin 3 saatini sosyal medyaya ayırmak çok ciddi rakamdır. Zaten uyku saati olarak 6-8 saat aralığı diyoruz. Çalışma saatleri 8-10 saat aralığında. 3 saat de sosyal medyaya ayırdığımızda kendimize, spor yapmaya, eşimize, dostumuza, sosyalleşmeye, öz bakımımızı ayıracağımız vakti sosyal medyaya ayırmış oluyoruz. Bunun bize yarar sağlama ihtimali çok düşük oluyor. O yüzden burada sınırlandırmak çok önemli. Öncelikle sosyal medyayı niçin kullandığımıza bakmalıyız. Eğer iş için kullanıyorsak bu çok ayrı ama sadece gezinmek, kafa dağıtmak için kullanıyorsak ortalama yarım saat sosyal medya kullanımı yeterli olacaktır, bunun üstüne çıkmamak gerekir. Bununla ilgili de sosyal medya platformlarında telefona uyarı veren çeşitli uygulamalar var. Bunları kullanmak faydalı olabilir."
Taşkın, günde 3 saat sosyal medya kullanımının bağımlılık boyutu olduğunu belirterek, sınırlama yapılmadığı sürece bunun ciddi boyutlara ulaşabileceğini söyledi.
Dijital detoks, sosyal medya kullanımına ara vermek gibi uygulamaların da faydalı olduğunu dile getiren Taşkın, uykusuz, yeme içmeden geri kalacak kadar sosyal medya kullanan ya da gelen bildirimler kişide kaygı oluşturuyorsa bunun sosyal medya bağımlılığı konusunda uyarı verdiğini, bu durumda psikoterapistten ya da psikiyatristten destek alınması gerektiğini sözlerine ekledi.
*
Uzmanlardan yaz tatilinde "dijital bağımlılık" uyarısı
İbn Haldun Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sefa Bulut,
yaz tatilinde çocukların akıllı telefon ve sosyal medya kullanımlarının büyük ölçüde arttığını söyledi.
Bu durumun çocukların uyku ve biyolojik alışkanlıklarında değişikliklere yol açabileceğini belirten Bulut, tatilde çocukların vakitlerinin aileleri tarafından programlarla ve aktivitelerle yapılandırılması gerektiği ifade etti.
Prof. Dr. Bulut, yaşı uygun olan çocukların tatilde bir iş yerinde çalışma deneyimi yaşayabileceğini, bu durumun hem iş dünyasını tanıyarak kariyerlerine yön vermeleri hem de sosyal ilişkileri geliştirmek ve zamanı verimli kullanmak açısından önemli olduğunu dile getirdi.
Sınırsız telefon, tablet ve bilgisayar kullanımının bağımlılığa yol açtığına dikkati çeken Bulut, dijital bağımlılığın yetenek gelişimini ve sosyalleşmeyi kısıtladığını, bu bağımlılığın dengesiz beslenme, duyma ve görme yetisinin azalması gibi birçok fiziki ve psikolojik sağlık sorununu beraberinde getirdiğini kaydetti.
Çocukların en fazla vakit geçirdiği sosyal medya platformları olan Instagram ve TikTok'taki dezenformasyonlara karşı uyarılarda bulunan Bulut, şöyle devam etti:
"Orada beden ve yüz imajını zedeleyen çok fazla görüntü var. İçerik üreticileri arasında aşırı makyaj yapan insanlar, farklı farklı makyaj türleri, saç ve dövme stilleri var. Çocuklar bunları görüyor ve denemek istiyorlar. Birkaç kişi yapınca herkesin yapması gerekiyormuş gibi hissediyorlar. Aslında çocukların hemen hepsi çok güzel ama internetten gördükleri, rol model aldıkları o fenomenleri, ilginç insanları taklit etmek istiyorlar. Bu şekilde çocukların yüz, vücut, beden ve güzellik algıları değişiyor. Tabii bunun çok büyük bir ekonomik pazarı var. Çocuklara, özellikle genç kızlara, öğrencilere bu kozmetik ürünlerini pazarlamak istiyorlar. Makyaj malzemeleri, parfüm malzemeleri, çeşit çeşit kullanılan malzemeler var. Kapitalist sistemle pazarlanan bu ürünler hem çocuklara hem de alım gücü bulunmayan ailelere zarar veriyor."
"Marka ve akran zorbalığı" uyarısı
Prof. Dr. Bulut, sosyal medya fenomenleri aracılığıyla pazarlanan ürünleri satın alanlar ile alamayanlar arasında dolaylı olarak "marka ve akran zorbalığı" yaşandığını, sosyal medyada etkileşim alabilmek için yapılan absürt paylaşımların ahlaki ve kültürel değerleri de zedelediğini belirtti.
Sosyal medyanın bilgiye ulaşmak, kültürel etkinliklere katılmak ya da merak edilen konularda okuma yapmak için kullanılmasını tavsiye eden Bulut, "Sosyal medyada tıbbi bilgi, entelektüel bilgi, okul bilgisi gibi bilgiler elde edebiliriz. Bu, sosyal medyanın amacına daha çok uyan bir kullanım tarzı. Ne yazık ki yetişkinler de dahil olmak üzere bu platformları bu amaçla kullanan insanların sayısı yüzde 5'i geçmiyor. Çoğunlukla eğlence ağırlıklı kullanılıyor." değerlendirmesinde bulundu.
Çocuklarda okul başarısını etkileyen dijital bağımlılığın kuşak içi gelişimi de engellediğini belirten Bulut, çoğu çocuğun dijital mecralarda fazla vakit geçirmeyi normal gördüğünü ve tehlikenin farkında olmadığını söyledi.
Bulut, sosyal medya içeriklerinin empati ve hissetmek gibi belirli duyguları azalttığını, duyguları yıpranan insanların da linç kültürü halkasına dahil olduğunu ifade etti.
Gerçeklikten kopuk ortamda kişileri ötekileştirenlerin linç kültürüne sarıldığını kaydeden Bulut, "Farklı olan insanları ötelemeye çalışıyorlar, kendilerini daha önemli daha üstün görmek istiyorlar. Karşıdaki insanı direkt tanımıyorsun, onun için üzülmüyorsun, empati kurmuyorsun. İstediğin gibi oturup istediğin şeyleri yazabilirsin. Yüz yüze görmediğin için herhangi bir sorumluluk hissetmiyorsun. Bu da toplumsal bazı riskleri içinde barındırıyor." diye konuştu.
"Ekran süreleri az ülkelerde akademik ve ekonomik başarı yüksek"
Gelişmişlik endeksi yüksek ülkelerde ekran kullanım oranlarının diğer ülkelere göre daha az olduğunu dile getiren Bulut, "Finlandiya'da, Norveç'te, İsveç'te ekran kullanımı çok sınırlı, yani çocuklara telefon almıyorlar, kullandırmıyorlar veya çok çok özel filtre programları kullanılıyor, bunlar iyi şekilde denetleniyor. Ekran süreleri bu ülkelerde az ve bu ülkelerde akademik ve ekonomik başarının yüksek olduğu görülüyor. Bunu çok düzenli, çok kontrollü bir şekilde yapmamız gerekiyor." dedi.
Prof. Dr. Bulut, siyasetçiden bürokrata, öğretmenden öğrenciye, veliden kurumlara kadar herkesin bu konuda sorumluluk alması gerektiğini, özellikle genç nesiller için kayıp giden yılların telafisinin mümkün olmadığını sözlerine ekledi.
"Bağımlılık düzeyine ulaştı"
İbn Haldun Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Araştırma ve Uygulama Merkezi (REDAM) Koordinatörü Klinik Psikolog Mehmet Büyükçorak da dijitalleşme ivmesiyle sosyal medyanın neredeyse insan yaşamının tüm katmanlarına nüfuz ettiğini söyledi.
Büyükçorak, başlangıçta bilgiye erişimi kolaylaştırmak, sosyal bağları güçlendirmek ve ifade özgürlüğünü artırmak iddiasıyla insan hayatına giren sosyal medya platformlarının zamanla bireyin psikolojik bütünlüğünü, kişilerarası ilişkilerini, değer sistemlerini ve toplumsal tutumlarını dönüştüren çok katmanlı bir yapıya evrildiğini, bu dönüşümün salt alışkanlık olmanın ötesine geçerek bağımlılık düzeyine ulaştığını dile getirdi.
Sosyal medya bağımlılığının davranışsal bağımlılıklar kategorisinin altında yer alan bağımlılık türlerinden olduğunu aktaran Büyükçorak, "Davranışsal bağımlılıklar ile kimyasal (uyuşturucu, alkol, tütün vb.) bağımlılıkların çalışma prensibi ve beyinde oluşturduğu tahribatlar bakımından hiçbir fark yoktur. Hatta davranışsal bağımlılıklar masum görülebildiği için daha sinsi ilerleyerek daha tehlikeli bir hal alabilmektedir." ifadesini kullandı.
Sosyal medyada "beğeni", "paylaşım" ve "yorum" gibi etkileşim biçimlerinin, kişide öz saygı düzeyini dışsal onaylara bağımlı hale getirerek içsel değerlendirme sistemini zayıflattığını aktaran Büyükçorak, bu durumun belli bir eşikten sonra dikkat eksikliği, tükenmişlik sendromu, anksiyete bozuklukları, depresif belirtiler, uyku sorunları ve kronik yalnızlık gibi ruhsal sorunların oluşmasına zemin hazırladığını söyledi.
Büyükçorak, şunları kaydetti:
"Romantik ilişkilerde kıskançlık, karşılıklı mahremiyetin ihlali, sürekli görünür olma zorunluluğu ve ilişki doyumunun düşüşe geçmesi gibi olgular, çiftler arasında güven kaybına ve duygusal yabancılaşmaya neden olmaktadır. Çocuk ve ebeveyn ilişkilerinde ise hem ebeveynlerin hem de çocukların ekran temelli dikkati, birlikte geçirilen zamanın kalite-derinlik ve anlamını düşürmekte, duygusal senkronizasyonu zayıflatmakta ve çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarının göz ardı edilmesine neden olmaktadır. Psikolojik bağlanma konusunun en önemli isimlerinden (John) Bowlby'nin bağlanma kuramı perspektifinden bakıldığında, sosyal medya ortamları güvensiz bağlanma örüntülerini pekiştiren bir yapıya sahiptir. Birey kendisini duygusal olarak regüle etmek yerine ekran aracılığıyla sürekli yeni uyarıcılar aramakta, ilişkisel ihtiyaçları yüzeysel uyaranlarla ikame etmektedir. Bu da ilişkilerin hem süresini hem de derinliğini azaltmaktadır. Sosyal medyada arkadaş sayısı nicelik olarak artarken ilişkisel deneyimin niteliği aynı oranda azalmaya başlamaktadır."
Dijital platformlarda algoritmaların bireylerin karşısına çıkardığı içeriklerle tercihleri, beğenileri ve değer yargılarını şekillendirmede giderek daha baskın hale geldiğini, insanların özgün deneyimleriyle değil, sunulan ve yönlendirilen içeriklerle karar alır hale geldiğini anlatan Büyükçorak, "Çözüm sadece bireysel sınırlandırmalarla değil, aynı zamanda kültürel, kurumsal ve politik düzlemde sağlıklı dijital yaşam politikalarının inşasıyla mümkündür. Psikolojik dayanıklılık, dijital okuryazarlık, öz farkındalık ve dijital minimalizm gibi kavramlar bu dönüşümün yapıtaşları olabilir." ifadelerini kullandı.
*
Sosyal medya bağımlılığı ve popülerlik albenisi, gençleri anoreksiyaya sürüklüyor
Her geçen gün hayatın normal akışında daha fazla yer kaplayan dijital dünya, bireylerde oluşturduğu görünür olma ve beğenilme dürtüsünü besleyerek, ruhsal sağlığı zedeliyor.
Ruhsal dengesi bozulan bireyler, kendilerini sürekli başkalarıyla kıyaslayarak gerçek dışı güzellik standartlarına ulaşmaya çalışıyor. Çoğu zaman filtrelerle şekillendirilmiş, gerçeklikten uzak beden görselleri, gençler için "ideal" haline geliyor. Bu da bireylerin kendilerini sürekli eksik ve yetersiz hissetmesine yol açıyor.
Özellikle ergenlik dönemindeki gençler, fiziksel görünümleriyle sosyal onay alma çabasına girerken, kendi bedenlerine yabancılaşma riskiyle karşı karşıya kalıyor. Sosyal mecralarda her geçen gün yayılan "kusursuz beden" kalıpları, gençleri sağlıksız kilo verme yöntemlerine yöneltiyor.
Uzmanlar, sosyal medya bağımlılığı ile beden algısı bozukluğu arasındaki tehlikeli ilişkiye dikkati çekerek, anoreksiya ve benzeri yeme bozukluklarının gençler arasında alarm verici boyutlara ulaştığını vurguluyor. Ayrıca bu tür içeriklere uzun süre maruz kalmanın, sadece yeme bozukluklarını değil, aynı zamanda anksiyete, depresyon ve düşük benlik saygısı gibi ruhsal rahatsızlıkları da beraberinde getirdiği belirtiliyor.
"Normal kilonun altında olsalar bile kendilerini şişman görüyorlar"
Medipol Mega Üniversite Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Vedat Göral, anoreksiya ve benzeri hastalıkların ölümle sonuçlandığını söyleyerek, "Duygusal çöküş, duygusal zayıflık, terk edilme, çevre baskısı, beğenilmeme, sosyal medyada güzellik unsurlarının öne çıkarılması, kişide birtakım eksiklikler yaratabiliyor. Normal kiloda olmasına rağmen kendini kilolu hissediyor. Yemek yememeye başlıyor. Yemek yemeyince de vücutta kilo kaybı ve tüm organlarda arızalar meydana geliyor." diye konuştu.
Bu hastalıklara sahip kişilerin yedikleri yemekleri çıkarma türlerine değinen Göral, "Kişi bazen kendini kusturmaya çalışıyor. İdrar söktürücü ilaç kullanıp vücuttan suyu atmaya çalışıyor. Bazen de müshil dediğimiz ilaçları kullanarak kendini ishal yapıp kilo kaybı sağlamaya çalışıyor. Bu son derece yanlış." dedi.
Göral, hastalarla yaşadıkları en büyük sorunun tedaviyi kabul etmeme olduğunu aktararak, şöyle devam etti:
"Biz iyi tedavi yapsak bile hala kendilerini kilolu buluyorlar. Normal kilonun altında olsalar bile kendilerini şişman görüyorlar. Psikoterapi eşliğinde tedaviler yapıyoruz. Klasik bir tedavi yok, tedavi kişiden kişiye göre değişiyor. Hastanın genel durumu kötüyse hastaneye yatırmak daha iyi. Çünkü birtakım testlerin yapılması lazım. Bu testler şeker, böbrek, karaciğer fonksiyonları, ultrasonlar, gerekirse endoskopi ve kolonoskopi yapılarak acaba başka bir hastalık mı var, yoksa anoreksiya mı diye bakılması lazım. Tedavide en büyük destek kişinin ve çevresinin destek olması. Kişi tedaviye inanacak."
Anoreksiya hastalarının tedavi döneminde hastalıktan kurtulamadıklarını çünkü bunu istemediklerini vurgulayan Göral, "Tıpta psikolojik bozukluk olup en yüksek ölüm oranına sahip hastalık anoreksiya. Eninde sonunda intihar meydana geliyor. Kendilerini reddediyorlar. Dolayısıyla buna erkenden tanı koymak lazım. Ama anoreksiya olmuş, 25 kiloya düşmüş bir kişiyi kurtarmak çok zor." ifadelerini kullandı.
Anoreksiya nedeniyle vücutta organ yetmezliği yaşandığına dikkati çeken Göral, bu evreden itibaren hastayı kurtarmanın daha zor hale geldiğini söyledi.
"Aşırı zayıflık güzellik değildir, bazen tıbbi komplikasyonlara da neden olabilir"
Medipol Mega Üniversite Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Taha Can Tuman da yeme bozukluğuna, genetik faktörlerin yanı sıra çevresel, sosyoekonomik ve kültürel faktörlerin neden olduğunu, özellikle sosyal medyada zayıflığın idealize edilmesi, özendirilmesi ve güzellikle eş değer algılanmasının yeme bozukluğuna kapı araladığını ifade etti.
Bazı sosyal medya kullanıcıları tarafından yapılan paylaşımlarda ve bazı marka reklamlarında idealize edilen zayıf birey algısının, sosyal medya kullanıcılarında anoreksiya ya da bulimia gibi hastalıklara yol açtığını belirten Tuman, bu hastalıklardan en ölümcül olanının anoreksiya olduğunu vurguladı.
Anoreksiyanın, özellikle bedenden memnuniyetsizlik, beden algısında bozulma, kişinin kilo verdiği halde bedenini kilolu olarak algılaması, kilo almaktan aşırı korkması ve kalori alımını aşırı kısıtlamasıyla gelişen bir hastalık olduğunu dile getiren Tuman, "Bu kişiler şişmanlamaktan, yemek yemekten aşırı korkabilir. Kilo almamak için özellikle uzun süreli aç kalma, kalori kısıtlaması yapma veya öğünleri kalori hesabıyla yeme gibi sağlıksız davranışlar içerisine girebilir. Belli bir süre sonra beden kitle endeksi belli bir düzeyin altına düştüğünde de tıbbi komplikasyonlar görülmeye başlayabilir." ifadelerini kullandı.
Tuman, "Özellikle aşırı zayıflığın özendirilmesinin engellenmesi gerekir. Aşırı zayıflık güzellik değildir, bazen tıbbi komplikasyonlara da neden olabilir. Bazen aşırı zayıflık uğruna sağlıksız diyetler yapmak ve genel olarak aşırı zayıflığı hedef alarak diyetimizi belirlemek sağlığımızı bozabilir." dedi.
Sosyal medya bağımlılığı ve beğenilme kaygısına da değinen Tuman, şunları kaydetti:
"Aşırı beğenilme kaygısı ve beğeni aldıkça daha fazla paylaşımların yapılması, beğeni alan paylaşımlara benzer paylaşımların başka bireyler tarafından da yapılması, özellikle sosyal medya bağımlılığı açısından bir yatkınlık oluşturmakta. Gerçek yaşamda kalmak, sosyal medyanın hayatın sadece küçük bir parçası olduğunu değerlendirip gerçek hayatta sağlıklı ilişkiler kurmak genel anlamda ruh sağlığını koruyucu bir etki yapacaktır. Sosyal medyada geçirdiğimiz vakti azaltmak, daha çok gerçek yaşam içinde kalmak, sağlıklı kişiler arası ilişkiler geliştirmek daha mutlu olmamıza ve daha sağlıklı işlevsellik göstermemize katkı sağlayacaktır. Sosyal medya bağımlılığının da depresyona, uyku bozukluğuna ve diğer anksiyete bozukluklarına yatkınlık oluşturduğunu bilmemiz gerekiyor."
Tedavi süreci 1 yıla kadar uzayabiliyor
Medipol Mega Üniversite Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Asya Naz Al ise anoreksiya hastalarının günde yalnızca 100-200 kaloriyle beslendiğini hatta zaman zaman su bile içmediğini, bulimia hastalarının ise tıkanırcasına yedikten sonra pişmanlık duyup yedikleri besinleri kustuğunu belirtti.
Bu hastalıkların çıkış noktalarının psikolojik olduğuna işaret eden Al, tedavi sürecine ilişkin "Hastalık hangi boyutta ya da kaç senedir bununla baş etmeye çalışıyor hastamız, ona bakıyoruz. Eğer çok başındaysa, beslenme tedavimiz biraz daha kolay şekilde ilerleyebiliyor. Anoreksiya gibi çok ciddi ilerlemiş bir yeme bozukluğumuz hatta hastaneye yatma gibi ilerlemiş bir durumumuz varsa daha ciddi bir beslenme tedavisi uyguluyoruz." dedi.
Al, hastaya tedavi için yol haritası çizerken ilk etapta vücutta eksilen vitaminleri giderdiklerini ancak hem vitamin hem besin noktasında aniden yükleme yapmadıklarını anlatarak, şöyle konuştu:
"Vücut çok uzun süreli bir açlıktan çıktığı için bir anda yükleme yaparsak, refeeding (yeniden beslenme) sendromu dediğimiz bir sendromla karşılaşıyor. Bu sendromun sonuçları ani kalp durmalarına kadar gidebiliyor. Bundan kaçınmaya çalışıyoruz. Önceliğimiz hiçbir zaman hastaya kilo aldırmak olmuyor. Bozulmuş bir metabolizmayı yeniden inşa etmek oluyor. Organların çalışabilmesi için gereken enerji miktarını hedefliyoruz. Burada hiçbir problem yaşamıyorsak yavaş yavaş kilo alımını hedefliyoruz."
Anoreksiya hastalarının yemek yemekten korktuğunu, bu nedenle pasta, börek gibi yüksek kalorili gıdaları hemen tüketemediklerini belirten Al, "Hastanın rahat ettiği ya da güvenli bulduğu besinleri bulmamız gerekiyor. Genellikle bunlar sebze veya meyveler oluyor. Sindirimi daha kolay ve kalorisi daha düşük olduğu için hastalar burada kendilerini güvende hissediyor. Küçük bir bebek gibi düşünelim hastaları. Öncelikle sebzeler, meyveler ya da ufak tefek protein vereceksek yumurtalarla başlayabiliriz. Direkt böyle sindirimi zor olan ürünleri hiçbir şekilde vermiyoruz." ifadelerini kullandı.
Al, sürecin çok uzun ve meşakkatli olduğunu, tedavinin 1 yıla kadar uzayabildiğini sözlerine ekledi.
*
Yeşilay Başkanı Dinç'ten çocuk ve gençlere "yaz tadili" önerisi
Yeşilay Genel Başkanı Dinç,
diğer bağımlılıklar kadar dijital bağımlıktan da endişelenilmesi gerektiğini söyledi.
Toplumun diğer bağımlılıklara gösterdiği tepkiyi dijital bağımlılık karşısında göstermediğini belirten Dinç, bazı anne ve babaların, "Bir dönemdir gelir geçer." ve "Hepimiz bağımlığız." gibi konuşmaların arkasına sığındığını anlattı.
— Anne ve babalar, çocuğun sağlıklı bir şekilde gelişmesi ve hayatının bağımlılıklardan uzak olması anlamında hiç kimsenin dolduramayacağı bir boşluğu dolduruyorlar— Yeşilay Danışmanlık Merkezlerimiz, Türkiye'nin 105 noktasında faaliyet gösteriyor. Dijital bağımlılıklar… pic.twitter.com/l4KbO0uUhX
Dinç, bağımlılığın çok ciddi bir hastalık olduğunu, her alanda yıkıcı zararları bulunduğunu vurgulayarak, dijital bağımlılığın çocuk genç ayrımı olmadan insanın zihinsel fonksiyonlarına, sosyal ilişkilerine, fizyolojik ve psikolojik yapısına zarar verdiğinin altını çizdi.
Dijital bağımlılığın her boyutta yıkıcı olduğunu, önlem alınmadığı takdirde risk boyutunun ilerleyebileceğini dile getiren Dinç, bu konuda herkesin "uyanık olmak" zorunda olduğunu kaydetti.
"Yaz ayları en büyük risklerimizden biri"
Yeşilay Genel Başkanı Dinç, madde bağımlılığı tedavisinin dijital bağımlılığa göre daha kolay olduğunu anlattı.
Madde bağımlılığına ilişkin çok sayıda araştırma ve çalışma yapıldığını, bu konuda zararın ve tedavi yöntemlerinin belli olduğuna işaret eden Dinç, şöyle devam etti:
"Dijital bağımlılık konusunda yeteri kadar araştırma olmadığı gibi ispatlanmış tedavi modeli konusunda problemler yaşıyoruz. Aynı zamanda da bağımlıların tedavi motivasyonu düşük olduğunda tedaviye başvurma oranları ciddi anlamda yerlerde seyrediyor. Bu noktada hiç başlamadan müdahale etmek en iyisi. Yaz ayları bu konuda en büyük risklerimizden bir tanesi. Çocuklar boş kaldıklarında ister istemez o boşluktan doğan şekilde en kolay ulaşabilecekleri dijital mecralarda kontrolsüz şekilde vakit geçirmeye başlıyorlar. Hem yaşlarına uygun olmayan içeriğe maruz kalma anlamında ciddi tehdit altındalar hem de süre anlamında çok kontrolsüz bir şekilde dijital mecralar başında uzun vakit geçirme tehdidi altındalar."
Dinç, yaz aylarının gençler ve çocuklar için zaman öldürecek bir dönem olmadığını, ebeveynlerin pozitif disiplin ve sağlıklı iletişimle buna müdahale etmesi gerektiğini söyledi.
Bu noktada çocuklara sorumluluk vermenin, bir işe ve faaliyete dahil etmenin çok faydalı olduğunu bildiren Dinç, "Yaz döneminde çocuklarımız, gençlerimiz çok uzun saatler, gece geç vakitlere kadar ayakta kalıp gündüzü uykuyla geçirebiliyorlar. Çünkü yapacak daha anlamlı bir şey yok. O yüzden de bu uyku bozuklukları hem fizyolojik, sağlık anlamında problem oluyor hem de yanlış davranışlara bulaşma, zararlı alışkanlıklar geliştirme anlamında ciddi risk taşıyor. Yaz tatili dönemi ciddi anlamda değerlendirilmezse, bir kontrol mekanizması kurulmazsa, bu konuda bir farkındalık gelişmezse çok büyük bir risktir. Anne ve babaların bu konuda çok dikkatli olması lazım." diye konuştu.
"Dijital bağımlılıklar konusunda da destek veriyoruz"
Anne ve babaların çoğu zaman bu konuda, devletten, eğitim kurumlarından ve psikologlardan çözüm beklediğine dikkati çeken Dinç, şunları belirtti:
"Anne ile babanın işini onlar yapacak, devletin işini de devlet yapacak. Anne, babalar bu konuda çocuk doğduğu andan itibaren çok büyük bir role sahip. Çocuğun sağlıklı bir şekilde gelişmesi ve hayatının bağımlılıklardan uzak olması anlamında hiç kimsenin dolduramayacağı bir boşluğu dolduruyorlar. Hiç kimsenin dolduramayacağı önemli bir role sahipler. O yüzden bu rolden feragat etmesinler, bu rolün sorumluluklarını yerine getirme noktasında mütereddit olmasınlar ve her türlü imkanı kullansınlar. Bir çocuk herhangi bir madde bağımlılığı geliştirse anne baba ne kadar tedbir alırsa, ne kadar tedavi yoluna giderse, ne kadar mücadele ederse dijital bağımlılıklar söz konusu olduğunda aynı şekilde mücadele etsin, gayret etsin, tedavi yöntemlerini arasın. Bu noktada Yeşilay Danışmanlık Merkezlerimiz, Türkiye'nin 105 noktasında faaliyet gösteriyor. Dijital bağımlılıklar konusunda da destek veriyoruz. Dolayısıyla herhangi bir şekilde çocuklarında dijital bağımlılık anlamında bir problem görüyorlarsa Yeşilay'dan ücretsiz bir şekilde Türkiye'nin her şehrinde destek alabilirler."
"Bağlılık bizim tabiatımızda var ama bağımlılık yok." diyen Dinç, anneye, babaya, arkadaşlara ve işe bağlanmanın sağlıklı olduğunu vurguladı.
Dinç, bağımlılığın ise insana zarar verdiğinin altını çizerek, "Erken yaşlarda bağımlılık oluşursa onunla mücadele etmek biraz daha zor olabiliyor ama imkansız değil. Her halükarda mücadele etmek mümkün. Yeter ki bu konuyu yeteri ciddiyetle ele almış olalım." değerlendirmesinde bulundu.
Kişinin bağımlı olduğunun anlaşılmasının belirli ölçütlerinin olduğuna işaret eden Dinç, bireyin zihnini bir türlü toparlayamamasının, sürekli bağımlı davranışa doğru kaymasının, telefon veya başka bir dijital araçla irtibat halinde olmasının ve bu konuda kendisini çaresiz hissetmesinin büyük bir sıkıntının göstergesi olduğunu söyledi.
"Yaz tatili değil yaz tadili yapalım"
Yaz tatilinin kişisel gelişim noktasında verimli geçebileceğine dikkati çeken Dinç, şöyle konuştu:
"Benim 'Yaz tatili değil yaz tadili yapalım' diye bir teklifim var. Tatil ataletten geliyor, hiçbir şey yapmamak gibi bir anlam taşıyabilir. Tadil tamir etmekten geliyor. Bir insan yazın kendini tamir edebilir, geliştirebilir, güzelleştirebilir, tadil edebilir. Bu noktada fiziksel anlamda bir merakı varsa spor yaparak fiziksel gelişimine katkıda bulunabilir. Çünkü okul zamanı istediği faaliyeti yapmak noktasında zorluk yaşayabiliyor. Çünkü hem günler kısa hem okulla alakalı sorumluluklar var, derslere girmesi gerekiyor. Ama yazın ders sorumluluğu yok, günler uzun, istediği gibi hayatına koyabileceği bir imkan söz konusu."
Dinç, yaz döneminin çocuklar ve gençler için bir imkan olduğuna işaret ederek, "Anne babalar da bunu bir imkan olarak görsünler. Hayatlarında neyin daha fazla olmasını istiyorlarsa o konuda hususi bir gündem belirleyebilirler. Fiziksel, psikolojik, sosyal, zihinsel hangi konuda ilgileri veya merakları varsa, hangi konuyu geliştirmeye ihtiyaçları varsa yaz harikulade bir fırsattır. Bunu kaçırmamak lazım." ifadelerini kullandı.
*
Yaz tatilinde yanlış zaman yönetimi akran zorbalığını tetikliyor
Enstitü Sosyal Genel Koordinatörü İpek Coşkun Armağan, serbest zaman yönetimi yapamayan birçok anne baba için yaz tatilinin kadim problem haline dönüştüğünü, bu süreçte çocuklar arasında "dijital bağımlılık" ve "dijital zorbalık" kavramlarının tetiklendiğini bildirdi.
Armağan,
yaz tatilinde çocukların ekran bağımlılığı ya da dijital davranış bozukluklarının yakından hassasiyetle takip edilmesi gerektiğini söyledi.
Anne ve babaların okuryazarlık düzeylerinin önemli olduğunu belirten Armağan, birçok ebeveynin bu konuya korkarak baktığını, bilgiyi yanlış yerden aldığını ve meseleyi sadece ekran süresi olarak değerlendirdiğini dile getirdi.
Bunun çok büyük bir yanlış olduğuna dikkati çeken Armağan, yetişkinlerin dijital alışkanlıklarının da çocukları için sorun teşkil edebildiğini vurguladı.
Armağan, Enstitü Sosyal'de yaz tatili öncesi "dijital veli atölyesi" çalışması yaptıklarını aktararak, "Çünkü onların dijital okuryazarlıklarını arttırmak istiyoruz. 'Filtreleme sistemlerini nasıl yapıyorlar, bunu nasıl kullanabilirler, ekran sürelerini nasıl düzenleyebilirler, çocukların izlediği şeyleri nasıl takip edebilirler? Bunlarla ilgili somut çalıştaylar ve atölyeler yapılacak. Bu bizim için önemli." dedi.
Yetişkinlerin "iğneyi kendisine batıracağı" konuların altını çizen Armağan, şöyle devam etti:
"Aslında yetişkinlerin dijital davranışları da çok tutarlı değil. Hatta bağımlılıkları da oldukça yüksek. Burada anne ve babanın önce kendi davranışlarını düzeltmesi gerekiyor. Çocuğa 'Haydi bakalım, elinden telefonu bırak.' dedikten sonra anne veya baba telefonu üzerinden gezintiye devam ediyorsa bu sıkıntılı bir şey. Bir de mesele sadece telefon meselesi de değil. Yemek yiyeceğimiz zaman televizyonu kapatabilmek, yani 'evi, haneyi, sofralarımızı ekransızlaştırabilmek' bizim için çok önemli bir şey. Burada ama önce yetişkinin kendi net kararını vermesi gerekiyor."
Armağan, yaz tatilinde velilerin dijital bağımlılık konusundaki kaygılarının arttığını ifade etti.
Bu sürecin "Çocuğu ne yapacağız?" diyen veliler için kadim bir problem olduğuna işaret eden Armağan, "Dijital bağımlılık veya dijital davranış sorunları da onun bir çıktısı olarak ortaya çıkıyor. Biz, serbest zaman yönetimini bilmiyoruz. Bağımlılıkların pek çoğunun arkasında yatan husus ve sosyolojik olarak da serbest zaman yönetimiyle ilgili sıkıntı olduğunu düşünüyoruz." diye konuştu.
Armağan, öğrencilerin okul gibi giriş çıkış saati belli olan bir sistemden yaz tatilinde bir anda gün boyunca düzeni belirli olmayan akışa doğru sürüklendiğini anlattı.
"Çocuğun ilk düzeni bozulan şey uyku oluyor"
Velilerin öncelikle çocuklarının zaman yönetimini doğru yapması gerektiğini dile getiren Armağan, "Burada çocuğu bir spor etkinliğinden alıp öbür eğitime, piyanodan jimnastiğe götürülmesi anlamında söylemiyorum. Uykunun altını çizerek söylüyorum. Çocuğun ilk düzeni bozulan şey uyku oluyor ve onun düzensizliğinin getirdiği pek çok sorunlarla karşılaşıyoruz." ifadelerini kullandı.
Armağan, okul döneminde çocuğun bir uyku düzeninin olduğunu aktararak, şunları kaydetti:
"Çocuklar bir saat daha geç kalkabilir ama 4 saat daha geç kalkıp gecenin 3'üne kadar da uyumamazlık etmesi bizim isteyebileceğimiz bir şey değil. Çünkü şu an gençlerde ve çocuklarda uyku problemleri başlıca sorunlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Bizim ailelerden ricamız 'Lütfen, yaz tatilinde zaman yönetimi yapmayı bırakmayın ve çocuklara sorumluluk verin.' oluyor. Dijital bağımlılıklarla mücadele etmek istiyorsak çocuklara sorumluluk vermemiz gerekiyor. Eskiden çocuklar yaz tatilinde bir iş yerine çırak verilirdi. Çocuklar yaz tatilinde çalışarak deneyim kazanırdı. Bunlardan aileler çekinmesin. Çocukların bu tip deneyimler kazanmalarını, bir çalışma ortamına dahil olmalarını, evin işine, alışverişine, temizliğine katkı sağlamaları konusunda daha teşvik edici olun."
"Normun olmadığı yerde zorbalık, anormallik çıkar"
Aile içinde sakin, saygılı ve sevgi dolu ilişkilerin çocukların öz saygısını arttırdığına, alanına çok fazla girilen çocuklarda bunun yeterince oluşmayacağına, öz saygısı olmayan çocukların da her türlü zorbalığa açık hale gelebileceğine işaret eden Armağan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Okullarımızda 'Dijital normlar nelerdir?', 'Burada sınırlarımız nelerdir?' ile ilgili çok da fazla yönlendirmeler ve rehberlik yapmıyoruz. Bunu seminer veya eğitim verelim anlamında söylemiyorum. 'Günlük yaşantısında, sosyal medya ya da teknoloji kullanımında, toplumsal hayatta, kişisel hayatında sınırları nedir, nasıl olması gerekir?' sorusuyla ilgili Türkiye'de çok da fazla içerik yok O yüzden hep söylediğimiz şey, normun olmadığı yerde zorbalık, anormallik çıkar. O yüzden bizim dijital alanda, dijital dünyayla ilgili normlarımızın olması gerekiyor. Biz, Enstitü Sosyal olarak kurulduğumuz ilk süreçte bu normlarla ilgili bir belge çıkardık. Herkesin de takip etmesini tavsiye ederim. Çünkü normlarla davranışlar dönüştürülüyor, değiştiriliyor."
Enstitü Sosyal Genel Koordinatörü Armağan, dijital bağımlılığı yüksek gençlerin sosyal hayata uyum sağlamakta da güçlük çektiğini kaydetti.
Çocukların bakışlarında ve iletişim dillerinde donukluk tespit ettiklerini anlatan Armağan, "Akademik başarı her zaman yanında sosyal başarıyı ya da sosyal gelişimi getirmeyebiliyor. Bireyselleşme çok yoğunlaştı. Çünkü internet ve ekranlar üzerinden bireysel öğrenme imkanı çok arttı. Biz akran öğrenme alanlarını biraz daha destekleyecek şekilde planlarsak bununla mücadele edebiliriz." dedi.
"Sosyal medya davranışlarını önce yetişkinlerin düzenlemesi gerekiyor"
Armağan, velilerin çocuklarını ders çalışmak için odaya kapatma hatasını çok yaptıklarını dile getirdi.
Sınav döneminde evine misafir almayan anne ve babalar olduğuna değinen Armağan, "Literatürde bunun karşılığı 'paranoyak anne babalık' veya 'helikopter anne babalık.' Bunun bir sürü tanımı var. Anne ve babaların bunlara girmemesi gerekiyor. Sosyal medya davranışlarını önce yetişkinlerin düzenlemesi gerekiyor. Onlar bu sistemin içine doğmadılar. O yüzden biz onlara 'dijital göçmen' diyoruz. Onlar biraz daha çocuklarına göre dijital dünyaya adapte olmaya zorlanıyorlar. Şu an ergenlik dönemindeki birçok çocuğun sosyal medya kullanımı anne ve babalarından mahremiyet anlamında çok daha iyi." değerlendirmesini yaptı.
Armağan, yazın çocukların deniz tatili yapmadan önce büyüklerin yanına gitmesinin yararlı olacağını anlattı.
Yetişkinlerin dijitalleşmeyi gençlerden ve çocuklardan öğrendiğinin altını çizen Armağan, "Bu zaten şu anda yaşadığımız aile içerisindeki otorite kaybının temel sebeplerinden birisi. Eskiden yetişkinlerin küçüklere, çocuklara öğrettiği mekanizma dijitalleşmeden dolayı şu anda tersine dönmüş durumda." ifadelerini kullandı.
*
Ergenlerin yüzde 91’inin teknolojiyi ebeveyn denetimsiz kullandığı belirlendi
İTÜ yürütücülüğünde, Avrupa Birliği (AB) tarafından desteklenen Technological Wellness Among Young People (TECHWELL) Projesi kapsamında Türkiye, Fransa ve İtalya'dan bilim insanları gençlerde görülen teknoloji bağımlılığıyla mücadeleye ilişkin çalışma başlattı.
Bu kapsamda, Türkiye, İtalya ve Fransa’da yaklaşık 1000 öğrenci, 400 öğretmen ve 400 veliye yönelik saha çalışması yapıldı.
Bunun sonucunda, ergenlerin yüzde 91’inin teknolojiyi ebeveyn denetimi olmadan kullandığı, 10 yaşından önce akıllı telefon kullanmaya başlayanların 13 yaşından sonra başlayanlara göre bağımlılık noktasında iki kat daha risk taşıdığı tespit edildi.
İTÜ İşletme Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Adnan Veysel Ertemel,
bu çalışmanın temellerinin yaklaşık 10 yıl önce yayımladığı "Dijital Çağda İllüzyonel Pazarlama" kitabına dayandığını söyledi.
Dijital platformların sanıldığı gibi nötr olmadığını belirten Ertemel, kanca tekniği gibi yöntemlerle kullanıcıların ekran başında kalma süresinin bilinçli artırıldığını kaydetti.
Doç. Dr. Ertemel, bu konuda 2019-2020 yıllarında yaklaşık 2 bin öğrenci için düzenledikleri eğitimlerle gençlere teknolojiyi daha bilinçli kullanma yollarını, pratik ve uygulanabilir yöntemlerle anlattıklarını ve çalışmaların akademik yayınla desteklendiğini ifade etti.
Yürütücülüğünü İTÜ’nün yaptığı "TECHWELL" projesiyle Türkiye'den İstanbul Valiliği, İtalya’dan Padova Üniversitesi, Fransa’dan UPEC Üniversitesinin de aralarında bulunduğu 7 ortakla çalıştıklarını aktaran Ertemel, projenin 15-17 yaş aralığındaki ergenlerin teknoloji kullanım alışkanlıklarını dönüştürmeye yönelik uygulamalı eğitimleri içerdiğini anlattı.
Saha araştırmalarında önemli bulgular elde ettiklerine dikkati çeken Ertemel, "Ergenlerde teknolojiyi kullanma yaşı ne kadar erken başlarsa problemli telefon kullanımı da o kadar artıyor. Örneğin 10 yaşından önce akıllı telefon kullanmaya başlayanlar, 13 yaşından sonra başlayanlara göre bağımlılık noktasında iki kat daha fazla risk taşıyor. Çalışmada ergenlerin yüzde 91’inin teknolojiyi ebeveyn denetimi olmadan kullandığı belirlendi. Yüzde 82’sinde problemli telefon kullanımı gözlemlenirken bu kullanımın bağımlılık düzeyine ulaşma oranı ise yüzde 20-21 civarında." diye konuştu.
Doç. Dr. Ertemel, araştırmada cinsiyete göre farklı dijital bağımlılık türlerinin ön plana çıktığını, kız öğrencilerde sosyal medya, erkek öğrencilerde dijital oyunun daha problemli olduğunu, ayrıca "Gelişmeleri Kaçırma Korkusu (GKK)" olarak bilinen FOMO'nun kızlarda daha yaygın görüldüğünü vurguladı.
Fransa’da bazı yasal düzenlemelere rağmen dijital bağımlılık sorununun benzer düzeyde seyrettiğini, bu durumun, düzenlemelerin tek başına yeterli olmadığını gösterdiğini dile getiren Ertemel, dijital bağımlılığın öğrencilerin akademik başarısı üzerinde de olumsuz etkilere neden olduğunu, akıllı telefon bağımlılığının ergenlerin ders başarılarını doğrudan etkilediğini bildirdi.
"Telefon kullanıcılarının yarısı 30 dakikada bir telefonunu kontrol ediyor"
Doç. Dr. Ertemel, 2021 yılında 6-15 yaş grubunda dijital teknoloji kullanım oranının yüzde 82 iken 2024’te bunun yüzde 92'ye çıktığını kaydeden Ertemel, "Ayrıca telefon kullanıcılarının neredeyse yarısı 30 dakikada bir telefonunu kontrol ediyor. 15-17 yaş grubu lise öğrencilerine odaklanılarak hazırlanan çalışmaya göre, gençlerin yüzde 81,4’ü problemli akıllı telefon kullanımı belirtileri gösteriyor. Ayrıca yüzde 20'lik dilimi ise yüksek bağımlılık olarak nitelendirilebilecek risk grubunda yer alıyor." değerlendirmesini yaptı.
Projenin 1 yıllık süresi kaldığını, pilot eğitimlerle başlayacak uygulamaların geri bildirimlere göre geliştirileceğini anlatan Ertemel, projenin tüm çıktıları ve eğitim materyallerinin TECHWELL'in internet sitesinden daha fazla kişiye ulaştırılacağını sözlerine ekledi.
Kaynak: AA
dikGAZETE.com