ABD ve İsrail, İran'ı doğrudan çatışmaya kışkırtma çabasında!
ABD ve İsrail, İran'ı doğrudan çatışmaya kışkırtma çabasında!
- 19-01-2024 07:07
- 7786
- 19-01-2024 07:07
- 7786
ABD ve İsrail, İran'ı Doğrudan Çatışmaya Kışkırtma Çabasında
Son günlerde yaşanan olaylar, ABD ve İsrail'in Tahran'ın bölgesel müttefiklerine yönelik saldırılara karşı İran'ı doğrudan bir çatışmaya çekmeye çalıştığına işaret ediyor. ABD’nin İran destekli Husilere yönelik saldırıları, İsrail’in örtülü operasyonlarından çıkarılan sonuç budur.
12 Ocak Cuma günü, ABD öncülüğünde Yemen'deki düzinelerce Husi askeri bölgesine düzenlenen saldırılardan bir gün sonra, ABD Başkanı Biden, Pensilvanya'daki bir kafede, kampanya molası sırasında birkaç soruya cevap verdi.
“İran'a bir mesajınız var mı?” sorusuna Biden; “Mesajı zaten İran'a ilettim” diye yanıtladı; “Hiçbir şey yapmamaları gerektiğini biliyorlar” diye de ekledi.
Daha sonra Biden'a, İran tarafından yıllarca silahlandırılan, eğitilen ve finanse edilen Husi isyancılarının, iki ülke arasındaki ticarette köprü oluşturan stratejik bir suyolu olan Kızıldeniz'deki ticari ve askeri gemilere yönelik insansız hava aracı ve füze saldırılarına son vermemesi halinde daha fazla saldırı emri verip verilmeyeceği soruldu.
Biden, “Bu çirkin davranışı sürdürmeleri halinde Husilere mutlaka karşılık vereceğiz” diye yanıtladı soruyu.
Bu arada Husiler, üç eksende savaşıyor.
Husiler, 1990'larda kültür ve inancı canlandırmak için ortaya çıkan bir Şii kabile hareketidir.
Son on yılda başkent Sana'yı ve Kızıldeniz kıyısındaki stratejik bölgeyi ele geçirdiler.
Arap dünyasının en fakir ülkesi olan Yemen'de otuz beş milyonluk nüfusun yaklaşık üçte birini Husiler oluşturuyor.
Yozlaşmış bir Sünni hükümete karşı isyanları, 2015 yılında ABD istihbaratı ve silahlarının desteklediği Suudi liderliğindeki koalisyonun Husilere yönelik bir deniz ablukası ve yirmi beş binden fazla hava saldırısı başlatmasıyla, bölgesel bir çatışmaya dönüştü.
İran'ın Yemenli isyancılara verdiği askeri destek, eş zamanlı olarak genişledikçe, çatışma giderek Riyad ile Tahran arasında bir vekâlet savaşı olarak çerçevelendi.
Yemen ile Suudi Arabistan arasında Nisan ayında başlayan BM destekli barış girişimi, İsrail-HAMAS düşmanlıkları nedeniyle durakladı.
BM Mülteci Örgütü'ne göre, Gazze savaşına kadar Yemen'in durumu, dünyadaki en kötü insani kriz olarak görülüyordu.
Yüzbinlerce kişi öldü, dört milyondan fazla insan yerinden edildi ve yirmi bir milyon kişi hayatta kalabilmek için insani yardıma muhtaç durumda.
Beş milyon kişi kıtlıkla karşı karşıya ve bir milyon şüpheli kolera vakası var. Bu arada Yemen ekonomisi de tamamen çöktü.
İran hedef eksenli icra edilen bu taktikler kanımca, ABD'nin Ukrayna krizi sürecinde sahneye koyduğu stratejileri anımsatıyor. Çünkü ABD, çok daha öncesinde Ukrayna krizinde de benzer adımlar atmıştı.
İran İslam Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC), 16 Ocak'ta erken saatlerde Irak'ın kuzey bölgesine ve Suriye'ye büyük bir füze saldırısı düzenledi.
Bir misilleme olmadığı teoride görünse bile pratikte bu saldırılar İran tarafından verilen bir gözdağı olarak düşünülebilir.
Tahran, saldırının "casusluk operasyonlarını geliştirmek, başlatmaktan ve bölgede özellikle İran'a karşı terörist faaliyetler planlamaktan sorumlu" MOSSAD ofisi ve silahlı grupların üs kamplarını hedef aldığını açıkladı.
Ve saldırıda hayatını kaybeden, MOSSAD görevlisi oldukları iddia edilen, bazı kişilerin pasaport bilgileri de paylaşıldı.
İsrail tarafından bu olaya bir yalanlama gelmezken Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY) topraklarında bir MOSSAD istasyonu olduğuna dair ortada olan iddiaları kesin ve diplomatik bir dille yalanladı.
Hiç şüphe yok ki bu saldırılar, İran'ın bölgedeki müttefiklerini destekleme çabalarının bir parçası olarak da öne çıkıyor diyebiliriz.
Hizbullah – HAMAS ve Husi üçgeninde İran’ın desteklediği bu oluşumlara da bir moral ve motivasyon sağladığını iddia edersek yanlış olmaz.
Tahran, HAMAS ile İsrail arasındaki son savaşın başlamasından bu yana Filistin direnişini destekliyor. Ancak, ABD ve İsrail'e karşı doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçınarak sakin davranmayı tercih ediyor.
Diğer yandan İsrail istihbarat servisleri tarafından bu süreçte, önemli HAMAS ve Devrim Muhafızları komutanları da öldürüldü.
İran tarafı ise çeşitli animasyonlar ve laboratuvar ürünü olduğu çok belli olan sosyal medya paylaşımları ile kendi tabanını taze ve gururlu tutmaktan geri kalmıyor.
Ancak diğer yandan Pazartesi günü İsrail Genelkurmayı, İsrail'in en büyük endişesinin İran'ın nükleer programı olduğunu ve bu programın yaz boyunca yavaşladıktan sonra 7 Ekim'den bu yana sessizce hızlandığı iddia ettiler.
Tahran'ın eğer isterse nükleer silah üretme kapasitesindeki artışa her zamankinden daha yakın olduğuna inanıyorlar. Ve bu da İsrail tarafı için bir caydırıcılık oluşturuyor.
Yukarıda dediğimiz gibi ABD'nin İran'ı sert adımlar atmaya zorlama çabalarının, benzer taktikleri Ukrayna krizinde uyguladığı biliniyor.
Ukrayna operasyonları incelendiğinde, bu olayların aynı taktik kitabına dayandığını ve temel hedefin, uluslararası toplumun gözünde İran'ı çatışmanın başlatıcısı gibi göstermek olduğu ise apaçık görülebiliyor.
İran'ın bu ataklarının, Tahran'ın kendisine ve müttefiklerine yönelik saldırılara karşı sessiz kalmayacağının da bir göstergesi diyebiliriz.
Gelecekte bölgedeki gerilimin artması bekleniyor, çünkü ABD ve İsrail, İran'ı savaşa sürüklemek için kendi topraklarına ve müttefiklerine yönelik saldırılarla baskı yapmaya çalışacak.
Ve bunun çalışmaları şimdiden başlamış durumda diyebiliriz.
Yaşanan bu gelişmeler Tahran'ı uluslararası sahnede daha da izole etmeye yönelik bir provokasyon eylemi olarak da değerlendirilebilir.
.
Serkan Yıldız, dikGAZETE.com
ABD ve İsrail, İran'ı Doğrudan Çatışmaya Kışkırtma Çabasında
Son günlerde yaşanan olaylar, ABD ve İsrail'in Tahran'ın bölgesel müttefiklerine yönelik saldırılara karşı İran'ı doğrudan bir çatışmaya çekmeye çalıştığına işaret ediyor. ABD’nin İran destekli Husilere yönelik saldırıları, İsrail’in örtülü operasyonlarından çıkarılan sonuç budur.
12 Ocak Cuma günü, ABD öncülüğünde Yemen'deki düzinelerce Husi askeri bölgesine düzenlenen saldırılardan bir gün sonra, ABD Başkanı Biden, Pensilvanya'daki bir kafede, kampanya molası sırasında birkaç soruya cevap verdi.
“İran'a bir mesajınız var mı?” sorusuna Biden; “Mesajı zaten İran'a ilettim” diye yanıtladı; “Hiçbir şey yapmamaları gerektiğini biliyorlar” diye de ekledi.
Daha sonra Biden'a, İran tarafından yıllarca silahlandırılan, eğitilen ve finanse edilen Husi isyancılarının, iki ülke arasındaki ticarette köprü oluşturan stratejik bir suyolu olan Kızıldeniz'deki ticari ve askeri gemilere yönelik insansız hava aracı ve füze saldırılarına son vermemesi halinde daha fazla saldırı emri verip verilmeyeceği soruldu.
Biden, “Bu çirkin davranışı sürdürmeleri halinde Husilere mutlaka karşılık vereceğiz” diye yanıtladı soruyu.
Bu arada Husiler, üç eksende savaşıyor.
Husiler, 1990'larda kültür ve inancı canlandırmak için ortaya çıkan bir Şii kabile hareketidir.
Son on yılda başkent Sana'yı ve Kızıldeniz kıyısındaki stratejik bölgeyi ele geçirdiler.
Arap dünyasının en fakir ülkesi olan Yemen'de otuz beş milyonluk nüfusun yaklaşık üçte birini Husiler oluşturuyor.
Yozlaşmış bir Sünni hükümete karşı isyanları, 2015 yılında ABD istihbaratı ve silahlarının desteklediği Suudi liderliğindeki koalisyonun Husilere yönelik bir deniz ablukası ve yirmi beş binden fazla hava saldırısı başlatmasıyla, bölgesel bir çatışmaya dönüştü.
İran'ın Yemenli isyancılara verdiği askeri destek, eş zamanlı olarak genişledikçe, çatışma giderek Riyad ile Tahran arasında bir vekâlet savaşı olarak çerçevelendi.
Yemen ile Suudi Arabistan arasında Nisan ayında başlayan BM destekli barış girişimi, İsrail-HAMAS düşmanlıkları nedeniyle durakladı.
BM Mülteci Örgütü'ne göre, Gazze savaşına kadar Yemen'in durumu, dünyadaki en kötü insani kriz olarak görülüyordu.
Yüzbinlerce kişi öldü, dört milyondan fazla insan yerinden edildi ve yirmi bir milyon kişi hayatta kalabilmek için insani yardıma muhtaç durumda.
Beş milyon kişi kıtlıkla karşı karşıya ve bir milyon şüpheli kolera vakası var. Bu arada Yemen ekonomisi de tamamen çöktü.
İran hedef eksenli icra edilen bu taktikler kanımca, ABD'nin Ukrayna krizi sürecinde sahneye koyduğu stratejileri anımsatıyor. Çünkü ABD, çok daha öncesinde Ukrayna krizinde de benzer adımlar atmıştı.
İran İslam Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC), 16 Ocak'ta erken saatlerde Irak'ın kuzey bölgesine ve Suriye'ye büyük bir füze saldırısı düzenledi.
Bir misilleme olmadığı teoride görünse bile pratikte bu saldırılar İran tarafından verilen bir gözdağı olarak düşünülebilir.
Tahran, saldırının "casusluk operasyonlarını geliştirmek, başlatmaktan ve bölgede özellikle İran'a karşı terörist faaliyetler planlamaktan sorumlu" MOSSAD ofisi ve silahlı grupların üs kamplarını hedef aldığını açıkladı.
Ve saldırıda hayatını kaybeden, MOSSAD görevlisi oldukları iddia edilen, bazı kişilerin pasaport bilgileri de paylaşıldı.
İsrail tarafından bu olaya bir yalanlama gelmezken Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY) topraklarında bir MOSSAD istasyonu olduğuna dair ortada olan iddiaları kesin ve diplomatik bir dille yalanladı.
Hiç şüphe yok ki bu saldırılar, İran'ın bölgedeki müttefiklerini destekleme çabalarının bir parçası olarak da öne çıkıyor diyebiliriz.
Hizbullah – HAMAS ve Husi üçgeninde İran’ın desteklediği bu oluşumlara da bir moral ve motivasyon sağladığını iddia edersek yanlış olmaz.
Tahran, HAMAS ile İsrail arasındaki son savaşın başlamasından bu yana Filistin direnişini destekliyor. Ancak, ABD ve İsrail'e karşı doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçınarak sakin davranmayı tercih ediyor.
Diğer yandan İsrail istihbarat servisleri tarafından bu süreçte, önemli HAMAS ve Devrim Muhafızları komutanları da öldürüldü.
İran tarafı ise çeşitli animasyonlar ve laboratuvar ürünü olduğu çok belli olan sosyal medya paylaşımları ile kendi tabanını taze ve gururlu tutmaktan geri kalmıyor.
Ancak diğer yandan Pazartesi günü İsrail Genelkurmayı, İsrail'in en büyük endişesinin İran'ın nükleer programı olduğunu ve bu programın yaz boyunca yavaşladıktan sonra 7 Ekim'den bu yana sessizce hızlandığı iddia ettiler.
Tahran'ın eğer isterse nükleer silah üretme kapasitesindeki artışa her zamankinden daha yakın olduğuna inanıyorlar. Ve bu da İsrail tarafı için bir caydırıcılık oluşturuyor.
Yukarıda dediğimiz gibi ABD'nin İran'ı sert adımlar atmaya zorlama çabalarının, benzer taktikleri Ukrayna krizinde uyguladığı biliniyor.
Ukrayna operasyonları incelendiğinde, bu olayların aynı taktik kitabına dayandığını ve temel hedefin, uluslararası toplumun gözünde İran'ı çatışmanın başlatıcısı gibi göstermek olduğu ise apaçık görülebiliyor.
İran'ın bu ataklarının, Tahran'ın kendisine ve müttefiklerine yönelik saldırılara karşı sessiz kalmayacağının da bir göstergesi diyebiliriz.
Gelecekte bölgedeki gerilimin artması bekleniyor, çünkü ABD ve İsrail, İran'ı savaşa sürüklemek için kendi topraklarına ve müttefiklerine yönelik saldırılarla baskı yapmaya çalışacak.
Ve bunun çalışmaları şimdiden başlamış durumda diyebiliriz.
Yaşanan bu gelişmeler Tahran'ı uluslararası sahnede daha da izole etmeye yönelik bir provokasyon eylemi olarak da değerlendirilebilir.