Bildiğinizi sandığınız istihbaratçılar ve gerçek istihbaratçılar
Bildiğinizi sandığınız istihbaratçılar ve gerçek istihbaratçılar
- 29-02-2024 07:21
- 14485
- 29-02-2024 07:21
- 14485
Bildiğinizi Sandığınız İstihbaratçılar ve Gerçek İstihbaratçılar
Toplumumuzda “istihbarat” kelimesi, genellikle gizemli operasyonlar, gizli ajanlar ve karmaşık casusluk faaliyetleriyle ilişkilendirilir. Filmler, diziler ve romanlar, bize istihbarat dünyasını, tehlikeli ve heyecan verici bir yer olarak gösterir. Ancak gerçekte, istihbarat faaliyetleri ve istihbaratçılar, bu kurgusal anlatıların ötesinde oldukça farklı bir gerçeklik sunarlar.
Özellikle bizim ülkemizde “istihbaratçı” denilince belli bir dönem öncesinde “simitçi” kılığına girmiş ve insanları takip eden, onları fişleyen hatta zorla ve hukuka aykırı bir şekilde derdest edip, işkence eden meslek çalışanları olarak akla geliyordu.
Belli bir dönem sonra özellikle malum dizi filmlerden sonra bu algı biraz evrim geçirdi ve mafya ile bağlantılı, karmaşık ve hastalıklı bir kişilik yapısına sahip, kaba, nezaketten uzak, lüks içinde bir yaşamı olan ve çeşitli sıfatlarla külhanbeyi tarzına sahip kişiler üzerinde bir algı oluştu.
Ancak her ikisi de çok yanlıştı.
İstihbarat, basitçe bilgi toplama, analiz etme ve değerlendirme sürecidir.
Bu bilgi, çeşitli kaynaklardan elde edilir ve genellikle ulusal güvenlik, siyasi istikrar, ekonomik faaliyetler, terörizm tehditleri gibi konuları anlamak ve önlemek için kullanılır. Eğer ilgili kanun ve yönergeler izin verirse bu işleri yapan istihbarat kurumu, bu duruma karşı bir operasyon da düzenleyebilir.
Tanımı bu olan bir meslek ve meslek çalışanlarının, insanları fişleyip, işkence etmesi ya da pahalı takım elbiseler içinde arkasında bir grup fedai ile gezen bir algı oluşturmasındaki sebep nedir peki?
Sanırım işin içinde biraz kötü yönetilmiş bir halkla ilişkiler var. Ve insanların böyle düşünmesinin sebebi; gizlilik esasları üzerine var olmuş olan kurumun, gereksizce yapılan ketumluğuna sebep, aynı sivil insanların bilgisizliklerine bağlı olarak hayal güçlerini çalıştırma ve ürettikleri halüsinasyon temelli kurgu üzerine, meslek ve karakterleri oturtma çabası var.
Ve insanlar böyle düşünüyor diye suçlayamazsınız. Suçlu yok, yanlış yok sadece eksik yapılmış ‘PR’ ve pazarlama stratejileri var.
MI6, MOSSAD ve CIA başta olmak üzere diğer tüm istihbarat servislerinin halkla ilişkiler çalışmalarına bakarsanız durumu daha net görebilirsiniz.
Bundan elli-atmış yıl önce “James Bond” diye bir karakter servis edildi sinema perdesine ve ‘İngiliz Gizli İstihbarat Servisi’ dünyayı kaç kere kurtardı sayamadık.
Onunla da kalmadı.
Popüler kültürün en dip hücrelerine kadar girdiler.
Dokunulmaz – yenilmez – hata yapmaz ve ülkesi hatta tüm insanlık için imkânsızlıkları başaran insanlar olarak gözler önüne çıktı.
Peki, gerçekte öyle midir?
Alakası bile yoktur! Ancak bugün bu istihbarat servislerinin adı, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir şekilde geçti mi insanların çoğu enselerinde bir korku hissediyor. İstenilen şey de tam olarak buydu ve başarıldı. Ancak bizim istihbarat teşkilatımızın konusu geçti mi neler oluyor?
Akıllara birkaç ‘PR’ ürünü geliyor…
O gelen de “Polat Alemdar, Yusuf Miroğlu” ya da şu son dizideki ana karakter kim hatırlamıyorum ama öyle tipler oluşuyor…
Bu mudur peki Türk istihbarat çalışanlarının ve emekçilerinin gerçek hali?
Hayır! Ama ne yazık ki imajları buna dönüşmüştür…
Hala daha o dizinin Türkiye’nin gerçeklerini anlattığı düşünen insanlar var…
Ve evet, onlar da aynı havayı soluyor, oksijeni yakıyor… Gerçi onlar sadece ‘azot’u da kullanıyor olabilir. Çünkü biraz oksijeni yaksalar tüm o olayların bir senaryo, bir kurgu olduğunu anlarlar…
Bizim toplumumuzun zihnindeki algı, genellikle bu süreci biraz romantize etmeye de hazır. “Kadim İstihbarat ve Devlet Aklı” denilen bazı cümleler okuyorum bazı yerlerde.
Kültür olarak alt yapımızda bu var ve böyle bir akla “gizli” ve “mistik” bir şekilde hizmet eden, çalışan insanların parmak arası terlik, bermuda şort ve bol bir gömlekle AVM’ye gireceklerini asla düşünemiyoruz.
Amaç göze batmamaksa bir yaz günü bir AVM’de siyah takım elbise ile dolaşan mı dikkat çeker yoksa az önce yazdığım mı karar sizin?
Gerçekte, istihbarat çalışanlarında büyük ölçüde titizlik, sabır, entelektüel bakış açısı ve karmaşık analitik beceriler gerektirir.
Dikkat çekmeden hayatın normal ve olağan akışkanlığı içinde “iyi biri – kötü biri” değil yaşamın ya da o günün aksesuarları gibi görünmek ister. Çünkü iyi de olsan, kötü de olsan dikkat çekersin. Ama köşedeki bir biblo… Kimsenin umurunda değildir.
Pahalı bir araba içinde, sürü halinde bir mekana girilip, nezaketsiz bir şekilde garsonu çağırmak ise istihbaratçılık değil olsa olsa “şımarıklık – kabadayılık hatta düpedüz kabalık”tır.
Ancak algı ne yazık ki böyle değildir.
Bir istihbaratçı, genellikle göze görünmeyen, sessiz bir kahramandır.
Bilgisayarlar, ağlar ve analitik araçlar bugünün istihbarat dünyasında önemli bir rol oynar, ancak bu teknolojilerin arkasında yatan insan zekâ ve değerlendirme süreçleri, hayati önem taşır.
Yani iyi bir istihbaratçıdan ateş ettiği zaman, mermi çekirdeğini havada kavis çizdirmesini bekleyemezsiniz. Onun işi değildir ve o mermiye kavis çizdirmesi gerekenler bambaşka çalışanlardır.
Siz iyi bir istihbaratçıdan şehrin trafik ışıklarının merkezini hackleyip tüm ışıkları yeşile çevirmesini de bekleyemezsiniz. O da bambaşka görevlilerin işidir.
Siz bir istihbaratçıdan, gün içinde ilgili hedef ya da operasyonla ilgili net bilgiler getirmesini ve o bilgileri analiz edip, bir istihbarat ürünü oluşturmasını istersiniz. Bu da sadece onun işidir ve ondan başka kimse de yapamaz.
Yüzünü değiştirip sevdiği kadına ve ailesine “öldü” dedirtmek ise çılgın ve gerçeklerle bağını koparmış senaristlerin işidir.
Asıl sorun da ne yazık ki budur temelde.
Bu gerçeklikler genellikle popüler kültürdeki klişelerin gölgesinde kalır.
Birçok insan, istihbaratı, abartılı dizilerle, casusluk hikâyeleriyle, gizli ajanlarla ve uluslararası entrikalarla ilişkilendirir.
Bu algı, gerçek istihbarat çalışmalarının karmaşıklığını ve çeşitliliğini gölgelemese bile yanlış izlenimlere sebep olabilir. Ve toplumun beklentisi yükselir. Ütopik ve fantastik öğeler oluşabilir. Bu da istihbarat bilimi ve felsefesine ciddi zararlar verebilir.
Sonuç olarak; toplumdaki "istihbarat ve istihbaratçı" algısı ile gerçekte olan arasında belirgin bir fark vardır.
Gerçek istihbarat faaliyetleri, karmaşıklığı ve çeşitliliğiyle tanınırken, popüler kültürdeki algı, genellikle basitleştirilmiş ve romantize edilmiştir.
Ancak, bu gerçeklerin farkında olarak, istihbaratın önemini ve doğasını daha iyi anlayabiliriz.
.
Serkan Yıldız, dikGAZETE.com
Bildiğinizi Sandığınız İstihbaratçılar ve Gerçek İstihbaratçılar
Toplumumuzda “istihbarat” kelimesi, genellikle gizemli operasyonlar, gizli ajanlar ve karmaşık casusluk faaliyetleriyle ilişkilendirilir. Filmler, diziler ve romanlar, bize istihbarat dünyasını, tehlikeli ve heyecan verici bir yer olarak gösterir. Ancak gerçekte, istihbarat faaliyetleri ve istihbaratçılar, bu kurgusal anlatıların ötesinde oldukça farklı bir gerçeklik sunarlar.
Özellikle bizim ülkemizde “istihbaratçı” denilince belli bir dönem öncesinde “simitçi” kılığına girmiş ve insanları takip eden, onları fişleyen hatta zorla ve hukuka aykırı bir şekilde derdest edip, işkence eden meslek çalışanları olarak akla geliyordu.
Belli bir dönem sonra özellikle malum dizi filmlerden sonra bu algı biraz evrim geçirdi ve mafya ile bağlantılı, karmaşık ve hastalıklı bir kişilik yapısına sahip, kaba, nezaketten uzak, lüks içinde bir yaşamı olan ve çeşitli sıfatlarla külhanbeyi tarzına sahip kişiler üzerinde bir algı oluştu.
Ancak her ikisi de çok yanlıştı.
İstihbarat, basitçe bilgi toplama, analiz etme ve değerlendirme sürecidir.
Bu bilgi, çeşitli kaynaklardan elde edilir ve genellikle ulusal güvenlik, siyasi istikrar, ekonomik faaliyetler, terörizm tehditleri gibi konuları anlamak ve önlemek için kullanılır. Eğer ilgili kanun ve yönergeler izin verirse bu işleri yapan istihbarat kurumu, bu duruma karşı bir operasyon da düzenleyebilir.
Tanımı bu olan bir meslek ve meslek çalışanlarının, insanları fişleyip, işkence etmesi ya da pahalı takım elbiseler içinde arkasında bir grup fedai ile gezen bir algı oluşturmasındaki sebep nedir peki?
Sanırım işin içinde biraz kötü yönetilmiş bir halkla ilişkiler var. Ve insanların böyle düşünmesinin sebebi; gizlilik esasları üzerine var olmuş olan kurumun, gereksizce yapılan ketumluğuna sebep, aynı sivil insanların bilgisizliklerine bağlı olarak hayal güçlerini çalıştırma ve ürettikleri halüsinasyon temelli kurgu üzerine, meslek ve karakterleri oturtma çabası var.
Ve insanlar böyle düşünüyor diye suçlayamazsınız. Suçlu yok, yanlış yok sadece eksik yapılmış ‘PR’ ve pazarlama stratejileri var.
MI6, MOSSAD ve CIA başta olmak üzere diğer tüm istihbarat servislerinin halkla ilişkiler çalışmalarına bakarsanız durumu daha net görebilirsiniz.
Bundan elli-atmış yıl önce “James Bond” diye bir karakter servis edildi sinema perdesine ve ‘İngiliz Gizli İstihbarat Servisi’ dünyayı kaç kere kurtardı sayamadık.
Onunla da kalmadı.
Popüler kültürün en dip hücrelerine kadar girdiler.
Dokunulmaz – yenilmez – hata yapmaz ve ülkesi hatta tüm insanlık için imkânsızlıkları başaran insanlar olarak gözler önüne çıktı.
Peki, gerçekte öyle midir?
Alakası bile yoktur! Ancak bugün bu istihbarat servislerinin adı, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir şekilde geçti mi insanların çoğu enselerinde bir korku hissediyor. İstenilen şey de tam olarak buydu ve başarıldı. Ancak bizim istihbarat teşkilatımızın konusu geçti mi neler oluyor?
Akıllara birkaç ‘PR’ ürünü geliyor…
O gelen de “Polat Alemdar, Yusuf Miroğlu” ya da şu son dizideki ana karakter kim hatırlamıyorum ama öyle tipler oluşuyor…
Bu mudur peki Türk istihbarat çalışanlarının ve emekçilerinin gerçek hali?
Hayır! Ama ne yazık ki imajları buna dönüşmüştür…
Hala daha o dizinin Türkiye’nin gerçeklerini anlattığı düşünen insanlar var…
Ve evet, onlar da aynı havayı soluyor, oksijeni yakıyor… Gerçi onlar sadece ‘azot’u da kullanıyor olabilir. Çünkü biraz oksijeni yaksalar tüm o olayların bir senaryo, bir kurgu olduğunu anlarlar…
Bizim toplumumuzun zihnindeki algı, genellikle bu süreci biraz romantize etmeye de hazır. “Kadim İstihbarat ve Devlet Aklı” denilen bazı cümleler okuyorum bazı yerlerde.
Kültür olarak alt yapımızda bu var ve böyle bir akla “gizli” ve “mistik” bir şekilde hizmet eden, çalışan insanların parmak arası terlik, bermuda şort ve bol bir gömlekle AVM’ye gireceklerini asla düşünemiyoruz.
Amaç göze batmamaksa bir yaz günü bir AVM’de siyah takım elbise ile dolaşan mı dikkat çeker yoksa az önce yazdığım mı karar sizin?
Gerçekte, istihbarat çalışanlarında büyük ölçüde titizlik, sabır, entelektüel bakış açısı ve karmaşık analitik beceriler gerektirir.
Dikkat çekmeden hayatın normal ve olağan akışkanlığı içinde “iyi biri – kötü biri” değil yaşamın ya da o günün aksesuarları gibi görünmek ister. Çünkü iyi de olsan, kötü de olsan dikkat çekersin. Ama köşedeki bir biblo… Kimsenin umurunda değildir.
Pahalı bir araba içinde, sürü halinde bir mekana girilip, nezaketsiz bir şekilde garsonu çağırmak ise istihbaratçılık değil olsa olsa “şımarıklık – kabadayılık hatta düpedüz kabalık”tır.
Ancak algı ne yazık ki böyle değildir.
Bir istihbaratçı, genellikle göze görünmeyen, sessiz bir kahramandır.
Bilgisayarlar, ağlar ve analitik araçlar bugünün istihbarat dünyasında önemli bir rol oynar, ancak bu teknolojilerin arkasında yatan insan zekâ ve değerlendirme süreçleri, hayati önem taşır.
Yani iyi bir istihbaratçıdan ateş ettiği zaman, mermi çekirdeğini havada kavis çizdirmesini bekleyemezsiniz. Onun işi değildir ve o mermiye kavis çizdirmesi gerekenler bambaşka çalışanlardır.
Siz iyi bir istihbaratçıdan şehrin trafik ışıklarının merkezini hackleyip tüm ışıkları yeşile çevirmesini de bekleyemezsiniz. O da bambaşka görevlilerin işidir.
Siz bir istihbaratçıdan, gün içinde ilgili hedef ya da operasyonla ilgili net bilgiler getirmesini ve o bilgileri analiz edip, bir istihbarat ürünü oluşturmasını istersiniz. Bu da sadece onun işidir ve ondan başka kimse de yapamaz.
Yüzünü değiştirip sevdiği kadına ve ailesine “öldü” dedirtmek ise çılgın ve gerçeklerle bağını koparmış senaristlerin işidir.
Asıl sorun da ne yazık ki budur temelde.
Bu gerçeklikler genellikle popüler kültürdeki klişelerin gölgesinde kalır.
Birçok insan, istihbaratı, abartılı dizilerle, casusluk hikâyeleriyle, gizli ajanlarla ve uluslararası entrikalarla ilişkilendirir.
Bu algı, gerçek istihbarat çalışmalarının karmaşıklığını ve çeşitliliğini gölgelemese bile yanlış izlenimlere sebep olabilir. Ve toplumun beklentisi yükselir. Ütopik ve fantastik öğeler oluşabilir. Bu da istihbarat bilimi ve felsefesine ciddi zararlar verebilir.
Sonuç olarak; toplumdaki "istihbarat ve istihbaratçı" algısı ile gerçekte olan arasında belirgin bir fark vardır.
Gerçek istihbarat faaliyetleri, karmaşıklığı ve çeşitliliğiyle tanınırken, popüler kültürdeki algı, genellikle basitleştirilmiş ve romantize edilmiştir.
Ancak, bu gerçeklerin farkında olarak, istihbaratın önemini ve doğasını daha iyi anlayabiliriz.