Afganistan - Taliban - Petrol / Doğalgaz Boru Hattı

Afganistan - Taliban - Petrol / Doğalgaz Boru Hattı

-Araştırma/İnceleme/Strateji-

Dünya siyaset tarihinde, Afganistan’ın öncelikli bir yeri vardır. Eskiden olduğu gibi günümüzde de Afganistan, kıtalararası ve bölgeler arası stratejik bir coğrafyada yer almaktadır. Çin, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Pakistan ve İran arasında yer alan Afganistan, Orta Asya, Sıcak Sular ve Ortadoğu’ya giriş-çıkış için en uygun kavşak noktası olduğu gibi; İslam, Çin ve Hint kültürlerinin de tam buluşma noktasındadır.

Bu yazımızda, ilk önce Afganistan’ı tanıyalım. Kimdir, nedir, neler yaşamıştır yapılan araştırmalar ile ne süreçler yaşamıştır…

Afganistan, Pers İmparatoru Büyük Dara (M.Ö 500), Büyük İskender (M.Ö. 320) ve Timurlenk (M.S.1400)’ten başlayarak, günümüze kadar küresel çatışmaların düğüm noktası olmuştur.

Örneğin, Rusya ve İngiltere arasında 19. Yüzyılda yaşanan çatışmaları tanımlamak için uluslararası ilişkilerde kullanılan “Büyük Oyun” Afganistan üzerinde yaşanmıştır. Rusya, Afganistan’ı yaklaşık yüzyıl sonra da olsa hedeflediği şeklinde işgal etmiş, ancak başta ABD olmak üzere Avrupa ve İslam Dünyasının şiddetli reaksiyonuyla karşılaşmıştır.

19. yüzyılda Afganistan’ın jeo-stratejik önemi, Rusya’nın sıcak sulara inme çabası ve İngiltere’nin en zengin sömürgesi olan Hindistan’ı koruma görevinden kaynaklanmaktaydı. Bunun, 20. yüzyılda Batı ve Doğu blokları arasında tampon bölge görevinde oluşundan, 21. Yüzyılda ise Orta Asya petrol ve doğalgazının, dünya piyasalarına taşınması için geçiş yolu ve ABD’nin geleceğin tehdit odakları olarak gördüğü İran, Hindistan, Çin ve Rusya’nın arasında “üs” olmasından kaynaklandığı görülmektedir.

Soğuk Savaş döneminden sonra dünyanın tek süper gücü olma stratejisini benimseyen ABD, 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kulelere ve Pentagon’a karşı yapılan terör saldırılarında rolü olduğu gerekçesiyle 2001 yılı Ekim ayında Taliban yönetimini devirerek, Afganistan’ı işgal etmiştir. 

Görüldüğü üzere Afganistan vaz geçilmez bir pastadır… Tüm bu vaziyete rağmen direnişte olan guruplar ülke içerisinde örgütlenmeye başlıyordu. Bu gruplardan biri “Taliban” dı…

Afganistan’da doğan Taliban Hareketi, bölge tarihinde ilk taliban hareketi değildir. Bu hareketi, bölgesel olarak ortaya çıkan ve bölgenin tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Dar-ul Ulum Medresesi ve Cemaat-ı Ulema-yı Hind ve Aligarh Üniversitelerinin kuruluşuna kadar gitmektedir.

İngiliz sömürgesinden ve baskısından bıkan Hindistan Müslümanları 1857’de İngiliz yönetimine karşı büyük bir ayaklanma tertip ettiler. Kanlı bir şekilde bastırılan bu ayaklanmadan sonra, Müslümanlar kurtuluş için halkın daha iyi eğitim alması gerektiği kanaatine varmışlardı.

Ayaklanmadan on yıl sonra, Mevlâna Muhammed Kasım Nanotavi önderliğinde Deoband’da Dar’ul-Ulum Medresesi, 1898‘de de Aligarh Müslüman Üniversitesi kuruldu.

Bu iki okula mensup Müslümanlar 1919’da Cemaat-i Ulema-yı Hind Teşkilatını da kurarak, İngiliz sömürge idaresine karşı politik bir mücadele yürütmeye başlamışlardı. Bu okullar, Hindistan’ın, İngiltere’nin sömürgesinden kurtulmalarına katkıda bulunduğu gibi Pakistan ve Bangladeş’in kurulmasına da katkıda bulundu.

Bu iki dini okul, Sovyetler’in Afganistan’ı işgalinden sonra da etkili olmaya devam etmiş ve özellikle işgalde sahipsiz kalan çocuklar başta olmak üzere, Afgan çocuklarını yetiştirmeye başlamıştı. Bu okullar, Komünist sistemin Afganistan’a yerleşmesine mâni olmak için mücahitlerin hazırlanmasında ve müstevliye karşı cihat yapılmasında çok büyük rol oynamışlardı.

Sovyet işgali döneminde askeri eğitim ile dini eğitim de almış olan mücahitlerin yedek kuvveti olan Deobant ve Aligarh medreselerine katılan gençler de son derece katı kurallar içeren dini bir eğitimden sonra, İslami bir Devleti kurmak için askeri eğitime de tabi tutulmuşlardı. Ancak işgalin bitmesinden sonra, ABD, Afganistan’ı unutmuştu. 

ABD’nin desteklediği Mücahit grupları da kendi yörelerinde küçük devletler kurmaya başlamışlardı. Taliban, bu hareketlerin dışında kalmıştı. Söz konusu gruplar, 1988 - 1995 yılları arasında birbirleriyle sayısız savaşa girişmişlerdi. Bu çatışmalarda, sadece 1992–1995 yılları arasında yaklaşık 30 bin kişi ölmüş ve 100 bin kişi de yaralanmıştı.

1979 yılında SSCB’nin Afganistan’a müdahalesinden önce var olan merkezi devlet, 1994’ün sonunda Taliban’ın ortaya çıkmasına kadar bir daha inşa edilememişti. 

Kısaca Afganistan, resmen var olsa da fiilen bitmiş görünüyordu. 

Afganistan konusundaki önemli uzmanlardan Amerikalı Barnett R. Rubin 1995 yılında: “Afganistan’daki başarısızlığın nedeni yalnızca Afgan Devletinin kendisi veya halkı değil, bu devleti önce destekleyen, sonra da yöneticilerini bir kenara atan uluslararası sistemdir” demiştir ve haklı bir gerekçedir.

Taliban’ın doğuşu tam da bu süreçte olmuştur. Pakistanlı Ahmet Raşid’e göre Taliban, Afganistan’ın iç karışıklıklarla boğuştuğu sıralarda ortaya çıkan bir gruptur ve çoğu, işgalde yetim ve öksüz kalmış Pakistan’daki medreselerde büyüyen çocuklardan oluşmaktadır. 

Afganistan’a barışı getirmek, halkı silahsızlandırmak, Şeriatı uygulamak ve Afganistan’ın bütünlüğünü ve İslami karakterini savunmak gibi hedeflerde kısa sürede önemli başarılar elde etmişti. Adına “mücahit” denilen eşkıya gruplarından bıkmış olan halkın talepleriyle örtüşen güce duyulan ihtiyaç da Taliban’ın doğuşunu hızlandırmıştı.

Taliban ve mücahitler arasında sonu gelmek bilmeyen kanlı mücadeleler doğurmuş, Taliban’ın eğitimi için ihtiyaç duyulan mali destek önemli ölçüde Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinden sağlanmış, askeri ihtiyaçlar ise Pakistan ve ABD tarafından karşılanmıştır.

Daha önce adı-sanı duyulmamış olan bir güç, birkaç hafta gibi kısacık bir zaman diliminde ve sadece 10 kişi civarında can kaybı vererek Afganistan’ın ikinci büyük şehrini ele geçirince, Taliban’ı asıl destekleyen güç Pakistan dış istihbarat birimi olan “ISI” olduğu için, Pakistan tarafından sevinçle karşılanmıştır. 

Pakistan Başbakanı Benazir Butto, Şubat 1995’te Taliban’ı resmen tanıdığını açıklamıştı. Bundan sonraki üçüncü haftada ise Taliban, 31 vilayetin 12’sini ele geçirerek Afganistan’ın en büyük gücü konumuna gelecek ve Kabil’in kapılarına dayanacaktı.

Taliban’ın “Petrol ve Doğalgaz Büyük Oyunu” ile tanışması Carlos Bulgheroni sayesinde olmuştu.

İtalyan asıllı Arjantin petrol şirketi Bridas’ın yönetim kurulu Başkanı Bulgheroni, şirketinin Türkmenistan’daki doğalgaz yataklarını Pakistan ve Hindistan’dakilerle birleştirmeyi, böylece Afganistan’da hatta Hindistan’la Pakistan arasında barışın sağlanmasına da imkân tanıyacak altyapı bağlantılarını kurmayı hayal ediyordu.

Afganistan’da iç savaş, dağlarda ve cephelerde sürerken, başka bir savaş da Arjantin petrol şirketi Bridas ile Amerikan petrol şirketi Unocal arasında “Orta Asya’dan başlayarak Afganistan’dan geçecek petrol ve doğal gaz boru hattının” kontrolü için büyük kentlerin masa başlarında planlanıyor ve Kandahar’ın tozlu sokaklarında yürütülüyordu.

Yani Taliban silahlandırılıp cepheye sürülürken Afganistan’ın jeo-stratejik konumunun kontrolü amaçlanıyordu. 

Böylece, Afganistan’ın, stratejik önemine petrol ve doğalgazla yeni bir sayfa daha eklenmişti.

Bulgheroni ile Pakistan Başbakanı Benazir Butto ve Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı arasında 16 Mart 1995 yılında Afganistan üzerinden geçecek bir boru hattının fizibilite çalışmasının hazırlanmasına izin veren momerandum imzalanmıştı.

Pakistan Başbakanı Benazir Butto’nun eşi Asıf Zerdari “Bu boru hattı Pakistan’ın Orta Asya’ya açılan kapısı olacak ve ona muazzam fırsatlar sunacak” diyordu…

Yukarıda yapılan araştırma ve incelemeleri sağlam bir zihinle düşündüğümüzde, günümüz Afganistan’da yaşanan ve Taliban’ın tümden kontrolü ele aldığı hadiselerin ana fikri “Petrol-Doğalgaz” dır. 

Taliban, kendi coğrafyasını bu konuda iyi kullanmış, boru hattı şirketleri ile uzlaşıyı sağlayıp işin başına geçmiştir.

Tahminim şudur: İleriki zaman diliminde “Karaçi”ye kadar inen bir Gaz-Petrol Boru hattı ile Irak, Suriye (Lazkiye Limanı) uzunca bir enerji hattı resmi şimdiden şekillenmeye başlamış-oluşmuş durumdadır.

Bu sahada yaşanan tüm hadiseler, bir inşaat firmasının çalışma titizliğinde devam etmektedir. Herkes gözünü Afganistan üzerinde gezdirirken, “Pakistan”ın da şekillendirilmesi yakın tarihlerde söz konusu olabilir.

Çünkü tüm yaşananlar “Büyük Oyun”un günümüzdeki yeni versiyonudur. 

Tüm bu gelişmeler içerisinde Türkiye, Afganistan’ın iç işlerine fazla dahil olmadan, İran üzeri yeni bir enerji koridoru konusunda stratejiler üretmelidir. Çünkü, bu coğrafyada halihazırda bulunan gaz: 25 Trilyon Feet-Metreküpten çok fazladır. Bu rakam önemli bir ekonomi ve güç dengesi demektir.

Günümüzde avam tarafından yapılan rejim-cumhuriyet tartışmalarına “Taliban” örnekleri yer almaktadır.

Unutulmamalıdır ki: paranın ne dini ne de milleti vardır. Taliban, elindeki gücün (Doğalgaz-Petrol Hattı) farkındadır. Bu pastadan kendine fazla pay çıkartmak için sözde İslami bir rejimi desteklemekte, böylelikle Afganistan’da bulunan radikaller ile az çatışma sahası oluşturmaktadır. Aksi halde Taliban’ın ne İslam umurunda ne de Afganistan’da yaşayan halk…

Bölgesel aktör olarak Türkiye, bu durumdan kendine ekonomik olarak kazanç sağlamalıdır. Bunu başaramaz ise yıllardır bu coğrafyadaki etkinliğini ve kazançlarını yitirecektir. 

Kazanç için “Stratejik ve Sahada Devlet Aklı” gerekmektedir. Ülkemizde bu aklın olduğuna ümitvarım…

Saygılarımla

.

Emrah Bekçi, dikGAZETE.com

-Araştırma/İnceleme/Strateji-

Dünya siyaset tarihinde, Afganistan’ın öncelikli bir yeri vardır. Eskiden olduğu gibi günümüzde de Afganistan, kıtalararası ve bölgeler arası stratejik bir coğrafyada yer almaktadır. Çin, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Pakistan ve İran arasında yer alan Afganistan, Orta Asya, Sıcak Sular ve Ortadoğu’ya giriş-çıkış için en uygun kavşak noktası olduğu gibi; İslam, Çin ve Hint kültürlerinin de tam buluşma noktasındadır.

Bu yazımızda, ilk önce Afganistan’ı tanıyalım. Kimdir, nedir, neler yaşamıştır yapılan araştırmalar ile ne süreçler yaşamıştır…

Afganistan, Pers İmparatoru Büyük Dara (M.Ö 500), Büyük İskender (M.Ö. 320) ve Timurlenk (M.S.1400)’ten başlayarak, günümüze kadar küresel çatışmaların düğüm noktası olmuştur.

Örneğin, Rusya ve İngiltere arasında 19. Yüzyılda yaşanan çatışmaları tanımlamak için uluslararası ilişkilerde kullanılan “Büyük Oyun” Afganistan üzerinde yaşanmıştır. Rusya, Afganistan’ı yaklaşık yüzyıl sonra da olsa hedeflediği şeklinde işgal etmiş, ancak başta ABD olmak üzere Avrupa ve İslam Dünyasının şiddetli reaksiyonuyla karşılaşmıştır.

19. yüzyılda Afganistan’ın jeo-stratejik önemi, Rusya’nın sıcak sulara inme çabası ve İngiltere’nin en zengin sömürgesi olan Hindistan’ı koruma görevinden kaynaklanmaktaydı. Bunun, 20. yüzyılda Batı ve Doğu blokları arasında tampon bölge görevinde oluşundan, 21. Yüzyılda ise Orta Asya petrol ve doğalgazının, dünya piyasalarına taşınması için geçiş yolu ve ABD’nin geleceğin tehdit odakları olarak gördüğü İran, Hindistan, Çin ve Rusya’nın arasında “üs” olmasından kaynaklandığı görülmektedir.

Soğuk Savaş döneminden sonra dünyanın tek süper gücü olma stratejisini benimseyen ABD, 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kulelere ve Pentagon’a karşı yapılan terör saldırılarında rolü olduğu gerekçesiyle 2001 yılı Ekim ayında Taliban yönetimini devirerek, Afganistan’ı işgal etmiştir. 

Görüldüğü üzere Afganistan vaz geçilmez bir pastadır… Tüm bu vaziyete rağmen direnişte olan guruplar ülke içerisinde örgütlenmeye başlıyordu. Bu gruplardan biri “Taliban” dı…

Afganistan’da doğan Taliban Hareketi, bölge tarihinde ilk taliban hareketi değildir. Bu hareketi, bölgesel olarak ortaya çıkan ve bölgenin tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Dar-ul Ulum Medresesi ve Cemaat-ı Ulema-yı Hind ve Aligarh Üniversitelerinin kuruluşuna kadar gitmektedir.

İngiliz sömürgesinden ve baskısından bıkan Hindistan Müslümanları 1857’de İngiliz yönetimine karşı büyük bir ayaklanma tertip ettiler. Kanlı bir şekilde bastırılan bu ayaklanmadan sonra, Müslümanlar kurtuluş için halkın daha iyi eğitim alması gerektiği kanaatine varmışlardı.

Ayaklanmadan on yıl sonra, Mevlâna Muhammed Kasım Nanotavi önderliğinde Deoband’da Dar’ul-Ulum Medresesi, 1898‘de de Aligarh Müslüman Üniversitesi kuruldu.

Bu iki okula mensup Müslümanlar 1919’da Cemaat-i Ulema-yı Hind Teşkilatını da kurarak, İngiliz sömürge idaresine karşı politik bir mücadele yürütmeye başlamışlardı. Bu okullar, Hindistan’ın, İngiltere’nin sömürgesinden kurtulmalarına katkıda bulunduğu gibi Pakistan ve Bangladeş’in kurulmasına da katkıda bulundu.

Bu iki dini okul, Sovyetler’in Afganistan’ı işgalinden sonra da etkili olmaya devam etmiş ve özellikle işgalde sahipsiz kalan çocuklar başta olmak üzere, Afgan çocuklarını yetiştirmeye başlamıştı. Bu okullar, Komünist sistemin Afganistan’a yerleşmesine mâni olmak için mücahitlerin hazırlanmasında ve müstevliye karşı cihat yapılmasında çok büyük rol oynamışlardı.

Sovyet işgali döneminde askeri eğitim ile dini eğitim de almış olan mücahitlerin yedek kuvveti olan Deobant ve Aligarh medreselerine katılan gençler de son derece katı kurallar içeren dini bir eğitimden sonra, İslami bir Devleti kurmak için askeri eğitime de tabi tutulmuşlardı. Ancak işgalin bitmesinden sonra, ABD, Afganistan’ı unutmuştu. 

ABD’nin desteklediği Mücahit grupları da kendi yörelerinde küçük devletler kurmaya başlamışlardı. Taliban, bu hareketlerin dışında kalmıştı. Söz konusu gruplar, 1988 - 1995 yılları arasında birbirleriyle sayısız savaşa girişmişlerdi. Bu çatışmalarda, sadece 1992–1995 yılları arasında yaklaşık 30 bin kişi ölmüş ve 100 bin kişi de yaralanmıştı.

1979 yılında SSCB’nin Afganistan’a müdahalesinden önce var olan merkezi devlet, 1994’ün sonunda Taliban’ın ortaya çıkmasına kadar bir daha inşa edilememişti. 

Kısaca Afganistan, resmen var olsa da fiilen bitmiş görünüyordu. 

Afganistan konusundaki önemli uzmanlardan Amerikalı Barnett R. Rubin 1995 yılında: “Afganistan’daki başarısızlığın nedeni yalnızca Afgan Devletinin kendisi veya halkı değil, bu devleti önce destekleyen, sonra da yöneticilerini bir kenara atan uluslararası sistemdir” demiştir ve haklı bir gerekçedir.

Taliban’ın doğuşu tam da bu süreçte olmuştur. Pakistanlı Ahmet Raşid’e göre Taliban, Afganistan’ın iç karışıklıklarla boğuştuğu sıralarda ortaya çıkan bir gruptur ve çoğu, işgalde yetim ve öksüz kalmış Pakistan’daki medreselerde büyüyen çocuklardan oluşmaktadır. 

Afganistan’a barışı getirmek, halkı silahsızlandırmak, Şeriatı uygulamak ve Afganistan’ın bütünlüğünü ve İslami karakterini savunmak gibi hedeflerde kısa sürede önemli başarılar elde etmişti. Adına “mücahit” denilen eşkıya gruplarından bıkmış olan halkın talepleriyle örtüşen güce duyulan ihtiyaç da Taliban’ın doğuşunu hızlandırmıştı.

Taliban ve mücahitler arasında sonu gelmek bilmeyen kanlı mücadeleler doğurmuş, Taliban’ın eğitimi için ihtiyaç duyulan mali destek önemli ölçüde Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinden sağlanmış, askeri ihtiyaçlar ise Pakistan ve ABD tarafından karşılanmıştır.

Daha önce adı-sanı duyulmamış olan bir güç, birkaç hafta gibi kısacık bir zaman diliminde ve sadece 10 kişi civarında can kaybı vererek Afganistan’ın ikinci büyük şehrini ele geçirince, Taliban’ı asıl destekleyen güç Pakistan dış istihbarat birimi olan “ISI” olduğu için, Pakistan tarafından sevinçle karşılanmıştır. 

Pakistan Başbakanı Benazir Butto, Şubat 1995’te Taliban’ı resmen tanıdığını açıklamıştı. Bundan sonraki üçüncü haftada ise Taliban, 31 vilayetin 12’sini ele geçirerek Afganistan’ın en büyük gücü konumuna gelecek ve Kabil’in kapılarına dayanacaktı.

Taliban’ın “Petrol ve Doğalgaz Büyük Oyunu” ile tanışması Carlos Bulgheroni sayesinde olmuştu.

İtalyan asıllı Arjantin petrol şirketi Bridas’ın yönetim kurulu Başkanı Bulgheroni, şirketinin Türkmenistan’daki doğalgaz yataklarını Pakistan ve Hindistan’dakilerle birleştirmeyi, böylece Afganistan’da hatta Hindistan’la Pakistan arasında barışın sağlanmasına da imkân tanıyacak altyapı bağlantılarını kurmayı hayal ediyordu.

Afganistan’da iç savaş, dağlarda ve cephelerde sürerken, başka bir savaş da Arjantin petrol şirketi Bridas ile Amerikan petrol şirketi Unocal arasında “Orta Asya’dan başlayarak Afganistan’dan geçecek petrol ve doğal gaz boru hattının” kontrolü için büyük kentlerin masa başlarında planlanıyor ve Kandahar’ın tozlu sokaklarında yürütülüyordu.

Yani Taliban silahlandırılıp cepheye sürülürken Afganistan’ın jeo-stratejik konumunun kontrolü amaçlanıyordu. 

Böylece, Afganistan’ın, stratejik önemine petrol ve doğalgazla yeni bir sayfa daha eklenmişti.

Bulgheroni ile Pakistan Başbakanı Benazir Butto ve Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı arasında 16 Mart 1995 yılında Afganistan üzerinden geçecek bir boru hattının fizibilite çalışmasının hazırlanmasına izin veren momerandum imzalanmıştı.

Pakistan Başbakanı Benazir Butto’nun eşi Asıf Zerdari “Bu boru hattı Pakistan’ın Orta Asya’ya açılan kapısı olacak ve ona muazzam fırsatlar sunacak” diyordu…

Yukarıda yapılan araştırma ve incelemeleri sağlam bir zihinle düşündüğümüzde, günümüz Afganistan’da yaşanan ve Taliban’ın tümden kontrolü ele aldığı hadiselerin ana fikri “Petrol-Doğalgaz” dır. 

Taliban, kendi coğrafyasını bu konuda iyi kullanmış, boru hattı şirketleri ile uzlaşıyı sağlayıp işin başına geçmiştir.

Tahminim şudur: İleriki zaman diliminde “Karaçi”ye kadar inen bir Gaz-Petrol Boru hattı ile Irak, Suriye (Lazkiye Limanı) uzunca bir enerji hattı resmi şimdiden şekillenmeye başlamış-oluşmuş durumdadır.

Bu sahada yaşanan tüm hadiseler, bir inşaat firmasının çalışma titizliğinde devam etmektedir. Herkes gözünü Afganistan üzerinde gezdirirken, “Pakistan”ın da şekillendirilmesi yakın tarihlerde söz konusu olabilir.

Çünkü tüm yaşananlar “Büyük Oyun”un günümüzdeki yeni versiyonudur. 

Tüm bu gelişmeler içerisinde Türkiye, Afganistan’ın iç işlerine fazla dahil olmadan, İran üzeri yeni bir enerji koridoru konusunda stratejiler üretmelidir. Çünkü, bu coğrafyada halihazırda bulunan gaz: 25 Trilyon Feet-Metreküpten çok fazladır. Bu rakam önemli bir ekonomi ve güç dengesi demektir.

Günümüzde avam tarafından yapılan rejim-cumhuriyet tartışmalarına “Taliban” örnekleri yer almaktadır.

Unutulmamalıdır ki: paranın ne dini ne de milleti vardır. Taliban, elindeki gücün (Doğalgaz-Petrol Hattı) farkındadır. Bu pastadan kendine fazla pay çıkartmak için sözde İslami bir rejimi desteklemekte, böylelikle Afganistan’da bulunan radikaller ile az çatışma sahası oluşturmaktadır. Aksi halde Taliban’ın ne İslam umurunda ne de Afganistan’da yaşayan halk…

Bölgesel aktör olarak Türkiye, bu durumdan kendine ekonomik olarak kazanç sağlamalıdır. Bunu başaramaz ise yıllardır bu coğrafyadaki etkinliğini ve kazançlarını yitirecektir. 

Kazanç için “Stratejik ve Sahada Devlet Aklı” gerekmektedir. Ülkemizde bu aklın olduğuna ümitvarım…

Saygılarımla

.

Emrah Bekçi, dikGAZETE.com