Bir İstihbarat Kurumu; ‘Hesap vermek’ten çok ‘Haber vermek’le görevlidir!

Bir İstihbarat Kurumu; ‘Hesap vermek’ten çok ‘Haber vermek’le görevlidir!

Bir İstihbarat Kurumu; ‘Hesap vermek’ten çok ‘Haber vermek’le görevlidir! Bir İstihbarat Kurumu; ‘Hesap vermek’ten çok ‘Haber vermek’le görevlidir!

Bir İstihbarat Kurumu; “Hesap vermekten çok Haber vermekle” görevlidir!

I. Dünya Savaşı’nda İstihbarat sadece ordunun kullanabileceği bir disiplinken, barış zamanında gerekli olmayan haybeye bir çaba gibi düşünülüyordu. Bu fikri savunan özellikle askerlerdi.

Savaşta bilgi verilirse o bilgi önemliydi, savaş kazandırırdı. Cari istihbarat ve değerlendirme açasından haklı bir görüştü bu. (Ki II. Dünya Savaşını, Müttefik Devletlerin kazanmasında ki –istihbarat ve istihbarat tekniklerini özellikle sinyal istihbaratında ki gelişme ve sonuçlarını- kimse yok sayamaz sanırım)

Savaş zamanında bağımsızlığı ya da idealleri korurdu istihbarat ama barış zamanı fuzuliydi. Ancak gelişen ve değişen dünya, istihbaratı da değiştirdi.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Soğuk Savaş, iki kutuplu dünyada bir kutbun diğer tarafın elinde bulunan teknolojiyi – silahları hatta gelişimleri öğrenebilmesi için istihbarat sadece savaş zamanı değil barış zamanında da barışı koruyabilmek, bütünlüğü sağlayabilmek adına çok önemli noktalara çıktı. Bu da doğal olarak Operasyonel / Teknik ve İnsan İstihbaratı alanlarında gelişmeye sebep oldu.

O dönem, sinema dünyasına da yansıdı, İngiliz Sineması007 James Bond” filmleri ile patladı, bugün ise yüzüne bakan yok.

Soğuk Savaş bittiğinde doğal olarak birçok istihbarat şirketleri ve kurumları bir an boşluğa düştü. İşsiz kaldılar. Düşman kalmamıştı ve şaşkındı her birim. Ve bu da doğal olarak bir tembellik oluşturdu.

90’ların sonunda terör olaylarının artış göstermesi, gelişen teknoloji, bilgiye ulaşmadaki kolaylıklar birçok şirket ve kurumu, alarm durumuna geçirse de 11 Eylül saldırılarına kadar pek de silkelendiklerini söyleyemeyiz.

9/11 olaylarından sonra İstihbarat, kendi içinde ciddi atılımlar yaptı. Ve bilgiye sahip olmanın, o bilgiyi doğru değerlendirmenin ve doğru ellere ulaştırmanın önemini daha da yüksek sesle ve yüksek devinimle icra etmeye başladılar.

Operasyonel İstihbarat bütçeleri kısılıp Bilgi Toplama / değerlendirme / analizbirimlerine daha da ağırlık verildi.

Ve bugün de dâhil olmak üzere; İstihbarat Şirketleri (Özel ya da Kamu) harcamalarının yüzde 90’ını Operasyon bölümüne değil “Bilgi Toplama & Değerlendirme” departmanlarına yaptılar. O birimde çalışan / çalışacak personelin seçiminden, kaynak olarak kullanılacaklara, satın alınacaklara hatta metazori ile kaynağa dönüştürüleceklere daha fazla önem gösterdiler. Çünkü Bilgi her şey”di veBilgiye sahip olan tüm gücü elinde tutar”dı.

Bilgi eğer bir güçse, doğal olarak istihbarat kurumlarının da bu bilginin kesinliğinegerçekliğine  kıymet vermeleri gerekirdi.

Oysa ki böyle bir şey mümkün değildi.

Eşyanın ve doğanın tabiatına aykırıydı.

Havada dolaşan bir bilginin gerçek ve yüzde 100 doğru olduğuna nasıl inanıp, güvenebilirsiniz ki?

Peki, bu temel, sizi o bilgiyi yok saymaya iter mi?

İtmeli mi?

Asla!

Askerlerleİstihbaratçılar işte bu yüzden çok iyi anlaşamazlar.

Askerler, rasyonel ve net bilgi ister. Savaş zamanında da Barış zamanında da. Ancak istihbarat birimleri, bunu mümkün kılamaz.

Bu istihbarat birimlerinin yetersizliği ya da yeteneksizliğinden değildir hâlbuki.

Nitekim her bilgi eğer doğru olsaydı “İstihbarat"a ihtiyaç kalmazdı.

İstihbarat demek zaten milyonlarca tanım içinde; Bilgiyi değerlendirme kısmına da girer.

Evet, her bilgi doğru değildir ama hiçbir veri de yok sayılmamalıdır. Ama askerler, net bilgi ister ama istihbarat birimlerinin elinde böyle bir sihirli değnek yoktur; Verilen koordinatlarda düşman hava savunma birimlerinin olduğunu düşünüyoruz der.

Asker ise net olarak Var mı yok mu?” sorusunu sorar!

Ama bunun net bir cevabı olamaz. Çünkü istihbarat birimleri, o bilgiyi yüzlerce farklı yer ve kanaldan almıştır.

Doğrulama, sağlama ya da adına ne derseniz deyin hepsini yapmıştır ama hala bir şüphe vardır. Bu da istihbarat ve istihbaratçıların temelinde vardır.

Ve askerler, şüpheleri sevmez!

İstihbarat ise önce şüpheyle, sonra tahminle, sonra tahlil ve en sonunda raporla masaya gelir.

Sonuç?

Bana net bir şey söyleyin efendiler! diye masaya vurulan yumruklarla devam eder.

I. Körfez Savaşında; ABD Komutanı; Norman Schwarzkopf; Eğer CIA ve diğer istihbaratçıları dinleseydim şu an hala Kuveyt sınırında bekliyor olurduk diye bu konuyu çok güzel örneklemiştir.

Eğer istihbarat birimindeyseniz, her bilgi parçacığını, her datayı ciddiye almak; değerlendirmek zorundasınız. Size gelen, masanıza bırakılan, o küçücük bir ‘SMS’in sizi nerelere götüreceğini asla bilemezsiniz.

Tabii tam tersi durumlar da oluşabilir. Ancak istihbarat kurumlarının ulaştıkları her bilgi, muhakkak ki gerçeklerle alakası olmayan bilgiler de olabilir.

İşte burada iş; “Analistlerinize” düşüyor.

Bilgi toplama departmanınız ne kadar iyi olursa olsun, ortalama ya da averaj altı bir analist ekibiniz varsa işler yine sizin için içinden çıkılmaz bir hale gelir.

Bu yüzden, gelen bilgiyi değerlendirecek, kıymetlendirecek hatta sağlam bir zemine oturtacak Analiz Ekibinizin de çok çok yetenekli olması muhakkak ve kaçınılmazdır. Yoksa her Sinyal”in peşinden adam kovalayan bir kolluk gücüne dönersiniz.

Analist ekibiniz ne kadar iyiyse, gelen küçücük bir datadan muazzam detaylar çıkartabilirsiniz. İnanılmaz hedefleri ortaya çıkartır, düşmanı görür, hedefi nokta atışı ile belirlersiniz. Bu yüzden istihbarat kurumlarının öncelikle önem verdiği birimlerden biri de özellikle günümüzde “Analist ekibi ya da analistler”dir.

Buraya kadar tamam…

Çok iyi bir “Bilgi Toplama” ve “Analist” ekibiniz var.

İşler sizin için harika gidiyor, ilerliyor. Az zamanda çok büyük işler yapıyorsunuz.

Peki sonuç?

Sonucu değiştirecek olan en önemli etkene geldik; “Müşteri” Yani, sizin bilgi toplayıp, o bilgiyi değerlendirip -analiz edip-, üzerinde gerekli etütleri yaptıktan sonra o bilgiyi sunacağınız yer / makam / kişi.

İşte buna da “Müşteri” deniliyor.

Müşteri; denildiğinde sadece bir bedel ödeyerek ürün veya hizmet satın alan kapital bir sınıf aklınıza gelmesin. Eğer ki bir Ticari İstihbarat Şirketi değilseniz tabii.

Bir kamu / devlet istihbarat kurumuysanız buradaki; “Müşteri”niz, Devlet Erkânı veya onun başındaki makam veya kişidir.

Derlediğiniz bilgiyi; ülkenin bağımsızlığı, çıkarları, beklentileri, bütünlüğü, halkın güvenliği ve halkın tek parça hayatına devam etmesi, halkının ekonomik – sosyal ve kültürel çıkarlarını gözeten, kendi çıkarlarından önde tutan, halkının refah seviyesini düşünen ve bu sebeple kaygılanan” bir müşteri / devlet başkanı – erkânına sunarsanız, farklı bir reaksiyon alırsınız ama diğer yandan kendi kaygıları, kendi çıkarları, kendi konforları hatta kendi makam hırsları ve rejimi için orada duran / oturan bir lidere / erkâna sunarsanız farklı reaksiyon alırsınız.

Zaten ilk verdiğimiz örnek tipteki lider ve yönetim şekilleri sizi yani siz istihbarat kurumunu bağımsız hareket ettirir.

Tek bir gaye vardır; “Ülke – Devlet – Halk – Bağımsızlık ve Özgürlük” ancak diğer ikinci örnekte verilen lider ve peşindekilerin ise bu gibi dertlerinin dışında hatta bunlara aykırı olarak; sizleri “Kendi güvenlikleri, kendi ailelerinin bekası, kendi mal varlıkları, kendi kazanımları hatta kendi çıkarları ve kendi oturttuğu rejime göre” davranmanızı isterler.

İlk örnekte yazdıklarımız genellikle gelişmiş – modern toplumlarda görülürken, ikinci örneğimiz ise az gelişmiş, tek adamlı rejimler ve gökten inildiği sanılarak ruhbanlaştırılan sistemlerde görülür.

Özellikle Orta Doğu İstihbarat Teşkilatlarının çalışma yöntemleri buna çok güzel örnektir. Küresel söz sahibi olmak yerine, kendi ülkesi içindeki Rejim Düşmanları”nın ve Lidere karşı muhalif olanların peşine düşen, onları bir şekilde zapturapt altına alan ve türlü işkencelerle, rejimi ve liderlerinin varlığını idame ettirme kaygısındaki istihbarat kurumlarıdır. Suç kesinlikle İstihbarat Birimleri”nde değildir. O kurumu polite eden “Lider”dedir.

İstihbarat kurumu eğer mükellef ve bir yere bağlı olarak çalışırsa, bağlı olduğu yerin ideolojisini, siyasetini ve politikasını doğal olarak özümser, içine çeker ve ona göre şekillenip, ona göre refleksler oluşturur.

Ama siz o istihbarat kurumunu hesap vermekten çok haber vermekle görevli kılıp, bağımsızlaştırırsanız daha genele, daha faydalı, daha rasyonel hatta daha bütünleştirici ve koruyucu tedbirler alarak oluşturur ve o şekilde çalışmasını sağlarsınız.

Yani; İstihbarat Teşkilatınızın siyasi ideolojilerden arınmış, bir fikre, bir zümreye hatta bir partiye hizmet etmek yerine bir bütün halinde tüm halkın güvenliğine (ayrım yapmaksızın) hizmet ederse işte ancak o zaman Dünya gündeminde söz sahibi olabilirsiniz.

.

Serkan Yıldız, dikGAZETE.com

Bir İstihbarat Kurumu; “Hesap vermekten çok Haber vermekle” görevlidir!

I. Dünya Savaşı’nda İstihbarat sadece ordunun kullanabileceği bir disiplinken, barış zamanında gerekli olmayan haybeye bir çaba gibi düşünülüyordu. Bu fikri savunan özellikle askerlerdi.

Savaşta bilgi verilirse o bilgi önemliydi, savaş kazandırırdı. Cari istihbarat ve değerlendirme açasından haklı bir görüştü bu. (Ki II. Dünya Savaşını, Müttefik Devletlerin kazanmasında ki –istihbarat ve istihbarat tekniklerini özellikle sinyal istihbaratında ki gelişme ve sonuçlarını- kimse yok sayamaz sanırım)

Savaş zamanında bağımsızlığı ya da idealleri korurdu istihbarat ama barış zamanı fuzuliydi. Ancak gelişen ve değişen dünya, istihbaratı da değiştirdi.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Soğuk Savaş, iki kutuplu dünyada bir kutbun diğer tarafın elinde bulunan teknolojiyi – silahları hatta gelişimleri öğrenebilmesi için istihbarat sadece savaş zamanı değil barış zamanında da barışı koruyabilmek, bütünlüğü sağlayabilmek adına çok önemli noktalara çıktı. Bu da doğal olarak Operasyonel / Teknik ve İnsan İstihbaratı alanlarında gelişmeye sebep oldu.

O dönem, sinema dünyasına da yansıdı, İngiliz Sineması007 James Bond” filmleri ile patladı, bugün ise yüzüne bakan yok.

Soğuk Savaş bittiğinde doğal olarak birçok istihbarat şirketleri ve kurumları bir an boşluğa düştü. İşsiz kaldılar. Düşman kalmamıştı ve şaşkındı her birim. Ve bu da doğal olarak bir tembellik oluşturdu.

90’ların sonunda terör olaylarının artış göstermesi, gelişen teknoloji, bilgiye ulaşmadaki kolaylıklar birçok şirket ve kurumu, alarm durumuna geçirse de 11 Eylül saldırılarına kadar pek de silkelendiklerini söyleyemeyiz.

9/11 olaylarından sonra İstihbarat, kendi içinde ciddi atılımlar yaptı. Ve bilgiye sahip olmanın, o bilgiyi doğru değerlendirmenin ve doğru ellere ulaştırmanın önemini daha da yüksek sesle ve yüksek devinimle icra etmeye başladılar.

Operasyonel İstihbarat bütçeleri kısılıp Bilgi Toplama / değerlendirme / analizbirimlerine daha da ağırlık verildi.

Ve bugün de dâhil olmak üzere; İstihbarat Şirketleri (Özel ya da Kamu) harcamalarının yüzde 90’ını Operasyon bölümüne değil “Bilgi Toplama & Değerlendirme” departmanlarına yaptılar. O birimde çalışan / çalışacak personelin seçiminden, kaynak olarak kullanılacaklara, satın alınacaklara hatta metazori ile kaynağa dönüştürüleceklere daha fazla önem gösterdiler. Çünkü Bilgi her şey”di veBilgiye sahip olan tüm gücü elinde tutar”dı.

Bilgi eğer bir güçse, doğal olarak istihbarat kurumlarının da bu bilginin kesinliğinegerçekliğine  kıymet vermeleri gerekirdi.

Oysa ki böyle bir şey mümkün değildi.

Eşyanın ve doğanın tabiatına aykırıydı.

Havada dolaşan bir bilginin gerçek ve yüzde 100 doğru olduğuna nasıl inanıp, güvenebilirsiniz ki?

Peki, bu temel, sizi o bilgiyi yok saymaya iter mi?

İtmeli mi?

Asla!

Askerlerleİstihbaratçılar işte bu yüzden çok iyi anlaşamazlar.

Askerler, rasyonel ve net bilgi ister. Savaş zamanında da Barış zamanında da. Ancak istihbarat birimleri, bunu mümkün kılamaz.

Bu istihbarat birimlerinin yetersizliği ya da yeteneksizliğinden değildir hâlbuki.

Nitekim her bilgi eğer doğru olsaydı “İstihbarat"a ihtiyaç kalmazdı.

İstihbarat demek zaten milyonlarca tanım içinde; Bilgiyi değerlendirme kısmına da girer.

Evet, her bilgi doğru değildir ama hiçbir veri de yok sayılmamalıdır. Ama askerler, net bilgi ister ama istihbarat birimlerinin elinde böyle bir sihirli değnek yoktur; Verilen koordinatlarda düşman hava savunma birimlerinin olduğunu düşünüyoruz der.

Asker ise net olarak Var mı yok mu?” sorusunu sorar!

Ama bunun net bir cevabı olamaz. Çünkü istihbarat birimleri, o bilgiyi yüzlerce farklı yer ve kanaldan almıştır.

Doğrulama, sağlama ya da adına ne derseniz deyin hepsini yapmıştır ama hala bir şüphe vardır. Bu da istihbarat ve istihbaratçıların temelinde vardır.

Ve askerler, şüpheleri sevmez!

İstihbarat ise önce şüpheyle, sonra tahminle, sonra tahlil ve en sonunda raporla masaya gelir.

Sonuç?

Bana net bir şey söyleyin efendiler! diye masaya vurulan yumruklarla devam eder.

I. Körfez Savaşında; ABD Komutanı; Norman Schwarzkopf; Eğer CIA ve diğer istihbaratçıları dinleseydim şu an hala Kuveyt sınırında bekliyor olurduk diye bu konuyu çok güzel örneklemiştir.

Eğer istihbarat birimindeyseniz, her bilgi parçacığını, her datayı ciddiye almak; değerlendirmek zorundasınız. Size gelen, masanıza bırakılan, o küçücük bir ‘SMS’in sizi nerelere götüreceğini asla bilemezsiniz.

Tabii tam tersi durumlar da oluşabilir. Ancak istihbarat kurumlarının ulaştıkları her bilgi, muhakkak ki gerçeklerle alakası olmayan bilgiler de olabilir.

İşte burada iş; “Analistlerinize” düşüyor.

Bilgi toplama departmanınız ne kadar iyi olursa olsun, ortalama ya da averaj altı bir analist ekibiniz varsa işler yine sizin için içinden çıkılmaz bir hale gelir.

Bu yüzden, gelen bilgiyi değerlendirecek, kıymetlendirecek hatta sağlam bir zemine oturtacak Analiz Ekibinizin de çok çok yetenekli olması muhakkak ve kaçınılmazdır. Yoksa her Sinyal”in peşinden adam kovalayan bir kolluk gücüne dönersiniz.

Analist ekibiniz ne kadar iyiyse, gelen küçücük bir datadan muazzam detaylar çıkartabilirsiniz. İnanılmaz hedefleri ortaya çıkartır, düşmanı görür, hedefi nokta atışı ile belirlersiniz. Bu yüzden istihbarat kurumlarının öncelikle önem verdiği birimlerden biri de özellikle günümüzde “Analist ekibi ya da analistler”dir.

Buraya kadar tamam…

Çok iyi bir “Bilgi Toplama” ve “Analist” ekibiniz var.

İşler sizin için harika gidiyor, ilerliyor. Az zamanda çok büyük işler yapıyorsunuz.

Peki sonuç?

Sonucu değiştirecek olan en önemli etkene geldik; “Müşteri” Yani, sizin bilgi toplayıp, o bilgiyi değerlendirip -analiz edip-, üzerinde gerekli etütleri yaptıktan sonra o bilgiyi sunacağınız yer / makam / kişi.

İşte buna da “Müşteri” deniliyor.

Müşteri; denildiğinde sadece bir bedel ödeyerek ürün veya hizmet satın alan kapital bir sınıf aklınıza gelmesin. Eğer ki bir Ticari İstihbarat Şirketi değilseniz tabii.

Bir kamu / devlet istihbarat kurumuysanız buradaki; “Müşteri”niz, Devlet Erkânı veya onun başındaki makam veya kişidir.

Derlediğiniz bilgiyi; ülkenin bağımsızlığı, çıkarları, beklentileri, bütünlüğü, halkın güvenliği ve halkın tek parça hayatına devam etmesi, halkının ekonomik – sosyal ve kültürel çıkarlarını gözeten, kendi çıkarlarından önde tutan, halkının refah seviyesini düşünen ve bu sebeple kaygılanan” bir müşteri / devlet başkanı – erkânına sunarsanız, farklı bir reaksiyon alırsınız ama diğer yandan kendi kaygıları, kendi çıkarları, kendi konforları hatta kendi makam hırsları ve rejimi için orada duran / oturan bir lidere / erkâna sunarsanız farklı reaksiyon alırsınız.

Zaten ilk verdiğimiz örnek tipteki lider ve yönetim şekilleri sizi yani siz istihbarat kurumunu bağımsız hareket ettirir.

Tek bir gaye vardır; “Ülke – Devlet – Halk – Bağımsızlık ve Özgürlük” ancak diğer ikinci örnekte verilen lider ve peşindekilerin ise bu gibi dertlerinin dışında hatta bunlara aykırı olarak; sizleri “Kendi güvenlikleri, kendi ailelerinin bekası, kendi mal varlıkları, kendi kazanımları hatta kendi çıkarları ve kendi oturttuğu rejime göre” davranmanızı isterler.

İlk örnekte yazdıklarımız genellikle gelişmiş – modern toplumlarda görülürken, ikinci örneğimiz ise az gelişmiş, tek adamlı rejimler ve gökten inildiği sanılarak ruhbanlaştırılan sistemlerde görülür.

Özellikle Orta Doğu İstihbarat Teşkilatlarının çalışma yöntemleri buna çok güzel örnektir. Küresel söz sahibi olmak yerine, kendi ülkesi içindeki Rejim Düşmanları”nın ve Lidere karşı muhalif olanların peşine düşen, onları bir şekilde zapturapt altına alan ve türlü işkencelerle, rejimi ve liderlerinin varlığını idame ettirme kaygısındaki istihbarat kurumlarıdır. Suç kesinlikle İstihbarat Birimleri”nde değildir. O kurumu polite eden “Lider”dedir.

İstihbarat kurumu eğer mükellef ve bir yere bağlı olarak çalışırsa, bağlı olduğu yerin ideolojisini, siyasetini ve politikasını doğal olarak özümser, içine çeker ve ona göre şekillenip, ona göre refleksler oluşturur.

Ama siz o istihbarat kurumunu hesap vermekten çok haber vermekle görevli kılıp, bağımsızlaştırırsanız daha genele, daha faydalı, daha rasyonel hatta daha bütünleştirici ve koruyucu tedbirler alarak oluşturur ve o şekilde çalışmasını sağlarsınız.

Yani; İstihbarat Teşkilatınızın siyasi ideolojilerden arınmış, bir fikre, bir zümreye hatta bir partiye hizmet etmek yerine bir bütün halinde tüm halkın güvenliğine (ayrım yapmaksızın) hizmet ederse işte ancak o zaman Dünya gündeminde söz sahibi olabilirsiniz.

.

Serkan Yıldız, dikGAZETE.com