Demokrasiye derin tuzak: AYM

Demokrasiye derin tuzak: AYM

Demokrasi, iki Yunanca kelimenin demos (halk) ve kratia (yönetim) bileşiminden meydana gelmiş bir kavram. Orijinalliğinden fazla şey kaybetmeden günümüze kadar gelebilmesini, bir taraftan daha iyi bir alternatifin olmayışına, diğer yandan insanın edinmiş olduğu tarihi tecrübelerin birikimine borçludur. Kimsenin boyunduruğu altına girmeyi istemeyen halkın, (kendi kendini) yönetimi olarak anlaşılan demokrasinin ödün veremeyeceği şart, şüphesiz halkın kendi iradesine olan bağlılığıdır.

Demokrasi yönetim metodolojisi zamanın gerekleri doğrultusunda değiştirildi, dönüştürülerek talep ve ihtiyaçlara cevap verecek duruma getirildi. Bunlardan en önemlisi, kuvvetler ayrılığına olan inancın, somutlaştırılarak kendisini kabul ettirmesi ile gerçekleşti. Yasama, Yürütme, Yargı kurumlarının (Medya ve lobicilik de bunlar arasında görülür) birbirini denetleyen ve frenleyen görev ayrışması içerisinde icraat gerçekleştirmeleri; Montesquieu ve Locke’un fikirleri sayesinde, 2. Dünya Savaşı sonrasına rastlar.

Gene 2. Dünya Savaşı'na atfen uygulama bulan AYM (Anayasa Mahkemeleri), değişik ülkelerde Anayasayı koruma kurumu olarak demokrasileri vesayet altına almış yapılanmalardır.  

Demokrasilerde başta gelen özellik, kanun yapıcılık ve yürütme hakkı yanı sıra denetleme mekanizmasıdır ve bu salahiyet gene halkın kendisindedir.

Yargı, yasamanın gerçekleştirdiği kanunları tasnif etme, gelen davaları onlara göre uyarlama ve uygulama görevi üstlenir; kısaca bürokrasinin bir koludur. Tarafsız olma (otonom) özelliği, hak arayanların hepsine eşit mesafede durması, ayrımcılık yapmaması ile sınırlıdır. 

Demokrasilerde halkın iradesinden daha yüksek irade söz konusu olamaz; zaten bu yüzden demokrasi yönetimi tercih edilir.

Temsiliyet temelli demokrasilerde transparent devlet oluşturulamama zaafından kaynaklanan toplum-devlet yabancılaşması yanı sıra vatandaşın yetersiz bilgilendirilmesi; halkı denetimden uzak tutarken; kuvvetlerin dikey işbirliği içerisinde olup olmadıkları da kuşku uyandırır ve bu kuşku, şartların değişmemesi halinde de hep aynı şekilde devam eder.

Halkın iradesini temsil eden demokratik rejimlerin üzerinde anayasayı koruma adı altında faaliyet gösteren mercii, yasa koyucuyu yok sayma, onun üzerinde konumlanma; halkın yasa yapma özgürlüğünü kısıtlayarak dar bir çerçeveye hapsetme anlamı taşır.

Hiçbir iradenin halkın iradesinin üzerinde olamayacağı demokrasi sisteminde, anayasa da halkın iradesinden doğmuş ve geçerliliği gene halk tarafından belirlenebilen metinden başka şey değildir. Bu bakımdan anayasanın değiştirilemez maddesi bulunamaz, her kural halk tarafından, talep doğrultusunda değiştirilir.

Halkın talebinden doğan bir yasanın anayasa ile uygunluğunun denetlenmesi absürt bir yaklaşımdır. Anayasaya uygun düşmeyen bir kanuna ihtiyaç duyulması, bizzat anayasanın yetersizliğine delalet eder ve onun gözden geçirilmesi gerekir.

Halkın, doğruluğuna inandığı varsayımlar (ilkeler, değerler) kanunların yasama aşamasında zaten göz ardı edilemez. Halkın sahip çıktığı, içselleştirdiği idealler de, günün birinde değişebileceği yahut dönüşebileceği düşünüldüğünde; toplum sözleşmeleri izafi geçerlilik içeren strüktürlerden oluşurlar. Çünkü karşıt siyasi grubun iktidar olması durumunda, sil baştan kanun ve düzenlemeler hayata geçirilebilir. Statükoyu sürdürecek muhalefet anlayışı rasyonel olamayacağından, muhalefet de kendi fikir ve düşüncelerini argümanlaştırarak alternatif sunma durumundadır, aksi takdirde muhalefet gereksizleşir. Muhalefetin oluşmasına temel kaynak teşkil eden karşıt tezler çoğunluk bulduğunda, değişen bir anayasa oluşabilir. Anayasalara bağlılık, kendi geçerlilik süreleri ile sınırlı olduğundan; demokrasilerde anayasanın ihtiyaç olup olmadığı ayrıca tartışılmalıdır, çünkü anayasanın kendisi vesayet kaynağıdır.

Parlamenter demokrasi modelinin tartışılabilmesi: Parlamentonun demokratik koşullarda yasalaştırdığı kanunların meşruiyetini, AYM ihlal edemez, yok sayamaz. AYM, halkın üstünde vesayet kuramaz, halkın onayladığı parlamento, yegane yetkili mercidir; Parlamento, halkın taleplerini dillendirir ve yasalaştırır, yanlış dahi olsa.

Denetleme ve tartışma işlevi, demokratik sistemlerde halkın kendisindedir.

Batı dünyasında, AYM’leri (Anayasa koruma mahkemeleri) tartışmaya açan Jürgen Habermas, Robert Alan Dahl gibi aydınlar, parlamentoyu vesayeti altına alan bu kurumları mercek altına alarak eleştiriyorlar.

Anayasayı Koruma Mahkemeleri fikrinin, -çok kuvvetli ihtimalle- Sokrates/Platon’un bekçilerden (phylakes) oluşan devlet kurgusunda dile getirilen, bir derin yapılanma uzantısı olduğu düşünülmektedir. Bu kurguya göre kendi yetiştirdikleri bekçilerin de hata yapabileceklerini düşünen filozoflar, ek bir önlem alarak denetleyici heyet kurarak bunu uygulamaya geçirmek isterler. Bu heyet sabaha karşı gizlice toplanarak yapılan günlük icraatları gözden geçirir ve onaylamadıkları hususları yasaklar.

Yasamanın, yürütmenin ve hatta yargının üzerinde konumlanan herhangi bir kurum, demokrasi düşüncesinin temel ilkelerine karşıdır. 

Yargı, adaletin eşit dağıtımını sağlayan bir kurum olduğundan, kendi salahiyeti yasama tarafından belirlenir. Üçüncü erk olması, keyfince kararlar alabilmesine hak tanımaz. Kendince yorumlar yaparak yasalara ayrı bir boyut kazandırma yetkisi yoktur.

Hukukçu, kendine rol biçerek yasaları kendi sistematiği içerisinde yorumladığında; demokrasinin bir anlamı kalmaz, jürokrasi rejimi devreye girer. 

Anayasa (yüksek mahkemelerin tümü) mahkemeleri tartışmaya açılmalıdır ki, özgürlüklerin önü açılabilsin.

Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com

Demokrasi, iki Yunanca kelimenin demos (halk) ve kratia (yönetim) bileşiminden meydana gelmiş bir kavram. Orijinalliğinden fazla şey kaybetmeden günümüze kadar gelebilmesini, bir taraftan daha iyi bir alternatifin olmayışına, diğer yandan insanın edinmiş olduğu tarihi tecrübelerin birikimine borçludur. Kimsenin boyunduruğu altına girmeyi istemeyen halkın, (kendi kendini) yönetimi olarak anlaşılan demokrasinin ödün veremeyeceği şart, şüphesiz halkın kendi iradesine olan bağlılığıdır.

Demokrasi yönetim metodolojisi zamanın gerekleri doğrultusunda değiştirildi, dönüştürülerek talep ve ihtiyaçlara cevap verecek duruma getirildi. Bunlardan en önemlisi, kuvvetler ayrılığına olan inancın, somutlaştırılarak kendisini kabul ettirmesi ile gerçekleşti. Yasama, Yürütme, Yargı kurumlarının (Medya ve lobicilik de bunlar arasında görülür) birbirini denetleyen ve frenleyen görev ayrışması içerisinde icraat gerçekleştirmeleri; Montesquieu ve Locke’un fikirleri sayesinde, 2. Dünya Savaşı sonrasına rastlar.

Gene 2. Dünya Savaşı'na atfen uygulama bulan AYM (Anayasa Mahkemeleri), değişik ülkelerde Anayasayı koruma kurumu olarak demokrasileri vesayet altına almış yapılanmalardır.  

Demokrasilerde başta gelen özellik, kanun yapıcılık ve yürütme hakkı yanı sıra denetleme mekanizmasıdır ve bu salahiyet gene halkın kendisindedir.

Yargı, yasamanın gerçekleştirdiği kanunları tasnif etme, gelen davaları onlara göre uyarlama ve uygulama görevi üstlenir; kısaca bürokrasinin bir koludur. Tarafsız olma (otonom) özelliği, hak arayanların hepsine eşit mesafede durması, ayrımcılık yapmaması ile sınırlıdır. 

Demokrasilerde halkın iradesinden daha yüksek irade söz konusu olamaz; zaten bu yüzden demokrasi yönetimi tercih edilir.

Temsiliyet temelli demokrasilerde transparent devlet oluşturulamama zaafından kaynaklanan toplum-devlet yabancılaşması yanı sıra vatandaşın yetersiz bilgilendirilmesi; halkı denetimden uzak tutarken; kuvvetlerin dikey işbirliği içerisinde olup olmadıkları da kuşku uyandırır ve bu kuşku, şartların değişmemesi halinde de hep aynı şekilde devam eder.

Halkın iradesini temsil eden demokratik rejimlerin üzerinde anayasayı koruma adı altında faaliyet gösteren mercii, yasa koyucuyu yok sayma, onun üzerinde konumlanma; halkın yasa yapma özgürlüğünü kısıtlayarak dar bir çerçeveye hapsetme anlamı taşır.

Hiçbir iradenin halkın iradesinin üzerinde olamayacağı demokrasi sisteminde, anayasa da halkın iradesinden doğmuş ve geçerliliği gene halk tarafından belirlenebilen metinden başka şey değildir. Bu bakımdan anayasanın değiştirilemez maddesi bulunamaz, her kural halk tarafından, talep doğrultusunda değiştirilir.

Halkın talebinden doğan bir yasanın anayasa ile uygunluğunun denetlenmesi absürt bir yaklaşımdır. Anayasaya uygun düşmeyen bir kanuna ihtiyaç duyulması, bizzat anayasanın yetersizliğine delalet eder ve onun gözden geçirilmesi gerekir.

Halkın, doğruluğuna inandığı varsayımlar (ilkeler, değerler) kanunların yasama aşamasında zaten göz ardı edilemez. Halkın sahip çıktığı, içselleştirdiği idealler de, günün birinde değişebileceği yahut dönüşebileceği düşünüldüğünde; toplum sözleşmeleri izafi geçerlilik içeren strüktürlerden oluşurlar. Çünkü karşıt siyasi grubun iktidar olması durumunda, sil baştan kanun ve düzenlemeler hayata geçirilebilir. Statükoyu sürdürecek muhalefet anlayışı rasyonel olamayacağından, muhalefet de kendi fikir ve düşüncelerini argümanlaştırarak alternatif sunma durumundadır, aksi takdirde muhalefet gereksizleşir. Muhalefetin oluşmasına temel kaynak teşkil eden karşıt tezler çoğunluk bulduğunda, değişen bir anayasa oluşabilir. Anayasalara bağlılık, kendi geçerlilik süreleri ile sınırlı olduğundan; demokrasilerde anayasanın ihtiyaç olup olmadığı ayrıca tartışılmalıdır, çünkü anayasanın kendisi vesayet kaynağıdır.

Parlamenter demokrasi modelinin tartışılabilmesi: Parlamentonun demokratik koşullarda yasalaştırdığı kanunların meşruiyetini, AYM ihlal edemez, yok sayamaz. AYM, halkın üstünde vesayet kuramaz, halkın onayladığı parlamento, yegane yetkili mercidir; Parlamento, halkın taleplerini dillendirir ve yasalaştırır, yanlış dahi olsa.

Denetleme ve tartışma işlevi, demokratik sistemlerde halkın kendisindedir.

Batı dünyasında, AYM’leri (Anayasa koruma mahkemeleri) tartışmaya açan Jürgen Habermas, Robert Alan Dahl gibi aydınlar, parlamentoyu vesayeti altına alan bu kurumları mercek altına alarak eleştiriyorlar.

Anayasayı Koruma Mahkemeleri fikrinin, -çok kuvvetli ihtimalle- Sokrates/Platon’un bekçilerden (phylakes) oluşan devlet kurgusunda dile getirilen, bir derin yapılanma uzantısı olduğu düşünülmektedir. Bu kurguya göre kendi yetiştirdikleri bekçilerin de hata yapabileceklerini düşünen filozoflar, ek bir önlem alarak denetleyici heyet kurarak bunu uygulamaya geçirmek isterler. Bu heyet sabaha karşı gizlice toplanarak yapılan günlük icraatları gözden geçirir ve onaylamadıkları hususları yasaklar.

Yasamanın, yürütmenin ve hatta yargının üzerinde konumlanan herhangi bir kurum, demokrasi düşüncesinin temel ilkelerine karşıdır. 

Yargı, adaletin eşit dağıtımını sağlayan bir kurum olduğundan, kendi salahiyeti yasama tarafından belirlenir. Üçüncü erk olması, keyfince kararlar alabilmesine hak tanımaz. Kendince yorumlar yaparak yasalara ayrı bir boyut kazandırma yetkisi yoktur.

Hukukçu, kendine rol biçerek yasaları kendi sistematiği içerisinde yorumladığında; demokrasinin bir anlamı kalmaz, jürokrasi rejimi devreye girer. 

Anayasa (yüksek mahkemelerin tümü) mahkemeleri tartışmaya açılmalıdır ki, özgürlüklerin önü açılabilsin.

Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com