Suriyeli sığınmacılara tolerans kapasitemiz -Tekrar-
Suriyeli sığınmacılara tolerans kapasitemiz -Tekrar-
- 07-09-2019 10:02
- 17751
- 07-09-2019 10:02
- 17751
- Sonuna "Mir gefällt das ich finde den Artikel einfach klasse!” -Makalenin harika olduğunu düşünüyorum.- denilerek ilk yayınlandığı günlerde "Ayla Neumann” imzalı bir de not düşülen bu yazı, 21 Mart 2016'da, aynı başlık altında bu site ve bu sütunda yayımlanmıştı… Yazının tekrar, o günlerden bu günlere neler değişmiş, uygulamada ve o günlerde bu yazıda belirtilen öngörülerde ne gibi tesbitler yer almış tekrar bir bakılmasında fayda var..
Yazılarına uzunca bir süredir ara vererek, kitap çalışmalarına yönelen yazarımız Yavuz Yıldırım'ın tesbit ve yapılması gerekenlere dair söyledikleri ile pek çok satırının altı çizilerek okunası bu yazısını, değerinden hiçbir şey kaybetmemesi sebebiyle ve okuyamayanların da olduğunu görerek/bilerek, okuyanların ise yeniden okuması gerektiğine inanarak bir kere daha sunuyoruz. -
:
Planlanmamış herhangi bir sorunun ortaya çıkmasıyla, geliştirilebilecek çözümler, istenen sonucu vermeye uzak kalırlar.
Öngörülebilen gelişmeler için planlar hazırlanır, yeri geldiğinde uygulama bularak, sorunun başlangıç aşaması az hatayla atlatılabilme şansına sahip olur. Bu öngörülmezlik çok katmanlı, geniş yelpazeye yayılan bilinmezlerle dolu olduğu için yapılacak ön konsept çalışmasında, bilinmez parametrelerin asgariye indirilerek ilerleme sağlanması mümkün olacaktır.
Bilinmeyenler arasında: Sığınmacıların Türkiye’de ikametlerinin geçici statüde mi yoksa kalıcı niyet ve arzulardan mı kaynaklanıyor bu açıklığa kavuşturulmalıdır.
Burada kalmak isteyenlerin, topluma uyum sağlayabilmeleri için, dil öğrenme, okula gitme, iş hayatına katılma ve Türkiye toplum yapısı hakkında bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır. Bunun için eski deneyimlerin gözden geçirilmesi, göç almış ülkelerin deneyimleri ve daha da önemlisi, sosyal bilimciler tarafından saha çalışmaları icra edilmesi gerekir.
Sığınmacıların halk tarafından kabul edilmeleri ise en büyük sorun olacaktır.
Avrupa Birliği’nde yaşanan toplumsal sorunların kaynağı, (geçmiş dönemlerde) davet edilen ‘geçici iş gücü’nün kalıcı olması ile birlikte; zaten halkın benimsemediği bu insanlar, günah keçisine dönüştürülerek, kin ve nefret duygularının beslenmesine neden olmuştu.
Zengin bir toplumun beklentileri robot insanların kendi kirli, zor işlerinin, mümkün olduğunca seyirci dahi olmadan gözden uzak icra edilmesini gerçekleştirmeye dönüktür.
Ne zaman ki temizlikçi robotların maskeleri altından insanlar göründü, Avrupalı, ilk yüzleşmesini mültecilerle gerçekleştirmek zorunda kaldı.
Bu yabancılar, kendileri gibi yemek yiyen, çocukları ile parklara giden insanlardı. Fakat göçmen (geçici) işçiler, gerçek bir kabul görmedi, hep yabancı olarak kaldılar.
Uzun yıllara yayılan entegrasyon-asimilasyon konseptleri, arzulanan başarıya ulaşamadı.
Günümüzde dahi her soruna sebep arayışında, müsebbipler yabancılar arasında aranıyor. Ve gerçekten de ülkede misafir işçilerin torunları destabile faktörü görünümüne malzeme taşıyor.
Yerliler gibi olamamanın dezavantajlarını sosyal-iş ve meslek alanlarında yaşayan bu insanların kriminalize olma eğilimi de yüksek.
Avrupa’nın bu (geçmiş) deneyimi, aktüel göç akımını engellemeye yönelik adımlar attırıyor.
İhtiyaç duyduğu meslek gruplarını ülke ekonomisine katmak isterken, kendisine mali-sosyal yük getirecek sığınmacıları Türkiye’ye gönderen formül geliştirmiş durumda.
Yapılan bu son anlaşmanın menfi etkileri, Türkiye üzerinde yakın bir gelecekte görülecektir.
Bu noktada iki konu dikkate şayandır:
a) Türkiye’ye sığınan Suriyeliler, canlarını kurtarmak amacı güderek geldi;
b) Bunlardan bazılarının Avrupa’yı tercih etmelerinin nedenleri, daha sonraki aşamada ehemmiyet kazanan unsur olacaktır.
a.) Canını kurtaran Suriyelilere gösterilen müsamaha, yetkililerin deneyimsizlikleri yüzünden içinden çıkılamayacak sorunlara gebe.
Çadır kentlerde barınması gereken bu insanlar, Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar ulaştı. Bu çok garip bir durumdur; Avrupa’ya (önceki yıllarda) gelen misafir işçilerin, gettolar kurarak bir arada yaşamalarına dair gösterilen birden çok sebep arasında, dile-topluma-kültüre ve yasalara olan yabancılıkları vardı ve bunlar, onları ürküten faktörlerdi.
Denetimsizliğin faturası elbet ödenecektir fakat Suriyeli sığınmacıların, bu kadar hızlı yayılmalarının birileri tarafından, belirli bir amaç için organize edilmiş olma riski taşıdığı da düşünülmelidir.
b.) Hayatını Türkiye sınırları içinde garantiye alan bir sığınmacıyı Batı’ya yönelten motivasyon ne olabilir! Daha iyi yaşam standardı…
Bunun için karanlık sularda ölümü göze almak hangi mantıkla açıklanabilir; deniz bu kadar ölü vermişken!
Batı’ya göç, aniden ortaya çıkan bir fırsat değerlendirmesi midir! “Fırsat nedir” sorusu da bir o kadar önemlidir.
Fırsatın farkına varan kim veya kimlerdir!
Ölümden çekinmeyen bu Batı yolcuları, neden kendi ülkelerinde çarpışmak yerine, denizlerde ölmeyi, tehlikeli, zorlu göçü göze alarak, her sınırda aşağılanarak hedeflerine inatla devam ettiler.
Yol ve yöntem kimler tarafından öğretildi!
Oldukça organize olmuş gibi görünen bu göçün getireceği sonuçların hesaplanmış olduğuna inanıyorum.
Batı’yı çökertebilecek bir planın parçası olması, bir değil birçok odağın işine gelen bu gelişmenin misyonu:
1- Sömürücü Batı’yı destabilize etmek;
2- Savaşı, savaşa müsebbip olanların topraklarında sürdürmek, olamaz mı!
Politik çıkarım, Sığınmacıların düzensiz ve denetimsiz Türkiye geneline yayılmaları, sorunların ilk habercileridir, bu durum önlenmeli ve bir konsept hazırlanmalıdır.
Sığınmacı statüsünde bulunan bu insanların savaş sonrası ülkelerine gidecekleri garantisi yoktur. Bu insanların, savaş sonrası dönemde ne olacaklarının şimdiden ve hemen planlanması gerekir.
Batı, etkin bir stratejiyle üzerindeki yükü Türkiye’ye yıkmayı başarmış görünüyor.
Bu politik basiretsizliğin çok daha fazla pahalıya patlamasını önlemek için sosyal bilimcilerin araştırarak en iyi stratejileri geliştirmelerinin ülke yararına olacağı kanısındayım.
Suriyeli sığınmacıların, “Muhacir-Ensar” ile ilişkilendirilerek dini terminolojinin kullanılması, sağlıklı bir yaklaşımdan uzak, hâlihazırdaki durumu idare ederek sorunların fark edilememesidir.
Herhangi bir kişisel nedenden yahut sığınmacılardan kaynaklanan aykırı davranışların; önce kızgınlığa, sonra öfkeye ve nihayetinde agresifliğe dönüşerek, bir çocuğun kum torbası gibi yere fırlatıldığına şahit olduk ve bu durumun artarak sürdürülebileceği öngörülmelidir.
Aç kalan, işsiz kalan, Suriyelileri suçlayacak; çünkü kendi vatanlarında işsiz kalan vatandaş, iş bulup çalışan Suriyeliye kin güdecektir.
Her insan, kendisini kendi ülkesinin birinci sınıf vatandaşı olarak gördüğünden, geriye kalanlara ikinciliği reva görmeye meyillidir.
Yaşanan göç dalgasındaki tehlikeyi sezen Batı’nın, çatırdayan varlığını korumak için ahlaki değerleri artık anlamlı bulmayarak elinin tersiyle itmesi, Batı’nın güvenirliği ve sahiciliği yorumuna yer bırakmayacak yalınlıktadır.
Bu bağlamda yapılan anlaşmaların da ahlaki olacağı sanılmamalıdır.
Tekrarlıyorum:
Sığınmacılar, belirlenen merkezlere toplanmalı, insani yardımı devlet üstlenmeli ve savaş sonrası yurtlarına gitmeleri sağlanmalıdır.
Umut ederim; Türkiye’yi örümcek ağı gibi kaplamış sığınmacılar, potansiyel tehlike (uyuyan hücreler) arz etmezler. Çünkü Türkiye’ye sığınanların kimlikleri bilinmiyor (El Muhaberat, IŞİD vs). Türkiye’de yürütülen savaş, çok yönlülüğe doğru yol alırken, kullanılabilecek her malzeme değerlendirilecektir.
Suriye’den gelenlerin burayı da Suriyeleştirme riski birçok odağın işine gelir!
.
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com
Yazının ilk yayınlanan hali için alttaki başlığa tıklayın:
- Sonuna "Mir gefällt das ich finde den Artikel einfach klasse!” -Makalenin harika olduğunu düşünüyorum.- denilerek ilk yayınlandığı günlerde "Ayla Neumann” imzalı bir de not düşülen bu yazı, 21 Mart 2016'da, aynı başlık altında bu site ve bu sütunda yayımlanmıştı… Yazının tekrar, o günlerden bu günlere neler değişmiş, uygulamada ve o günlerde bu yazıda belirtilen öngörülerde ne gibi tesbitler yer almış tekrar bir bakılmasında fayda var..
Yazılarına uzunca bir süredir ara vererek, kitap çalışmalarına yönelen yazarımız Yavuz Yıldırım'ın tesbit ve yapılması gerekenlere dair söyledikleri ile pek çok satırının altı çizilerek okunası bu yazısını, değerinden hiçbir şey kaybetmemesi sebebiyle ve okuyamayanların da olduğunu görerek/bilerek, okuyanların ise yeniden okuması gerektiğine inanarak bir kere daha sunuyoruz. -
:
Planlanmamış herhangi bir sorunun ortaya çıkmasıyla, geliştirilebilecek çözümler, istenen sonucu vermeye uzak kalırlar.
Öngörülebilen gelişmeler için planlar hazırlanır, yeri geldiğinde uygulama bularak, sorunun başlangıç aşaması az hatayla atlatılabilme şansına sahip olur. Bu öngörülmezlik çok katmanlı, geniş yelpazeye yayılan bilinmezlerle dolu olduğu için yapılacak ön konsept çalışmasında, bilinmez parametrelerin asgariye indirilerek ilerleme sağlanması mümkün olacaktır.
Bilinmeyenler arasında: Sığınmacıların Türkiye’de ikametlerinin geçici statüde mi yoksa kalıcı niyet ve arzulardan mı kaynaklanıyor bu açıklığa kavuşturulmalıdır.
Burada kalmak isteyenlerin, topluma uyum sağlayabilmeleri için, dil öğrenme, okula gitme, iş hayatına katılma ve Türkiye toplum yapısı hakkında bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır. Bunun için eski deneyimlerin gözden geçirilmesi, göç almış ülkelerin deneyimleri ve daha da önemlisi, sosyal bilimciler tarafından saha çalışmaları icra edilmesi gerekir.
Sığınmacıların halk tarafından kabul edilmeleri ise en büyük sorun olacaktır.
Avrupa Birliği’nde yaşanan toplumsal sorunların kaynağı, (geçmiş dönemlerde) davet edilen ‘geçici iş gücü’nün kalıcı olması ile birlikte; zaten halkın benimsemediği bu insanlar, günah keçisine dönüştürülerek, kin ve nefret duygularının beslenmesine neden olmuştu.
Zengin bir toplumun beklentileri robot insanların kendi kirli, zor işlerinin, mümkün olduğunca seyirci dahi olmadan gözden uzak icra edilmesini gerçekleştirmeye dönüktür.
Ne zaman ki temizlikçi robotların maskeleri altından insanlar göründü, Avrupalı, ilk yüzleşmesini mültecilerle gerçekleştirmek zorunda kaldı.
Bu yabancılar, kendileri gibi yemek yiyen, çocukları ile parklara giden insanlardı. Fakat göçmen (geçici) işçiler, gerçek bir kabul görmedi, hep yabancı olarak kaldılar.
Uzun yıllara yayılan entegrasyon-asimilasyon konseptleri, arzulanan başarıya ulaşamadı.
Günümüzde dahi her soruna sebep arayışında, müsebbipler yabancılar arasında aranıyor. Ve gerçekten de ülkede misafir işçilerin torunları destabile faktörü görünümüne malzeme taşıyor.
Yerliler gibi olamamanın dezavantajlarını sosyal-iş ve meslek alanlarında yaşayan bu insanların kriminalize olma eğilimi de yüksek.
Avrupa’nın bu (geçmiş) deneyimi, aktüel göç akımını engellemeye yönelik adımlar attırıyor.
İhtiyaç duyduğu meslek gruplarını ülke ekonomisine katmak isterken, kendisine mali-sosyal yük getirecek sığınmacıları Türkiye’ye gönderen formül geliştirmiş durumda.
Yapılan bu son anlaşmanın menfi etkileri, Türkiye üzerinde yakın bir gelecekte görülecektir.
Bu noktada iki konu dikkate şayandır:
a) Türkiye’ye sığınan Suriyeliler, canlarını kurtarmak amacı güderek geldi;
b) Bunlardan bazılarının Avrupa’yı tercih etmelerinin nedenleri, daha sonraki aşamada ehemmiyet kazanan unsur olacaktır.
a.) Canını kurtaran Suriyelilere gösterilen müsamaha, yetkililerin deneyimsizlikleri yüzünden içinden çıkılamayacak sorunlara gebe.
Çadır kentlerde barınması gereken bu insanlar, Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar ulaştı. Bu çok garip bir durumdur; Avrupa’ya (önceki yıllarda) gelen misafir işçilerin, gettolar kurarak bir arada yaşamalarına dair gösterilen birden çok sebep arasında, dile-topluma-kültüre ve yasalara olan yabancılıkları vardı ve bunlar, onları ürküten faktörlerdi.
Denetimsizliğin faturası elbet ödenecektir fakat Suriyeli sığınmacıların, bu kadar hızlı yayılmalarının birileri tarafından, belirli bir amaç için organize edilmiş olma riski taşıdığı da düşünülmelidir.
b.) Hayatını Türkiye sınırları içinde garantiye alan bir sığınmacıyı Batı’ya yönelten motivasyon ne olabilir! Daha iyi yaşam standardı…
Bunun için karanlık sularda ölümü göze almak hangi mantıkla açıklanabilir; deniz bu kadar ölü vermişken!
Batı’ya göç, aniden ortaya çıkan bir fırsat değerlendirmesi midir! “Fırsat nedir” sorusu da bir o kadar önemlidir.
Fırsatın farkına varan kim veya kimlerdir!
Ölümden çekinmeyen bu Batı yolcuları, neden kendi ülkelerinde çarpışmak yerine, denizlerde ölmeyi, tehlikeli, zorlu göçü göze alarak, her sınırda aşağılanarak hedeflerine inatla devam ettiler.
Yol ve yöntem kimler tarafından öğretildi!
Oldukça organize olmuş gibi görünen bu göçün getireceği sonuçların hesaplanmış olduğuna inanıyorum.
Batı’yı çökertebilecek bir planın parçası olması, bir değil birçok odağın işine gelen bu gelişmenin misyonu:
1- Sömürücü Batı’yı destabilize etmek;
2- Savaşı, savaşa müsebbip olanların topraklarında sürdürmek, olamaz mı!
Politik çıkarım, Sığınmacıların düzensiz ve denetimsiz Türkiye geneline yayılmaları, sorunların ilk habercileridir, bu durum önlenmeli ve bir konsept hazırlanmalıdır.
Sığınmacı statüsünde bulunan bu insanların savaş sonrası ülkelerine gidecekleri garantisi yoktur. Bu insanların, savaş sonrası dönemde ne olacaklarının şimdiden ve hemen planlanması gerekir.
Batı, etkin bir stratejiyle üzerindeki yükü Türkiye’ye yıkmayı başarmış görünüyor.
Bu politik basiretsizliğin çok daha fazla pahalıya patlamasını önlemek için sosyal bilimcilerin araştırarak en iyi stratejileri geliştirmelerinin ülke yararına olacağı kanısındayım.
Suriyeli sığınmacıların, “Muhacir-Ensar” ile ilişkilendirilerek dini terminolojinin kullanılması, sağlıklı bir yaklaşımdan uzak, hâlihazırdaki durumu idare ederek sorunların fark edilememesidir.
Herhangi bir kişisel nedenden yahut sığınmacılardan kaynaklanan aykırı davranışların; önce kızgınlığa, sonra öfkeye ve nihayetinde agresifliğe dönüşerek, bir çocuğun kum torbası gibi yere fırlatıldığına şahit olduk ve bu durumun artarak sürdürülebileceği öngörülmelidir.
Aç kalan, işsiz kalan, Suriyelileri suçlayacak; çünkü kendi vatanlarında işsiz kalan vatandaş, iş bulup çalışan Suriyeliye kin güdecektir.
Her insan, kendisini kendi ülkesinin birinci sınıf vatandaşı olarak gördüğünden, geriye kalanlara ikinciliği reva görmeye meyillidir.
Yaşanan göç dalgasındaki tehlikeyi sezen Batı’nın, çatırdayan varlığını korumak için ahlaki değerleri artık anlamlı bulmayarak elinin tersiyle itmesi, Batı’nın güvenirliği ve sahiciliği yorumuna yer bırakmayacak yalınlıktadır.
Bu bağlamda yapılan anlaşmaların da ahlaki olacağı sanılmamalıdır.
Tekrarlıyorum:
Sığınmacılar, belirlenen merkezlere toplanmalı, insani yardımı devlet üstlenmeli ve savaş sonrası yurtlarına gitmeleri sağlanmalıdır.
Umut ederim; Türkiye’yi örümcek ağı gibi kaplamış sığınmacılar, potansiyel tehlike (uyuyan hücreler) arz etmezler. Çünkü Türkiye’ye sığınanların kimlikleri bilinmiyor (El Muhaberat, IŞİD vs). Türkiye’de yürütülen savaş, çok yönlülüğe doğru yol alırken, kullanılabilecek her malzeme değerlendirilecektir.
Suriye’den gelenlerin burayı da Suriyeleştirme riski birçok odağın işine gelir!
.
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com
Yazının ilk yayınlanan hali için alttaki başlığa tıklayın: