Demokrasiye müdahale olarak Trump Davası
Demokrasiye müdahale olarak Trump Davası
- 27-08-2023 01:01
- 3539
- 27-08-2023 01:01
- 3539
Amerika’da Trump seçime girmesin diye neredeyse hapse atacaklar.
Gözaltına alınıp, kefaletle serbest bırakıldı, kriminal fotoğrafı basına dağıtıldı.
Bizde bu olayı, ABD’de demokrasinin zaferi, hukukun üstünlüğü sananlar var.
Kusura bakmasınlar ama bu sonuca varmak o kadar kolay olmasa gerek. Ama bizim için geçerli olan galiba, daha ziyade seçimler sonrası yaşanan kuyruk acısının sonucu olan bir savrulma.
Demokrasilerde iki uçtan birine savrulmak gibi bir risk vardır; bunlardan biri “seçimle gelen aklına eseni yapabilir” diye özetlenebilecek ‘çoğunlukçuluk’ veya ‘seçimli otoriterlik’tir.
Biz bu örneği yakından tanıyoruz.
İkinci risk, seçimle geleni askeri veya hukuki müdahale ile uzaklaştırmak yöntemidir.
Dünya ölçeğinde bir demokrasi krizi yaşandığı günümüzde, pek çok ülkede, bu iki uçtan birine savrulmak şeklinde bir süreç yaşanıyor.
Bizim gibi pek çok ülkede seçimli otoriterlik öne çıkıyor.
Daha az gelişmiş ülkelerde, son olarak Sudan, Burkino Faso, Mali ve Nijer’de yaşandığı gibi art arda gelen darbeler gibi askeri darbeler oldu.
Şimdilerde, askeri müdahale haklı olarak itibarsız, ama daha gelişmiş ülkelerde görülen hukuki müdahale ise itibarlı hâle gelmiş vaziyette.
Aslında, işin içinde ‘hukukilik’ iddiası olduğunda kafaların karışması doğal gibi görünüyor.
Ama öyle değil.
Öncelikle hukuk/yargı alanı, hiçbir ülkede sanıldığı gibi siyasetten tamamıyla bağımsız bir alan değildir, olamaz.
Siyasi çatışmaların ılımlı seyrettiği zamanlarda görece bağımsız işleyen hukuk sistemleri, gerilimler attığı oranda siyasileşir.
Son olarak İsrail’de yaşanan örnekte, Netanyahu koalisyonunun çoğunlukçu aşırılıklarına karşı, Yüksek Mahkeme’nin siyasete müdahalesi kafa kafaya gelmiş vaziyette.
Brezilya’da fazlasıyla siyasileşmiş yüksek mahkeme, seçim sürecinde Lula’nın rakibini sonuna kadar hırpaladı, seçim sonrasında siyasetten yasakladı.
Sadece iyi kötü demokrasi denilebilecek yerlerde değil, mesela Pakistan’da da aktivist bir yargı sistemi, hep siyasetin içinde olmuştur.
Kısacası, yargının siyasete müdahalesi, ilk bakışta göründüğü kadar masum olmayabilir.
Ama asıl önemlisi, demokrasi krizlerinin yargı/hukuk üzerinden geçiştirilmeye çalışılması.
Seçimler her şey olmamalı ama, demokratik temsilin en önemli ayaklarından biri olduğu da göz ardı edilmemeli.
Toplumun yarısı veya önemli bir kısmı ‘otoriter popülist’ bir siyasi lidere oy veriyorsa, yargı ile demokrasiye rötuş yapmak yerine, ardındaki nedenleri ciddiye almak lazım.
Yoksa, bu rötuşlar da sonuçta işe yaramıyor, tepkiyi, öfkeyi, söz konusu parti veya lideri güçlendiriyor.
Trump konusunda olan da bu.
2024 seçimlerine giden süreçte, Trump’a destek bir türlü azalmadı, Cumhuriyetçi Parti içinden muhalefet de sonuç vermedi, buna karşın Demokrat Parti’den ikinci kez aday olmakta ısrar eden Biden’ın onca çabaya rağmen yıldızı bir türlü yükselmiyor.
Seçimler yaklaştıkça Trump davalarının alevlenmesinin nedeni de bu.
Trump tabii ki masum, makbul bir politikacı değil, ama diğerlerinden en önemli farkı, karanlık Amerika’nın çıplak yüzü olması, cilalı taş devrine geçememiş olması.
Bu uzun meseleyi bu yazının sınırları içine sığdırmak zor ama bir-iki hatırlatma yapayım.
Trump’ın seçim kazanmasının nedeni, sadece Hilary Clinton’un sevimsizliği ve karanlık geçmişi değil, hatta kendini yalnız hisseden beyaz alt sınıfın, liberal seçkinlere karşı öfkesi de değil, küreselci sermayeye karşı ‘yerli ekonomi’ tepkisi olarak değerlendirilmişti.
Ancak Biden da sonuçta iç piyasayı destekleyen, korumacı bir ekonomik siyaset izlemek zorunda kaldı.
Dış siyasette de Trump dönemi ile Biden dönemi arasında büyük örtüşmeler söz konusu.
Suudi veliahdına katil diyen Biden, ayağına gitmek zorunda kaldı, İsrail-Arap yakınlaşması çabaları da Trump’ın açtığı yoldan ilerletilmeye çalışıldı, vs.
En büyük fark Rusya konusunda olabilirdi, ki o da ayrı bir uzun hikâye.
Son olarak, Trump’a isnat edilen suçların adamın üslupsuzluğu mu, yoksa hukuki bir suç olup olmadığı konusu da fazlasıyla tartışmalı.
Amerika’da, bu davayı yargının bağımsızlığı, demokrasinin zaferinin kanıtı olarak görenlerin kaç tanesi, iddianameler ve onlara zemin teşkil eden hukuki içtihatları okuyup, anladı merak ediyorum.
Varsa, beri gelsin.
Türkiye’de çoğunlukçu otoriter sisteme karşı seçim yarışını kaybedenlerin, Amerika’ya bakıp iç geçirmesini anlayabiliyorum.
Ama, inanın demokrasi krizlerinin bir ucunda boğulup, diğerini hayal etmek çıkmaz sokaktır.
Ayrıca ayıptır, demokrasiye inanlara yakışmaz.
Artık böyle bir yol mümkün de değil, ama bu yola 2008 AK Parti’yi kapatma davası ile çıkılmaya çalışıldığını unutmayalım.
Sonuçta, aslında, mesele, Anayasa Mahkemesinin makul kararı ile kapanmadı, demokrasiye bu açık müdahaleye karşı tepkinin izleri hâlâ devam ediyor.
Bilmem anlatabildim mi?
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
Amerika’da Trump seçime girmesin diye neredeyse hapse atacaklar.
Gözaltına alınıp, kefaletle serbest bırakıldı, kriminal fotoğrafı basına dağıtıldı.
Bizde bu olayı, ABD’de demokrasinin zaferi, hukukun üstünlüğü sananlar var.
Kusura bakmasınlar ama bu sonuca varmak o kadar kolay olmasa gerek. Ama bizim için geçerli olan galiba, daha ziyade seçimler sonrası yaşanan kuyruk acısının sonucu olan bir savrulma.
Demokrasilerde iki uçtan birine savrulmak gibi bir risk vardır; bunlardan biri “seçimle gelen aklına eseni yapabilir” diye özetlenebilecek ‘çoğunlukçuluk’ veya ‘seçimli otoriterlik’tir.
Biz bu örneği yakından tanıyoruz.
İkinci risk, seçimle geleni askeri veya hukuki müdahale ile uzaklaştırmak yöntemidir.
Dünya ölçeğinde bir demokrasi krizi yaşandığı günümüzde, pek çok ülkede, bu iki uçtan birine savrulmak şeklinde bir süreç yaşanıyor.
Bizim gibi pek çok ülkede seçimli otoriterlik öne çıkıyor.
Daha az gelişmiş ülkelerde, son olarak Sudan, Burkino Faso, Mali ve Nijer’de yaşandığı gibi art arda gelen darbeler gibi askeri darbeler oldu.
Şimdilerde, askeri müdahale haklı olarak itibarsız, ama daha gelişmiş ülkelerde görülen hukuki müdahale ise itibarlı hâle gelmiş vaziyette.
Aslında, işin içinde ‘hukukilik’ iddiası olduğunda kafaların karışması doğal gibi görünüyor.
Ama öyle değil.
Öncelikle hukuk/yargı alanı, hiçbir ülkede sanıldığı gibi siyasetten tamamıyla bağımsız bir alan değildir, olamaz.
Siyasi çatışmaların ılımlı seyrettiği zamanlarda görece bağımsız işleyen hukuk sistemleri, gerilimler attığı oranda siyasileşir.
Son olarak İsrail’de yaşanan örnekte, Netanyahu koalisyonunun çoğunlukçu aşırılıklarına karşı, Yüksek Mahkeme’nin siyasete müdahalesi kafa kafaya gelmiş vaziyette.
Brezilya’da fazlasıyla siyasileşmiş yüksek mahkeme, seçim sürecinde Lula’nın rakibini sonuna kadar hırpaladı, seçim sonrasında siyasetten yasakladı.
Sadece iyi kötü demokrasi denilebilecek yerlerde değil, mesela Pakistan’da da aktivist bir yargı sistemi, hep siyasetin içinde olmuştur.
Kısacası, yargının siyasete müdahalesi, ilk bakışta göründüğü kadar masum olmayabilir.
Ama asıl önemlisi, demokrasi krizlerinin yargı/hukuk üzerinden geçiştirilmeye çalışılması.
Seçimler her şey olmamalı ama, demokratik temsilin en önemli ayaklarından biri olduğu da göz ardı edilmemeli.
Toplumun yarısı veya önemli bir kısmı ‘otoriter popülist’ bir siyasi lidere oy veriyorsa, yargı ile demokrasiye rötuş yapmak yerine, ardındaki nedenleri ciddiye almak lazım.
Yoksa, bu rötuşlar da sonuçta işe yaramıyor, tepkiyi, öfkeyi, söz konusu parti veya lideri güçlendiriyor.
Trump konusunda olan da bu.
2024 seçimlerine giden süreçte, Trump’a destek bir türlü azalmadı, Cumhuriyetçi Parti içinden muhalefet de sonuç vermedi, buna karşın Demokrat Parti’den ikinci kez aday olmakta ısrar eden Biden’ın onca çabaya rağmen yıldızı bir türlü yükselmiyor.
Seçimler yaklaştıkça Trump davalarının alevlenmesinin nedeni de bu.
Trump tabii ki masum, makbul bir politikacı değil, ama diğerlerinden en önemli farkı, karanlık Amerika’nın çıplak yüzü olması, cilalı taş devrine geçememiş olması.
Bu uzun meseleyi bu yazının sınırları içine sığdırmak zor ama bir-iki hatırlatma yapayım.
Trump’ın seçim kazanmasının nedeni, sadece Hilary Clinton’un sevimsizliği ve karanlık geçmişi değil, hatta kendini yalnız hisseden beyaz alt sınıfın, liberal seçkinlere karşı öfkesi de değil, küreselci sermayeye karşı ‘yerli ekonomi’ tepkisi olarak değerlendirilmişti.
Ancak Biden da sonuçta iç piyasayı destekleyen, korumacı bir ekonomik siyaset izlemek zorunda kaldı.
Dış siyasette de Trump dönemi ile Biden dönemi arasında büyük örtüşmeler söz konusu.
Suudi veliahdına katil diyen Biden, ayağına gitmek zorunda kaldı, İsrail-Arap yakınlaşması çabaları da Trump’ın açtığı yoldan ilerletilmeye çalışıldı, vs.
En büyük fark Rusya konusunda olabilirdi, ki o da ayrı bir uzun hikâye.
Son olarak, Trump’a isnat edilen suçların adamın üslupsuzluğu mu, yoksa hukuki bir suç olup olmadığı konusu da fazlasıyla tartışmalı.
Amerika’da, bu davayı yargının bağımsızlığı, demokrasinin zaferinin kanıtı olarak görenlerin kaç tanesi, iddianameler ve onlara zemin teşkil eden hukuki içtihatları okuyup, anladı merak ediyorum.
Varsa, beri gelsin.
Türkiye’de çoğunlukçu otoriter sisteme karşı seçim yarışını kaybedenlerin, Amerika’ya bakıp iç geçirmesini anlayabiliyorum.
Ama, inanın demokrasi krizlerinin bir ucunda boğulup, diğerini hayal etmek çıkmaz sokaktır.
Ayrıca ayıptır, demokrasiye inanlara yakışmaz.
Artık böyle bir yol mümkün de değil, ama bu yola 2008 AK Parti’yi kapatma davası ile çıkılmaya çalışıldığını unutmayalım.
Sonuçta, aslında, mesele, Anayasa Mahkemesinin makul kararı ile kapanmadı, demokrasiye bu açık müdahaleye karşı tepkinin izleri hâlâ devam ediyor.
Bilmem anlatabildim mi?
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com