‘Depreme Dayanıklı Ülke’
‘Depreme Dayanıklı Ülke’
- 12-02-2023 01:10
- 6822
- 12-02-2023 01:10
- 6822
17 Ağustos 1999 depreminden sonra bu başlıkla bir yazı yazmıştım (Cogito, Deprem Özel Sayısı, Güz 1999). Deprem felaketlerinden sonra, ilk tepkiler, tartışmalar, vs.
Sonra, hiçbir şeyin değişmediğini, bu açıdan bu ülkenin depreme fazlasıyla ‘dayanıklı’ olduğu düşüncesinin ironik bir şekilde altını çizmeye çalışmıştım.
Aradan geçen neredeyse çeyrek asırdan sonra, maalesef aynı şeyi hissetmek, yazmak zorunda kalmak çok üzücü.
O günden bu yana, iktidar, hatta rejim değişti, arada önemli bir ekonomik büyüme dönemi yaşandı, deprem vergileri, fonları oluşturuldu, ama esasta hiçbir şey değişmemiş gibi görünüyor.
Yine hazırlıksızlık, yine denetimsizlik, yine rant kaygısı öncelikli inşaatlar, hepsi aynen devam etmiş. Bu arada, şehirler büyümüş, inşaatlar artmış ve dolayısı ile felaketin boyutları da büyümüş oldu.
Diğer taraftan, yine, “deprem ‘doğal afet’ midir? yaşananlar ‘kader’ midir?” tartışmaları da aynı şekilde gündeme gelmiş oldu. Deprem şüphesiz ‘doğal afet’tir, ama eğer bir doğal afet herkesi eşit şekilde etkilemiyor, öncelikle yoksulları mağdur ediyorsa, bu siyasi ve sosyal bir meseledir. Kader inancı ise, ‘kadere iman’ bu mağduriyetlerde sorumluluğu olanların işin içinden sıyrılması için bir gerekçe olamaz.
Öyle olsaydı, katillerin de öldürdükleri insan için “kaderi buymuş, eceli gelmiş” deyip, cezasız kalmaları gerekirdi. İnsanın sorumluluğu, kötü neticelere ‘vesile’ olmaktan kaçınmaktır, öyle olmasa idi, günah, vebal gibi sorumluluklarımız olmazdı.
İslam dininde, tüm İbrahimi dinlerde olduğu gibi, kader inancı, kötülükten kaçınma mesuliyeti ile çelişecek, yani eylemlerimizin sonuçlarından aklanacak şekilde yorumlanamaz.
Tedbirsizlik neticesi olan iş kazaları, afete dayanıksız inşaat müteahhitliği, bu konuda denetimi boşlayan siyasi karar mevkilerini işgal etmek dolaylı cinayet suçuna ortak olmaktır.
Tüm bunların gerisinde yatan nedenin, tedbirlere harcanacak maliyetten kaçmak, yani rant iştahı, yani açgözlülük olduğunu biliyoruz. Siyasi plandaki sorumluluk, siyasi destek kaygısı ile yüksek rant hevesine göz yummaktır.
Nitekim, felaketten hemen önce, yine bir seçim öncesi, ‘imar affı’ çıkması söz konusuydu ve pek çok insan, bu beklenti ile yeni inşaatlara girişti. Dahası, halihazırda kamu ihalesi ile yapılmış, hastane, yol, havaalanı yıkımı ile, siyasi sorumluların sadece rant iştahını görmezden gelmeyip, bir ahlaksız güruhuna doğrudan alan açmış olduğunu gördük.
Elbette, her şey, bu iktidarla başlamadı, ama bu iktidar ile aynı hızla devam etti, o nedenle kimse bu vebalden kaçamamalı. Hangi dönemde olursa olsun kuşkusuz öncelikle, sorgulanması gereken siyasi otoritedir. Kaldı ki, hâlihazırda, Türkiye’nin son yirmi yılı aşkın süre aynı partinin yönetimi altında olması, her konuda iktidarın sorumluluğunu arttırmış oldu.
Diğer taraftan ne mevcut iktidar ne daha öncekiler başımıza düşmüş gök taşı değil. Bu noktada, toplumsal sorumluluklarımız var, çoğumuzun, siyasi tercih yaparken, söz konusu meseleleri öncelikli olarak görmediği malum.
Çoğumuz, okumuş yazmış geçinenler, bu tür felaketlerde en çok bağırıp çağıranlar dahil denetimi sıkı tutan yönetim istemiyor, tam tersine kolay ruhsat veren yönetim istiyor.
En aydın, en burjuva geçinenlerin çoğu, kuralına uymaktansa, işini rüşvetle yürütmekten memnun. En dindar geçinenlerin çoğunun önceliği kâr, para, mevki, mertebe.
Hâl böyle olunca, iktidar olmak ve iktidarda kalmak, bu değirmeni çevirmek ile mümkün oluyor.
Her felaketten sonra, medyada sahne alan uzmanların, konuyu bilim, akıl meselesi olarak tartıştığına şahit oluyoruz.
Uzmanlıkları dolayısı ile konuya bu şekilde yaklaşmaları anlaşılır bir şey. Ancak bilmeleri gereken önemli bir şey daha var; toplumsal koşullardan, siyasetten bağımsız bir bilim, bilgi, akıl alanı yoktur.
Çürük inşaat yapan da ihaleyi ve ruhsatı veren de bunu bilgisizlikten değil, yüksek kâr beklentisi ve bu beklentide olanların siyasi destek peşinde koştuğu için yapıyor.
Deprem uzmanları, konularını iyi biliyor olabilir, ama toplum ve siyaset bilgilerinin az olduğu belli.
İşin bu kısmı mazur görülebilir. Ama böylesi bir ortamda bilgi yarışı havasına giren, kendinden başka jeolog beğenmeyen hatta, bilim alanın ağalığına soyunanlar fazlasıyla sevimsiz kaçıyor.
Çıkarmayın şu dikkat çekme bağımlısı, ergenlikte ikmale kalmış adamları, hatta ‘şu adamı’ karşımıza…
Acımızla boğuşurken fazladan asabımız bozulmasın.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
17 Ağustos 1999 depreminden sonra bu başlıkla bir yazı yazmıştım (Cogito, Deprem Özel Sayısı, Güz 1999). Deprem felaketlerinden sonra, ilk tepkiler, tartışmalar, vs.
Sonra, hiçbir şeyin değişmediğini, bu açıdan bu ülkenin depreme fazlasıyla ‘dayanıklı’ olduğu düşüncesinin ironik bir şekilde altını çizmeye çalışmıştım.
Aradan geçen neredeyse çeyrek asırdan sonra, maalesef aynı şeyi hissetmek, yazmak zorunda kalmak çok üzücü.
O günden bu yana, iktidar, hatta rejim değişti, arada önemli bir ekonomik büyüme dönemi yaşandı, deprem vergileri, fonları oluşturuldu, ama esasta hiçbir şey değişmemiş gibi görünüyor.
Yine hazırlıksızlık, yine denetimsizlik, yine rant kaygısı öncelikli inşaatlar, hepsi aynen devam etmiş. Bu arada, şehirler büyümüş, inşaatlar artmış ve dolayısı ile felaketin boyutları da büyümüş oldu.
Diğer taraftan, yine, “deprem ‘doğal afet’ midir? yaşananlar ‘kader’ midir?” tartışmaları da aynı şekilde gündeme gelmiş oldu. Deprem şüphesiz ‘doğal afet’tir, ama eğer bir doğal afet herkesi eşit şekilde etkilemiyor, öncelikle yoksulları mağdur ediyorsa, bu siyasi ve sosyal bir meseledir. Kader inancı ise, ‘kadere iman’ bu mağduriyetlerde sorumluluğu olanların işin içinden sıyrılması için bir gerekçe olamaz.
Öyle olsaydı, katillerin de öldürdükleri insan için “kaderi buymuş, eceli gelmiş” deyip, cezasız kalmaları gerekirdi. İnsanın sorumluluğu, kötü neticelere ‘vesile’ olmaktan kaçınmaktır, öyle olmasa idi, günah, vebal gibi sorumluluklarımız olmazdı.
İslam dininde, tüm İbrahimi dinlerde olduğu gibi, kader inancı, kötülükten kaçınma mesuliyeti ile çelişecek, yani eylemlerimizin sonuçlarından aklanacak şekilde yorumlanamaz.
Tedbirsizlik neticesi olan iş kazaları, afete dayanıksız inşaat müteahhitliği, bu konuda denetimi boşlayan siyasi karar mevkilerini işgal etmek dolaylı cinayet suçuna ortak olmaktır.
Tüm bunların gerisinde yatan nedenin, tedbirlere harcanacak maliyetten kaçmak, yani rant iştahı, yani açgözlülük olduğunu biliyoruz. Siyasi plandaki sorumluluk, siyasi destek kaygısı ile yüksek rant hevesine göz yummaktır.
Nitekim, felaketten hemen önce, yine bir seçim öncesi, ‘imar affı’ çıkması söz konusuydu ve pek çok insan, bu beklenti ile yeni inşaatlara girişti. Dahası, halihazırda kamu ihalesi ile yapılmış, hastane, yol, havaalanı yıkımı ile, siyasi sorumluların sadece rant iştahını görmezden gelmeyip, bir ahlaksız güruhuna doğrudan alan açmış olduğunu gördük.
Elbette, her şey, bu iktidarla başlamadı, ama bu iktidar ile aynı hızla devam etti, o nedenle kimse bu vebalden kaçamamalı. Hangi dönemde olursa olsun kuşkusuz öncelikle, sorgulanması gereken siyasi otoritedir. Kaldı ki, hâlihazırda, Türkiye’nin son yirmi yılı aşkın süre aynı partinin yönetimi altında olması, her konuda iktidarın sorumluluğunu arttırmış oldu.
Diğer taraftan ne mevcut iktidar ne daha öncekiler başımıza düşmüş gök taşı değil. Bu noktada, toplumsal sorumluluklarımız var, çoğumuzun, siyasi tercih yaparken, söz konusu meseleleri öncelikli olarak görmediği malum.
Çoğumuz, okumuş yazmış geçinenler, bu tür felaketlerde en çok bağırıp çağıranlar dahil denetimi sıkı tutan yönetim istemiyor, tam tersine kolay ruhsat veren yönetim istiyor.
En aydın, en burjuva geçinenlerin çoğu, kuralına uymaktansa, işini rüşvetle yürütmekten memnun. En dindar geçinenlerin çoğunun önceliği kâr, para, mevki, mertebe.
Hâl böyle olunca, iktidar olmak ve iktidarda kalmak, bu değirmeni çevirmek ile mümkün oluyor.
Her felaketten sonra, medyada sahne alan uzmanların, konuyu bilim, akıl meselesi olarak tartıştığına şahit oluyoruz.
Uzmanlıkları dolayısı ile konuya bu şekilde yaklaşmaları anlaşılır bir şey. Ancak bilmeleri gereken önemli bir şey daha var; toplumsal koşullardan, siyasetten bağımsız bir bilim, bilgi, akıl alanı yoktur.
Çürük inşaat yapan da ihaleyi ve ruhsatı veren de bunu bilgisizlikten değil, yüksek kâr beklentisi ve bu beklentide olanların siyasi destek peşinde koştuğu için yapıyor.
Deprem uzmanları, konularını iyi biliyor olabilir, ama toplum ve siyaset bilgilerinin az olduğu belli.
İşin bu kısmı mazur görülebilir. Ama böylesi bir ortamda bilgi yarışı havasına giren, kendinden başka jeolog beğenmeyen hatta, bilim alanın ağalığına soyunanlar fazlasıyla sevimsiz kaçıyor.
Çıkarmayın şu dikkat çekme bağımlısı, ergenlikte ikmale kalmış adamları, hatta ‘şu adamı’ karşımıza…
Acımızla boğuşurken fazladan asabımız bozulmasın.