Dünyadan bihaber olma lüksümüz yok

Dünyadan bihaber olma lüksümüz yok

Dünyadan bihaber olma lüksümüz yok Dünyadan bihaber olma lüksümüz yok

Dünyadan Bihaber Olma Lüksümüz Yok

Doğal olarak her ülkede iç siyaset konuları dünya ölçeğinde olanların önüne geçiyor, hepimiz öncelikle kendi ülkemizde olanlarla meşgulüz. Ancak, bizim ülkemizde, üstelikte, Doğu ile Batı arasında önemli bir yer işgal ettiğimiz halde, dış dünyaya karşı muazzam bir ilgisizlik var. Üstelik, bu durum, sadece iç siyasi tartışmaların yoğunlaştığı, kutuplaştığı dönemlere ilişkin bir sorun da değil, öteden beri böyle. 

Yakın zamana kadar, bu durum, Türkiye’de aydınların Batı dünyasına odaklı olmaları ile izah edilmeye çalışılırdı. O da değil. Tam tersine, Türkiye’nin AB üyeliğinin en çok gündemde olduğu doksanlı yıllarda, akademi de entelektüel dünya da siyaset dünyası da Batı Avrupa’da yaşanan siyasi gelişmeler ve tartışmalardan da uzak kalmaya devam ediliyordu. Öncelikle ilgisizlik, dışa kapanıklık dediğimiz tutumun, dünya çapında siyaseti izleme tembelliği ve bunun sonucu olan bilgisizlik ve ilgisizlik olmadığını düşünüyorum. 

Belki Batı dışı pek çok diğer ülke için de aynı durum söz konusudur.

Dünyayı izlemek genel olarak, dünyaya şekil verecek denli güçlü olanların işi olarak görülür. Diğer taraftan, Batı merkezli bir dünyada yaşadığımız için, tüm dünya, hangi coğrafyada olursa olsun, öncelikle Batı’da olanlardan haberdardır. Ama tam olarak o da değil, Batı dünyasında olan bitenden kaba hatları ile haberdar olmanın sınırı da nihayet, başta ABD olmak üzere bu ülkelerde kimin başkan, başbakan olduğu ve afaki olaylarla ile sınırlıdır. 

Bu sınırların dışında, Batı dünyası, dışındakiler için ‘muhayyel’ bir dünyadır. Her ülkenin yaşadığı sorunları, çoktan tarihin gerisinde bırakmış, çözmüş bir üst standart alemidir.

Bir ülkede yaşanan tüm olumsuzluklar, bu muhayyel alemin dışında kalmak, ona bir türlü yetişememekten kaynaklanıyordur. Batı’ya dair bilmemiz gereken bu üst standardın mimarları, yani uygar düşünce dünyası, onun öne çıkardığı kavramlar, ilkeler, kurumlardır, güncel gelişmeler değil. 

Dünyaya bu açıdan bakmayan, dahası Batı dünyasına karşı mesafeli olanlar için de tersinden benzer bir durum söz konusudur. Onlara göre de tüm sorunların kaynağı, Batı dünyası, Batılıların dayatması, baskısı, müdahalesinin sonucudur, Batı’ya ilişkin bilinmesi gereken bundan ibarettir. 

Yeni yüzyılda siyasi çatışma hatları

İdeolojilerin etkin olduğu dönemde, dış dünyaya bakış, farklı ideolojilerin mensup veya sempatizanları için, kendi ideolojilerinin kalıplaşmış görüşleri çerçevesinde şekilleniyordu.

Sol siyaset yelpazesi, farklı derecelerde de olsa, kültürel olarak Batıcı, siyasal olarak Batı (emperyalizmi) karşıtı idi. Buna karşılık, sağ siyaset yelpazesi, kültürel olarak Doğucu (veya daha doğrusu yerlici), siyasal olarak ise komünizm karşıtlığı üzerinden Batıcı idi. 

Soğuk Savaş’ın sonundan itibaren, bu kalıplar da değişti, hatta ortadan kalktı ve yerini büyük bir boşluğa bıraktı. Dahası bu durum sadece Türkiye’ye de özgü değildi. Dünya yirmi birinci yüzyıl, yani iki binli yıllara 11 Eylül olayları ile girdik. Ortalık toz dumandı.

Şimdi, yeni yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere ve ortalık yine toz duman. Rusya-Ukrayna savaşı, beklenmedik bir gelişme değildi, ama bu olay çerçevesinde doksanlı yıllarda hakim olan, küreselleşme ve neoliberalizm dalgası, tümüyle tersine döndü.

Batı’nın yeni düşmanları olarak ilan edilen Rusya ve Çin’e karşı ekonomik yaptırımlar, ekonomi siyasetlerinin yeniden gözden geçirilmesine neden oldu. Liberal ekonomik modelin merkez ülkesi ABD, özellikle Çin’e karşı korumacı tedbirler almaya başladı. ABD/Batı ile ‘düşmanları’ arasındaki siyasi çatışma hatları belirginleşti. Yeni iletişim teknolojilerinin tüm dünyada özgürlüklerin önünü açacağı, hatta ‘twitter devrimleri’nin otoriter rejimleri yıkacağı iddia edilirken, ABD’de bu tür iletişim platformlarına kuşkuyla bakılmaya başladı. Yakınlarda Çin merkezli ‘TikTok’ uygulaması yasaklanmaya veya ‘millileştirilmeye’ çalışılıyor. 

Diğer taraftan, tüm bu gelişmeler milliyetçi ve içe kapanık siyaset modellerinin zaferi anlamına da gelmiyor. Batı demokrasileri dahil tüm dünyada yükselişe geçiyor görünmesine rağmen, bu kez popülist formda güçlenen milliyetçilik ve yerlicilik siyasetleri çıkış yolu göstermekten ziyade tepkisellikten beslenen dayanıksız seçenekler.

Tüm bu gelişmeler çerçevesinde ‘muhayyel Batı’ ütopyası çökerken, güneş Doğu’dan da doğmuyor. Dünyada olan bitenden haberdar olmak her zaman önemliydi, ama mevcut koşullarda daha da önem kazandı. Tabii, söz konusu olan, sadece haberdar olmak değil, olanları anlamlandırmaya çalışmak.

Aktif siyaset yapanların da siyasi görüş ve tutum sahibi olma iddiasında olanların da özellikle böylesi kırılma dönemlerinde dünyadan bihaber olma lüksü yok.

Düşünce dünyamız açısından da siyaset dünyası açısından da bu son derece önemli, ama halen bu yönde bir gelişmenin işaretlerini göremiyorum. Umarım, bu yönde gelişmeler oluyor da sadece ben izleyemiyorumdur.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com

Dünyadan Bihaber Olma Lüksümüz Yok

Doğal olarak her ülkede iç siyaset konuları dünya ölçeğinde olanların önüne geçiyor, hepimiz öncelikle kendi ülkemizde olanlarla meşgulüz. Ancak, bizim ülkemizde, üstelikte, Doğu ile Batı arasında önemli bir yer işgal ettiğimiz halde, dış dünyaya karşı muazzam bir ilgisizlik var. Üstelik, bu durum, sadece iç siyasi tartışmaların yoğunlaştığı, kutuplaştığı dönemlere ilişkin bir sorun da değil, öteden beri böyle. 

Yakın zamana kadar, bu durum, Türkiye’de aydınların Batı dünyasına odaklı olmaları ile izah edilmeye çalışılırdı. O da değil. Tam tersine, Türkiye’nin AB üyeliğinin en çok gündemde olduğu doksanlı yıllarda, akademi de entelektüel dünya da siyaset dünyası da Batı Avrupa’da yaşanan siyasi gelişmeler ve tartışmalardan da uzak kalmaya devam ediliyordu. Öncelikle ilgisizlik, dışa kapanıklık dediğimiz tutumun, dünya çapında siyaseti izleme tembelliği ve bunun sonucu olan bilgisizlik ve ilgisizlik olmadığını düşünüyorum. 

Belki Batı dışı pek çok diğer ülke için de aynı durum söz konusudur.

Dünyayı izlemek genel olarak, dünyaya şekil verecek denli güçlü olanların işi olarak görülür. Diğer taraftan, Batı merkezli bir dünyada yaşadığımız için, tüm dünya, hangi coğrafyada olursa olsun, öncelikle Batı’da olanlardan haberdardır. Ama tam olarak o da değil, Batı dünyasında olan bitenden kaba hatları ile haberdar olmanın sınırı da nihayet, başta ABD olmak üzere bu ülkelerde kimin başkan, başbakan olduğu ve afaki olaylarla ile sınırlıdır. 

Bu sınırların dışında, Batı dünyası, dışındakiler için ‘muhayyel’ bir dünyadır. Her ülkenin yaşadığı sorunları, çoktan tarihin gerisinde bırakmış, çözmüş bir üst standart alemidir.

Bir ülkede yaşanan tüm olumsuzluklar, bu muhayyel alemin dışında kalmak, ona bir türlü yetişememekten kaynaklanıyordur. Batı’ya dair bilmemiz gereken bu üst standardın mimarları, yani uygar düşünce dünyası, onun öne çıkardığı kavramlar, ilkeler, kurumlardır, güncel gelişmeler değil. 

Dünyaya bu açıdan bakmayan, dahası Batı dünyasına karşı mesafeli olanlar için de tersinden benzer bir durum söz konusudur. Onlara göre de tüm sorunların kaynağı, Batı dünyası, Batılıların dayatması, baskısı, müdahalesinin sonucudur, Batı’ya ilişkin bilinmesi gereken bundan ibarettir. 

Yeni yüzyılda siyasi çatışma hatları

İdeolojilerin etkin olduğu dönemde, dış dünyaya bakış, farklı ideolojilerin mensup veya sempatizanları için, kendi ideolojilerinin kalıplaşmış görüşleri çerçevesinde şekilleniyordu.

Sol siyaset yelpazesi, farklı derecelerde de olsa, kültürel olarak Batıcı, siyasal olarak Batı (emperyalizmi) karşıtı idi. Buna karşılık, sağ siyaset yelpazesi, kültürel olarak Doğucu (veya daha doğrusu yerlici), siyasal olarak ise komünizm karşıtlığı üzerinden Batıcı idi. 

Soğuk Savaş’ın sonundan itibaren, bu kalıplar da değişti, hatta ortadan kalktı ve yerini büyük bir boşluğa bıraktı. Dahası bu durum sadece Türkiye’ye de özgü değildi. Dünya yirmi birinci yüzyıl, yani iki binli yıllara 11 Eylül olayları ile girdik. Ortalık toz dumandı.

Şimdi, yeni yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere ve ortalık yine toz duman. Rusya-Ukrayna savaşı, beklenmedik bir gelişme değildi, ama bu olay çerçevesinde doksanlı yıllarda hakim olan, küreselleşme ve neoliberalizm dalgası, tümüyle tersine döndü.

Batı’nın yeni düşmanları olarak ilan edilen Rusya ve Çin’e karşı ekonomik yaptırımlar, ekonomi siyasetlerinin yeniden gözden geçirilmesine neden oldu. Liberal ekonomik modelin merkez ülkesi ABD, özellikle Çin’e karşı korumacı tedbirler almaya başladı. ABD/Batı ile ‘düşmanları’ arasındaki siyasi çatışma hatları belirginleşti. Yeni iletişim teknolojilerinin tüm dünyada özgürlüklerin önünü açacağı, hatta ‘twitter devrimleri’nin otoriter rejimleri yıkacağı iddia edilirken, ABD’de bu tür iletişim platformlarına kuşkuyla bakılmaya başladı. Yakınlarda Çin merkezli ‘TikTok’ uygulaması yasaklanmaya veya ‘millileştirilmeye’ çalışılıyor. 

Diğer taraftan, tüm bu gelişmeler milliyetçi ve içe kapanık siyaset modellerinin zaferi anlamına da gelmiyor. Batı demokrasileri dahil tüm dünyada yükselişe geçiyor görünmesine rağmen, bu kez popülist formda güçlenen milliyetçilik ve yerlicilik siyasetleri çıkış yolu göstermekten ziyade tepkisellikten beslenen dayanıksız seçenekler.

Tüm bu gelişmeler çerçevesinde ‘muhayyel Batı’ ütopyası çökerken, güneş Doğu’dan da doğmuyor. Dünyada olan bitenden haberdar olmak her zaman önemliydi, ama mevcut koşullarda daha da önem kazandı. Tabii, söz konusu olan, sadece haberdar olmak değil, olanları anlamlandırmaya çalışmak.

Aktif siyaset yapanların da siyasi görüş ve tutum sahibi olma iddiasında olanların da özellikle böylesi kırılma dönemlerinde dünyadan bihaber olma lüksü yok.

Düşünce dünyamız açısından da siyaset dünyası açısından da bu son derece önemli, ama halen bu yönde bir gelişmenin işaretlerini göremiyorum. Umarım, bu yönde gelişmeler oluyor da sadece ben izleyemiyorumdur.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com