Erdoğan’ın Macron ayarı Atlantikçi kanatta derin çatlak oluşturdu
Erdoğan’ın Macron ayarı Atlantikçi kanatta derin çatlak oluşturdu
- 03-12-2019 09:33
- 1075
- 03-12-2019 09:33
- 1075
North Athlantic Traty Organization -NATO- Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü; Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye ülkelerden bazılarının 1949’da kendi aralarında yeni bir birleşme ve dayanışma örgütlenmesine girişmesiyle ortaya çıktı.
Bu örgütü, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Fransa, İngiltere, İzlanda, Hollanda, Belçika, İtalya, Danimarka, Norveç ve Portekiz kurdu. NATO, yani Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini korumak amacıyla ortaya çıkmış, uluslararası askeri bir ittifak kuruluşu.
NATO’nun amaç ve yöntemleri; 17 Mart 1948’de Belçika, Birleşik Krallık (İngiltere), Fransa, Hollanda ve Lüksemburg tarafından Soğuk Savaş’ın başındaki Sovyet tehdidine karşı imzalanan ortak savunma antlaşması Brüksel Antlaşmasını referans almıştı.
İşin başında İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan ABD vardı. 1948’de Avrupalı liderlerin, Pentagon’da Amerikalı askeri ve diplomatik yetkilerle görüşmesi, 4 Nisan 1949’da Kuzey Atlantik Antlaşması’nın imzalanması ile sonuçlandı.
Türkiye’nin NATO serüveni…
Türk Devleti’nin İkinci Dünya Savaşı esnasında uyguladığı denge siyaseti, doğru bir karardı ve amacına ulaştı. Türkiye bu savaşı az hasarla atlattı. İngiltere ve ABD; Türkiye’nin uluslararası arenada tarafsız kalmasının önüne geçmek için SOVYET tehdidini abarttı.
Batı basınında Stalin’in Türkiye’den doğu sınırındaki üç ilin topraklarını ve Boğazlar’ın denetimini istediği haberleri servis edilince Ankara endişelendi. Hitler tehlikesinin yerini doğudan gelen SSCB tehlikesi almıştı. Denge siyasetinin Türkiye’yi korumaya yetmeyeceği kanaati oluştu/oluşturuldu.
Türkiye adeta somut bir adım atmaya zorlandı…
Atılan bu somut adım ise şüphesiz NATO’ya başvurmaktı. Çünkü Türk siyasileri biliyorlardı ki SSCB tehdidini bertaraf etmenin tek yolu NATO’nun şu maddesinden geçiyordu: “Washington Antlaşması’na göre NATO ülkelerine yönelik herhangi bir saldırıya karşı üye ülkeler beraber hareket edecek ve beraber mücadele edeceklerdi.”
Türkiye’nin ilk başvurusu işleme konulmadı…
NATO kurulur kurulmaz CHP hükümeti, ilk müracaatını yaptı ama kapıdan döndük. Avrupalılar, özellikle İngiltere burnumuzun sürtülmesinden yanaydı.
1950 Seçimleri ile hükümeti kuran Demokrat Parti, köpürtülen Sovyet tehdidine karşı Türkiye’nin NATO’ya girmesini ülkedeki demokratik rejimin devamlılığı adına bir zorunluluk olarak görüyordu ve bunu ülkenin iç politikası haline getirmişlerdi.
Demokrat Parti, iktidara geldikten kısa bir süre sonra patlak veren Kore Savaşı, NATO’ya girmek için ayağımıza gelen fırsat olarak görülünce, Ankara savaşa asker gönderebileceğini açıkladı.
Dönemin Başbakanı Adnan Menderes “Kore savaşına asker göndermemiz NATO’ya kabul edilmemize de köprü olabilir” demecini patlattı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, yaşanan saldırıların barışı bozucu yönde seyrettiği ve barışın tesis edilmesi için Birleşmiş Milletler Ordusu’nun kurulması gerektiği kararını açıkladı.
Sonuçta, Türkiye bu isteğe kayıtsız kalmamış ve 4 bin 500 kişiden oluşan “Şimal Yıldızı” isimli tugayını Kore’de kurulan Birleşmiş Milletler Ordusu emrine veriverdi.
Kore Savaşı, Türkiye’nin NATO’ya giriş yolundaki engelleri birer birer kaldırınca, Kore Savaşı tüm hızıyla devam ederken, 20 Eylül 1951’de Ottowa’da gerçekleşen NATO Konferansı’nda, ABD’nin teklifi üzerine Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya üyeliği masaya yatırıldı.
Kısa bir süre içinde 12 NATO ülkesinin onayıyla 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan bu örgüte kabul edildi.
1954 yılından itibaren, Amerika’nın NATO çatısı altında Türkiye sınırları içinde üs kurmasına ve asker bulundurmasına izin verildi. 1960’lı yıllarda bu üslerin sayısı 100′ü geçmişti.
NATO ve VARŞOVA Paktı…
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin 14 Mayıs 1955’te askeri birlik ve dostluk anlaşmasını imzalamasıyla Varşova Paktı kuruldu.
Bu ülkeler neden böyle bir pakta gerek duymuşlardı?
Çünkü NATO’ya bağlı Batı Avrupa Birliği’nin kurulması, Varşova Paktı’nın oluşumunu tetikledi.
Avrupa’da ortaya çıkan savaş tehlikesi; SSCB ile Doğu Avrupa’daki müttefiklerinin Varşova Paktı’nı kurmalarına gerekçeydi.
Varşova Paktı’nın kuruluş süreci incelendiğinde NATO’yla benzer özellikler taşıdığı görülür. Meselâ üyelerden herhangi birine askerî bir saldırı olduğunda saldırıya uğrayan devlete, diğer üye devletler yardım etmek zorundadır. Bu antlaşmada üye devletlerin güvenliğini korumak, temel amaçtır.
Almanya ve Almanya’ya yakın olan tüm devletlerin saldırılarına ve bu saldırılara destek verecek NATO’ya karşı oluşturulan Varşova Paktı’nda birçok ülke yer aldı.
Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri Arnavutluk, Romanya, Çekoslovakya, Sovyetler Birliği, Macaristan, Polonya, Demokratik Almanya Cumhuriyeti ülkeleri pakt üyesi oldu.
NATO’nun parsasını Sovyetler, Varşova Paktı’nın parsasını ABD topladı…
Bu oluşum, en çok Sovyetler Birliği’nin işine yaradı. NATO tehdidini, NATO karşıtlığıyla taçlandırdı. Bu çabasının karşılığını reelpolitik kazanca dönüştürdü. Sonuçta Varşova Paktı ile hakimiyet alanını genişletti.
Sovyetler’in bu jeostratejik çıkışı, en çok da NATO üyesi ABD’nin ekmeğine yağ sürdü. Amerikalılar, Sovyet rejimi ve Komünizm tehlikesini abartarak küresel güç oldu.
Sovyetler’in emperyalist politikalarını öne çekerek Trump’ın son NATO toplantısında yaptığı gibi NATO üyesi Avrupa ülkelerine ve tek Müslüman katılımcısı Türkiye’ye, zaman zaman aba altından Rus sopası göstererek egemenliğini pekiştirdi.
ABD ve SSCB ara sıra paslaşıyordu. Bu nedenle Sovyet rejimi; Amerikalıları haklı çıkaran adımlar atmadı değil.
Sovyetler Birliği, Macaristan ve Çekoslovakya gibi ülkelere askeri birliklerini yerleştirerek ABD’nin SSCB aleyhinde dünya kamuoyuna pompaladığı imajı doğruladı.
Kasım 1956’da Budapeşte’de gerçekleştirilen isyanı bastırmak isteyen Sovyet askerleri iki gün içerisinde üç bin kişiyi öldürdü.
Yine 1968’de Çekoslovakya’da Alexander Dubçek önderliğindeki komünist kesim, ülkede demokratikleşme ve liberal reformlar yapılması yönünde eylemlere yönelince Moskova, yedi bin Sovyet tankını Prag’a soktu.
Bu de facto durum karşısında Varşova Paktı üyeleri, burunlarının dibindeki Sovyetler’in NATO’dan daha tehlikeli olduğunu düşünmeye başladı.
Varşova Paktı sona erene kadar yönetim, Sovyetler Birliği’ndeydi. Sovyet yönetiminin haberi olmadan deyim yerindeyse kuş uçmazdı.
Pakt, dostluk ve askeri birlik anlaşmasıydı. Her ne kadar bu pakt, sözde katılımcı üye ülkelerin dostluğu için oluşturulsa da gerçekte Varşova Paktı ile Doğu ve Batı devletleri arasında uzun sürecek soğuk savaşın, silahlanma yarışının temelleri atılmıştı.
1980’li yıllara gelindiğinde, uygulanan Sovyetler Birliği’nin ağır politikaları göze batmaya ve rahatsız etmeye başladı. Ekim 1990’da Demokratik Almanya Cumhuriyeti, Federal Almanya’ya katılarak Varşova Paktı’ndan ayrıldı.
1990’da Amerika ve Sovyetler Birliği’nin arasındaki rekabetin en büyük kanıtı Berlin Duvarı yıkıldı. SSCB ve Varşova Paktı, yıkılan duvarın altında kaldı.
Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesiyle SSCB’nin iç sorunları arttı ve SSCB dağıldı. Varşova Paktı’na üye ülkelerin çoğu sosyalist rejimi bırakıp çok partili sisteme geçtiler.
Ortaya çıkan bu karışıklıklar sebebiyle, birlik bozuldu ve alınan kararla 1 Temmuz 1991’de Varşova Paktı fiilen sonlandırıldı.
Pakt; işlevini yitirince mağdur ülkeler, alternatif çözüm yolları arayışına girdi. Rusya dışındaki diğer Varşova Paktı üyeleri sırasıyla NATO üyesi olmaya başladı.
Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan 1999, Bulgaristan, Slovakya, Slovenya, Baltık ülkeleri 2004’te Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’na (NATO) katıldı.
1989 devrimleri ve 1991’de Varşova Paktı’nın dağılması, NATO’nun fiili rakibi Varşova Paktı’nı ortadan kaldırdı.
Bu gelişme doğal olarak NATO’nun amacında, görevlerinde, Avrupa’ya odaklanmasında stratejik değişikliklere gitmesinin de önünü açtı.
Bu değişim süreci; 1990’da Paris’te NATO ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan ve askeri kuvvetleri azaltmaya yönelik “Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması” ile başladı.
NATO, askeri harcamalarını azaltmaya başladı. Soğuk Savaş sonrası NATO’nun askeri yapısı azaltıldı; acil müdahale kuvvetleri oluşturuldu.
Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile Avrupa’daki askeri dengeler değişti. Ortada, düşman konseptine uygun askeri güç falan yoktu.
Yeni düşman imajı yaratılmakta gecikilmedi. NATO tatbikatlarında düşman simgesi, komünizmi temsilen kırmızı işaret yerine İslam’ı temsilen yeşil renk kullanılmaya başlandı.
Bununla da kalmadı? NATO’nun Norveç’te düzenlenen tatbikatında, Atatürk ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın resimleri düşman hedefler arasına konuldu.
NATO sütten çıkmış ak kaşık değil…
NATO üyesi ülkelerde olası Rus işgaline karşı gayri resmi örgütlenmeye giden yapılanmanın her ülkede farklı adlarla çalıştığı biliniyor.
Örgütün İtalya’daki adı Gladio idi…
Türkiye’de “Kontrgerilla”, Yunanistan’da “B-8” ya da “Sheep Skin”, Belçika’da “SDRA-8”, Hollanda’da “NATO Command”, Batı Almanya’da “Gehlen Örgütü”, “Stay Behind” ya da “Sword", Avusturya’da “Schwert”, Fransa’da “Rüzgar Gülü”, İspanya’da “Anti-Terör Kurtarma Grubu” (GAL), İngiltere’de ise “Secret British Network” olarak bilinir.
“Gladyo", özel olarak NATO cephe gerisi direniş organizasyonun İtalyan kolunu belirtse de bazen “Gladyo operasyonu”, NATO’nun bütün cephe gerisi (stay-behind) operasyonlarının gayri resmi adı olarak kullanılır ve bazen “Süper NATO” adıyla da anılır.
Fransa ve İngiltere konsorsiyumu alttan alta NATO’nun içini boşaltıyor…
Çünkü, önümüzde olası ABD-Çin savaşı var. Londra borsasının kalbi Pekin’de atıyor. “One Belt One Road - Bir Kuşak, Bir Yol” projesi Çin - İngiltere ortak yapımı.
Britanya; Çin Halk Cumhuriyeti'nin görünmeyen askeri müttefiki. Amerika'yı Çin'le baskılıyor. ABD bu şantajın farkında. “Reste rest” çekiyor.
Hem dünyada hem de Türkiye'de İngiliz ekolü ile Amerikan ekolü kıyasıya rekabet içinde.
ABD'nin NATO içinde göreceli iki sağlam müttefiki var; Almanya ve Türkiye.
Paris ve Londra'nın ABD karşıtlığının farkında olan Washington yönetimi, bu iki ülkeyi, Türkiye’nin NATO içindeki konumunu, aktif ve dominant bir yapıya dönüştürerek dengelemek niyetinde.
NATO’nun beyin ölümü ve Erdoğan’ın Macron ayarı…
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) "beyin ölümünün" gerçekleştiğini söylediğine söyleyeceğine bin pişman oldu ama iş işten geçti.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, Macron'a katılmadığını açıkladı. Rusya'dan ise Macron’un ifadesi içn "NATO'nun mevcut durumunun doğru tanımlaması" açıklaması geldi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Emmanuel Macron'un “NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti” sözlerine sert tepki gösterdi:
"Sayın Macron bak Türkiye'den sesleniyorum, NATO'da da söyleyeceğim, önce sen kendi beyin ölümünü bir kontrol ettir."
NATO Genel Sekreteri Erdoğan’ın çıkışına hak verdi…
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, tüm müttefiklere kolektif savunma taahhüt eden NATO'nun 5. maddesinin ittifakın çekirdeğini oluşturduğunu söyledi.
Jens Stoltenberg, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un 5. Madde’ye ilişkin açıklamalarının hatırlatılması üzerine şu ifadeleri kullandı, “5. madde NATO'nun çekirdeğidir. Bunun ardındaki düşünce şudur; hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için. Potansiyel düşmanlar, bir saldırının tüm ittifaka yapılmış olduğunu ve buna tüm ittifakın cevap vereceğini bildiğinde herhangi bir saldırı yapamaz. Hep birlikte dünyanın en büyük askeri gücüyüz. 5. madde anlaşmanın bir yükümlülüğü. Fransa'dan ve tüm müttefiklerinden bunun yanında durmalarını bekliyorum.”
Türkiye vazgeçilemez müttefik…
NATO yetmiş yaşına giriyor. İttifak daima bir kriz içinde ve her yeni kriz, NATO’nun varlığını sona erdirebilir.
Avrupa, Doğu Akdeniz, Güney Asya ve tüm İslam dünyası içinde 'eklem ülke' olarak tanımlanan Türkiye, bölgede NATO'ya diğer kültürler konusunda yardımcı olan en önemli ülke.
Türkiye, 28 üye ülke içinde ABD’den sonra en fazla askere sahip ülke konumunda.
Türkiye, 1 milyon 369 bin askere sahip Amerika’nın ardından 620 bin aktif asker sayısıyla ikinci sırada yer alıyor.
O nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan yüksek perdeden konuşuyor. Konuşan “Kadim Türk Devleti”dir.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete
North Athlantic Traty Organization -NATO- Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü; Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye ülkelerden bazılarının 1949’da kendi aralarında yeni bir birleşme ve dayanışma örgütlenmesine girişmesiyle ortaya çıktı.
Bu örgütü, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Fransa, İngiltere, İzlanda, Hollanda, Belçika, İtalya, Danimarka, Norveç ve Portekiz kurdu. NATO, yani Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini korumak amacıyla ortaya çıkmış, uluslararası askeri bir ittifak kuruluşu.
NATO’nun amaç ve yöntemleri; 17 Mart 1948’de Belçika, Birleşik Krallık (İngiltere), Fransa, Hollanda ve Lüksemburg tarafından Soğuk Savaş’ın başındaki Sovyet tehdidine karşı imzalanan ortak savunma antlaşması Brüksel Antlaşmasını referans almıştı.
İşin başında İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan ABD vardı. 1948’de Avrupalı liderlerin, Pentagon’da Amerikalı askeri ve diplomatik yetkilerle görüşmesi, 4 Nisan 1949’da Kuzey Atlantik Antlaşması’nın imzalanması ile sonuçlandı.
Türkiye’nin NATO serüveni…
Türk Devleti’nin İkinci Dünya Savaşı esnasında uyguladığı denge siyaseti, doğru bir karardı ve amacına ulaştı. Türkiye bu savaşı az hasarla atlattı. İngiltere ve ABD; Türkiye’nin uluslararası arenada tarafsız kalmasının önüne geçmek için SOVYET tehdidini abarttı.
Batı basınında Stalin’in Türkiye’den doğu sınırındaki üç ilin topraklarını ve Boğazlar’ın denetimini istediği haberleri servis edilince Ankara endişelendi. Hitler tehlikesinin yerini doğudan gelen SSCB tehlikesi almıştı. Denge siyasetinin Türkiye’yi korumaya yetmeyeceği kanaati oluştu/oluşturuldu.
Türkiye adeta somut bir adım atmaya zorlandı…
Atılan bu somut adım ise şüphesiz NATO’ya başvurmaktı. Çünkü Türk siyasileri biliyorlardı ki SSCB tehdidini bertaraf etmenin tek yolu NATO’nun şu maddesinden geçiyordu: “Washington Antlaşması’na göre NATO ülkelerine yönelik herhangi bir saldırıya karşı üye ülkeler beraber hareket edecek ve beraber mücadele edeceklerdi.”
Türkiye’nin ilk başvurusu işleme konulmadı…
NATO kurulur kurulmaz CHP hükümeti, ilk müracaatını yaptı ama kapıdan döndük. Avrupalılar, özellikle İngiltere burnumuzun sürtülmesinden yanaydı.
1950 Seçimleri ile hükümeti kuran Demokrat Parti, köpürtülen Sovyet tehdidine karşı Türkiye’nin NATO’ya girmesini ülkedeki demokratik rejimin devamlılığı adına bir zorunluluk olarak görüyordu ve bunu ülkenin iç politikası haline getirmişlerdi.
Demokrat Parti, iktidara geldikten kısa bir süre sonra patlak veren Kore Savaşı, NATO’ya girmek için ayağımıza gelen fırsat olarak görülünce, Ankara savaşa asker gönderebileceğini açıkladı.
Dönemin Başbakanı Adnan Menderes “Kore savaşına asker göndermemiz NATO’ya kabul edilmemize de köprü olabilir” demecini patlattı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, yaşanan saldırıların barışı bozucu yönde seyrettiği ve barışın tesis edilmesi için Birleşmiş Milletler Ordusu’nun kurulması gerektiği kararını açıkladı.
Sonuçta, Türkiye bu isteğe kayıtsız kalmamış ve 4 bin 500 kişiden oluşan “Şimal Yıldızı” isimli tugayını Kore’de kurulan Birleşmiş Milletler Ordusu emrine veriverdi.
Kore Savaşı, Türkiye’nin NATO’ya giriş yolundaki engelleri birer birer kaldırınca, Kore Savaşı tüm hızıyla devam ederken, 20 Eylül 1951’de Ottowa’da gerçekleşen NATO Konferansı’nda, ABD’nin teklifi üzerine Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya üyeliği masaya yatırıldı.
Kısa bir süre içinde 12 NATO ülkesinin onayıyla 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan bu örgüte kabul edildi.
1954 yılından itibaren, Amerika’nın NATO çatısı altında Türkiye sınırları içinde üs kurmasına ve asker bulundurmasına izin verildi. 1960’lı yıllarda bu üslerin sayısı 100′ü geçmişti.
NATO ve VARŞOVA Paktı…
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin 14 Mayıs 1955’te askeri birlik ve dostluk anlaşmasını imzalamasıyla Varşova Paktı kuruldu.
Bu ülkeler neden böyle bir pakta gerek duymuşlardı?
Çünkü NATO’ya bağlı Batı Avrupa Birliği’nin kurulması, Varşova Paktı’nın oluşumunu tetikledi.
Avrupa’da ortaya çıkan savaş tehlikesi; SSCB ile Doğu Avrupa’daki müttefiklerinin Varşova Paktı’nı kurmalarına gerekçeydi.
Varşova Paktı’nın kuruluş süreci incelendiğinde NATO’yla benzer özellikler taşıdığı görülür. Meselâ üyelerden herhangi birine askerî bir saldırı olduğunda saldırıya uğrayan devlete, diğer üye devletler yardım etmek zorundadır. Bu antlaşmada üye devletlerin güvenliğini korumak, temel amaçtır.
Almanya ve Almanya’ya yakın olan tüm devletlerin saldırılarına ve bu saldırılara destek verecek NATO’ya karşı oluşturulan Varşova Paktı’nda birçok ülke yer aldı.
Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri Arnavutluk, Romanya, Çekoslovakya, Sovyetler Birliği, Macaristan, Polonya, Demokratik Almanya Cumhuriyeti ülkeleri pakt üyesi oldu.
NATO’nun parsasını Sovyetler, Varşova Paktı’nın parsasını ABD topladı…
Bu oluşum, en çok Sovyetler Birliği’nin işine yaradı. NATO tehdidini, NATO karşıtlığıyla taçlandırdı. Bu çabasının karşılığını reelpolitik kazanca dönüştürdü. Sonuçta Varşova Paktı ile hakimiyet alanını genişletti.
Sovyetler’in bu jeostratejik çıkışı, en çok da NATO üyesi ABD’nin ekmeğine yağ sürdü. Amerikalılar, Sovyet rejimi ve Komünizm tehlikesini abartarak küresel güç oldu.
Sovyetler’in emperyalist politikalarını öne çekerek Trump’ın son NATO toplantısında yaptığı gibi NATO üyesi Avrupa ülkelerine ve tek Müslüman katılımcısı Türkiye’ye, zaman zaman aba altından Rus sopası göstererek egemenliğini pekiştirdi.
ABD ve SSCB ara sıra paslaşıyordu. Bu nedenle Sovyet rejimi; Amerikalıları haklı çıkaran adımlar atmadı değil.
Sovyetler Birliği, Macaristan ve Çekoslovakya gibi ülkelere askeri birliklerini yerleştirerek ABD’nin SSCB aleyhinde dünya kamuoyuna pompaladığı imajı doğruladı.
Kasım 1956’da Budapeşte’de gerçekleştirilen isyanı bastırmak isteyen Sovyet askerleri iki gün içerisinde üç bin kişiyi öldürdü.
Yine 1968’de Çekoslovakya’da Alexander Dubçek önderliğindeki komünist kesim, ülkede demokratikleşme ve liberal reformlar yapılması yönünde eylemlere yönelince Moskova, yedi bin Sovyet tankını Prag’a soktu.
Bu de facto durum karşısında Varşova Paktı üyeleri, burunlarının dibindeki Sovyetler’in NATO’dan daha tehlikeli olduğunu düşünmeye başladı.
Varşova Paktı sona erene kadar yönetim, Sovyetler Birliği’ndeydi. Sovyet yönetiminin haberi olmadan deyim yerindeyse kuş uçmazdı.
Pakt, dostluk ve askeri birlik anlaşmasıydı. Her ne kadar bu pakt, sözde katılımcı üye ülkelerin dostluğu için oluşturulsa da gerçekte Varşova Paktı ile Doğu ve Batı devletleri arasında uzun sürecek soğuk savaşın, silahlanma yarışının temelleri atılmıştı.
1980’li yıllara gelindiğinde, uygulanan Sovyetler Birliği’nin ağır politikaları göze batmaya ve rahatsız etmeye başladı. Ekim 1990’da Demokratik Almanya Cumhuriyeti, Federal Almanya’ya katılarak Varşova Paktı’ndan ayrıldı.
1990’da Amerika ve Sovyetler Birliği’nin arasındaki rekabetin en büyük kanıtı Berlin Duvarı yıkıldı. SSCB ve Varşova Paktı, yıkılan duvarın altında kaldı.
Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesiyle SSCB’nin iç sorunları arttı ve SSCB dağıldı. Varşova Paktı’na üye ülkelerin çoğu sosyalist rejimi bırakıp çok partili sisteme geçtiler.
Ortaya çıkan bu karışıklıklar sebebiyle, birlik bozuldu ve alınan kararla 1 Temmuz 1991’de Varşova Paktı fiilen sonlandırıldı.
Pakt; işlevini yitirince mağdur ülkeler, alternatif çözüm yolları arayışına girdi. Rusya dışındaki diğer Varşova Paktı üyeleri sırasıyla NATO üyesi olmaya başladı.
Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan 1999, Bulgaristan, Slovakya, Slovenya, Baltık ülkeleri 2004’te Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’na (NATO) katıldı.
1989 devrimleri ve 1991’de Varşova Paktı’nın dağılması, NATO’nun fiili rakibi Varşova Paktı’nı ortadan kaldırdı.
Bu gelişme doğal olarak NATO’nun amacında, görevlerinde, Avrupa’ya odaklanmasında stratejik değişikliklere gitmesinin de önünü açtı.
Bu değişim süreci; 1990’da Paris’te NATO ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan ve askeri kuvvetleri azaltmaya yönelik “Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması” ile başladı.
NATO, askeri harcamalarını azaltmaya başladı. Soğuk Savaş sonrası NATO’nun askeri yapısı azaltıldı; acil müdahale kuvvetleri oluşturuldu.
Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile Avrupa’daki askeri dengeler değişti. Ortada, düşman konseptine uygun askeri güç falan yoktu.
Yeni düşman imajı yaratılmakta gecikilmedi. NATO tatbikatlarında düşman simgesi, komünizmi temsilen kırmızı işaret yerine İslam’ı temsilen yeşil renk kullanılmaya başlandı.
Bununla da kalmadı? NATO’nun Norveç’te düzenlenen tatbikatında, Atatürk ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın resimleri düşman hedefler arasına konuldu.
NATO sütten çıkmış ak kaşık değil…
NATO üyesi ülkelerde olası Rus işgaline karşı gayri resmi örgütlenmeye giden yapılanmanın her ülkede farklı adlarla çalıştığı biliniyor.
Örgütün İtalya’daki adı Gladio idi…
Türkiye’de “Kontrgerilla”, Yunanistan’da “B-8” ya da “Sheep Skin”, Belçika’da “SDRA-8”, Hollanda’da “NATO Command”, Batı Almanya’da “Gehlen Örgütü”, “Stay Behind” ya da “Sword", Avusturya’da “Schwert”, Fransa’da “Rüzgar Gülü”, İspanya’da “Anti-Terör Kurtarma Grubu” (GAL), İngiltere’de ise “Secret British Network” olarak bilinir.
“Gladyo", özel olarak NATO cephe gerisi direniş organizasyonun İtalyan kolunu belirtse de bazen “Gladyo operasyonu”, NATO’nun bütün cephe gerisi (stay-behind) operasyonlarının gayri resmi adı olarak kullanılır ve bazen “Süper NATO” adıyla da anılır.
Fransa ve İngiltere konsorsiyumu alttan alta NATO’nun içini boşaltıyor…
Çünkü, önümüzde olası ABD-Çin savaşı var. Londra borsasının kalbi Pekin’de atıyor. “One Belt One Road - Bir Kuşak, Bir Yol” projesi Çin - İngiltere ortak yapımı.
Britanya; Çin Halk Cumhuriyeti'nin görünmeyen askeri müttefiki. Amerika'yı Çin'le baskılıyor. ABD bu şantajın farkında. “Reste rest” çekiyor.
Hem dünyada hem de Türkiye'de İngiliz ekolü ile Amerikan ekolü kıyasıya rekabet içinde.
ABD'nin NATO içinde göreceli iki sağlam müttefiki var; Almanya ve Türkiye.
Paris ve Londra'nın ABD karşıtlığının farkında olan Washington yönetimi, bu iki ülkeyi, Türkiye’nin NATO içindeki konumunu, aktif ve dominant bir yapıya dönüştürerek dengelemek niyetinde.
NATO’nun beyin ölümü ve Erdoğan’ın Macron ayarı…
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) "beyin ölümünün" gerçekleştiğini söylediğine söyleyeceğine bin pişman oldu ama iş işten geçti.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, Macron'a katılmadığını açıkladı. Rusya'dan ise Macron’un ifadesi içn "NATO'nun mevcut durumunun doğru tanımlaması" açıklaması geldi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Emmanuel Macron'un “NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti” sözlerine sert tepki gösterdi:
"Sayın Macron bak Türkiye'den sesleniyorum, NATO'da da söyleyeceğim, önce sen kendi beyin ölümünü bir kontrol ettir."
NATO Genel Sekreteri Erdoğan’ın çıkışına hak verdi…
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, tüm müttefiklere kolektif savunma taahhüt eden NATO'nun 5. maddesinin ittifakın çekirdeğini oluşturduğunu söyledi.
Jens Stoltenberg, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un 5. Madde’ye ilişkin açıklamalarının hatırlatılması üzerine şu ifadeleri kullandı, “5. madde NATO'nun çekirdeğidir. Bunun ardındaki düşünce şudur; hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için. Potansiyel düşmanlar, bir saldırının tüm ittifaka yapılmış olduğunu ve buna tüm ittifakın cevap vereceğini bildiğinde herhangi bir saldırı yapamaz. Hep birlikte dünyanın en büyük askeri gücüyüz. 5. madde anlaşmanın bir yükümlülüğü. Fransa'dan ve tüm müttefiklerinden bunun yanında durmalarını bekliyorum.”
Türkiye vazgeçilemez müttefik…
NATO yetmiş yaşına giriyor. İttifak daima bir kriz içinde ve her yeni kriz, NATO’nun varlığını sona erdirebilir.
Avrupa, Doğu Akdeniz, Güney Asya ve tüm İslam dünyası içinde 'eklem ülke' olarak tanımlanan Türkiye, bölgede NATO'ya diğer kültürler konusunda yardımcı olan en önemli ülke.
Türkiye, 28 üye ülke içinde ABD’den sonra en fazla askere sahip ülke konumunda.
Türkiye, 1 milyon 369 bin askere sahip Amerika’nın ardından 620 bin aktif asker sayısıyla ikinci sırada yer alıyor.
O nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan yüksek perdeden konuşuyor. Konuşan “Kadim Türk Devleti”dir.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete