Filistin davası ve Kudüs seviciliği İngiliz Sömürge Bakanlığının projesidir!
Filistin davası ve Kudüs seviciliği İngiliz Sömürge Bakanlığının projesidir!
- 05-02-2020 10:02
- 1226
- 05-02-2020 10:02
- 1226
“Kudüs seviciliğinin Siyonizme katkısı!” olabileceğini hiç düşündünüz mü? Baştan belirteyim oryantalist değilim. Ama Türk Müslümanların hem Yahudilerin hem de Anglikan İngilizlerin girdabına kapılmasına gönlüm razı gelmez.
"İsrâîliyyât"ın şekillendirdiği yaralı bilinçler…
Geleneksel toplumlarda kültürel şizofreninin yaraladığı bilinçler, tarihte geride kalmış ve değişim sürecini tamamlamamış uygarlıklardaki zihinsel çarpıklıkları yaşar.
“Şizofreni” bireyin davranışlarını, hareketlerini, gerçeği algılayış şeklini ve düşüncelerini çarpıtarak değiştiren, ailesi ve sosyal çevresi ile ilişkilerini bozan psikiyatrik bir hastalıktır.
Ciddi ve kronik bir hastalık olan şizofrenide hastalar gerçeklikle arasındaki bağlantısını yitirerek farklı davranışlar sergilemeye, gerçek olmayan olaylara inanmaya ve kişiliklerini değiştirmeye eğilim gösterir. Müslüman bir bireyin, Yahudi kutsalını benimsemesi ve içselleştirmesi gibi.
İslami literatür, bu kültürel şizofreninin adını yıllar öncesinden koymuş, İsrâîliyyât!
Bu sözcük "İsrâîlî kaynaktan rivayet edilen kıssa veya hâdise" anlamına geliyor.
Çoğunlukla Yahudi, kısmen de Hıristiyan kaynaklarından aktarılan “efsane, kıssa, olay veya bilgi” anlamında kullanılır. Kur'an-ı Kerim'de yer almayan bazı ayrıntıların Tevrat ve İncil'den yararlanılarak "İslami bir bilgi" olarak sunulması da israiliyyat kapsamındadır ve israiliyyat sözcüğü olumsuz bir anlam içerir.
“Allah’ın Evi” olur mu?
Allah, yarattıklarının şeklinden ve mekandan münezzehtir. Mabedler Allah’a adanabilir ama Allah’a tahsis edilemez. Dolayısıyla “Allah’ın evi” yoktur. Şehirler de öyledir.
Son zamanlarda İsrail’in “Jerusalem” (Zion), Arapların “Kudüs” adını verdiği kadim şehrin, Kur’an kültürüne ve İslam geleneğine ters bir şekilde, “Müslümanların kutsalları” arasına sıkıştırılmaya çalışıldığı görülüyor.
Buna dinden delil bulmaya uğraşanlar “Müslümanların ilk kıblesi” gerekçesine sarılıyor.
Kudüs “Kıble” oldu mu?
Müslümanlar, Hicret’ten önce ve Hicret’ten sonra namaz kılarken Kudüs’e yönelirlerdi. Çünkü Arabistan yarımadasındaki Yahudiler ve Hıristiyanların ibadetlerinde Kudüs’e doğru durduklarını görürlerdi.
O zaman Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların kıble bakımından ittifakları vardı çünkü İslam ve Hıristiyanlığın ilk kaynağı Yahudilikti.
Müslümanların ibadetlerinde kendilerini taklit ederek Kudüs’e doğru yönelmelerini Yahudiler hem tenkit ettiler hem alay ettiler hem de kendi dinlerinin sahihliğine delil gösterdiler.
“-Madem ki Müslümanlar namaz kılarken bizim kıblemize dönüyorlar, demek ki kıblemiz haktır, kıblemiz hak olunca dinimiz de haktır. Öyleyse dinimize neden dönmüyorlar?” diyorlardı.
Yahudilikle İslam arasında farklılığın belirginleşmesi gecikmedi.
“-Ey Resulüm, (vahyin gelmesi için) yüzünün göğe doğru aranıp durduğunu görüyoruz. Bunun için seni razı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram’a [Kâbe’ye] doğru çevir. Ne şekilde olursanız yine yüzlerinizi Kâbe tarafına döndürünüz.” (Bakara, 144) ayeti vahyedildi.
Rivayete göre; bu ayet gelir gelmez İslam Peygamberi, namazın içinde olduğu halde, yüzünü Kâbe’ye doğru çevirdi.
O gün bu gündür Müslümanlar namazları sırasında Kâbe’nin bulunduğu koordinatlara yönelirler.
Ancak Allah’ın ibadet esnasında Kudüs’e yönelinmesini yasaklamasına rağmen, birileri ısrarla çıkıp; “-Kudüs, Filistin davası değil, kıble davasıdır!” diyebiliyor.
Oysa Kur’an’da Kudüs ismi geçmez.
“Kudüs” adının tarihsel süreçte etimolojik evrimi…
Milâttan önce XIV. yüzyıla ait Tell Amarna mektuplarında şehrin adı Urusalim, Geç Asur metinlerinde Urusilimmu veya Ursalimmu, İbrânîce Masoretik metinde Yruşlm, bazen de Yruşlym biçiminde yazılmakta ve Yerûşâlayim, Eski Ahid’in Ârâmîce metinlerinde Yerûşâlêm şeklinde telaffuz edilmektedir.
Grekçe Hierosolyma adı şehrin kutsallığını (hieros = kutsal) yansıtmaktadır. Latince’ye Jerusalem ve Jerosolyma olarak geçmiştir. Kudüs şehrinin Batı dillerindeki adı da Jerusalem’dir.
Jebus-Yebus: Kudüs’ün Hz. Davud (as) eline geçmesinden önceki isimdir.
“Davud’un şehri” (City of David): Hz. Davud (as) zamanındaki ismidir.
Beth Makdeşa: Şehrin Aramice ismidir. “Mukaddes ev” anlamındadır.
Beth ha-Mikdaş: Şehrin İbranice ismidir. Mukaddes ev anlamındadır.
Beytül’ Makdis: Arapçada “kutsanmış ev /arınmış ev” manasındadır.
2010’da İsrail’de “Kudüs’ün birleşmesinin 43’üncü yıldönümü” milli bayram olarak kutlandığında İsrail Başbakanı Netanyahu, “Kudüs Günü” vesilesiyle parlamentoda yaptığı konuşmada, “Tevrat’ta Kudüs sözcüğü 850 defa geçer. Kuran’da ise hiç geçmez” demişti.
Netanyahu’ya göre; “Kudüs ve onun İbranice bir diğer ifadesi olan Zion sözcükleri Tevrat’ta 850 defa geçer. Kudüs sözcüğü, İncil’de de 142 kez geçer. Kuran’da ise bu sözcüğün Arapça’daki 16 farklı karşılığından hiçbiri geçmez. Sadece 12’inci yüzyılda yapılan bir tefsirde, Kuran’ın bir bölümünün Kudüs’e işaret ettiği belirtilmiştir.”
Bu konu, Türkiye’de de tartışma konusu olmuş. Bazı ilahiyatçılar Kur’an’da “Kudüs” kelimesinin geçmediğini ama ima edildiğini söylemişti.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet Vakfı’nın yayınladığı İslam Ansiklopedisi’nde yer alan mâlumata göre; Müslümanlar da şehre çeşitli isimler vermiş olup bunların başında “Bereket, mübarek olmak” anlamına gelen “Kuds" yer almaktadır.
Şehrin en yaygın adı olan “kuds" kelimesi Ârâmîce ‘kudşa’dan gelmektedir ve bu kelime şehri değil, mâbedi ifade etmektedir.
10. yüzyılın başında Karai (Karay Türkleri) bilginler Kudüs şehrini “Beytülmakdis”, mâbedin bulunduğu alanı da “Kuds" diye adlandırmaktaydılar.
İbrânîce’nin yerine Ârâmîce’nin geçtiği 11. yüzyıla ait mektuplarda Kudüs şehrine “İr hakkodeş” deniyordu ki bunu “kutsal şehir” yerine “mâbed şehri” diye tercüme etmek daha doğrudur.
Müslümanların kullandığı İliya ismi Romalılar’ın şehre verdikleri Aelia isminin Arapçalaşmış şeklidir. İslâmî kaynaklarda “İliyâ medînetü beyti’l-makdis” şeklinde de geçmekte ve kısaca İliyâ veya Beytülmakdis (Beytülmukaddes) denilmektedir (Yâkūt, IV, 353; V, 193-201; İbn Kesîr, VIII, 373).
Aslı Ârâmîce “Beth makdeşa”, İbrânîce “Beth hamikdaş" olan Beytülmakdis başlangıçta mâbedi ifade ederken zamanla şehrin tamamı için kullanılmış, mâbedin alanı ise “harem” diye adlandırılmıştır.
Bu etimolojik süreç aynı zamanda kavramların zamanla nasıl değiştiğini de ortaya koyuyor.
Kimse kusura bakmasın! Kudüs, Arapların değil, Türkler’indir!
Kendisi de Filistinli bir Arap olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün efsanevi lideri Yaser Arafat’ın “Türkiye gerçek dostumuzdur, bize yardım eder. Mescid-i Aksa’nın adını siz verdiniz. Orası sizin, siz koruyun” dediği basında yer almıştı.
30 Mayıs 2004 tarihli Hürriyet gazetesi haberinde Yaser Arafat’ın Filistin’e giden Türkiye-Filistin Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun üyeleri ile görüştüğü sırada bu sözleri sarf ettiği belirtilmişti.
Bilmem anlatabildim mi?
Kudüs seviciliğinin Mekke ve Medine’ye hükmeden Kral ailesi tarafından finans edildiği, körüklendiği ve köpürtüldüğünü bir an olsun aklınızdan çıkarmayın.
“Kudüs’ün kutsallığı” birinci elden Yahudilerin meselesidir.
Bakara suresi 144. Ayet nazil olduktan sonra, bu konu Müslümanlar için kapanmıştır. Allah’ın, Kudüs’e yönelinmesini nehyine rağmen, Kudüs ısrarı Siyonizm’in ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.
Kudüs, bin yıl Türkler’in egemenliğinde kalmıştır. Kudüs’le bu anlamda kültürel ve tarihi bağlarımız vardır.
Kudüs’teki Türk eserleri, Türk hâkimiyetinin mührü ve tapusudur. (*)
Günümüzde Filistin davası ve Kudüs seviciliği İngiliz Sömürge Bakanlığının projesidir!..
İngiliz Hariciye Vekili Balfour imzasıyla 2 Kasım 1917’de İngiltere Siyonist Teşkilatı Fahri Başkanı İngiliz Yahudisi ve Banker Baron Lionel Rothcshild’e gönderilen kısa mektupta ‘Filistin’de Yahudilere bir yurt’ kurulmasından söz edilmiş ama ‘Filistin Yahudilerin milli yurdudur’ ifadesi kesinlikle kullanılmamıştı.
Bu mektuptan Osmanlı’ya isyan eden Mekke Şerifi Hüseyin ve ailesinin haberi olmamasına özellikle dikkat edilmiş, Araplar’dan gizlenmişti.
Neden mi?
Çünkü İngiltere, Arap liderlerle ‘Arapların bağımsızlığı ve büyük Arap İmparatorluğu’ için anlaşmıştı. Arap liderlerin sözde Arap istiklali için Osmanlı yönetimi aleyhine ayaklanması İngiltere’nin yüzyıllık çıkarları açısından çok önemliydi.
Klasik uzun bacaklı siyaseti, sözde ayrı dinden olan Araplarla Yahudileri aynı potada aynı hedefte buluşturmayı başarmıştı.
Balfour Deklarasyonu’nun Araplarca duyulması Ortadoğu’daki de facto durumu derhal İngilizlerin aleyhine çevirebilirdi.
Arapların ve Yahudilerin desteği olmadan Osmanlı idaresi altındaki Filistin’i ele geçiremeyeceğini bilen İngiltere, sonuç itibarıyla hem Arapları hem de Yahudileri deyim yerindeyse ayakta uyutmuştur.
Balfour Deklarasyonu’nun cazibesine kapılan Yahudiler, Arzı Mevud hayaliyle İngilizlere asker oldular. Uzunbacaklıların kendilerini iğfal ettiğini iş işten geçtiğinde öğrenmişler, bu arada atı alan Üsküdar’ı geçmiş, Yahudiler ise ‘Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan oldukları’ gibi İngilizler, Filistin’i ele geçirmiş, Arapları, Yahudilere karşı kışkırtmaya başlamıştı.
Yahudiler için ‘Süleyman Mabedi’nde ağlama seanslarından başka yapabilecekleri bir şey kalmamıştı.
Balfour Deklarasyonu’ndan üç hafta sonra General Allenby komutasındaki İngiliz ve Arap birlikleri Kudüs’ü Osmanlılar’dan teslim aldılar.
Osmanlı birlikleri, Suriye cephelerinde yenilgiye uğratıldı.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondoros Mütarekesi ile tüm Filistin, Britanya’nın kontrolündeydi. Filistin topraklarında “Arap imparatorluğu”nun esamisi okunmuyordu.
29 Eylül 1923’te Filistin’de Britanya mandası kuruldu, İngiliz altınları ve homoseksüel ajanların telkinleriyle Filistinliler buna da itiraz etmediler.
Balfour Deklarasyonu bazı değişikliklerle, manda anlaşmasına dahil edildi ve uluslararası hukukun parçası oldu. Filistinliler (yerleşik Yahudi ve Arap destekleyicileri) bunun farkında bile olmadılar.
Manda idaresi kurulduktan sonra görece sakin bir döneme girildi.
1923-1929 arasında Filistin’e Yahudi göçünde önemli bir düşüş görüldü, çünkü Britanya belli kotalar koymuştu ve bunu katı biçimde uyguluyordu.
Filistin’de bunlar yaşanırken yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başında “İngilizci İslamcılar”ın Lozan’da toprak satmakla itham ettikleri Gazi Mustafa Kemal Paşa vardı.
Lütfü Özşahin’in Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Filistin davasının geleceği hakkında düşüncelerine değinmesi gerçekten çok mühim.
Lütfü Özşahin diyor ki; her konuda Atatürk adına konuştuğunu ve hareket ettiğini söyleyen her kesim, Atatürk’ün 27 Temmuz 1937 tarihinde Hakimiyeti Milliye gazetesine verdiği demeci ibretle okumalıdırlar.
Ortadoğu’da bütün bir bölgede çıbanbaşı olacak bir Yahudi Devleti’nin kurulma aşamasında olduğunu sezinledikten sonra “Filistin’e el sürülemez. Türkler bölgedeki yabancı işgali kabul edemez.
Hz. Muhammed’in ve kutsal değerlerin hürmetine İslam’ın mukaddes topraklarının Yahudilerin ve Hıristiyanların nüfuzuna girmesine engel olacağız.
Ordumuzun buna gücü yeter. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Arap kardeşlerimizden uzak kaldık ancak onların aralarındaki karışıklıkları kimse bizden iyi bilemez” demişti. (**)
Bu ifadelerin lafta kaldığını düşünmeyin.
Türkiye ve lideri; İngilizler’in Ortadoğu’daki kovanlarına çomak sokmanın ve İngiliz ilerleyişini durdurmanın yolunu bulmuştu. İlk çomak Azerbaycan’da sokuldu.
İngiliz kovanına sokulan Türk çomağı…
1918’de Azerbaycan Türkleri, Bakü’yü işgal eden Bolşevik Rus ve Ermenilere karşı Türk Ordusu’nu desteğe çağırır.
Nuri Paşa’nın kumandasında Kafkas Türk-İslam Ordusu kurulur ve Azerbaycan içlerinden Bakü üzerine ilerlemeye başlar.
Türk ordusu karşısında sıkışan Ermeniler, kendilerini kurtarması için İngiltere’ye başvururlar. İngiltere bu iş için “Gizli Ordu” veya komutanının adı dolayısıyla “Dunsterforce” olarak bilinen ve o sırada İran - Güney Azerbaycan’daki Türk ilerleyişini durdurmakla görevli birliği oluşturur.
Ancak tüm sinsi planlarına rağmen 15 Eylül 1918’de Bakü’nün Türkler tarafından kurtarılmasına engel olamazlar.
İngilizler, Kızılordu’ya karşı çarpışan Çar taraftarı Denikini, Kolçakı ve Vragelçileri savunarak onları silah ve yiyecek sağlıyordu. İngilizlerin amacı Rusya’nın başını iç savaşa katarak Bakü petrolünü istedikleri gibi kullanmaktı.
İngilizler’in bu güçlere yardım etmesinin bir anlamı kalmadığından Azerbaycan’ı terk ettiler.
Türkiye o dönemde Merkezi Bakü olarak kurulmuş Azerbaycan Cumhuriyeti, “Müsavat Partisi”nin oluşturduğu milli ordu mensubu Osmanlı ordusu bakiyesi subay ve askerlerin İngilizlerle savaşması ve İngilizlere yardım edilmemesi talimatını vermişti.
Sonuçta Ankara’nın talimatları etkili oldu ve İngilizler, Azerbaycan’dan ayrılmak zorunda kaldılar.
Türkiye, İngilizler’e ikinci çomağı Afganistan’da soktu.
Hindistan üzerinden Afganistan’a ve oradan da Tahran ve Bakü’ye inmek isteyen İngiltere’nin önünü Kabil’de kesti.
İngiliz istihbaratının, Müslümanların gözünde küçük düşürerek etkisizleştirmek amacıyla Sebataist ilan ettiği Mustafa Kemal Paşa, 20 Ağustos 1920’de Afganistan’a gönderdiği ilk Türk temsilcisi Abdurrahman Bey’le Emanullah Han’a yazdığı mektupta “İngilizlere karşı birlikte savaşalım” önerisinde bulunmuştu.
Arabistan’da vazife yaptığı dönemde İngiliz ordusuna ve isyancı Araplara kök söktüren Medine Muhafızı Fahrettin Paşa başkanlığında Türk elçilik heyeti 19 Mart 1922 günü Ankara’dan hareket etti.
Trabzon, Batum, Bitlis, Bakü yoluyla 25 Mayıs’ta Afganistan’ın Herat kentine ulaştı, burada büyük bir törenle karşılandı. O tarihte Afganistan’da 200 kadar Türk subayı görev yapmakta, İngiliz ordusuna karşı savaşan Afgan ordusunu eğitmekte sevk ve idare etmekteydi.
Mustafa Kemal Paşa’nın Afganistan’a büyük önem verdiği görülüyor.
-Medine Müdafii Fahreddin Paşa'nın solunda Afgan Kralı Emanullah Han. Emanullah Han Osmanlı, Fahreddin Paşa ise Afgan bayrağına sarılmış..-
Medine eski Muhafızı Fahrettin (Türkkan) Paşa, Kabil’e Elçi olarak atanması ve 26 Haziran 1922-12 Mayıs 1926 tarihleri arasında görev yapması bunu göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Afganistan’ı tahkimatı sayesinde İngilizler Hindistan üzerinden Orta Asya’ya yayılamadığı gibi Tahran ve Bakü’ye de ulaşamadılar.
İngilizler’e üçüncü çomak en güvendikleri Mısır’da sokuldu.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın Mısır masası, Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı kurarak İngilizler’in Ortadoğu’daki egemenliğine direndiler.
İngilizler’in ellerini kollarını sallayarak İslam coğrafyasında faaliyet göstermesini engellediler. I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilatı Mahsusa’nın Arap Yarımadası’ndan sorumlu başkanı olarak görev yapan, Çerkez Ubıh asıllı Türk istihbaratçı ve gerilla savaşçısı Eşref Sencer Kuşçubaşı kendisini sorgulayan Lawrence’a “Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükûmetinin başına öyle musibetler salacağım ki, 2 asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz” demişti.
Sözlerini doğrulayan gelişmeler sonraki yıllarda yaşandı.
Sıkı durun! Asıl bombayı şimdi patlatıyorum!
İsrail Devleti’nin kurulması Türk istihbaratının projesiydi.
Çünkü İsrail devleti kurulduğunda o topraklar İngiliz mandasıydı ve İngiliz koloni valisi tarafından yönetiliyordu.
Birleşik Krallık, Filistin Mandası’ndaki Yahudi yerleşimlerini korumak amacıyla kurulan ve 1920-1948 yılları arasında faaliyet gösteren Yahudi paramiliter örgütü Haganah, İngiliz ordusunu hedef alan eylemlerde bulundu.
Yüzlerce İngiliz askeri öldürüldü.
İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiliz Hükümetinin Siyonist karşıtı tavrını değiştirmeyeceği kesinlikle anlaşılınca, Haganah, Filistin’deki İngiliz Manda yönetimine karşı çıkmaya karar verdi.
İngilizlere karşı her alanda direnişler düzenlenmeye başladı.
Avrupa’dan ve Kuzey Afrika’dan Filistin’e yasa dışı yollardan yapılan toplu Yahudi göçlerini örgütledi. 1940 yılı sonlarına doğru Haganah terör örgütü 45 bin elemana ulaşmıştı. (***)
İngilizler, Yahudilerin saldırılarını bertaraf etmek için Araplara yanaştı. Arap - Yahudi anlaşmazlığını körükledi.
Arthur Koestler’in; “Eğer İngiliz diplomasisi, bir hayalet gibi Filistin meselesine Mısır, Suriye ve diğer Arap ülkelerini dahil etmemiş olsaydı; Yahudiler ve Ürdün Nehrinin her iki tarafında bulunan Filistinli Araplar arasında, ülkede iç savaş çıkmadan on yıl önce ülke barışçıl bir şekilde taksim edilmiş olacaktı” belirlemesi aslında yaşanılan süreci çok net özetlediği gibi bugünkü anlaşmazlığın temelinde hangi devletin olduğunu da gösterir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Avrupa’daki Holokost katliamından kurtulan Yahudilerin, Filistin’e alınmamasının nedeni için İngiltere Başbakanı Bevin’e danışan bir arkadaşına Bevin şu cevabı vermişti:
“Sevgili arkadaşım; ya biz, ya onlar”
“Biz”, İngiliz Milletler Birliği (Common Wealth); “Onlar” da, Filistin Yahudileri anlamındaydı.
Aslında, Haganah muzaffer oldukça, tüm Filistin’in Yahudi eline geçmesi işten bile değildi. Fakat İngiltere, on yıl kadar öncesine dayanan Birleşmiş Milletler’in taksim kararına dahi itibar etmedi.
İngiltere, 1917’de Balfour Deklârasyonu’nda temellerini attığı ‘Yahudi Devleti’ni hatırlamak bile istemiyordu. Hâlbuki ilginçtir, ne Mısır, ne Suriye ve Lübnan, Filistin’in komşuları olmakla beraber, onun sorunlarıyla ilgilenmiyorlardı.
Üstelik Ürdün Emiri ve daha sonraları kral olan Abdullah, Yahudiler ile olumlu ilişkilere sahipti; Filistinli Arapları kendi krallığına dahil etmek ve Yahudilere de ayrılan bölümün verilmesini istiyordu.
Abdullah, Yahudilerin, Ürdün’ü modernleştirmesini de istiyordu; Yahudiler, Amman’da bir elektrik santrali kurdu. Kral, çöllerinin yeşertilmesini de istiyordu. Arap ülkelerinin tüm protestolarına rağmen, İsrail ile barış görüşmelerine giren de İngilizlerin adamı Kral Abdullah idi. (****)
Türkiye; Yahudiler’in İngilizlere karşı eylemlilik kararlarını okuduğunda her türlü desteği sundu. Öncelikle Türkiye topraklarından Filistin’e Yahudi göçünü teşvik etti.
“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarından rahatsız olan binlerce Türk Yahudisi soluğu Filistin’de aldı ve demografik dengeyi Yahudiler lehine değiştirdi.
İsrail’e gönderilen Yahudilerin bir çoğu, Hazar Türkleri’nin bakiyesiydi…
Türkiye; Avrupa’da popülerleşen Hıristiyan geleneği antisemitizm karşıtı projeler gerçekleştirdi.
Örneğin Hitler zulmünden kaçan Alman Yahudi bilim insanlarını üniversitelerde istihdam etti.
Savaşın devam ettiği yıllara Türk diplomatları, görev yaptıkları ülkelerde binlerce Yahudi’nin hayatını onlara Türk pasaportu vererek kurtardılar.
Yahudileri soykırımdan kurtaran bu diplomatlar “Türk Schindlerler” olarak anılıyorlar.
İkinci Dünya Savaşı sırasında görev yapmış olan, Türkiye’nin Marsilya Büyükelçisi Necdet Kent ve Rodos Konsolosu Selahattin Ülkümen’in kahramanca çabaları sayesinde birçok Yahudi, soykırımdan kurtulmuştu.
Vatandaşları arasında dine bağlı ayırım yapmayan Türk hükümetinin diplomatları, büyük tehlikeleri göze alarak çok cesaret isteyen kurtarma operasyonları düzenlemiş ve pek çok Yahudi’nin hayatını kurtarmışlardır.
Türk konsoloslukları, Yahudi sığınmacıların çocuklarına da Türk vatandaşı kimliği vererek onları Nazi kamplarına gönderilmekten alıkoymuştu. (*****)
Türk istihbaratı; Türkiye’den göç ettirilen Yahudiler ile Türk diplomatların Avrupa’da toplama kamplarında imha edilmekten kurtardıkları Yahudiler aracılığıyla Filistin’de bağımsız İsrail devletinin kurulması için İngilizlere karşı savaşan Haganah benzeri örgütlere sızdı.
İngilizlere dördüncü çomak da burada sokuldu.
İngilizler, tersinden karşılık verdi. Araplar üzerinden Filistin davasını uluslararası krize dönüştürdüler.
Kim ne derse desin, İsrail devletinin kuruluşu Türkiye’nin projesidir. (******)
Trump’ın Ortadoğu Barış Planı İngilizlerin işine gelmiyor!..
Donald Trump, uzun süredir beklenen Ortadoğu barış planını İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte Beyaz Saray’da açıkladı. Barış planını kendilerinin süreçte söz sahibi olmadıkları gerekçesiyle reddeden Filistin tarafı ise Beyaz Saray’da temsil edilmedi.
Plan, Kudüs’ü İsrail’in bölünmez başkenti olarak kabul ediyor, aynı zamanda Filistin devletinin başkentinin de Doğu Kudüs’teki bazı bölgeleri kapsayan “El Kudüs” olmasını öngörüyor.
Trump yönetiminin barış planında bugüne kadar İsrail-Filistin sorununa çözüm için sunulan bütün barış planlarına dayanak olan “iki devletli çözüm” parametresi yer alıyor.
Plana göre, Barış vizyonunun sahadaki gerçeklikleri göz önünde bulundurduğu ve İsrail’in güvenliğini tam olarak koruduğunun altı çizildi.
İsrail, Kudüs’ün kutsal yerlerini korumaya devam edecek, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar’ın yanı sıra tüm inanç grupları mensuplarının ibadet özgürlüğünü güvence altına alacak.
Yeni plan, Filistinliler için önemli düzeyde toprak kazanımı sağlıyor. Gelecekte kurulacak Filistin devleti topraklarında, Gazze ve Batı Şeria dahil, seyahat ve mal dolaşımını sağlamak için modern ve verimli ulaşım hatları oluşturulacak. (*******)
Filistinli Arapların, İngiliz yörüngesinden çıkıp, bu plana evet demesi mümkün mü?
Türkiye'deki “İngilizci İslamcılar” da İngiltere Sömürge Bakanlığı’nın tezlerine sımsıkı bağlı olduklarını tekrarlayıp duruyorlar.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete
(**) Lütfü Özşahin/ Atatürk İsrail’e nasıl bakıyordu?/ 31 Temmuz 2006/ Milli Gazete – https://www.millicozum.com/mc/subat-2012/erbakanin-ataturk-degerlendirmesi-ve-mustafa-kemalin-filistin-endisesi
(***) https://www.stratejikortak.com/2016/08/israil-teror-orgutleri.html
(****) https://www.salom.com.tr/haber-103991-Israilarap_savasinin_bas_sorumlusu_Ingiltere.html
(*****) Desperate Hours: Yahudileri kurtaran Türk diplomatlar / https://www.hasturktv.com/anti_semitizm/1526.htm
(******) https://kafkassam.com/israil-devletinin-kurulusu-turkiyeni-projesi-olabilir-mi.html
(*******) https://www.amerikaninsesi.com/a/trump-in-acikladigi-ortadogu-baris-plani-ne-ongoruyor/5264079.html
“Kudüs seviciliğinin Siyonizme katkısı!” olabileceğini hiç düşündünüz mü? Baştan belirteyim oryantalist değilim. Ama Türk Müslümanların hem Yahudilerin hem de Anglikan İngilizlerin girdabına kapılmasına gönlüm razı gelmez.
"İsrâîliyyât"ın şekillendirdiği yaralı bilinçler…
Geleneksel toplumlarda kültürel şizofreninin yaraladığı bilinçler, tarihte geride kalmış ve değişim sürecini tamamlamamış uygarlıklardaki zihinsel çarpıklıkları yaşar.
“Şizofreni” bireyin davranışlarını, hareketlerini, gerçeği algılayış şeklini ve düşüncelerini çarpıtarak değiştiren, ailesi ve sosyal çevresi ile ilişkilerini bozan psikiyatrik bir hastalıktır.
Ciddi ve kronik bir hastalık olan şizofrenide hastalar gerçeklikle arasındaki bağlantısını yitirerek farklı davranışlar sergilemeye, gerçek olmayan olaylara inanmaya ve kişiliklerini değiştirmeye eğilim gösterir. Müslüman bir bireyin, Yahudi kutsalını benimsemesi ve içselleştirmesi gibi.
İslami literatür, bu kültürel şizofreninin adını yıllar öncesinden koymuş, İsrâîliyyât!
Bu sözcük "İsrâîlî kaynaktan rivayet edilen kıssa veya hâdise" anlamına geliyor.
Çoğunlukla Yahudi, kısmen de Hıristiyan kaynaklarından aktarılan “efsane, kıssa, olay veya bilgi” anlamında kullanılır. Kur'an-ı Kerim'de yer almayan bazı ayrıntıların Tevrat ve İncil'den yararlanılarak "İslami bir bilgi" olarak sunulması da israiliyyat kapsamındadır ve israiliyyat sözcüğü olumsuz bir anlam içerir.
“Allah’ın Evi” olur mu?
Allah, yarattıklarının şeklinden ve mekandan münezzehtir. Mabedler Allah’a adanabilir ama Allah’a tahsis edilemez. Dolayısıyla “Allah’ın evi” yoktur. Şehirler de öyledir.
Son zamanlarda İsrail’in “Jerusalem” (Zion), Arapların “Kudüs” adını verdiği kadim şehrin, Kur’an kültürüne ve İslam geleneğine ters bir şekilde, “Müslümanların kutsalları” arasına sıkıştırılmaya çalışıldığı görülüyor.
Buna dinden delil bulmaya uğraşanlar “Müslümanların ilk kıblesi” gerekçesine sarılıyor.
Kudüs “Kıble” oldu mu?
Müslümanlar, Hicret’ten önce ve Hicret’ten sonra namaz kılarken Kudüs’e yönelirlerdi. Çünkü Arabistan yarımadasındaki Yahudiler ve Hıristiyanların ibadetlerinde Kudüs’e doğru durduklarını görürlerdi.
O zaman Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların kıble bakımından ittifakları vardı çünkü İslam ve Hıristiyanlığın ilk kaynağı Yahudilikti.
Müslümanların ibadetlerinde kendilerini taklit ederek Kudüs’e doğru yönelmelerini Yahudiler hem tenkit ettiler hem alay ettiler hem de kendi dinlerinin sahihliğine delil gösterdiler.
“-Madem ki Müslümanlar namaz kılarken bizim kıblemize dönüyorlar, demek ki kıblemiz haktır, kıblemiz hak olunca dinimiz de haktır. Öyleyse dinimize neden dönmüyorlar?” diyorlardı.
Yahudilikle İslam arasında farklılığın belirginleşmesi gecikmedi.
“-Ey Resulüm, (vahyin gelmesi için) yüzünün göğe doğru aranıp durduğunu görüyoruz. Bunun için seni razı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram’a [Kâbe’ye] doğru çevir. Ne şekilde olursanız yine yüzlerinizi Kâbe tarafına döndürünüz.” (Bakara, 144) ayeti vahyedildi.
Rivayete göre; bu ayet gelir gelmez İslam Peygamberi, namazın içinde olduğu halde, yüzünü Kâbe’ye doğru çevirdi.
O gün bu gündür Müslümanlar namazları sırasında Kâbe’nin bulunduğu koordinatlara yönelirler.
Ancak Allah’ın ibadet esnasında Kudüs’e yönelinmesini yasaklamasına rağmen, birileri ısrarla çıkıp; “-Kudüs, Filistin davası değil, kıble davasıdır!” diyebiliyor.
Oysa Kur’an’da Kudüs ismi geçmez.
“Kudüs” adının tarihsel süreçte etimolojik evrimi…
Milâttan önce XIV. yüzyıla ait Tell Amarna mektuplarında şehrin adı Urusalim, Geç Asur metinlerinde Urusilimmu veya Ursalimmu, İbrânîce Masoretik metinde Yruşlm, bazen de Yruşlym biçiminde yazılmakta ve Yerûşâlayim, Eski Ahid’in Ârâmîce metinlerinde Yerûşâlêm şeklinde telaffuz edilmektedir.
Grekçe Hierosolyma adı şehrin kutsallığını (hieros = kutsal) yansıtmaktadır. Latince’ye Jerusalem ve Jerosolyma olarak geçmiştir. Kudüs şehrinin Batı dillerindeki adı da Jerusalem’dir.
Jebus-Yebus: Kudüs’ün Hz. Davud (as) eline geçmesinden önceki isimdir.
“Davud’un şehri” (City of David): Hz. Davud (as) zamanındaki ismidir.
Beth Makdeşa: Şehrin Aramice ismidir. “Mukaddes ev” anlamındadır.
Beth ha-Mikdaş: Şehrin İbranice ismidir. Mukaddes ev anlamındadır.
Beytül’ Makdis: Arapçada “kutsanmış ev /arınmış ev” manasındadır.
2010’da İsrail’de “Kudüs’ün birleşmesinin 43’üncü yıldönümü” milli bayram olarak kutlandığında İsrail Başbakanı Netanyahu, “Kudüs Günü” vesilesiyle parlamentoda yaptığı konuşmada, “Tevrat’ta Kudüs sözcüğü 850 defa geçer. Kuran’da ise hiç geçmez” demişti.
Netanyahu’ya göre; “Kudüs ve onun İbranice bir diğer ifadesi olan Zion sözcükleri Tevrat’ta 850 defa geçer. Kudüs sözcüğü, İncil’de de 142 kez geçer. Kuran’da ise bu sözcüğün Arapça’daki 16 farklı karşılığından hiçbiri geçmez. Sadece 12’inci yüzyılda yapılan bir tefsirde, Kuran’ın bir bölümünün Kudüs’e işaret ettiği belirtilmiştir.”
Bu konu, Türkiye’de de tartışma konusu olmuş. Bazı ilahiyatçılar Kur’an’da “Kudüs” kelimesinin geçmediğini ama ima edildiğini söylemişti.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet Vakfı’nın yayınladığı İslam Ansiklopedisi’nde yer alan mâlumata göre; Müslümanlar da şehre çeşitli isimler vermiş olup bunların başında “Bereket, mübarek olmak” anlamına gelen “Kuds" yer almaktadır.
Şehrin en yaygın adı olan “kuds" kelimesi Ârâmîce ‘kudşa’dan gelmektedir ve bu kelime şehri değil, mâbedi ifade etmektedir.
10. yüzyılın başında Karai (Karay Türkleri) bilginler Kudüs şehrini “Beytülmakdis”, mâbedin bulunduğu alanı da “Kuds" diye adlandırmaktaydılar.
İbrânîce’nin yerine Ârâmîce’nin geçtiği 11. yüzyıla ait mektuplarda Kudüs şehrine “İr hakkodeş” deniyordu ki bunu “kutsal şehir” yerine “mâbed şehri” diye tercüme etmek daha doğrudur.
Müslümanların kullandığı İliya ismi Romalılar’ın şehre verdikleri Aelia isminin Arapçalaşmış şeklidir. İslâmî kaynaklarda “İliyâ medînetü beyti’l-makdis” şeklinde de geçmekte ve kısaca İliyâ veya Beytülmakdis (Beytülmukaddes) denilmektedir (Yâkūt, IV, 353; V, 193-201; İbn Kesîr, VIII, 373).
Aslı Ârâmîce “Beth makdeşa”, İbrânîce “Beth hamikdaş" olan Beytülmakdis başlangıçta mâbedi ifade ederken zamanla şehrin tamamı için kullanılmış, mâbedin alanı ise “harem” diye adlandırılmıştır.
Bu etimolojik süreç aynı zamanda kavramların zamanla nasıl değiştiğini de ortaya koyuyor.
Kimse kusura bakmasın! Kudüs, Arapların değil, Türkler’indir!
Kendisi de Filistinli bir Arap olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün efsanevi lideri Yaser Arafat’ın “Türkiye gerçek dostumuzdur, bize yardım eder. Mescid-i Aksa’nın adını siz verdiniz. Orası sizin, siz koruyun” dediği basında yer almıştı.
30 Mayıs 2004 tarihli Hürriyet gazetesi haberinde Yaser Arafat’ın Filistin’e giden Türkiye-Filistin Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun üyeleri ile görüştüğü sırada bu sözleri sarf ettiği belirtilmişti.
Bilmem anlatabildim mi?
Kudüs seviciliğinin Mekke ve Medine’ye hükmeden Kral ailesi tarafından finans edildiği, körüklendiği ve köpürtüldüğünü bir an olsun aklınızdan çıkarmayın.
“Kudüs’ün kutsallığı” birinci elden Yahudilerin meselesidir.
Bakara suresi 144. Ayet nazil olduktan sonra, bu konu Müslümanlar için kapanmıştır. Allah’ın, Kudüs’e yönelinmesini nehyine rağmen, Kudüs ısrarı Siyonizm’in ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.
Kudüs, bin yıl Türkler’in egemenliğinde kalmıştır. Kudüs’le bu anlamda kültürel ve tarihi bağlarımız vardır.
Kudüs’teki Türk eserleri, Türk hâkimiyetinin mührü ve tapusudur. (*)
Günümüzde Filistin davası ve Kudüs seviciliği İngiliz Sömürge Bakanlığının projesidir!..
İngiliz Hariciye Vekili Balfour imzasıyla 2 Kasım 1917’de İngiltere Siyonist Teşkilatı Fahri Başkanı İngiliz Yahudisi ve Banker Baron Lionel Rothcshild’e gönderilen kısa mektupta ‘Filistin’de Yahudilere bir yurt’ kurulmasından söz edilmiş ama ‘Filistin Yahudilerin milli yurdudur’ ifadesi kesinlikle kullanılmamıştı.
Bu mektuptan Osmanlı’ya isyan eden Mekke Şerifi Hüseyin ve ailesinin haberi olmamasına özellikle dikkat edilmiş, Araplar’dan gizlenmişti.
Neden mi?
Çünkü İngiltere, Arap liderlerle ‘Arapların bağımsızlığı ve büyük Arap İmparatorluğu’ için anlaşmıştı. Arap liderlerin sözde Arap istiklali için Osmanlı yönetimi aleyhine ayaklanması İngiltere’nin yüzyıllık çıkarları açısından çok önemliydi.
Klasik uzun bacaklı siyaseti, sözde ayrı dinden olan Araplarla Yahudileri aynı potada aynı hedefte buluşturmayı başarmıştı.
Balfour Deklarasyonu’nun Araplarca duyulması Ortadoğu’daki de facto durumu derhal İngilizlerin aleyhine çevirebilirdi.
Arapların ve Yahudilerin desteği olmadan Osmanlı idaresi altındaki Filistin’i ele geçiremeyeceğini bilen İngiltere, sonuç itibarıyla hem Arapları hem de Yahudileri deyim yerindeyse ayakta uyutmuştur.
Balfour Deklarasyonu’nun cazibesine kapılan Yahudiler, Arzı Mevud hayaliyle İngilizlere asker oldular. Uzunbacaklıların kendilerini iğfal ettiğini iş işten geçtiğinde öğrenmişler, bu arada atı alan Üsküdar’ı geçmiş, Yahudiler ise ‘Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan oldukları’ gibi İngilizler, Filistin’i ele geçirmiş, Arapları, Yahudilere karşı kışkırtmaya başlamıştı.
Yahudiler için ‘Süleyman Mabedi’nde ağlama seanslarından başka yapabilecekleri bir şey kalmamıştı.
Balfour Deklarasyonu’ndan üç hafta sonra General Allenby komutasındaki İngiliz ve Arap birlikleri Kudüs’ü Osmanlılar’dan teslim aldılar.
Osmanlı birlikleri, Suriye cephelerinde yenilgiye uğratıldı.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondoros Mütarekesi ile tüm Filistin, Britanya’nın kontrolündeydi. Filistin topraklarında “Arap imparatorluğu”nun esamisi okunmuyordu.
29 Eylül 1923’te Filistin’de Britanya mandası kuruldu, İngiliz altınları ve homoseksüel ajanların telkinleriyle Filistinliler buna da itiraz etmediler.
Balfour Deklarasyonu bazı değişikliklerle, manda anlaşmasına dahil edildi ve uluslararası hukukun parçası oldu. Filistinliler (yerleşik Yahudi ve Arap destekleyicileri) bunun farkında bile olmadılar.
Manda idaresi kurulduktan sonra görece sakin bir döneme girildi.
1923-1929 arasında Filistin’e Yahudi göçünde önemli bir düşüş görüldü, çünkü Britanya belli kotalar koymuştu ve bunu katı biçimde uyguluyordu.
Filistin’de bunlar yaşanırken yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başında “İngilizci İslamcılar”ın Lozan’da toprak satmakla itham ettikleri Gazi Mustafa Kemal Paşa vardı.
Lütfü Özşahin’in Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Filistin davasının geleceği hakkında düşüncelerine değinmesi gerçekten çok mühim.
Lütfü Özşahin diyor ki; her konuda Atatürk adına konuştuğunu ve hareket ettiğini söyleyen her kesim, Atatürk’ün 27 Temmuz 1937 tarihinde Hakimiyeti Milliye gazetesine verdiği demeci ibretle okumalıdırlar.
Ortadoğu’da bütün bir bölgede çıbanbaşı olacak bir Yahudi Devleti’nin kurulma aşamasında olduğunu sezinledikten sonra “Filistin’e el sürülemez. Türkler bölgedeki yabancı işgali kabul edemez.
Hz. Muhammed’in ve kutsal değerlerin hürmetine İslam’ın mukaddes topraklarının Yahudilerin ve Hıristiyanların nüfuzuna girmesine engel olacağız.
Ordumuzun buna gücü yeter. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Arap kardeşlerimizden uzak kaldık ancak onların aralarındaki karışıklıkları kimse bizden iyi bilemez” demişti. (**)
Bu ifadelerin lafta kaldığını düşünmeyin.
Türkiye ve lideri; İngilizler’in Ortadoğu’daki kovanlarına çomak sokmanın ve İngiliz ilerleyişini durdurmanın yolunu bulmuştu. İlk çomak Azerbaycan’da sokuldu.
İngiliz kovanına sokulan Türk çomağı…
1918’de Azerbaycan Türkleri, Bakü’yü işgal eden Bolşevik Rus ve Ermenilere karşı Türk Ordusu’nu desteğe çağırır.
Nuri Paşa’nın kumandasında Kafkas Türk-İslam Ordusu kurulur ve Azerbaycan içlerinden Bakü üzerine ilerlemeye başlar.
Türk ordusu karşısında sıkışan Ermeniler, kendilerini kurtarması için İngiltere’ye başvururlar. İngiltere bu iş için “Gizli Ordu” veya komutanının adı dolayısıyla “Dunsterforce” olarak bilinen ve o sırada İran - Güney Azerbaycan’daki Türk ilerleyişini durdurmakla görevli birliği oluşturur.
Ancak tüm sinsi planlarına rağmen 15 Eylül 1918’de Bakü’nün Türkler tarafından kurtarılmasına engel olamazlar.
İngilizler, Kızılordu’ya karşı çarpışan Çar taraftarı Denikini, Kolçakı ve Vragelçileri savunarak onları silah ve yiyecek sağlıyordu. İngilizlerin amacı Rusya’nın başını iç savaşa katarak Bakü petrolünü istedikleri gibi kullanmaktı.
İngilizler’in bu güçlere yardım etmesinin bir anlamı kalmadığından Azerbaycan’ı terk ettiler.
Türkiye o dönemde Merkezi Bakü olarak kurulmuş Azerbaycan Cumhuriyeti, “Müsavat Partisi”nin oluşturduğu milli ordu mensubu Osmanlı ordusu bakiyesi subay ve askerlerin İngilizlerle savaşması ve İngilizlere yardım edilmemesi talimatını vermişti.
Sonuçta Ankara’nın talimatları etkili oldu ve İngilizler, Azerbaycan’dan ayrılmak zorunda kaldılar.
Türkiye, İngilizler’e ikinci çomağı Afganistan’da soktu.
Hindistan üzerinden Afganistan’a ve oradan da Tahran ve Bakü’ye inmek isteyen İngiltere’nin önünü Kabil’de kesti.
İngiliz istihbaratının, Müslümanların gözünde küçük düşürerek etkisizleştirmek amacıyla Sebataist ilan ettiği Mustafa Kemal Paşa, 20 Ağustos 1920’de Afganistan’a gönderdiği ilk Türk temsilcisi Abdurrahman Bey’le Emanullah Han’a yazdığı mektupta “İngilizlere karşı birlikte savaşalım” önerisinde bulunmuştu.
Arabistan’da vazife yaptığı dönemde İngiliz ordusuna ve isyancı Araplara kök söktüren Medine Muhafızı Fahrettin Paşa başkanlığında Türk elçilik heyeti 19 Mart 1922 günü Ankara’dan hareket etti.
Trabzon, Batum, Bitlis, Bakü yoluyla 25 Mayıs’ta Afganistan’ın Herat kentine ulaştı, burada büyük bir törenle karşılandı. O tarihte Afganistan’da 200 kadar Türk subayı görev yapmakta, İngiliz ordusuna karşı savaşan Afgan ordusunu eğitmekte sevk ve idare etmekteydi.
Mustafa Kemal Paşa’nın Afganistan’a büyük önem verdiği görülüyor.
-Medine Müdafii Fahreddin Paşa'nın solunda Afgan Kralı Emanullah Han. Emanullah Han Osmanlı, Fahreddin Paşa ise Afgan bayrağına sarılmış..-
Medine eski Muhafızı Fahrettin (Türkkan) Paşa, Kabil’e Elçi olarak atanması ve 26 Haziran 1922-12 Mayıs 1926 tarihleri arasında görev yapması bunu göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Afganistan’ı tahkimatı sayesinde İngilizler Hindistan üzerinden Orta Asya’ya yayılamadığı gibi Tahran ve Bakü’ye de ulaşamadılar.
İngilizler’e üçüncü çomak en güvendikleri Mısır’da sokuldu.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın Mısır masası, Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı kurarak İngilizler’in Ortadoğu’daki egemenliğine direndiler.
İngilizler’in ellerini kollarını sallayarak İslam coğrafyasında faaliyet göstermesini engellediler. I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilatı Mahsusa’nın Arap Yarımadası’ndan sorumlu başkanı olarak görev yapan, Çerkez Ubıh asıllı Türk istihbaratçı ve gerilla savaşçısı Eşref Sencer Kuşçubaşı kendisini sorgulayan Lawrence’a “Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükûmetinin başına öyle musibetler salacağım ki, 2 asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz” demişti.
Sözlerini doğrulayan gelişmeler sonraki yıllarda yaşandı.
Sıkı durun! Asıl bombayı şimdi patlatıyorum!
İsrail Devleti’nin kurulması Türk istihbaratının projesiydi.
Çünkü İsrail devleti kurulduğunda o topraklar İngiliz mandasıydı ve İngiliz koloni valisi tarafından yönetiliyordu.
Birleşik Krallık, Filistin Mandası’ndaki Yahudi yerleşimlerini korumak amacıyla kurulan ve 1920-1948 yılları arasında faaliyet gösteren Yahudi paramiliter örgütü Haganah, İngiliz ordusunu hedef alan eylemlerde bulundu.
Yüzlerce İngiliz askeri öldürüldü.
İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiliz Hükümetinin Siyonist karşıtı tavrını değiştirmeyeceği kesinlikle anlaşılınca, Haganah, Filistin’deki İngiliz Manda yönetimine karşı çıkmaya karar verdi.
İngilizlere karşı her alanda direnişler düzenlenmeye başladı.
Avrupa’dan ve Kuzey Afrika’dan Filistin’e yasa dışı yollardan yapılan toplu Yahudi göçlerini örgütledi. 1940 yılı sonlarına doğru Haganah terör örgütü 45 bin elemana ulaşmıştı. (***)
İngilizler, Yahudilerin saldırılarını bertaraf etmek için Araplara yanaştı. Arap - Yahudi anlaşmazlığını körükledi.
Arthur Koestler’in; “Eğer İngiliz diplomasisi, bir hayalet gibi Filistin meselesine Mısır, Suriye ve diğer Arap ülkelerini dahil etmemiş olsaydı; Yahudiler ve Ürdün Nehrinin her iki tarafında bulunan Filistinli Araplar arasında, ülkede iç savaş çıkmadan on yıl önce ülke barışçıl bir şekilde taksim edilmiş olacaktı” belirlemesi aslında yaşanılan süreci çok net özetlediği gibi bugünkü anlaşmazlığın temelinde hangi devletin olduğunu da gösterir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Avrupa’daki Holokost katliamından kurtulan Yahudilerin, Filistin’e alınmamasının nedeni için İngiltere Başbakanı Bevin’e danışan bir arkadaşına Bevin şu cevabı vermişti:
“Sevgili arkadaşım; ya biz, ya onlar”
“Biz”, İngiliz Milletler Birliği (Common Wealth); “Onlar” da, Filistin Yahudileri anlamındaydı.
Aslında, Haganah muzaffer oldukça, tüm Filistin’in Yahudi eline geçmesi işten bile değildi. Fakat İngiltere, on yıl kadar öncesine dayanan Birleşmiş Milletler’in taksim kararına dahi itibar etmedi.
İngiltere, 1917’de Balfour Deklârasyonu’nda temellerini attığı ‘Yahudi Devleti’ni hatırlamak bile istemiyordu. Hâlbuki ilginçtir, ne Mısır, ne Suriye ve Lübnan, Filistin’in komşuları olmakla beraber, onun sorunlarıyla ilgilenmiyorlardı.
Üstelik Ürdün Emiri ve daha sonraları kral olan Abdullah, Yahudiler ile olumlu ilişkilere sahipti; Filistinli Arapları kendi krallığına dahil etmek ve Yahudilere de ayrılan bölümün verilmesini istiyordu.
Abdullah, Yahudilerin, Ürdün’ü modernleştirmesini de istiyordu; Yahudiler, Amman’da bir elektrik santrali kurdu. Kral, çöllerinin yeşertilmesini de istiyordu. Arap ülkelerinin tüm protestolarına rağmen, İsrail ile barış görüşmelerine giren de İngilizlerin adamı Kral Abdullah idi. (****)
Türkiye; Yahudiler’in İngilizlere karşı eylemlilik kararlarını okuduğunda her türlü desteği sundu. Öncelikle Türkiye topraklarından Filistin’e Yahudi göçünü teşvik etti.
“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarından rahatsız olan binlerce Türk Yahudisi soluğu Filistin’de aldı ve demografik dengeyi Yahudiler lehine değiştirdi.
İsrail’e gönderilen Yahudilerin bir çoğu, Hazar Türkleri’nin bakiyesiydi…
Türkiye; Avrupa’da popülerleşen Hıristiyan geleneği antisemitizm karşıtı projeler gerçekleştirdi.
Örneğin Hitler zulmünden kaçan Alman Yahudi bilim insanlarını üniversitelerde istihdam etti.
Savaşın devam ettiği yıllara Türk diplomatları, görev yaptıkları ülkelerde binlerce Yahudi’nin hayatını onlara Türk pasaportu vererek kurtardılar.
Yahudileri soykırımdan kurtaran bu diplomatlar “Türk Schindlerler” olarak anılıyorlar.
İkinci Dünya Savaşı sırasında görev yapmış olan, Türkiye’nin Marsilya Büyükelçisi Necdet Kent ve Rodos Konsolosu Selahattin Ülkümen’in kahramanca çabaları sayesinde birçok Yahudi, soykırımdan kurtulmuştu.
Vatandaşları arasında dine bağlı ayırım yapmayan Türk hükümetinin diplomatları, büyük tehlikeleri göze alarak çok cesaret isteyen kurtarma operasyonları düzenlemiş ve pek çok Yahudi’nin hayatını kurtarmışlardır.
Türk konsoloslukları, Yahudi sığınmacıların çocuklarına da Türk vatandaşı kimliği vererek onları Nazi kamplarına gönderilmekten alıkoymuştu. (*****)
Türk istihbaratı; Türkiye’den göç ettirilen Yahudiler ile Türk diplomatların Avrupa’da toplama kamplarında imha edilmekten kurtardıkları Yahudiler aracılığıyla Filistin’de bağımsız İsrail devletinin kurulması için İngilizlere karşı savaşan Haganah benzeri örgütlere sızdı.
İngilizlere dördüncü çomak da burada sokuldu.
İngilizler, tersinden karşılık verdi. Araplar üzerinden Filistin davasını uluslararası krize dönüştürdüler.
Kim ne derse desin, İsrail devletinin kuruluşu Türkiye’nin projesidir. (******)
Trump’ın Ortadoğu Barış Planı İngilizlerin işine gelmiyor!..
Donald Trump, uzun süredir beklenen Ortadoğu barış planını İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte Beyaz Saray’da açıkladı. Barış planını kendilerinin süreçte söz sahibi olmadıkları gerekçesiyle reddeden Filistin tarafı ise Beyaz Saray’da temsil edilmedi.
Plan, Kudüs’ü İsrail’in bölünmez başkenti olarak kabul ediyor, aynı zamanda Filistin devletinin başkentinin de Doğu Kudüs’teki bazı bölgeleri kapsayan “El Kudüs” olmasını öngörüyor.
Trump yönetiminin barış planında bugüne kadar İsrail-Filistin sorununa çözüm için sunulan bütün barış planlarına dayanak olan “iki devletli çözüm” parametresi yer alıyor.
Plana göre, Barış vizyonunun sahadaki gerçeklikleri göz önünde bulundurduğu ve İsrail’in güvenliğini tam olarak koruduğunun altı çizildi.
İsrail, Kudüs’ün kutsal yerlerini korumaya devam edecek, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar’ın yanı sıra tüm inanç grupları mensuplarının ibadet özgürlüğünü güvence altına alacak.
Yeni plan, Filistinliler için önemli düzeyde toprak kazanımı sağlıyor. Gelecekte kurulacak Filistin devleti topraklarında, Gazze ve Batı Şeria dahil, seyahat ve mal dolaşımını sağlamak için modern ve verimli ulaşım hatları oluşturulacak. (*******)
Filistinli Arapların, İngiliz yörüngesinden çıkıp, bu plana evet demesi mümkün mü?
Türkiye'deki “İngilizci İslamcılar” da İngiltere Sömürge Bakanlığı’nın tezlerine sımsıkı bağlı olduklarını tekrarlayıp duruyorlar.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete
(**) Lütfü Özşahin/ Atatürk İsrail’e nasıl bakıyordu?/ 31 Temmuz 2006/ Milli Gazete – https://www.millicozum.com/mc/subat-2012/erbakanin-ataturk-degerlendirmesi-ve-mustafa-kemalin-filistin-endisesi
(***) https://www.stratejikortak.com/2016/08/israil-teror-orgutleri.html
(****) https://www.salom.com.tr/haber-103991-Israilarap_savasinin_bas_sorumlusu_Ingiltere.html
(*****) Desperate Hours: Yahudileri kurtaran Türk diplomatlar / https://www.hasturktv.com/anti_semitizm/1526.htm
(******) https://kafkassam.com/israil-devletinin-kurulusu-turkiyeni-projesi-olabilir-mi.html
(*******) https://www.amerikaninsesi.com/a/trump-in-acikladigi-ortadogu-baris-plani-ne-ongoruyor/5264079.html