Gölge etmesinler, başka ihsan istemez
Gölge etmesinler, başka ihsan istemez
- 29-01-2023 01:10
- 5539
- 29-01-2023 01:10
- 5539
Selahattin Demirtaş, bir söyleşi çerçevesinde Batılı liderler için “gölge etmesinler başka ihsan istemez” dedi, söyleşi bağlamında ‘Batı’nın Türkiye ile yaptığı kirli ittifak hesaplarına, anlaşmalarına işaret ediyordu.
Ben daha geniş bir bağlamda ‘gölge etmesinler’ kaygısı içindeyim. Son haftalarda, Batı ana medya organlarında öne çıkan Erdoğan eleştirilerinden başlayayım.
“Bu ülkenin sorunları bizi ilgilendirir, kimse Türkiye’de siyaseti tartışma konusu edemez” yaklaşımı milliyetçi, savunmacı bir anlayıştır. Biz nasıl ABD, Batı siyasetlerini sorguluyorsak, Batılılar da dünyanın her yerinde olup biten hakkında siyasi yorum yapar, bunda yadırganacak bir şey yok.
Ancak, bizim gibi toplumlarda ‘Batı’ genel bir kategori olarak algılanır, Batı ülkelerinde farklı siyasi bakış açıları, farklı çevreler olduğu göz ardı edilir. Sağ muhafazakâr milliyetçi siyasetler, dünyaya insanlık perspektifinden bakan, hakim Batı siyasetlerine en eleştirel bakanları bile “Batı’nın ajanları, bizlerin düşmanları” olarak görür.
Buna karşılık, radikal sol hariç, liberal, demokrat, merkez sol çevreler ise, Batı’yı demokrasi ve insan hakları mabedi olarak algılar.
Onların bu algı içinden konuşması, sağ siyasetlerin kuşkucu yaklaşımlarını besler, sağ popülizmi güçlendirir. Tam da bu nedenle, mevcut iktidar partisinin popülist Batı karşıtı söylemleri halen destek buluyor.
Economist, Türkiye Cumhurbaşkanı’nı ‘diktatör’ diye kapak yapınca, iktidar partisi seçmeni arasında “demek ki, bizim Cumhurbaşkanımızı tehdit olarak görüyorlar, icraatları işlerine gelmiyor” algısı güçleniyor.
Onlar, demokrasi, insan hakları dedikçe, bu kavramlara karşı tepkiler meşrulaşıyor, otoriter siyasetlere sempati artıyor. Üstelik, bu bize mahsus değil, dünyanın her yerinde benzer şeyler yaşanıyor.
Bu algının, sadece milliyetçi-muhafazakâr Batı karşıtı söylemler ve önyargılarla beslendiğini düşünmek fevkalade yanıltıcı olur.
Asıl önemli olan, ABD/Batı Avrupa’nın güçlü ülkeleri bu değerleri stratejik çıkarlarına kılıf olarak kullanmasının, demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi siyasal kavramların içini boşaltarak itibarlarını zedelemiş olmasıdır.
Tabii ki, sıradan insanlar dünyada olup biteni, Batı siyasetlerini titizlikle izliyor değil, ancak çifte standartlı Batı politikalarının yarattığı genel bir güvensizlik, güncel olaylar ile de beslendiği oranda kuşkucu algıları meşrulaştırmaya devam ediyor.
Afganistan’a askeri işgal “kadınları özgürleştirmek” adına meşrulaştırıldığı anda, “kadınların özgürleşmesi” ideali yara alıyor, Irak’a işgal “demokrasi getirmek adına” meşrulaştırıldığında olan ‘demokrasi’ idealinin itibar kaybetmesi oluyor.
Konu sadece bu denli dramatik örnekler değil, Türkiye’nin mevcut iktidar partisi de dahil olmak üzere, hakim Batı siyasetlerinin işlerine geldiğinde kolaylıkla ittifak ettikleri ve hatta parlattıkları siyasi aktörleri, stratejik hesaplar çerçevesinde sorgulama konusu ediyor olmalarının farkında olmak için uluslararası ilişkiler uzmanı olmaya gerek yok.
Tam da bu nedenle, Türkiye’de demokrasi mücadelesi verenlerin, sadece Türkiye’de iktidarı eleştirirken değil, belki daha da fazla demokrasi, insan hakları, özgürlükler derken, iki de bir Batı’ya gönderme yaparken iki kere düşünmesi lazım.
Rusya’nın Ukrayna işgali sonrasında, bir kez daha, başta demokrasi olmak üzere, insan, kadın hakları ve özgürlükler gibi kavramların jeopolitik hesaplar çerçevesinde tanımlanmasına tanık oluyoruz.
Olayın Rusya-ABD savaşına dönmüş olduğu ortada; ABD, Rusya’ya resmen savaş ilan etmiş değil, ancak fiilen durum bu ve bu savaş “liberal demokrasiler ve otoriter rejimler arasında küresel savaş” olarak tanımlanmış vaziyette.
Bu koşullar altında, Rusya’ya karşı tavır takınan ülkelerin rejimleri ne kadar otoriter, ne kadar demokrasi ve insan hakları sicilleri bozuk olsa da “demokrasi cephesi”ne dahil sayılıyor.
Polonya bu örneklerin başında geliyor, topyekun Rusya karşıtı tavır takınmasa da ABD’nin, baş tehdit olarak gördüğü Çin’e karşı önemli bir müttefik olduğu için Hindistan’ın otoriter, Hindu milliyetçisi, Müslüman Hintlilere karşı ayrımcı, hatta kıyımcı rejimine göz yumuluyor.
Suudi Arabistan’ın ayağına gidiliyor, Körfez ülkeleri baş tacı ediliyor, daha neler neler.
Dediğim gibi, tüm bu olanları algılamak için titiz bir siyaset gözlemcisi veya uzmanı olmak gerekmiyor.
Diğer taraftan, olay sadece ABD/Batı Avrupa ve diğerleri meselesi değil, ABD/Batı içinde siyasi çekişmeler de yeni stratejik-ekonomik-siyasi cepheleşme çerçevesinde tanımlanır oldu.
Bu uğurda, İtalya’da iktidara gelen koalisyonun başındaki faşist parti Rusya’ya karşı net tavır gösterdiği için “yok o kadar da faşist değil” diye pazarlanıyor.
Batılı siyaset çevrelerinde, Ukrayna’ya askeri yardıma karşı en küçük bir itirazı olan ‘Putinci’ diye, siyaset sahnesinden dışlanmaya çalışılıyor, vs. vs.
Bu koşullar altında, Türkiye’de mevcut iktidar partisi ile Ukrayna pazarlığı ‘yolunda giderse’ ve Türkiye’de otoriter rejim sorunu gündemden düşerse hiç şaşırmayın.
Kuşkusuz, muhalefet cephesi, umudunu Batı’ya bağlamış falan değil, ama eskilerin dediği gibi ‘şuyuu vukuundan beter’dir, o nedenle bu algıyı besleyebilecek söz ve tutumlar konusunda azami dikkatli olmak gerekiyor diye düşünüyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
Selahattin Demirtaş, bir söyleşi çerçevesinde Batılı liderler için “gölge etmesinler başka ihsan istemez” dedi, söyleşi bağlamında ‘Batı’nın Türkiye ile yaptığı kirli ittifak hesaplarına, anlaşmalarına işaret ediyordu.
Ben daha geniş bir bağlamda ‘gölge etmesinler’ kaygısı içindeyim. Son haftalarda, Batı ana medya organlarında öne çıkan Erdoğan eleştirilerinden başlayayım.
“Bu ülkenin sorunları bizi ilgilendirir, kimse Türkiye’de siyaseti tartışma konusu edemez” yaklaşımı milliyetçi, savunmacı bir anlayıştır. Biz nasıl ABD, Batı siyasetlerini sorguluyorsak, Batılılar da dünyanın her yerinde olup biten hakkında siyasi yorum yapar, bunda yadırganacak bir şey yok.
Ancak, bizim gibi toplumlarda ‘Batı’ genel bir kategori olarak algılanır, Batı ülkelerinde farklı siyasi bakış açıları, farklı çevreler olduğu göz ardı edilir. Sağ muhafazakâr milliyetçi siyasetler, dünyaya insanlık perspektifinden bakan, hakim Batı siyasetlerine en eleştirel bakanları bile “Batı’nın ajanları, bizlerin düşmanları” olarak görür.
Buna karşılık, radikal sol hariç, liberal, demokrat, merkez sol çevreler ise, Batı’yı demokrasi ve insan hakları mabedi olarak algılar.
Onların bu algı içinden konuşması, sağ siyasetlerin kuşkucu yaklaşımlarını besler, sağ popülizmi güçlendirir. Tam da bu nedenle, mevcut iktidar partisinin popülist Batı karşıtı söylemleri halen destek buluyor.
Economist, Türkiye Cumhurbaşkanı’nı ‘diktatör’ diye kapak yapınca, iktidar partisi seçmeni arasında “demek ki, bizim Cumhurbaşkanımızı tehdit olarak görüyorlar, icraatları işlerine gelmiyor” algısı güçleniyor.
Onlar, demokrasi, insan hakları dedikçe, bu kavramlara karşı tepkiler meşrulaşıyor, otoriter siyasetlere sempati artıyor. Üstelik, bu bize mahsus değil, dünyanın her yerinde benzer şeyler yaşanıyor.
Bu algının, sadece milliyetçi-muhafazakâr Batı karşıtı söylemler ve önyargılarla beslendiğini düşünmek fevkalade yanıltıcı olur.
Asıl önemli olan, ABD/Batı Avrupa’nın güçlü ülkeleri bu değerleri stratejik çıkarlarına kılıf olarak kullanmasının, demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi siyasal kavramların içini boşaltarak itibarlarını zedelemiş olmasıdır.
Tabii ki, sıradan insanlar dünyada olup biteni, Batı siyasetlerini titizlikle izliyor değil, ancak çifte standartlı Batı politikalarının yarattığı genel bir güvensizlik, güncel olaylar ile de beslendiği oranda kuşkucu algıları meşrulaştırmaya devam ediyor.
Afganistan’a askeri işgal “kadınları özgürleştirmek” adına meşrulaştırıldığı anda, “kadınların özgürleşmesi” ideali yara alıyor, Irak’a işgal “demokrasi getirmek adına” meşrulaştırıldığında olan ‘demokrasi’ idealinin itibar kaybetmesi oluyor.
Konu sadece bu denli dramatik örnekler değil, Türkiye’nin mevcut iktidar partisi de dahil olmak üzere, hakim Batı siyasetlerinin işlerine geldiğinde kolaylıkla ittifak ettikleri ve hatta parlattıkları siyasi aktörleri, stratejik hesaplar çerçevesinde sorgulama konusu ediyor olmalarının farkında olmak için uluslararası ilişkiler uzmanı olmaya gerek yok.
Tam da bu nedenle, Türkiye’de demokrasi mücadelesi verenlerin, sadece Türkiye’de iktidarı eleştirirken değil, belki daha da fazla demokrasi, insan hakları, özgürlükler derken, iki de bir Batı’ya gönderme yaparken iki kere düşünmesi lazım.
Rusya’nın Ukrayna işgali sonrasında, bir kez daha, başta demokrasi olmak üzere, insan, kadın hakları ve özgürlükler gibi kavramların jeopolitik hesaplar çerçevesinde tanımlanmasına tanık oluyoruz.
Olayın Rusya-ABD savaşına dönmüş olduğu ortada; ABD, Rusya’ya resmen savaş ilan etmiş değil, ancak fiilen durum bu ve bu savaş “liberal demokrasiler ve otoriter rejimler arasında küresel savaş” olarak tanımlanmış vaziyette.
Bu koşullar altında, Rusya’ya karşı tavır takınan ülkelerin rejimleri ne kadar otoriter, ne kadar demokrasi ve insan hakları sicilleri bozuk olsa da “demokrasi cephesi”ne dahil sayılıyor.
Polonya bu örneklerin başında geliyor, topyekun Rusya karşıtı tavır takınmasa da ABD’nin, baş tehdit olarak gördüğü Çin’e karşı önemli bir müttefik olduğu için Hindistan’ın otoriter, Hindu milliyetçisi, Müslüman Hintlilere karşı ayrımcı, hatta kıyımcı rejimine göz yumuluyor.
Suudi Arabistan’ın ayağına gidiliyor, Körfez ülkeleri baş tacı ediliyor, daha neler neler.
Dediğim gibi, tüm bu olanları algılamak için titiz bir siyaset gözlemcisi veya uzmanı olmak gerekmiyor.
Diğer taraftan, olay sadece ABD/Batı Avrupa ve diğerleri meselesi değil, ABD/Batı içinde siyasi çekişmeler de yeni stratejik-ekonomik-siyasi cepheleşme çerçevesinde tanımlanır oldu.
Bu uğurda, İtalya’da iktidara gelen koalisyonun başındaki faşist parti Rusya’ya karşı net tavır gösterdiği için “yok o kadar da faşist değil” diye pazarlanıyor.
Batılı siyaset çevrelerinde, Ukrayna’ya askeri yardıma karşı en küçük bir itirazı olan ‘Putinci’ diye, siyaset sahnesinden dışlanmaya çalışılıyor, vs. vs.
Bu koşullar altında, Türkiye’de mevcut iktidar partisi ile Ukrayna pazarlığı ‘yolunda giderse’ ve Türkiye’de otoriter rejim sorunu gündemden düşerse hiç şaşırmayın.
Kuşkusuz, muhalefet cephesi, umudunu Batı’ya bağlamış falan değil, ama eskilerin dediği gibi ‘şuyuu vukuundan beter’dir, o nedenle bu algıyı besleyebilecek söz ve tutumlar konusunda azami dikkatli olmak gerekiyor diye düşünüyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com