Gülen hareketinin sonu / NATO operasyonu mu!
Gülen hareketinin sonu / NATO operasyonu mu!
- 25-07-2016 18:29
- 1132
- 25-07-2016 18:29
- 1132
Darbe girişiminin karmaşıklığı, bilgi kirliliği, ortaya çıkan figürler ve onların arkasında görünmek istemeyen aktörlerin bir güç savaşı verdikleri anlaşıldığı kadar; vatandaşların da gerçeklikten ilişkilerinin kesilmek istendiği, yeni saflar belirleme hazırlıkları görülebilecek uzaklıkta.
Darbe, kurulu düzenin bir iradeden başka bir iradeye zorbalıkla yer değiştirme girişimidir.
“Hükmeden iradenin darbe yapması mümkün mü?” Bu soruyu şimdilik paranteze alacak olursak, şu kadarını söyleyebiliriz; iktidarın zorbalıkla nüfuz etme isteği, silah kullanmadan gerçekleşebilir.
Birçok devlet teorisyenlerinin yürütmüş oldukları mantık, darbe hükümetlerinin iradesine karşı çıkmamaktır. Bu düşünceyi anlamak zor olsa da; oldukça kuvvetli argümanlara dayanır.
İradeyi zorla gasp etmek güçle mümkün olacağından, zaten o güce karşı konabilecek imkânlar bulunsaydı, darbe gerçekleşemezdi. Yeni oluşan darbe otoritesine karşı çıkma, daha çok kan ve yıkım getireceği gerçekliği, soğukkanlılığın ve rasyonalitenin varabileceği sonuçtur.
Uzun bir süreden beri varlığını güçlendirerek sürdüren bu hareket, İslami değerlerden yola çıkmış, İslam’ı vasıta olarak kullanıp kendi misyonuna hizmet etmiş bir menfaat, çıkar –tüm cemaatler gibi- oluşumudur.
Politik partiler de aynı amaca hizmet ederler. Aralarındaki önemli fark: Siyasi partiler, hedeflerini kamuoyuna deklare ederler.
Gizli cemaatler, kendi amellerine yardımcı olabilecek fırsatları değerlendirirken, belirlenmiş başlangıç hedeflerinden taviz vermez, çekirdek fikir yapılarından değişim yahut dönüşüm göstermez, onu sürekli muhafaza ederler.
Şartlanmış bu grupların toplum içindeki algıları: Mahzun, zararsız, kendi halinde yardımsever görüntü verebilmeyi ustalıkla becerebilmeleridir.
Devletin asli görevlerinden olan eğitim kurumlarının zaafını keşfeden bu yapılanmanın, fakir ve zeki çocuklara eğitim imkânı sunarken; kendi ideolojisini pedagojik vasıtayla aktarmayı ve her alanda dev kadrolar yetiştirmeyi gerçekleştirdikleri anlaşılıyor.
Siyasi iktidarlar, kendisini elime edecek bu ordunun farkına varamadığı gibi; görevini hafifleten bu oluşumu zımni desteklemiştir.
Sosyal adaletsizliğin, pay dağıtımının eşitsizliğinin doğal sonuçlarından beslenen bu grup mensuplarının borcu devlete değil, kendilerine imkân sunanlara olması kaçınılmaz gerçekliktir.
Devlet kendi görevlerini başkalarına devredince, paralel devletin oluşması kaçınılmaz olur.
“Üst akıl tarafından yönetiliyorlar” düşüncesi absürt bir fikirdir. Çünkü hedefi başlangıçtan belirlenmiş olan bir oluşumu manipüle etmek, hedefini değiştirmek, hatta ıslah etmek, belirli bir zaman aşımından sonra mümkün olamayabiliyor.
Nitekim CIA veya Mossad gibi kuruluşlardan alabilecekleri karşılıkların, kendi hedeflerine yetecek ölçüde olması asla mümkün değildir; kısmi ittifaklar güdümde olduklarını göstermez. Bu grubun hedefi dünya hâkimiyetinden başkası değildir ve bunu deklare etmekle kalmamış çok çeşitli vesileyle bu arzularını kanıtlamış durumdalar.
Bu yüzden en üst noktalara gelmelerine rağmen intihar teşebbüsleri mahiyetindeki aksiyonlar gerçekleştirme yolunda tereddüt göstermemişler, kendi ikballerini hedefleri uğruna tepelemiş, önemsememişlerdir.
İnsanları öldürebilmeyi göze alabilen vahşi duyguları, onların temel karakteristik sıfatlarından biri olduğu da açığa çıkmıştır. Temel özelliklerinden bir diğeri de kendi davalarına kayıtsız şartsız bağlı olmalarıdır.
Biat kültürünün bir üst seviyesi olarak tanımlayabileceğimiz bu olgu, feda kavramıyla daha iyi açıklanabilir.
Kararlılık, tek odağa (küresel hâkimiyet) yönelmişlik olarak tezahür ederken, fedakârlığın, amacın gerçekleşmesine kadar, her koşulda kendini hiçe saymak olduğu görülür.
Biat, sofilikte önemli bir yeri olan kavram olduğundan, Müslümanların yaşam dünyasına sirayet etmiş ve kanıksanmış durumuyla, sorgulama melekesini zayıflatmış ve bu yüzden de lider kültü fonksiyonu geleneğinin sürmesine neden olan kavrayıştır.
Bir üst aşaması, olağan olmayan zamanlarda, sıkıntılı devrelerde fedakârlığın fonksiyonlaşması ile mümkündür.
Gülen’in kendisinin bir vizyonu gerçekleştirmiş, sabır ve inatla bunu bir harekete dönüştürebilmiş, taraftarlarına misyon yükleyebilmiş şahsiyet olduğunu kabul etmemiz gerekir, fakat abartıldığı gibi, ne bir dev ne de keskin bir üstün zekâ örneğidir.
Gülen’in yetiştirmiş olduğu kadro, bu eksikliği tamamlayabilecek güçte olduğunu kanıtlayabilmiş, hareketin stratejisini belirleyebilecek keskinliğe ulaşırken aklı yönetebilme başarısını elde etme yeteri noktasına ulaştıkları gözlemleniyor.
Cemaat hakkında yeterli bilgi sahibi değiliz, yapısal işleyişini gizleyebilmiş olduğundan kendi varlığını koruyabilmiştir. Kırıntı bilgilerle örgütü anlamaya, iç dinamiklerini çözmeye çalışıyoruz.
Bu cemaate bağlı kişilerin hareketten kopma riskine karşı çeşitli önlemler alındığı ve bu önlemlerin (şantaj kasetleri, bağlılık belgeleri vd.) son derece etkin olduğu anlaşılıyor.
Bazı grup mensuplarının hareketten koptuklarını (Gülerce gibi) ifade etmeleri çok inandırıcı görünmüyor.
Daha çok yeni görevlendirmeler/rol değiştirmeler olduğu, -yukarıda anlatılan önlemler bağlamında- akla daha yakın.
Erdoğan’a yakınlaşmasını bilen Fidan’ın hikâyesini, retrospektif canlandırdığımızda, bazı ipuçları verebilecek zenginliğe ulaşır.
Erdoğan’ı ameliyat masasında bırakacak ekip (ameliyat timi) bir tuzağın parçası oldukları düşünüldüğünde; asıl planın Fidan’ı öne çıkartmak olduğu görülebilir.
İnsani bir duygu olan, -hayatını kurtarana borçluluk ve minnet duygusu- bu perspektiften anlaşılması mümkündür.
Bu yetmezmiş gibi; İsrail’in Fidan’ın görevlendirilmesine verdiği tepki, doğru karar verdiğiniz intibası yaratır.
Fidan’ın bu haberi nereden, hangi vasıtalarla öğrendiği sorgulanmalıdır. İsrail, Gülen’le işbirliği yaparken, neden Fidan’a karşı durdu.
Bunun da planın bir başka bölümü olduğu kuşkuları doğurmaz mı?
Fidan’ın kurumsal başarıları hakkında doğal olarak malumatımız yok; ne de olsa gizli bir kurum ve başarılarının da gizli kalması gerekli, denetleme şansımız bulunmuyor.
Cumhurbaşkanı’nın, “Sır küpüm” diye nitelendirdiği bu şahsın, darbe girişiminin neresinde olduğunun, bugün ortaya çıkarılabilecek yeterli kriterleri sunmuş olduğunu düşünüyorum.
İstifası yahut azledilmesi, konunun kapatılmasına vesile olur, mutlaka sorgulanması gerekir.
Gerçi MİT’in yapısal sorunlarını da göz ardı etmemek gerekir, fakat yeniden yapılanmalar uzun zaman alır.
Diğer istihbarat birimlerinin (emniyet, asker hatta Cumhurbaşkanı’na bağlı olduğu söylenen istihbarat ağı), neden Cumhurbaşkanı’na bilgi vermediklerini hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Öğrenemeyeceğimiz en önemli konu da, şüphesiz sergilenen yaşadığımız darbe girişiminin amacı ve yöneticileridir; bu yüzden yorumlara, spekülasyonlara ortam hazırlayan bir karmaşa içerisinde geliştirildi.
Öyle anlaşılıyor ki, planlanan darbe, Gülen hareketine karşı geliştirilmiş ustaca bir senaryonun başarılı sahnelenmesi alternatifi, mantıksal bir çıkarsama olarak önem kazanıyor.
7 Şubat’ın Erdoğan’a karşı ilk darbe girişimi olduğu anlaşılmalıdır.
Fidan, çok kuvvetli ihtimalle, bülbül kesilecek Erdoğan’ı mahkûm ettirmeye yetecek materyali sunacaktı.(Gülen’in bu planı başarısızlıkla sonuçlandı)
17-25 Aralık darbesi Erdoğan’a karşı planlanmış, başarısız olması neticesinde karşı hamle başlatılmıştı.
Bu bir kırılma noktasıdır.
Erdoğan’ın tüm gücüyle, Gülen hareketini karşısına almasına neden olan bu tarih; Gülen’in en büyük yanlışı olarak kayıtlara geçmiş olmasına rağmen, Erdoğan’ı töhmet altında bırakma başarısı da göstermiştir.
Yapılan plan: Erdoğan’ın çevresine dokunarak, Erdoğan’ın kendisini mahkûm edecek yolsuzlukların ortaya çıkmasını sağlamaktı.
Çok kuvvetli ihtimalle, Truva Atı olarak yerleştirildiğini düşündüğüm Fidan, bu sefer devreye girecekti.
“Sır küpü”, olan-olmayan yolsuzlukları itiraf edecek, Erdoğan’ı mahkûm edebilecek kanıtlar ortaya sürecekti.
Erdoğan’ın kendi çabalarıyla başardığı Gülen hareketinin tasfiyesinin şimdi nihai aşamaya geldiği anlaşılıyor.
Şimdi anlaşıldığı kadarıyla bu işin sorumluları Gülen mensuplarıdır.
Cumhurbaşkanı da konuyu hem itiraf etmiş, hem de Gülen’e uzandığını ima etmiş bulunuyor.
Şimdi ikinci bir sorunun cevaplanması gerekiyor: PKK ile mücadelede Gülen’in rolü nedir?
Hangi tezgâhlar, Gülen marifetidir?
Yeterince dikkat çekmeyen bu davranış (uçak düşürme) hamasi söylemlerle atlatılmaya çalışılmış; ta ki Rusya’dan özür dilenerek barış sağlanıncaya kadar.
Kuvvetli ihtimalle yapılan hatanın bedeli anlaşılmış, savaşa sürükleme potansiyeli bulunan bu tuzak, deşifre edilmiş ve ikna olunarak Rusya ile açıkça konuşulma gereği duyulmuştur.
Zaten Rusya’nın bu kadar hızlı ikna olması başka şekilde (Batı ile sorunlarından kaynaklanan ekonomik sıkıntıları ayrı bir cepheyi oluşturur.) izah edilemez.
Erdoğan’a dokunma cesareti gösteren, tehdit edebilen Gülen, yapabileceği en büyük hatayı fark edememiş olduğu noktasından hareketle kendi sonunu hazırlamıştır.
Kendisini artık gizlemek zorunda kalmadığı rehavetine kapılarak, gücünün ölçüsünü abartılı yanlış tahmini, hataların zincirleme gelişmesini beraberinde getirmiştir.
Erdoğan’ın kararlı ve inatçı bir şekilde Gülen cemaatinin üzerine gitmesi, darbe girişiminin de şifrelerini açığa çıkarır.
Gülen’in akıl yönetimi, vahim bir hataya imza atarak, kendi içlerinde meşruiyetlerini yitirmişler, aptallıklarını sergilemişlerdir.
Erdoğan’ın profilini çıkaramadan, ona düşmanlık ilan etmeleri stratejik sığlıklarını gösterir.
Erdoğan’ın geçmişte olduğundan daha fazla güce yöneldiğini, gücü hiç kimseyle paylaşmak istemediğini, tehdit ve şantajlarla da yolundan dönmeyeceğini hiç anlayamadılar.
Kendi güçleri tırpanlanmaya başlandığında; geçici ittifak kurdukları müttefiklerinin tavırlarını, gene tahmin etmede yanıldılar.
Darbe, kuvvetli ihtimalle Erdoğan’ın haberi olmadan girişilmiş olmalı. Erdoğan’ın güçlenerek çıktığı bu darbe, ne Erdoğan’a yönelik ne de onun güçlenmesi gayesi taşıyor.
Sıranın onda olmaması, onun yakın bir gelecekte hedefte olmayacağına kanıt da değil.
Erdoğan dikkate alınmadan darbe gerçekleştirilmesi, Türkiye devleti açısından oldukça düşündürücüdür.
Daha da önemlisi; önceki bir tartışmamda yönelttiğim bir soru idi: Ne oldu da, aniden Rusya ile barışıyor, İsrail’le sorunlar çözülüyor; “Türkiye’ye yönelik bir tehdit mi var?”
Bu, NATO’nun yapacağı operasyondan önceki saha temizleme olduğu kanaatimi güçlendiriyor, birilerinin Erdoğan’ı bu adımları atmaya ikna etmiş olduğu anlaşılıyor.
NATO’nun kendine aykırı gruplara izin vermesi mümkün değil, içinde kendi yapılanması “Gladyo” benzeri oluşumlar NATO amaçlarını gerçekleştiriyor.
Gülen grubunun CIA tarafından desteklenmesinin NATO için bağlayıcı bir yanı yok. Çünkü istihbarat örgütleri her tür vasıtayı işlerine geldiği müddetçe kullanırlar, sürekli beraberlikleri söz konusu değildir.
Fakat NATO, bu riski göze alamaz.
Gülen cemaatinin kendine özgü yapılanması, kendi hedeflerinin olması, ona olan güveni sınırlandırır; güven istismarlarına açık bir yapı sergilemesi ki, bu doğası gereğidir, her an menfaati doğrultusunda saf değiştirebilme riskinden dolayı, ciddi kurumlarca tercih edilmez.
Bu darbeyi Gülen’e karşı yapılmış tasfiye olarak anlamak gerekir. Erdoğan’ın deşifre ettiği bu örgüt, artık yeterince kullanışlı olmaktan çıktı ve son kullanım tarihinin aşıldığı anlaşıldı.
Askeriyenin içerisinde bir ur haline geldiği düşünülen bu yapının bazı personelin görevden alınarak temize çıkılamayacağını kavrayan NATO, uyguladığı senaryo ile müthiş bir iş çıkarmıştır.
Düşündüğüm senaryo: Asker, Emniyet (polis), Medya ve MİT birlikte hareket ederek Gülencileri tuzağa düşürmüşlerdir.
Plana dâhil olan tüm kesimler senaryodaki rollerini oynayacak olsalardı, darbe önlenemezdi.
Erdoğan ve Komünikasyon merkezi ilk hedef olduğunu bilmeyen darbeci olur mu? Öyle anlaşılıyor ki bu hedefleri imha edecek birlikler, asıl plana bağlı kalarak görevlerini yerine getirmiyor; Gülenciler çırılçıplak ortada kalıyor.
Darbe girişimi onların hesabına yazıldığından da, mahkemeler için delil yeterliliği oluşmuş durumda.
Gülenciler durumu fark ettiklerinde çok geç kalmışlardı; Erdoğan için gönderdikleri suikast timinin adresi dahi bilmemesi, bunun alelacele bir komando (operasyon) olduğunu gösterir.
Darbenin gerçekleşmemesi asıl plandan Gülenciler’in haberdar olmaması ile bağlantılıdır ve gerçek misyondan, çok az yetkili haberdardır.
Bunlardan birisi Genelkurmay Başkanı, diğeri MİT Müsteşarı ve özellikle Erdoğan karşıtı medya patronlarıdır.
Bunlar’ın gerçek bir sorguda tüm gerçeği anlatacakları kanısındayım.
Her şeye rağmen elinde silah bulunan güçler, yeri geldikçe darbe yapabilecek kapasitede olduklarını kanıtlamışlardır.
Halkın darbenin önüne geçebileceği iddiası çok inandırıcı değil; gerçek bir darbede oluk gibi kan akıtacaklarına ikna olmuş durumdayım.
Darbelere izin vermemek için kurumsal yapılandırmalar yanı sıra askeri ve polis kurumlarının halkın açık denetimine tabi tutulması gerekir.
Gülen hareketi yemiş olduğu bu darbeyle artık kendisini toparlayamayacak ve bitecektir.
Bazı yorumcuların algı operasyonlarıyla devleştirdikleri bu yapılanma, taraftar bulamayacağı gibi, kendi mensuplarını da bir bir yitirecektir.
Cemaatin bittiğine inanmayan mensupların yollarına devam etme isteyişleri ciddiye alınacak düzeyde olamaz, zarar verebilecek potansiyel de oluşturmaz, çünkü onların körlükleri, onların zekâ seviyelerini de gösterir; bu durumdaki meczupların mehdi beklemeye devam etmeleri tabiidir.
Oyun teorimi doğrulayacak kriterler Amerika Birleşik Devletleri’nden gelecektir.
Gülen orada yeri olmayan bir varlıktır artık.
Umarım siyasi idare bunu idrak etmiştir; Gülen’in iadesi veya sınır dışı edilmesi için USA’ya ödün vermez.
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com
film izle - film izle - cratosslot - betebet - kaçak bahis - deneme bonusu - deneme bonusu veren siteler - kralbet giriş
Darbe girişiminin karmaşıklığı, bilgi kirliliği, ortaya çıkan figürler ve onların arkasında görünmek istemeyen aktörlerin bir güç savaşı verdikleri anlaşıldığı kadar; vatandaşların da gerçeklikten ilişkilerinin kesilmek istendiği, yeni saflar belirleme hazırlıkları görülebilecek uzaklıkta.
Darbe, kurulu düzenin bir iradeden başka bir iradeye zorbalıkla yer değiştirme girişimidir.
“Hükmeden iradenin darbe yapması mümkün mü?” Bu soruyu şimdilik paranteze alacak olursak, şu kadarını söyleyebiliriz; iktidarın zorbalıkla nüfuz etme isteği, silah kullanmadan gerçekleşebilir.
Birçok devlet teorisyenlerinin yürütmüş oldukları mantık, darbe hükümetlerinin iradesine karşı çıkmamaktır. Bu düşünceyi anlamak zor olsa da; oldukça kuvvetli argümanlara dayanır.
İradeyi zorla gasp etmek güçle mümkün olacağından, zaten o güce karşı konabilecek imkânlar bulunsaydı, darbe gerçekleşemezdi. Yeni oluşan darbe otoritesine karşı çıkma, daha çok kan ve yıkım getireceği gerçekliği, soğukkanlılığın ve rasyonalitenin varabileceği sonuçtur.
Uzun bir süreden beri varlığını güçlendirerek sürdüren bu hareket, İslami değerlerden yola çıkmış, İslam’ı vasıta olarak kullanıp kendi misyonuna hizmet etmiş bir menfaat, çıkar –tüm cemaatler gibi- oluşumudur.
Politik partiler de aynı amaca hizmet ederler. Aralarındaki önemli fark: Siyasi partiler, hedeflerini kamuoyuna deklare ederler.
Gizli cemaatler, kendi amellerine yardımcı olabilecek fırsatları değerlendirirken, belirlenmiş başlangıç hedeflerinden taviz vermez, çekirdek fikir yapılarından değişim yahut dönüşüm göstermez, onu sürekli muhafaza ederler.
Şartlanmış bu grupların toplum içindeki algıları: Mahzun, zararsız, kendi halinde yardımsever görüntü verebilmeyi ustalıkla becerebilmeleridir.
Devletin asli görevlerinden olan eğitim kurumlarının zaafını keşfeden bu yapılanmanın, fakir ve zeki çocuklara eğitim imkânı sunarken; kendi ideolojisini pedagojik vasıtayla aktarmayı ve her alanda dev kadrolar yetiştirmeyi gerçekleştirdikleri anlaşılıyor.
Siyasi iktidarlar, kendisini elime edecek bu ordunun farkına varamadığı gibi; görevini hafifleten bu oluşumu zımni desteklemiştir.
Sosyal adaletsizliğin, pay dağıtımının eşitsizliğinin doğal sonuçlarından beslenen bu grup mensuplarının borcu devlete değil, kendilerine imkân sunanlara olması kaçınılmaz gerçekliktir.
Devlet kendi görevlerini başkalarına devredince, paralel devletin oluşması kaçınılmaz olur.
“Üst akıl tarafından yönetiliyorlar” düşüncesi absürt bir fikirdir. Çünkü hedefi başlangıçtan belirlenmiş olan bir oluşumu manipüle etmek, hedefini değiştirmek, hatta ıslah etmek, belirli bir zaman aşımından sonra mümkün olamayabiliyor.
Nitekim CIA veya Mossad gibi kuruluşlardan alabilecekleri karşılıkların, kendi hedeflerine yetecek ölçüde olması asla mümkün değildir; kısmi ittifaklar güdümde olduklarını göstermez. Bu grubun hedefi dünya hâkimiyetinden başkası değildir ve bunu deklare etmekle kalmamış çok çeşitli vesileyle bu arzularını kanıtlamış durumdalar.
Bu yüzden en üst noktalara gelmelerine rağmen intihar teşebbüsleri mahiyetindeki aksiyonlar gerçekleştirme yolunda tereddüt göstermemişler, kendi ikballerini hedefleri uğruna tepelemiş, önemsememişlerdir.
İnsanları öldürebilmeyi göze alabilen vahşi duyguları, onların temel karakteristik sıfatlarından biri olduğu da açığa çıkmıştır. Temel özelliklerinden bir diğeri de kendi davalarına kayıtsız şartsız bağlı olmalarıdır.
Biat kültürünün bir üst seviyesi olarak tanımlayabileceğimiz bu olgu, feda kavramıyla daha iyi açıklanabilir.
Kararlılık, tek odağa (küresel hâkimiyet) yönelmişlik olarak tezahür ederken, fedakârlığın, amacın gerçekleşmesine kadar, her koşulda kendini hiçe saymak olduğu görülür.
Biat, sofilikte önemli bir yeri olan kavram olduğundan, Müslümanların yaşam dünyasına sirayet etmiş ve kanıksanmış durumuyla, sorgulama melekesini zayıflatmış ve bu yüzden de lider kültü fonksiyonu geleneğinin sürmesine neden olan kavrayıştır.
Bir üst aşaması, olağan olmayan zamanlarda, sıkıntılı devrelerde fedakârlığın fonksiyonlaşması ile mümkündür.
Gülen’in kendisinin bir vizyonu gerçekleştirmiş, sabır ve inatla bunu bir harekete dönüştürebilmiş, taraftarlarına misyon yükleyebilmiş şahsiyet olduğunu kabul etmemiz gerekir, fakat abartıldığı gibi, ne bir dev ne de keskin bir üstün zekâ örneğidir.
Gülen’in yetiştirmiş olduğu kadro, bu eksikliği tamamlayabilecek güçte olduğunu kanıtlayabilmiş, hareketin stratejisini belirleyebilecek keskinliğe ulaşırken aklı yönetebilme başarısını elde etme yeteri noktasına ulaştıkları gözlemleniyor.
Cemaat hakkında yeterli bilgi sahibi değiliz, yapısal işleyişini gizleyebilmiş olduğundan kendi varlığını koruyabilmiştir. Kırıntı bilgilerle örgütü anlamaya, iç dinamiklerini çözmeye çalışıyoruz.
Bu cemaate bağlı kişilerin hareketten kopma riskine karşı çeşitli önlemler alındığı ve bu önlemlerin (şantaj kasetleri, bağlılık belgeleri vd.) son derece etkin olduğu anlaşılıyor.
Bazı grup mensuplarının hareketten koptuklarını (Gülerce gibi) ifade etmeleri çok inandırıcı görünmüyor.
Daha çok yeni görevlendirmeler/rol değiştirmeler olduğu, -yukarıda anlatılan önlemler bağlamında- akla daha yakın.
Erdoğan’a yakınlaşmasını bilen Fidan’ın hikâyesini, retrospektif canlandırdığımızda, bazı ipuçları verebilecek zenginliğe ulaşır.
Erdoğan’ı ameliyat masasında bırakacak ekip (ameliyat timi) bir tuzağın parçası oldukları düşünüldüğünde; asıl planın Fidan’ı öne çıkartmak olduğu görülebilir.
İnsani bir duygu olan, -hayatını kurtarana borçluluk ve minnet duygusu- bu perspektiften anlaşılması mümkündür.
Bu yetmezmiş gibi; İsrail’in Fidan’ın görevlendirilmesine verdiği tepki, doğru karar verdiğiniz intibası yaratır.
Fidan’ın bu haberi nereden, hangi vasıtalarla öğrendiği sorgulanmalıdır. İsrail, Gülen’le işbirliği yaparken, neden Fidan’a karşı durdu.
Bunun da planın bir başka bölümü olduğu kuşkuları doğurmaz mı?
Fidan’ın kurumsal başarıları hakkında doğal olarak malumatımız yok; ne de olsa gizli bir kurum ve başarılarının da gizli kalması gerekli, denetleme şansımız bulunmuyor.
Cumhurbaşkanı’nın, “Sır küpüm” diye nitelendirdiği bu şahsın, darbe girişiminin neresinde olduğunun, bugün ortaya çıkarılabilecek yeterli kriterleri sunmuş olduğunu düşünüyorum.
İstifası yahut azledilmesi, konunun kapatılmasına vesile olur, mutlaka sorgulanması gerekir.
Gerçi MİT’in yapısal sorunlarını da göz ardı etmemek gerekir, fakat yeniden yapılanmalar uzun zaman alır.
Diğer istihbarat birimlerinin (emniyet, asker hatta Cumhurbaşkanı’na bağlı olduğu söylenen istihbarat ağı), neden Cumhurbaşkanı’na bilgi vermediklerini hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Öğrenemeyeceğimiz en önemli konu da, şüphesiz sergilenen yaşadığımız darbe girişiminin amacı ve yöneticileridir; bu yüzden yorumlara, spekülasyonlara ortam hazırlayan bir karmaşa içerisinde geliştirildi.
Öyle anlaşılıyor ki, planlanan darbe, Gülen hareketine karşı geliştirilmiş ustaca bir senaryonun başarılı sahnelenmesi alternatifi, mantıksal bir çıkarsama olarak önem kazanıyor.
7 Şubat’ın Erdoğan’a karşı ilk darbe girişimi olduğu anlaşılmalıdır.
Fidan, çok kuvvetli ihtimalle, bülbül kesilecek Erdoğan’ı mahkûm ettirmeye yetecek materyali sunacaktı.(Gülen’in bu planı başarısızlıkla sonuçlandı)
17-25 Aralık darbesi Erdoğan’a karşı planlanmış, başarısız olması neticesinde karşı hamle başlatılmıştı.
Bu bir kırılma noktasıdır.
Erdoğan’ın tüm gücüyle, Gülen hareketini karşısına almasına neden olan bu tarih; Gülen’in en büyük yanlışı olarak kayıtlara geçmiş olmasına rağmen, Erdoğan’ı töhmet altında bırakma başarısı da göstermiştir.
Yapılan plan: Erdoğan’ın çevresine dokunarak, Erdoğan’ın kendisini mahkûm edecek yolsuzlukların ortaya çıkmasını sağlamaktı.
Çok kuvvetli ihtimalle, Truva Atı olarak yerleştirildiğini düşündüğüm Fidan, bu sefer devreye girecekti.
“Sır küpü”, olan-olmayan yolsuzlukları itiraf edecek, Erdoğan’ı mahkûm edebilecek kanıtlar ortaya sürecekti.
Erdoğan’ın kendi çabalarıyla başardığı Gülen hareketinin tasfiyesinin şimdi nihai aşamaya geldiği anlaşılıyor.
Şimdi anlaşıldığı kadarıyla bu işin sorumluları Gülen mensuplarıdır.
Cumhurbaşkanı da konuyu hem itiraf etmiş, hem de Gülen’e uzandığını ima etmiş bulunuyor.
Şimdi ikinci bir sorunun cevaplanması gerekiyor: PKK ile mücadelede Gülen’in rolü nedir?
Hangi tezgâhlar, Gülen marifetidir?
Yeterince dikkat çekmeyen bu davranış (uçak düşürme) hamasi söylemlerle atlatılmaya çalışılmış; ta ki Rusya’dan özür dilenerek barış sağlanıncaya kadar.
Kuvvetli ihtimalle yapılan hatanın bedeli anlaşılmış, savaşa sürükleme potansiyeli bulunan bu tuzak, deşifre edilmiş ve ikna olunarak Rusya ile açıkça konuşulma gereği duyulmuştur.
Zaten Rusya’nın bu kadar hızlı ikna olması başka şekilde (Batı ile sorunlarından kaynaklanan ekonomik sıkıntıları ayrı bir cepheyi oluşturur.) izah edilemez.
Erdoğan’a dokunma cesareti gösteren, tehdit edebilen Gülen, yapabileceği en büyük hatayı fark edememiş olduğu noktasından hareketle kendi sonunu hazırlamıştır.
Kendisini artık gizlemek zorunda kalmadığı rehavetine kapılarak, gücünün ölçüsünü abartılı yanlış tahmini, hataların zincirleme gelişmesini beraberinde getirmiştir.
Erdoğan’ın kararlı ve inatçı bir şekilde Gülen cemaatinin üzerine gitmesi, darbe girişiminin de şifrelerini açığa çıkarır.
Gülen’in akıl yönetimi, vahim bir hataya imza atarak, kendi içlerinde meşruiyetlerini yitirmişler, aptallıklarını sergilemişlerdir.
Erdoğan’ın profilini çıkaramadan, ona düşmanlık ilan etmeleri stratejik sığlıklarını gösterir.
Erdoğan’ın geçmişte olduğundan daha fazla güce yöneldiğini, gücü hiç kimseyle paylaşmak istemediğini, tehdit ve şantajlarla da yolundan dönmeyeceğini hiç anlayamadılar.
Kendi güçleri tırpanlanmaya başlandığında; geçici ittifak kurdukları müttefiklerinin tavırlarını, gene tahmin etmede yanıldılar.
Darbe, kuvvetli ihtimalle Erdoğan’ın haberi olmadan girişilmiş olmalı. Erdoğan’ın güçlenerek çıktığı bu darbe, ne Erdoğan’a yönelik ne de onun güçlenmesi gayesi taşıyor.
Sıranın onda olmaması, onun yakın bir gelecekte hedefte olmayacağına kanıt da değil.
Erdoğan dikkate alınmadan darbe gerçekleştirilmesi, Türkiye devleti açısından oldukça düşündürücüdür.
Daha da önemlisi; önceki bir tartışmamda yönelttiğim bir soru idi: Ne oldu da, aniden Rusya ile barışıyor, İsrail’le sorunlar çözülüyor; “Türkiye’ye yönelik bir tehdit mi var?”
Bu, NATO’nun yapacağı operasyondan önceki saha temizleme olduğu kanaatimi güçlendiriyor, birilerinin Erdoğan’ı bu adımları atmaya ikna etmiş olduğu anlaşılıyor.
NATO’nun kendine aykırı gruplara izin vermesi mümkün değil, içinde kendi yapılanması “Gladyo” benzeri oluşumlar NATO amaçlarını gerçekleştiriyor.
Gülen grubunun CIA tarafından desteklenmesinin NATO için bağlayıcı bir yanı yok. Çünkü istihbarat örgütleri her tür vasıtayı işlerine geldiği müddetçe kullanırlar, sürekli beraberlikleri söz konusu değildir.
Fakat NATO, bu riski göze alamaz.
Gülen cemaatinin kendine özgü yapılanması, kendi hedeflerinin olması, ona olan güveni sınırlandırır; güven istismarlarına açık bir yapı sergilemesi ki, bu doğası gereğidir, her an menfaati doğrultusunda saf değiştirebilme riskinden dolayı, ciddi kurumlarca tercih edilmez.
Bu darbeyi Gülen’e karşı yapılmış tasfiye olarak anlamak gerekir. Erdoğan’ın deşifre ettiği bu örgüt, artık yeterince kullanışlı olmaktan çıktı ve son kullanım tarihinin aşıldığı anlaşıldı.
Askeriyenin içerisinde bir ur haline geldiği düşünülen bu yapının bazı personelin görevden alınarak temize çıkılamayacağını kavrayan NATO, uyguladığı senaryo ile müthiş bir iş çıkarmıştır.
Düşündüğüm senaryo: Asker, Emniyet (polis), Medya ve MİT birlikte hareket ederek Gülencileri tuzağa düşürmüşlerdir.
Plana dâhil olan tüm kesimler senaryodaki rollerini oynayacak olsalardı, darbe önlenemezdi.
Erdoğan ve Komünikasyon merkezi ilk hedef olduğunu bilmeyen darbeci olur mu? Öyle anlaşılıyor ki bu hedefleri imha edecek birlikler, asıl plana bağlı kalarak görevlerini yerine getirmiyor; Gülenciler çırılçıplak ortada kalıyor.
Darbe girişimi onların hesabına yazıldığından da, mahkemeler için delil yeterliliği oluşmuş durumda.
Gülenciler durumu fark ettiklerinde çok geç kalmışlardı; Erdoğan için gönderdikleri suikast timinin adresi dahi bilmemesi, bunun alelacele bir komando (operasyon) olduğunu gösterir.
Darbenin gerçekleşmemesi asıl plandan Gülenciler’in haberdar olmaması ile bağlantılıdır ve gerçek misyondan, çok az yetkili haberdardır.
Bunlardan birisi Genelkurmay Başkanı, diğeri MİT Müsteşarı ve özellikle Erdoğan karşıtı medya patronlarıdır.
Bunlar’ın gerçek bir sorguda tüm gerçeği anlatacakları kanısındayım.
Her şeye rağmen elinde silah bulunan güçler, yeri geldikçe darbe yapabilecek kapasitede olduklarını kanıtlamışlardır.
Halkın darbenin önüne geçebileceği iddiası çok inandırıcı değil; gerçek bir darbede oluk gibi kan akıtacaklarına ikna olmuş durumdayım.
Darbelere izin vermemek için kurumsal yapılandırmalar yanı sıra askeri ve polis kurumlarının halkın açık denetimine tabi tutulması gerekir.
Gülen hareketi yemiş olduğu bu darbeyle artık kendisini toparlayamayacak ve bitecektir.
Bazı yorumcuların algı operasyonlarıyla devleştirdikleri bu yapılanma, taraftar bulamayacağı gibi, kendi mensuplarını da bir bir yitirecektir.
Cemaatin bittiğine inanmayan mensupların yollarına devam etme isteyişleri ciddiye alınacak düzeyde olamaz, zarar verebilecek potansiyel de oluşturmaz, çünkü onların körlükleri, onların zekâ seviyelerini de gösterir; bu durumdaki meczupların mehdi beklemeye devam etmeleri tabiidir.
Oyun teorimi doğrulayacak kriterler Amerika Birleşik Devletleri’nden gelecektir.
Gülen orada yeri olmayan bir varlıktır artık.
Umarım siyasi idare bunu idrak etmiştir; Gülen’in iadesi veya sınır dışı edilmesi için USA’ya ödün vermez.
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com
film izle - film izle - cratosslot - betebet - kaçak bahis - deneme bonusu - deneme bonusu veren siteler - kralbet giriş