Hedefinizi doğru seçin!

Hedefinizi doğru seçin!

Bilinçli eylem… 

HAYIR’cılar” şöyle bir toplanın bakalım, diyeceklerim var. 

Türkiye’deki muhalif kesimin mücadele -örgütlenme- düşünme (aslen bilinçli eylem) sorunsalından bahsetmek istiyorum. 

Önce sorunun kendisi ve temelinden bahsedip, çözüm stratejilerinden ve son olarak kendi görüşümden bahsedeceğim.

Mevcut eğitim sisteminin bir ürünü olarak toplum eğitimli - cahil her kesiminde -birbirine denk- strateji geliştirme sorunsalı var.

Sanki birileri beyinlerimizi uyuşturmuş, yerinden sökmüş, hepimizi mankurtlaştırmış gibi, omurilik tepkileri ve reflekslerle yaşıyoruz. 

Özünde bu mesele, burjuva toplumun kültür politikalarının formlaştırdığı insan modeliyle ilgilidir, ancak bu kadar derine inmeyeceğim.

Günümüz dünyasında kitle yönetimi (güdümü) iddiasında olan yapılar / devletler / kurumlar en ileri bilimsel methodlarla strateji geliştirirler.

İktisadi - siyasa, sosyoloji, epistemoloji, tarih, matematik / istatistik, felsefe, filoloji, sosyal psikoloji, psikoloji / psikiyatri, coğrafya. 

Tüm bu bilim dallarından faydalanılarak toplumun kültür formu, siyaset özelinde ise siyasal kültürü analiz edilir. 

Bu haliyle toplumlar, bu gibi yapılar için adeta çeşitli kontrollü / kontrolsüz deneylerin yapıldığı bir simülasyon laboratuvarıdır.

Böylece iletişim / propaganda / manipülasyon Kibernetik stratejileri oluşturulur ve toplum üzerinde kitle iletişim araçlarıyla tatbik edilir.

Newton’un 3. kanunu (etki-tepki) fizikte olduğu kadar, sosyal bilimlerde de geçerlidir. 

Etki ve tepki arasında kurulmaya çalışılan orantı, özünde ‘kaotik’ olan sistemin ‘denge’sini oluşturur. 

Bilimsel methodolojiler izlenmezse; pragmatik (faydalı eylem) veya pratikten (gerekir eylem) praksise (bilinçli eylem) geçilemez.

Mücadele alanı, bireysel şans oyunları platformu değil, hegemonik akıl oyunlarının eylem sahasıdır. 

Ve daha sahaya çıkamadan mağlubiyetiniz ‘mukadderat’ınız olur.

Refleks - içgüdü ile yaşamak hayvanlara özgüdür. 

İnsan okumalı, düşünmeli ve akletmelidir. 

İlk iş; Sun-Tzu, Clausewitz, Lenin, Mustafa Kemal Atatürk okunmalı ve mücadele yöntemleri kavranmalıdır.

Enformasyon psikoloji” insanın çevreden akan bilgilere göre düşünmesidir.

Algı yönetimi” enformasyon psikolojisinin manipülasyonudur.

Türkiye toplumu maalesef yukarıda belirttiğimiz kültürel formasyon nedeniyle duygu -coşku- irade’si ile hareket eder. 

Bu nedenle reelpolitikden kopuk duygusal aforizma / retorikler, popülist nihilist masturbasyonlar çok rahat alıcı bulur. 

Bakınız; “Yeni Osmanlıcılık”.

Türkiye’de 80 sonrası, sistematik olarak kültürsüzleştirilen kitleyle iletişim kurmanın yollarından biri maalesef -şimdilik- budur.

İnsanlar neye göre oy verir? 

Bu soruyu kendi açımızdan yanıtlayalım, daha sonra bu yanıtları karşıt görüş üzerinden yorumlayalım. 

Toplumsal huzur, yönetilmiş algılar, ideoloji, iktidar olma gururu, inanç, sosyo-ekonomik ve kültürel durum vs. gibi uzun bir liste.. 

Daha sonra kendi açımızdan ve karşıt taraf açısından bunların ağırlıklarını oranlayalım (hedef kitlenin iyi tanınması gerekiyor).

Bu seçime özel bir avantaj olarak, HAYIR tabanı ile EVET tabanının ciddi bir siyasal-kültür kesişim kümesi var. 

Bu her kesimin kendine daha uygun bir hedef kitle belirlemesini ve eksiklikleri daha kolay görmesini sağlar. 

Örneğin CHP tabanının eksiği, ‘rejim tehlikesi bilinci’ değil ‘oy kullanma sorumluluğu bilinci’dir.

Kitle iletişiminde en önemli husus karşıtlıklar değil, ortak noktalar / değerler / algılar üzerinden iletişim kurmaktır. 

Basit bir yöntemle empati ile başlayıp, kültürel doku uyumu ve iletişim / ikna stratejilerinden faydalanılmalıdır. 

Propaganda ve ajitasyon; kitlelerin zayıf noktaları ve hassasiyetleri üzerinden sistematik olarak yapılmalıdır. 

Bu hassasiyet esnaf için ekonomi, AKParti tabanı için inanç, MHP’li için bölünme, CHP’li için rejim, HDP’li için kültürel haklar olabilir. 

Ancak bu propagandanın hedef kitlesinin yanlış seçilmesi etki-tepki kanunu gereği faydadan çok zarar verir, buna dikkat edilmelidir.

İzmirli kolej mezunu ‘sol’cu Ece’nin, Yozgatlı Osman Dede’den oy toplama şansı yoktur, kazanamaz kaybettirir ya da tabanda ateist olup EVET’i destekleyen yoksa, ateizm temalı propaganda ancak ‘kitlesel / grup masturbasyonu’ olur. 

Sabit görüşlülüğün övünç kaynağı olduğu bir toplumda, sahnesi olmayan bir tartışma kimseye kazanç sağlamaz, aksine kutupları sertleştirir. 

Daha fazla ‘like’ alır, egonuzu tatmin eder, popüler olur, belki de o gece mutlu uyursunuz, ama kazanamazsınız.. 

Özellikle sosyal medyada, okuyucu kitlesi kendi ‘safe-zone’umuz (çevremiz) olan ortamlarda yürütülen tartışmalar faydasızdır. 

Bu tarz diyaloglara, karşıt görüşü kutuplaştırmama dengesine dikkat edilerek, “meydanı boş bırakmamak gerektiğinde” girilmelidir. 

Tartışmaya başlarken zaten “karşıt görüş” noktasında iseniz, alışveriş gerçekleşmez, sadece tribüne pazarlama olur. 

AKParti’yi bugünlere getirenin muhtıra, darbe, tapeler üzerinden kutuplaşma yaratan ‘kurgusal felaketler’ olduğu da kesinlikle unutulmamalıdır.

Muhalif kesimin elinde nitelikli insan kaynağı olmasına rağmen strateji oluşturabilecek bir liderlik pozisyonu veya örgütlenmesi yok. 

Atatürkçü muhalefeti Kılıçdaroğlu, milliyetçi muhalefeti Bahçeli, ulusalcı muhalefeti Perinçek’le kontrol altına alanlar, sizi de boş bırakmaz. 

Bu türbülanstaki popülist rüzgarın önüne atlayan her türlü yavşak, ajan-provokatör, fırsatçı maalesef “kanaat önderi” olabiliyor. 

Bu ‘iliştirilmiş’ figürler, kitlenin mücadelesine istedikleri angajmanı yaparak, menfaat devşirebiliyor veya ‘rota’yı değiştirebiliyor. 

Gezi’de iktidar politikalarına karşı çıkmak için sokağa iniyorsunuz, ama sizin adınıza hükümete “Jandarma lağvedilsin” önerisi sunuluyor. 

Yaş 70 Baykal, liberal dönek Levent, liberal ekonomist Özgür, kovulan gazeteci gibi figürlerden kahraman aradıkça bu yoldan çıkış yok! 

Bu kokuşmuşlara lümpen entellektüel yazar tiyatrocu ve NATO kafa asker eskilerini de eklersek kastımız daha da netleşir sanırım.

Tüm bunlar olurken; merkez medyadaki yarım sesiniz olan “@ismailsaymaz”a “Doğan grubundan istifa et” kampanyası yürütüyorsunuz. 

Bravo!..

Küçük burjuva, Godotçu, anarko-nihilist, lümpen entellektüel, maceraperest, yeteneksiz ve yetersiz ideoloji asalaklarının sloganı olan “Yaşasın - Kahrolsun” nihilizminin son ürünün olan “İmam Hatipler Kapatılsın” sloganını örnek olarak ele alırsak, reel politikde bu argümanın bir karşılığı var mıdır? 

Türkiye’nin böyle bir gündemi var mıdır? 

Mevcut koşullarda mümkün müdür? 

Bu gibi söylemler, AK Parti’yi ayakta tutan “biz gidersek camileri ahır yapacaklar” paranoyasının ‘organik’ gıdasıdır. 

Bunları gündem yapanlar ise; AKP’nin gönüllü propagandasını yaptığını bile göremeyen, lümpen entellektüel körler ordusu..

Özetle; düşünmeden hareket etmek hayvanlara göredir, insan olmak insanca yaşamak isteyen, bunun hakkını vermelidir.

Gelelim “ben ne düşünüyorum” konusuna; 

Türkiye’nin sistemsel aidiyeti değiştirmeyecek!

Hedefi yanlış seçtiğiniz sürece, atışlarınız isabetli olsa bile alacağınız netice karavana olacaktır. 

Yanlış anlaşılmasın, asla “değerleriniz doğrultusunda mücadele etmeyin, teslim olun” demiyorum. 

Sadece “hedefinizi doğru seçin” diyorum. 

Konjonktürel liberal küçük burjuva çağrıları / mücadeleleriyle iyi ihtimalde sırtımıza vurulacak semerin rengini seçeriz. 

Neden mi? 

24 Ocak 1980 darbesi ile başlayan; üstyapının darbeyle değiştirilmesi ve üstyapı eliyle altyapının dönüştürüldüğü süreç 15 Temmuz 2016’da son düzlüğe girerek hızlanmış ve altyapı değiştirilmiştir. 

Bu bağlamda üstyapının da ona uydurulması gerekmektedir.

Üstyapıdaki kılıf “başkanlık, cumhurbaşkanlığı, parlamenter demokrasi, monarşi, dikta, faşizm…” ne olursa olsun, Türkiye liberalist dönüşümün kılıcından geçmiş, toplum borçlandırılmış, geleceği ipotek altına alınmış, kaynakları yağmalanmış, ve içine sürüklendiği bu bataklık nedeniyle, birilerinin Ortadoğu projeleri için gönüllü / mecburi taşeron seviyesine düşmüştür.

Türkiye’nin iktisadi altyapısının durumu değişmeyecektir.

Globalizm çağında emperyalizm, kapitalizmin yapışık ikiziyken, liberalist sömürüye baş kaldırmadan anti-emperyalist olunamaz! 

Bu gerçekle yüzleş(e)meyenler, ne değişirse değişsin, olanları ‘makus talih’ görmeye devam edecektir. 

Oysa ‘raslantı’ siyasal-kültürde ahmaklara özgü bir olgudur, gerizekalılığa tekabül eder. 

Bu yüzden liberal reformist küçük burjuvasosyal-demokratyaklaşımlarla ancak esaretinizin gardiyanlarını seçersiniz ve bu gelinen noktada iyi insanlar olmanız da kimsenin işine yaramaz.

Brecht’in dediği gibi: “Anladık iyisin ama neye yarıyor iyiliğin!”.

.

Sözlük Emeklisi, dikGAZETE.com

Bilinçli eylem… 

HAYIR’cılar” şöyle bir toplanın bakalım, diyeceklerim var. 

Türkiye’deki muhalif kesimin mücadele -örgütlenme- düşünme (aslen bilinçli eylem) sorunsalından bahsetmek istiyorum. 

Önce sorunun kendisi ve temelinden bahsedip, çözüm stratejilerinden ve son olarak kendi görüşümden bahsedeceğim.

Mevcut eğitim sisteminin bir ürünü olarak toplum eğitimli - cahil her kesiminde -birbirine denk- strateji geliştirme sorunsalı var.

Sanki birileri beyinlerimizi uyuşturmuş, yerinden sökmüş, hepimizi mankurtlaştırmış gibi, omurilik tepkileri ve reflekslerle yaşıyoruz. 

Özünde bu mesele, burjuva toplumun kültür politikalarının formlaştırdığı insan modeliyle ilgilidir, ancak bu kadar derine inmeyeceğim.

Günümüz dünyasında kitle yönetimi (güdümü) iddiasında olan yapılar / devletler / kurumlar en ileri bilimsel methodlarla strateji geliştirirler.

İktisadi - siyasa, sosyoloji, epistemoloji, tarih, matematik / istatistik, felsefe, filoloji, sosyal psikoloji, psikoloji / psikiyatri, coğrafya. 

Tüm bu bilim dallarından faydalanılarak toplumun kültür formu, siyaset özelinde ise siyasal kültürü analiz edilir. 

Bu haliyle toplumlar, bu gibi yapılar için adeta çeşitli kontrollü / kontrolsüz deneylerin yapıldığı bir simülasyon laboratuvarıdır.

Böylece iletişim / propaganda / manipülasyon Kibernetik stratejileri oluşturulur ve toplum üzerinde kitle iletişim araçlarıyla tatbik edilir.

Newton’un 3. kanunu (etki-tepki) fizikte olduğu kadar, sosyal bilimlerde de geçerlidir. 

Etki ve tepki arasında kurulmaya çalışılan orantı, özünde ‘kaotik’ olan sistemin ‘denge’sini oluşturur. 

Bilimsel methodolojiler izlenmezse; pragmatik (faydalı eylem) veya pratikten (gerekir eylem) praksise (bilinçli eylem) geçilemez.

Mücadele alanı, bireysel şans oyunları platformu değil, hegemonik akıl oyunlarının eylem sahasıdır. 

Ve daha sahaya çıkamadan mağlubiyetiniz ‘mukadderat’ınız olur.

Refleks - içgüdü ile yaşamak hayvanlara özgüdür. 

İnsan okumalı, düşünmeli ve akletmelidir. 

İlk iş; Sun-Tzu, Clausewitz, Lenin, Mustafa Kemal Atatürk okunmalı ve mücadele yöntemleri kavranmalıdır.

Enformasyon psikoloji” insanın çevreden akan bilgilere göre düşünmesidir.

Algı yönetimi” enformasyon psikolojisinin manipülasyonudur.

Türkiye toplumu maalesef yukarıda belirttiğimiz kültürel formasyon nedeniyle duygu -coşku- irade’si ile hareket eder. 

Bu nedenle reelpolitikden kopuk duygusal aforizma / retorikler, popülist nihilist masturbasyonlar çok rahat alıcı bulur. 

Bakınız; “Yeni Osmanlıcılık”.

Türkiye’de 80 sonrası, sistematik olarak kültürsüzleştirilen kitleyle iletişim kurmanın yollarından biri maalesef -şimdilik- budur.

İnsanlar neye göre oy verir? 

Bu soruyu kendi açımızdan yanıtlayalım, daha sonra bu yanıtları karşıt görüş üzerinden yorumlayalım. 

Toplumsal huzur, yönetilmiş algılar, ideoloji, iktidar olma gururu, inanç, sosyo-ekonomik ve kültürel durum vs. gibi uzun bir liste.. 

Daha sonra kendi açımızdan ve karşıt taraf açısından bunların ağırlıklarını oranlayalım (hedef kitlenin iyi tanınması gerekiyor).

Bu seçime özel bir avantaj olarak, HAYIR tabanı ile EVET tabanının ciddi bir siyasal-kültür kesişim kümesi var. 

Bu her kesimin kendine daha uygun bir hedef kitle belirlemesini ve eksiklikleri daha kolay görmesini sağlar. 

Örneğin CHP tabanının eksiği, ‘rejim tehlikesi bilinci’ değil ‘oy kullanma sorumluluğu bilinci’dir.

Kitle iletişiminde en önemli husus karşıtlıklar değil, ortak noktalar / değerler / algılar üzerinden iletişim kurmaktır. 

Basit bir yöntemle empati ile başlayıp, kültürel doku uyumu ve iletişim / ikna stratejilerinden faydalanılmalıdır. 

Propaganda ve ajitasyon; kitlelerin zayıf noktaları ve hassasiyetleri üzerinden sistematik olarak yapılmalıdır. 

Bu hassasiyet esnaf için ekonomi, AKParti tabanı için inanç, MHP’li için bölünme, CHP’li için rejim, HDP’li için kültürel haklar olabilir. 

Ancak bu propagandanın hedef kitlesinin yanlış seçilmesi etki-tepki kanunu gereği faydadan çok zarar verir, buna dikkat edilmelidir.

İzmirli kolej mezunu ‘sol’cu Ece’nin, Yozgatlı Osman Dede’den oy toplama şansı yoktur, kazanamaz kaybettirir ya da tabanda ateist olup EVET’i destekleyen yoksa, ateizm temalı propaganda ancak ‘kitlesel / grup masturbasyonu’ olur. 

Sabit görüşlülüğün övünç kaynağı olduğu bir toplumda, sahnesi olmayan bir tartışma kimseye kazanç sağlamaz, aksine kutupları sertleştirir. 

Daha fazla ‘like’ alır, egonuzu tatmin eder, popüler olur, belki de o gece mutlu uyursunuz, ama kazanamazsınız.. 

Özellikle sosyal medyada, okuyucu kitlesi kendi ‘safe-zone’umuz (çevremiz) olan ortamlarda yürütülen tartışmalar faydasızdır. 

Bu tarz diyaloglara, karşıt görüşü kutuplaştırmama dengesine dikkat edilerek, “meydanı boş bırakmamak gerektiğinde” girilmelidir. 

Tartışmaya başlarken zaten “karşıt görüş” noktasında iseniz, alışveriş gerçekleşmez, sadece tribüne pazarlama olur. 

AKParti’yi bugünlere getirenin muhtıra, darbe, tapeler üzerinden kutuplaşma yaratan ‘kurgusal felaketler’ olduğu da kesinlikle unutulmamalıdır.

Muhalif kesimin elinde nitelikli insan kaynağı olmasına rağmen strateji oluşturabilecek bir liderlik pozisyonu veya örgütlenmesi yok. 

Atatürkçü muhalefeti Kılıçdaroğlu, milliyetçi muhalefeti Bahçeli, ulusalcı muhalefeti Perinçek’le kontrol altına alanlar, sizi de boş bırakmaz. 

Bu türbülanstaki popülist rüzgarın önüne atlayan her türlü yavşak, ajan-provokatör, fırsatçı maalesef “kanaat önderi” olabiliyor. 

Bu ‘iliştirilmiş’ figürler, kitlenin mücadelesine istedikleri angajmanı yaparak, menfaat devşirebiliyor veya ‘rota’yı değiştirebiliyor. 

Gezi’de iktidar politikalarına karşı çıkmak için sokağa iniyorsunuz, ama sizin adınıza hükümete “Jandarma lağvedilsin” önerisi sunuluyor. 

Yaş 70 Baykal, liberal dönek Levent, liberal ekonomist Özgür, kovulan gazeteci gibi figürlerden kahraman aradıkça bu yoldan çıkış yok! 

Bu kokuşmuşlara lümpen entellektüel yazar tiyatrocu ve NATO kafa asker eskilerini de eklersek kastımız daha da netleşir sanırım.

Tüm bunlar olurken; merkez medyadaki yarım sesiniz olan “@ismailsaymaz”a “Doğan grubundan istifa et” kampanyası yürütüyorsunuz. 

Bravo!..

Küçük burjuva, Godotçu, anarko-nihilist, lümpen entellektüel, maceraperest, yeteneksiz ve yetersiz ideoloji asalaklarının sloganı olan “Yaşasın - Kahrolsun” nihilizminin son ürünün olan “İmam Hatipler Kapatılsın” sloganını örnek olarak ele alırsak, reel politikde bu argümanın bir karşılığı var mıdır? 

Türkiye’nin böyle bir gündemi var mıdır? 

Mevcut koşullarda mümkün müdür? 

Bu gibi söylemler, AK Parti’yi ayakta tutan “biz gidersek camileri ahır yapacaklar” paranoyasının ‘organik’ gıdasıdır. 

Bunları gündem yapanlar ise; AKP’nin gönüllü propagandasını yaptığını bile göremeyen, lümpen entellektüel körler ordusu..

Özetle; düşünmeden hareket etmek hayvanlara göredir, insan olmak insanca yaşamak isteyen, bunun hakkını vermelidir.

Gelelim “ben ne düşünüyorum” konusuna; 

Türkiye’nin sistemsel aidiyeti değiştirmeyecek!

Hedefi yanlış seçtiğiniz sürece, atışlarınız isabetli olsa bile alacağınız netice karavana olacaktır. 

Yanlış anlaşılmasın, asla “değerleriniz doğrultusunda mücadele etmeyin, teslim olun” demiyorum. 

Sadece “hedefinizi doğru seçin” diyorum. 

Konjonktürel liberal küçük burjuva çağrıları / mücadeleleriyle iyi ihtimalde sırtımıza vurulacak semerin rengini seçeriz. 

Neden mi? 

24 Ocak 1980 darbesi ile başlayan; üstyapının darbeyle değiştirilmesi ve üstyapı eliyle altyapının dönüştürüldüğü süreç 15 Temmuz 2016’da son düzlüğe girerek hızlanmış ve altyapı değiştirilmiştir. 

Bu bağlamda üstyapının da ona uydurulması gerekmektedir.

Üstyapıdaki kılıf “başkanlık, cumhurbaşkanlığı, parlamenter demokrasi, monarşi, dikta, faşizm…” ne olursa olsun, Türkiye liberalist dönüşümün kılıcından geçmiş, toplum borçlandırılmış, geleceği ipotek altına alınmış, kaynakları yağmalanmış, ve içine sürüklendiği bu bataklık nedeniyle, birilerinin Ortadoğu projeleri için gönüllü / mecburi taşeron seviyesine düşmüştür.

Türkiye’nin iktisadi altyapısının durumu değişmeyecektir.

Globalizm çağında emperyalizm, kapitalizmin yapışık ikiziyken, liberalist sömürüye baş kaldırmadan anti-emperyalist olunamaz! 

Bu gerçekle yüzleş(e)meyenler, ne değişirse değişsin, olanları ‘makus talih’ görmeye devam edecektir. 

Oysa ‘raslantı’ siyasal-kültürde ahmaklara özgü bir olgudur, gerizekalılığa tekabül eder. 

Bu yüzden liberal reformist küçük burjuvasosyal-demokratyaklaşımlarla ancak esaretinizin gardiyanlarını seçersiniz ve bu gelinen noktada iyi insanlar olmanız da kimsenin işine yaramaz.

Brecht’in dediği gibi: “Anladık iyisin ama neye yarıyor iyiliğin!”.

.

Sözlük Emeklisi, dikGAZETE.com