Her şey gerçek, hiç bir şey "rüya" değil!..

Her şey gerçek, hiç bir şey "rüya" değil!..

Ayasofya Camii'nin  ibadete açılma gününün üzerinden  neredeyse yaklaşık bir hafta geçmesine rağmen; ben hâlâ “rüya âlemi”nde gibi, hissediyorum kendimi... 

Birazdan uyandığımda, sanki her şey tekrar eski haline dönüşecek, bizler yine, “senelerce çektiğimiz hasretlik içerisinde olacağız” hissine kapılıyorum... “İbadete açıldı”ğı gerçeği, pek garibime gidiyor...

Çünkü 86 yıl boyunca bir kararlılık, samimiyet ve dik duruş  gösterilemedi...

Ayasofya'yı “cami” statüsüne dönüştürme işi, sadece hep düşüncede ve laflarda  kaldı...   

Kimse işi ciddi boyutuyla ele alma cesareti gösteremedi...

Bakanlar Kurulu kararıyla “müze”  konuma getirilen Ayasofya Camii, sanki kanunla dönüştürülmüş gibi, hiç bir hükümet döneminde, konu üzerine eğililmedi. Ancak 1980 senesinde, zamanın azınlık hükümeti olan Adalet Partisi, tarafından hünkâr mahfiline giriş bölümü olan küçük bir yer, namaz kılınabilecek hale getirildi. Burada ibadet edilmeye başlandı...

Bir müddet bu şekilde devam ederken, yine tadilat ve tamirat bahanesiyle kapatıldı, ardından “12 Eylül darbesi” oldu ve bütün sesler kesildi... Dipçik ve postal sesleri her yeri kapladı(!)... 

Tâ ki, 10 Şubat 1991 yılında dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek tarafından aynı bölgede, namaz kılınmasına ve tek minaresinden de ezan okunmasına izin verildi... Günümüze kadar da bu şekilde devam etti... 

Lâkin, hasretlik nihayete ermedi, Ayasofya Camii'nin zincirleri kırılamadı... Asıl yerde, caminin içinde, ibadet yapılamıyordu...

Ayasofya Camii, bizlere ecdadımız Fatih Sultan Muhammed Han'ın mirası, manevî değeri büyük, korunması üzerimize vazife. Çünkü Fethin sembolü, İstanbul'un İslâm beldesi oluşunun ilk nişanı...

Milletleri ayakta tutan unsurların başında manevî değerler gelir, maddî değerler ise, onlara destekçi olur, muhafaza eder...

Manevî değerleri, moral değerleri eksik olan ya da bulunmayan toplumları bir arada tutmak pek mümkün değildir. Manevî değerleri kuvvetli olan milletleri, düşmanları yıkmaya cesaret edemez, etse de sonunda mağlup olurlar...

İşte, tıpkı Çanakkale'de, İstiklâl Savaşı'mızda olduğu gibi... 

Millet, elinde avucunda ne varsa bütün imkânlarıyla düşmana karşı yek vücut olmuştur. Bu cesareti nereden aldı bu millet? Ancak imanıyla, Allah'a inancıyla; vatan- bayrak sevgisiyle düşmanlara karşı set olmuştur... İmanı olmayan bir milletin manevî dinamikleri eksik kalır, moral değerleri yerle bir olur.... 

İmanlı ve inançlı bir topluluğun karşısında, hiç bir kuvvet ayakta duramaz. İşte tıpkı 15 Temmuz 2016 yılında olduğu gibi...  Bütün bir millet, destan yazmıştır, vatanı işgalden korumuştur... FETÖ kalkışmasını yerle bir etmiştir...

Bütün maddi güçleri ellerinde olan azgın, baş kaldırmış, asi, şer odakları;  o inanmış insanların, tanklara, silahlara meydan okumaları karşısında;  emellerine ulaşamamışlardır... 

Ülkemiz Türkiye'yi işgal edemediler!..

Hangi kuvvet bu cesareti verebilirdi acaba?.. O inanmış imanlı insanların hiç bir maddi güçleri ellerinde yoktu, sadece bedenleriyle tek yürek oldular ve mücadelelerini o şekilde yaptılar... 

Cumhuriyetin kurulması sonrası, milleti ayakta tutan manevî değerleri yok etme yoluyla, Cumhuriyeti kuran insanlara çeşitli baskılar, işkenceler yaptılar. 

Kur'an okumak ve öğretmek yasaklandı, minarelerden Ezan okunmasına izin verilmedi, yasaklandı... Bütün millet, bir gecede cahil bırakıldı, yeni harflerle okuma ve yazma mecburiyeti getirildi, kılık-kıyafet ve şapka kanunlarıyla nice masum insanlar hapislere atıldı ve eza-cefa gördüler… 

İstiklâl Savaşı'ndan çıkan millet, bu manzara karşısında, “ne yapacağını” bilemez oldu... 

Cephede, ülkemizi işgal eden düşmanlarla, büyük cesaret göstererek; kazma, kürek, balta, sopa vs. aletlerle, artık silah olarak kullanabilecek ne varsa ellerine alarak; çetin bir savaş yaparak, onları topraklarımızdan kovan ve İstiklâl Muharebesi'ni kazanan  ecdadımız, sonra kendi vatanımızda, manevî değerlere karşı böyle baskı ve zulüm karşısında, büyük korku ve şaşkınlık yaşadılar... 

Nice âlimlerimiz, “iman ve Kur'an dersleri veriyor” diye hapislerde ömürlerini geçirdi... 

Ayasofya Camii de bu gelişmelerle birlikte, “müze”  statüsüne dönüştürüldü. Müzeye dönüştürülmeden önce minberinde  hutbe ve minarelerinden ezanlar, “Ezan” gibi okunmayarak “Tanrı Uludur”  diye nida edildi... 

Böyle 18 yıl devam etti, 1950 senesinde Demokrat Parti hükümete geldiğinde rahmetli Başbakan  Adnan Menderes, ezanın, bütün dünyada okunduğu ve okunması gerektiği gibi olmasının yolunu açtı...  

Ceddimiz Fatih Sultan Muhammed'in kiliseden camiye tahvil ettiği ve 481 sene 5 ay 16 gün Müslümanların mabedi olarak hizmet gören Ayasofya Camii, 24 Kasım 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla, ibadet mahalli olmaktan çıkarılarak “müze” konumuna getirildi. İçerisinde Namaz kılmak engellendi, minarelerden ezanlar susturuldu... Bu durum da tam 86 yıl devam etti...

10 Temmuz 2020 Cuma günü Danıştay 10. Dairesi'nin oy birliğiyle aldığı karar ve arkasından Cumhurbaşkanı kararnamesiyle Ayasofya Camii, aslî vazifesine kavuştu... 

Bu arada, Danıştay üyelerimizi tebrik ediyorum, vermiş oldukları kararla, bütün İslâm âlemi mutlu oldu... 

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın ciddi gayretleri,  dik ve samimi duruşuyla ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin tereddütsüz desteğiyle; Ayasofya Camii, yeniden ibadete açıldı... Allah hepsinden razı olsun!.. (Amin...)

İrili-ufaklı muhalefet partileri ise, bu konuda partizanca yaklaştı... “Açacaksan aç, ne duruyorsun!..” yaklaşımıyla  meseleye güya “karşı” çıkmadıklarını sergilemeye ve işi hafife alarak ehemmiyetsizleştirmeye  çalıştılar... 

Şunu mertçe, samimi olarak; “Bizler Ayasofya'nın 'cami' statüsüne döndürülmesine şartsız destek veriyoruz, bu konuda her türlü yardıma varız”  diyemediler...  

Acaba!.. Belki "yapamaz" düşüncesinde mi  bulunuyorlardı(!)...

İNCE... İNCE... MUHARREM İNCE...

Bu arkadaş, Ayasofya Camii'nde 24 Temmuz'da namaz kılmak için dâvet bekliyormuş(!)...

Eğer dâvet gelirse gider, namaz kılarım” diyormuş(!)...  

Yâhu!.. Arkadaş, Müslümanlar namaz kılmak için ezandan başka dâvet beklemezler; ama ne yapsın garibim, gündemde biraz oyalanabilmek için ara-sıra böyle çıkışlar yapmaya çalışıyor her halde(!)... 

Atalarımız ne kadar güzel söylemiş, tam da İnce'ye göre; "Namazda gözü olmayanın, ezanda kulağı olmaz”!..

.

Osman Ovacıklı, dikGAZETE.com

Ayasofya Camii'nin  ibadete açılma gününün üzerinden  neredeyse yaklaşık bir hafta geçmesine rağmen; ben hâlâ “rüya âlemi”nde gibi, hissediyorum kendimi... 

Birazdan uyandığımda, sanki her şey tekrar eski haline dönüşecek, bizler yine, “senelerce çektiğimiz hasretlik içerisinde olacağız” hissine kapılıyorum... “İbadete açıldı”ğı gerçeği, pek garibime gidiyor...

Çünkü 86 yıl boyunca bir kararlılık, samimiyet ve dik duruş  gösterilemedi...

Ayasofya'yı “cami” statüsüne dönüştürme işi, sadece hep düşüncede ve laflarda  kaldı...   

Kimse işi ciddi boyutuyla ele alma cesareti gösteremedi...

Bakanlar Kurulu kararıyla “müze”  konuma getirilen Ayasofya Camii, sanki kanunla dönüştürülmüş gibi, hiç bir hükümet döneminde, konu üzerine eğililmedi. Ancak 1980 senesinde, zamanın azınlık hükümeti olan Adalet Partisi, tarafından hünkâr mahfiline giriş bölümü olan küçük bir yer, namaz kılınabilecek hale getirildi. Burada ibadet edilmeye başlandı...

Bir müddet bu şekilde devam ederken, yine tadilat ve tamirat bahanesiyle kapatıldı, ardından “12 Eylül darbesi” oldu ve bütün sesler kesildi... Dipçik ve postal sesleri her yeri kapladı(!)... 

Tâ ki, 10 Şubat 1991 yılında dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek tarafından aynı bölgede, namaz kılınmasına ve tek minaresinden de ezan okunmasına izin verildi... Günümüze kadar da bu şekilde devam etti... 

Lâkin, hasretlik nihayete ermedi, Ayasofya Camii'nin zincirleri kırılamadı... Asıl yerde, caminin içinde, ibadet yapılamıyordu...

Ayasofya Camii, bizlere ecdadımız Fatih Sultan Muhammed Han'ın mirası, manevî değeri büyük, korunması üzerimize vazife. Çünkü Fethin sembolü, İstanbul'un İslâm beldesi oluşunun ilk nişanı...

Milletleri ayakta tutan unsurların başında manevî değerler gelir, maddî değerler ise, onlara destekçi olur, muhafaza eder...

Manevî değerleri, moral değerleri eksik olan ya da bulunmayan toplumları bir arada tutmak pek mümkün değildir. Manevî değerleri kuvvetli olan milletleri, düşmanları yıkmaya cesaret edemez, etse de sonunda mağlup olurlar...

İşte, tıpkı Çanakkale'de, İstiklâl Savaşı'mızda olduğu gibi... 

Millet, elinde avucunda ne varsa bütün imkânlarıyla düşmana karşı yek vücut olmuştur. Bu cesareti nereden aldı bu millet? Ancak imanıyla, Allah'a inancıyla; vatan- bayrak sevgisiyle düşmanlara karşı set olmuştur... İmanı olmayan bir milletin manevî dinamikleri eksik kalır, moral değerleri yerle bir olur.... 

İmanlı ve inançlı bir topluluğun karşısında, hiç bir kuvvet ayakta duramaz. İşte tıpkı 15 Temmuz 2016 yılında olduğu gibi...  Bütün bir millet, destan yazmıştır, vatanı işgalden korumuştur... FETÖ kalkışmasını yerle bir etmiştir...

Bütün maddi güçleri ellerinde olan azgın, baş kaldırmış, asi, şer odakları;  o inanmış insanların, tanklara, silahlara meydan okumaları karşısında;  emellerine ulaşamamışlardır... 

Ülkemiz Türkiye'yi işgal edemediler!..

Hangi kuvvet bu cesareti verebilirdi acaba?.. O inanmış imanlı insanların hiç bir maddi güçleri ellerinde yoktu, sadece bedenleriyle tek yürek oldular ve mücadelelerini o şekilde yaptılar... 

Cumhuriyetin kurulması sonrası, milleti ayakta tutan manevî değerleri yok etme yoluyla, Cumhuriyeti kuran insanlara çeşitli baskılar, işkenceler yaptılar. 

Kur'an okumak ve öğretmek yasaklandı, minarelerden Ezan okunmasına izin verilmedi, yasaklandı... Bütün millet, bir gecede cahil bırakıldı, yeni harflerle okuma ve yazma mecburiyeti getirildi, kılık-kıyafet ve şapka kanunlarıyla nice masum insanlar hapislere atıldı ve eza-cefa gördüler… 

İstiklâl Savaşı'ndan çıkan millet, bu manzara karşısında, “ne yapacağını” bilemez oldu... 

Cephede, ülkemizi işgal eden düşmanlarla, büyük cesaret göstererek; kazma, kürek, balta, sopa vs. aletlerle, artık silah olarak kullanabilecek ne varsa ellerine alarak; çetin bir savaş yaparak, onları topraklarımızdan kovan ve İstiklâl Muharebesi'ni kazanan  ecdadımız, sonra kendi vatanımızda, manevî değerlere karşı böyle baskı ve zulüm karşısında, büyük korku ve şaşkınlık yaşadılar... 

Nice âlimlerimiz, “iman ve Kur'an dersleri veriyor” diye hapislerde ömürlerini geçirdi... 

Ayasofya Camii de bu gelişmelerle birlikte, “müze”  statüsüne dönüştürüldü. Müzeye dönüştürülmeden önce minberinde  hutbe ve minarelerinden ezanlar, “Ezan” gibi okunmayarak “Tanrı Uludur”  diye nida edildi... 

Böyle 18 yıl devam etti, 1950 senesinde Demokrat Parti hükümete geldiğinde rahmetli Başbakan  Adnan Menderes, ezanın, bütün dünyada okunduğu ve okunması gerektiği gibi olmasının yolunu açtı...  

Ceddimiz Fatih Sultan Muhammed'in kiliseden camiye tahvil ettiği ve 481 sene 5 ay 16 gün Müslümanların mabedi olarak hizmet gören Ayasofya Camii, 24 Kasım 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla, ibadet mahalli olmaktan çıkarılarak “müze” konumuna getirildi. İçerisinde Namaz kılmak engellendi, minarelerden ezanlar susturuldu... Bu durum da tam 86 yıl devam etti...

10 Temmuz 2020 Cuma günü Danıştay 10. Dairesi'nin oy birliğiyle aldığı karar ve arkasından Cumhurbaşkanı kararnamesiyle Ayasofya Camii, aslî vazifesine kavuştu... 

Bu arada, Danıştay üyelerimizi tebrik ediyorum, vermiş oldukları kararla, bütün İslâm âlemi mutlu oldu... 

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın ciddi gayretleri,  dik ve samimi duruşuyla ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin tereddütsüz desteğiyle; Ayasofya Camii, yeniden ibadete açıldı... Allah hepsinden razı olsun!.. (Amin...)

İrili-ufaklı muhalefet partileri ise, bu konuda partizanca yaklaştı... “Açacaksan aç, ne duruyorsun!..” yaklaşımıyla  meseleye güya “karşı” çıkmadıklarını sergilemeye ve işi hafife alarak ehemmiyetsizleştirmeye  çalıştılar... 

Şunu mertçe, samimi olarak; “Bizler Ayasofya'nın 'cami' statüsüne döndürülmesine şartsız destek veriyoruz, bu konuda her türlü yardıma varız”  diyemediler...  

Acaba!.. Belki "yapamaz" düşüncesinde mi  bulunuyorlardı(!)...

İNCE... İNCE... MUHARREM İNCE...

Bu arkadaş, Ayasofya Camii'nde 24 Temmuz'da namaz kılmak için dâvet bekliyormuş(!)...

Eğer dâvet gelirse gider, namaz kılarım” diyormuş(!)...  

Yâhu!.. Arkadaş, Müslümanlar namaz kılmak için ezandan başka dâvet beklemezler; ama ne yapsın garibim, gündemde biraz oyalanabilmek için ara-sıra böyle çıkışlar yapmaya çalışıyor her halde(!)... 

Atalarımız ne kadar güzel söylemiş, tam da İnce'ye göre; "Namazda gözü olmayanın, ezanda kulağı olmaz”!..

.

Osman Ovacıklı, dikGAZETE.com