İran İstihbarat Bakanlığının, Türkiye’deki operasyon ve faaliyetleri neden bir ‘Başarı’ değildir?

İran İstihbarat Bakanlığının, Türkiye’deki operasyon ve faaliyetleri neden bir ‘Başarı’ değildir?

İran İstihbarat Bakanlığının, Türkiye’deki operasyon ve faaliyetleri neden bir ‘Başarı’ değildir? İran İstihbarat Bakanlığının, Türkiye’deki operasyon ve faaliyetleri neden bir ‘Başarı’ değildir?

04 Temmuz günü, Savash Porgram imzası ile bir yazı (*) dikkatimi çekti. Oldukça iyi çalışılmış ve hazırlanmış bir makaleydi. İran İstihbarat Bakanlığının, Türkiye’de gerçekleştirdiği bir dizi operasyon iddiası işlenmiş.

Görevden ihraç edilen Cumhuriyet savcısı Davut Yılmaz’ın binlerce dolar karşılığında İran istihbaratına, rejim muhaliflerinin bilgilerini paylaşılıp, operasyonların yapılmasından, İran Deniz Kuvvetleri subaylarının kaçırılmasına, İranlı Muhaliflerin yine Davut Yılmaz tarafından tespit edilip, hatta desteklenerek ortadan kaybolmasına, İsrailli iş adamlarına hatta turistlere kadar uzanan İran istihbaratı temelli bir dizi operasyon iddiası, detaylıca yazılmış, işlenmiş.

Hatta MİT’in İran İstihbaratı tarafından hedeflendikten sonra güvenli eve alınarak, hayatını kurtardığı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı İsrail kökenli Yair Geller’e kadar bir takım iddialar yazılmış…

Yazıda bir itham, birilerini suçlama ya da beceriksizlikle ima eden bir tabir yoktu. Ve verilen tüm bilgiler açık kaynaklarda yayınlanmış, işlenmiş ve haber haline gelmiş konulardı.

Yazıya bir diyeceğim yok… Sayın Porgram, detaylı bir çalışma yapmış. Ellerine sağlık.

Ancak bu yazı yazılırken bazı şeyleri detaylı ve etraflıca düşünmek gerekir diye düşünüyorum. Yazı sahibinin taraflı olduğunu iddia etmiyorum ancak olaylara bakma ve okuma açısından özellikle istihbarat dünyasında; tek pencereden görmek ve onu işlemek, müşterileri farklı düşüncelere sevk eder. Burada da müşteri; okuyucu olduğu için servisi doyurucu yapmakta fayda vardır diye düşünüyorum.

Sayın Porgram da yazısında; “…Öncelikle Türkiye ve İran arasında 90 günlük vize serbestisi olması İranlı istihbarat unsurlarının Türkiye’ye herhangi bir diplomatik pasaporta veya vize almaya ihtiyaç duymaksızın “sıradan turistler” olarak girişlerini kolaylaştırıyor. Böylelikle de tespit edilmeleri güçleşiyor.

İran ve Türkiye arasında 530 kilometrekarelik bir kara sınır hattı bulunuyor. Bu sınır hattının nitelikleri pek çok illegal giriş ve çıkışı kolaylaştırıyor.

Her iki ülkenin sınır insanlarının birbirleriyle akrabalık ilişkileri, mezhebi yakınlıkları, kültürel yakınlıkları ve ticari ilişkileri olduğu düşünüldüğünde; İran istihbaratı için Türkiye içerisinden hem yerli işbirlikçi insan gücü devşirmek hem de operasyon için lojistik destek sağlamak kolaylaşıyor.

Metropollerde ise İranlı mafya üyeleri ve Türk mafya çeteleri İran istihbaratının en kolay ulaşabildiği ve parayla her şeyi yaptırabildiği unsurlardır. İran istihbaratı bu mafya çetelerinin bağlantılarını da kullanarak kirli polis, hâkim, savcı ve çeşitli Türkiye devlet yetkililerini para vererek devşirebiliyor…” demiş.

Bu, yazarın kendi iddialarıdır. Katılırsınız ya da katılmazsınız…

İran tarafından avantajlı gibi görünen tüm bu parametrelerin aynısı Türkiye tarafında da geçerli.

Yani bu metni ben şöyle okusam ve servis etsem; “…İran ile Türkiye arasında 90 günlük vize serbestisi olması Türk istihbarat unsurlarının İran’da herhangi bir diplomatik pasaporta veya vize almaya ihtiyaç duymaksızın “sıradan turistler” olarak girişlerini kolaylaştırıyor. Böylelikle de tespit edilmeleri güçleşiyor.

Türkiye ve İran arasındaki 530 kilometrekarelik bir kara sınır hattı bulunuyor. Bu sınır hattının nitelikleri pek çok illegal giriş ve çıkışı kolaylaştırıyor.

Her iki ülkenin sınır insanlarının birbirleriyle akrabalık ilişkileri, mezhebi yakınlıkları, kültürel yakınlıkları ve ticari ilişkileri olduğu düşünüldüğünde; Türk istihbaratı için İran içerisinden hem yerli işbirlikçi insan gücü devşirmek hem de operasyon için lojistik destek sağlamak kolaylaşıyor.

Metropollerde ise Türk mafya üyeleri ve İran mafya çeteleri Türk istihbaratının en kolay ulaşabildiği ve parayla her şeyi yaptırabildiği unsurlardır.

Türk istihbaratı, bu mafya çetelerinin bağlantılarını da kullanarak kirli polis, hâkim, savcı ve çeşitli İran İslam Cumhuriyeti yetkililerini para vererek devşirebiliyor…” yanlış ya da hatalı bir iddiada bulunmuş olur muyum?

Peki, bunlara hayal gücü tabanlı veriler denilebilir mi?

Bu tip operasyonel, kültürel ve sosyal çalışmalarının olmadığı -yapılmadığı- hatta gerçek dışı olduğu ilgili kurumlar tarafından inkâr edilebilir mi?

Peki, bu çalışmaları yapmak, bu faaliyetlerde bulunmak etik dışı mıdır?

Elbette değildir. Ve yazdığımız son soruların cevaplarının hepsi oldukça müspettir.

Bunlar çok doğaldır.

İstihbarat dünyasında ise etik dışı adımlar değildir.

İran’ın bize karşı girdiği faaliyetler de bizim onlara karşı girdiğimiz faaliyetler de vardır ve hep olacaktır.

İran’ın bize örtülü operasyon ya da faaliyet düzenlediği kadar çok çok eminim ki, Türk istihbarat kurumları da onlara karşı birçok faaliyet ve operasyonlar düzenliyordur.

Bu eşyanın da doğanın da tabiatına aykırı değildir.

Özellikle birbiri ile sınır komşusu ve ortak belli başlı kültürel - sosyal ve tinsel noktaları paylaşan hasım / hısım ülke ve/veya toplulukların birbirlerine karşı bu tip operasyonlarda bulunması diğer uzak hasım / hısımlarına karşı girdiği faaliyetlere göre çok daha kolaydır.

Birbirlerine yakın coğrafi, iklimsel, sosyo-kültürel ve tabiat benzerliğinden dolayı hem göze çarpmazlar -dikkat çekmezler- hem de rahatlıkla hareket edebilirler.

Ve bence bu bir başarı da değildir.

Asıl burada tespit edilmeniz çok ciddi bir amatörlük -başarısızlık- hatta çuvallamaktadır.

Ancak aynı İran İstihbaratı, İsveç’te bu kadar kolay operasyon düzenlerse, bu kadar basit şekilde göze çarpmadan, dikkat çekmeden hatta iz bırakmadan faaliyetlerde bulunursa bu ancak o zaman başarıdır. İsveç bir örnek… Danimarka olur, Almanya olur, Japonya olur, Afrika’da herhangi bir ülke olur…

Çünkü bir istihbarat servisi olarak hemen dibinizde sizinle birçok ortak noktayı paylaşan komşunuzda faaliyette bulunmak ayrıdır, size tamamen yabancı, birçok noktada farklı ve sizle hiçbir benzerliği olmayan bir coğrafyada operasyon ve faaliyet düzenlemek apayrıdır. Eğer o coğrafyada başarılı oluyorsanız işte o zaman siz Başarılı bir istihbarat servis”sinizdir.

Ortadoğu’daki komşu ülke istihbarat servislerinin o coğrafyada bu kadar kolay cirit oynamasındaki ana sebeplerden biri de budur.

Temel olarak ele alındıklarında birbirleri ile çok benzerlikler gösterirler. Ve hedef ülkede, kolaylıkla gözden kaybolur, dikkat çekmez hatta uzun süreler faaliyetlerine devam edebilirler.

Buna sadece Arap dünyası değil İsrail de dâhildir. Farklı bir dinden olsalar da hiç şüphe yok ki; İsrail de bir Ortadoğu ülkesi ve kültürüdür. Öyle benzerdir ki asla ayırt edemezsiniz Arap topluluğu içinde barınmış İsrail istihbarat unsurlarını…

Diğer yandan o coğrafyaya aykırı nitelikleri olan istihbarat servislerinin orada düzenledikleri ve başardıkları operasyonlar ise dün olduğu gibi bugün bile filmlere, belgesellere konu olmaktadır. Çünkü gerçek başarıkazanç işte ‘o’dur.

Mısır istihbarat servisinin Lübnan’da başarılı olması çok doğaldır ama aynı Mısır istihbarat servisi, Litvanya’daki düşman unsurlarına karşı ne kadar başarılı olabiliyor?

İşte bu çok önemlidir…

Eğer siz gidip bir Afrika ülkesinde devletinizin baş düşmanını alıp getirebiliyorsanız; başarılısınızdır.

Size tamamen yabancı bir ülkede tereyağından kıl çeker gibi devlet düşmanlarını imha edip, güven içinde ülkenize dönüyorsanız iyi bir istihbarat servisisinizdir.

Çok farklı dillerin konuşulduğu, çok farklı yaşantı ve sosyal alışkanlıkların bulunduğu, fiziksel görüntü olarak bile çok ayrımlı bir topluluk içinde barınıp, uzun süreler boyunca dikkat çekmeden operasyon ve faaliyette bulunuyorsanız siz ancak o zaman iyi bir istihbarat teşkilatısınızdır.

Yani, kapı komşunuzun evinin içinde olanları öğrenmekle bambaşka mahallelerdeki evin içindekileri öğrenmek bir değildir.

Zorlukları da kazançları da hatta yürüyüş ve icra yöntemleri bile çok farklıdır.

Bu zeminde düşünüldüğünde; İran’ın ülkemizde girdiği ve gireceği birçok operasyon olmuş ve olmaya da devam edecektir.

Bu bir başarı değildir…

Diğer yandan; aslolan bunu tespit etmektir, size karşı faaliyette olan servisi ortaya çıkarmak ve faaliyetini engellemek, önüne geçebilmektir.

Keza işte asıl bu bir başarıdır.

İran’da siz Türk istihbarat birimlerini tespit edip, yakalayabiliyorsanız başarılısınızdır yani.

Sayın Porgram’ın yazısındaki tüm operasyonlar deşifre edilip, tespit edildiğine ve yasal süreç başladığına göre sanırım burada başarı; operasyon düzenleyen İran’da değil ustaca nokta atışı ile kontrespiyonaj faaliyetlerinde bulunan Türk istihbarat birimlerindedir.

Bir başka yok sayılamayacak nokta ise Türk istihbarat birimlerinin İran’da girdikleri operasyon ve faaliyetlerdir.

Bunları yazmaya kalksak sanırım iki sayfadan çok daha fazla tutacaktır diye tahmin ediyorum. Ancak hiç şüphe yok ki; Türk İstihbarat birimleri sadece İran ve diğer komşu ülkelerde değil dünyanın birçok yerinde birçok operasyon ve faaliyetlere girdiği de kamuoyu tarafından tahmin edilmekte ve hatta göz önünde olmasa bile kısmen de olsa bilinmektedir.

Ancak devlet sırrı ve terbiyesi sebebiyle bunların gizli kalması herkes için en iyi ve en hayırlı olanıdır.

.

Serkan Yıldız, dikGAZETE.com

(*) https://www.politikyol.com/turkiye-neden-iran-istihbaratinin-operasyon-ussu-haline-geldi/

04 Temmuz günü, Savash Porgram imzası ile bir yazı (*) dikkatimi çekti. Oldukça iyi çalışılmış ve hazırlanmış bir makaleydi. İran İstihbarat Bakanlığının, Türkiye’de gerçekleştirdiği bir dizi operasyon iddiası işlenmiş.

Görevden ihraç edilen Cumhuriyet savcısı Davut Yılmaz’ın binlerce dolar karşılığında İran istihbaratına, rejim muhaliflerinin bilgilerini paylaşılıp, operasyonların yapılmasından, İran Deniz Kuvvetleri subaylarının kaçırılmasına, İranlı Muhaliflerin yine Davut Yılmaz tarafından tespit edilip, hatta desteklenerek ortadan kaybolmasına, İsrailli iş adamlarına hatta turistlere kadar uzanan İran istihbaratı temelli bir dizi operasyon iddiası, detaylıca yazılmış, işlenmiş.

Hatta MİT’in İran İstihbaratı tarafından hedeflendikten sonra güvenli eve alınarak, hayatını kurtardığı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı İsrail kökenli Yair Geller’e kadar bir takım iddialar yazılmış…

Yazıda bir itham, birilerini suçlama ya da beceriksizlikle ima eden bir tabir yoktu. Ve verilen tüm bilgiler açık kaynaklarda yayınlanmış, işlenmiş ve haber haline gelmiş konulardı.

Yazıya bir diyeceğim yok… Sayın Porgram, detaylı bir çalışma yapmış. Ellerine sağlık.

Ancak bu yazı yazılırken bazı şeyleri detaylı ve etraflıca düşünmek gerekir diye düşünüyorum. Yazı sahibinin taraflı olduğunu iddia etmiyorum ancak olaylara bakma ve okuma açısından özellikle istihbarat dünyasında; tek pencereden görmek ve onu işlemek, müşterileri farklı düşüncelere sevk eder. Burada da müşteri; okuyucu olduğu için servisi doyurucu yapmakta fayda vardır diye düşünüyorum.

Sayın Porgram da yazısında; “…Öncelikle Türkiye ve İran arasında 90 günlük vize serbestisi olması İranlı istihbarat unsurlarının Türkiye’ye herhangi bir diplomatik pasaporta veya vize almaya ihtiyaç duymaksızın “sıradan turistler” olarak girişlerini kolaylaştırıyor. Böylelikle de tespit edilmeleri güçleşiyor.

İran ve Türkiye arasında 530 kilometrekarelik bir kara sınır hattı bulunuyor. Bu sınır hattının nitelikleri pek çok illegal giriş ve çıkışı kolaylaştırıyor.

Her iki ülkenin sınır insanlarının birbirleriyle akrabalık ilişkileri, mezhebi yakınlıkları, kültürel yakınlıkları ve ticari ilişkileri olduğu düşünüldüğünde; İran istihbaratı için Türkiye içerisinden hem yerli işbirlikçi insan gücü devşirmek hem de operasyon için lojistik destek sağlamak kolaylaşıyor.

Metropollerde ise İranlı mafya üyeleri ve Türk mafya çeteleri İran istihbaratının en kolay ulaşabildiği ve parayla her şeyi yaptırabildiği unsurlardır. İran istihbaratı bu mafya çetelerinin bağlantılarını da kullanarak kirli polis, hâkim, savcı ve çeşitli Türkiye devlet yetkililerini para vererek devşirebiliyor…” demiş.

Bu, yazarın kendi iddialarıdır. Katılırsınız ya da katılmazsınız…

İran tarafından avantajlı gibi görünen tüm bu parametrelerin aynısı Türkiye tarafında da geçerli.

Yani bu metni ben şöyle okusam ve servis etsem; “…İran ile Türkiye arasında 90 günlük vize serbestisi olması Türk istihbarat unsurlarının İran’da herhangi bir diplomatik pasaporta veya vize almaya ihtiyaç duymaksızın “sıradan turistler” olarak girişlerini kolaylaştırıyor. Böylelikle de tespit edilmeleri güçleşiyor.

Türkiye ve İran arasındaki 530 kilometrekarelik bir kara sınır hattı bulunuyor. Bu sınır hattının nitelikleri pek çok illegal giriş ve çıkışı kolaylaştırıyor.

Her iki ülkenin sınır insanlarının birbirleriyle akrabalık ilişkileri, mezhebi yakınlıkları, kültürel yakınlıkları ve ticari ilişkileri olduğu düşünüldüğünde; Türk istihbaratı için İran içerisinden hem yerli işbirlikçi insan gücü devşirmek hem de operasyon için lojistik destek sağlamak kolaylaşıyor.

Metropollerde ise Türk mafya üyeleri ve İran mafya çeteleri Türk istihbaratının en kolay ulaşabildiği ve parayla her şeyi yaptırabildiği unsurlardır.

Türk istihbaratı, bu mafya çetelerinin bağlantılarını da kullanarak kirli polis, hâkim, savcı ve çeşitli İran İslam Cumhuriyeti yetkililerini para vererek devşirebiliyor…” yanlış ya da hatalı bir iddiada bulunmuş olur muyum?

Peki, bunlara hayal gücü tabanlı veriler denilebilir mi?

Bu tip operasyonel, kültürel ve sosyal çalışmalarının olmadığı -yapılmadığı- hatta gerçek dışı olduğu ilgili kurumlar tarafından inkâr edilebilir mi?

Peki, bu çalışmaları yapmak, bu faaliyetlerde bulunmak etik dışı mıdır?

Elbette değildir. Ve yazdığımız son soruların cevaplarının hepsi oldukça müspettir.

Bunlar çok doğaldır.

İstihbarat dünyasında ise etik dışı adımlar değildir.

İran’ın bize karşı girdiği faaliyetler de bizim onlara karşı girdiğimiz faaliyetler de vardır ve hep olacaktır.

İran’ın bize örtülü operasyon ya da faaliyet düzenlediği kadar çok çok eminim ki, Türk istihbarat kurumları da onlara karşı birçok faaliyet ve operasyonlar düzenliyordur.

Bu eşyanın da doğanın da tabiatına aykırı değildir.

Özellikle birbiri ile sınır komşusu ve ortak belli başlı kültürel - sosyal ve tinsel noktaları paylaşan hasım / hısım ülke ve/veya toplulukların birbirlerine karşı bu tip operasyonlarda bulunması diğer uzak hasım / hısımlarına karşı girdiği faaliyetlere göre çok daha kolaydır.

Birbirlerine yakın coğrafi, iklimsel, sosyo-kültürel ve tabiat benzerliğinden dolayı hem göze çarpmazlar -dikkat çekmezler- hem de rahatlıkla hareket edebilirler.

Ve bence bu bir başarı da değildir.

Asıl burada tespit edilmeniz çok ciddi bir amatörlük -başarısızlık- hatta çuvallamaktadır.

Ancak aynı İran İstihbaratı, İsveç’te bu kadar kolay operasyon düzenlerse, bu kadar basit şekilde göze çarpmadan, dikkat çekmeden hatta iz bırakmadan faaliyetlerde bulunursa bu ancak o zaman başarıdır. İsveç bir örnek… Danimarka olur, Almanya olur, Japonya olur, Afrika’da herhangi bir ülke olur…

Çünkü bir istihbarat servisi olarak hemen dibinizde sizinle birçok ortak noktayı paylaşan komşunuzda faaliyette bulunmak ayrıdır, size tamamen yabancı, birçok noktada farklı ve sizle hiçbir benzerliği olmayan bir coğrafyada operasyon ve faaliyet düzenlemek apayrıdır. Eğer o coğrafyada başarılı oluyorsanız işte o zaman siz Başarılı bir istihbarat servis”sinizdir.

Ortadoğu’daki komşu ülke istihbarat servislerinin o coğrafyada bu kadar kolay cirit oynamasındaki ana sebeplerden biri de budur.

Temel olarak ele alındıklarında birbirleri ile çok benzerlikler gösterirler. Ve hedef ülkede, kolaylıkla gözden kaybolur, dikkat çekmez hatta uzun süreler faaliyetlerine devam edebilirler.

Buna sadece Arap dünyası değil İsrail de dâhildir. Farklı bir dinden olsalar da hiç şüphe yok ki; İsrail de bir Ortadoğu ülkesi ve kültürüdür. Öyle benzerdir ki asla ayırt edemezsiniz Arap topluluğu içinde barınmış İsrail istihbarat unsurlarını…

Diğer yandan o coğrafyaya aykırı nitelikleri olan istihbarat servislerinin orada düzenledikleri ve başardıkları operasyonlar ise dün olduğu gibi bugün bile filmlere, belgesellere konu olmaktadır. Çünkü gerçek başarıkazanç işte ‘o’dur.

Mısır istihbarat servisinin Lübnan’da başarılı olması çok doğaldır ama aynı Mısır istihbarat servisi, Litvanya’daki düşman unsurlarına karşı ne kadar başarılı olabiliyor?

İşte bu çok önemlidir…

Eğer siz gidip bir Afrika ülkesinde devletinizin baş düşmanını alıp getirebiliyorsanız; başarılısınızdır.

Size tamamen yabancı bir ülkede tereyağından kıl çeker gibi devlet düşmanlarını imha edip, güven içinde ülkenize dönüyorsanız iyi bir istihbarat servisisinizdir.

Çok farklı dillerin konuşulduğu, çok farklı yaşantı ve sosyal alışkanlıkların bulunduğu, fiziksel görüntü olarak bile çok ayrımlı bir topluluk içinde barınıp, uzun süreler boyunca dikkat çekmeden operasyon ve faaliyette bulunuyorsanız siz ancak o zaman iyi bir istihbarat teşkilatısınızdır.

Yani, kapı komşunuzun evinin içinde olanları öğrenmekle bambaşka mahallelerdeki evin içindekileri öğrenmek bir değildir.

Zorlukları da kazançları da hatta yürüyüş ve icra yöntemleri bile çok farklıdır.

Bu zeminde düşünüldüğünde; İran’ın ülkemizde girdiği ve gireceği birçok operasyon olmuş ve olmaya da devam edecektir.

Bu bir başarı değildir…

Diğer yandan; aslolan bunu tespit etmektir, size karşı faaliyette olan servisi ortaya çıkarmak ve faaliyetini engellemek, önüne geçebilmektir.

Keza işte asıl bu bir başarıdır.

İran’da siz Türk istihbarat birimlerini tespit edip, yakalayabiliyorsanız başarılısınızdır yani.

Sayın Porgram’ın yazısındaki tüm operasyonlar deşifre edilip, tespit edildiğine ve yasal süreç başladığına göre sanırım burada başarı; operasyon düzenleyen İran’da değil ustaca nokta atışı ile kontrespiyonaj faaliyetlerinde bulunan Türk istihbarat birimlerindedir.

Bir başka yok sayılamayacak nokta ise Türk istihbarat birimlerinin İran’da girdikleri operasyon ve faaliyetlerdir.

Bunları yazmaya kalksak sanırım iki sayfadan çok daha fazla tutacaktır diye tahmin ediyorum. Ancak hiç şüphe yok ki; Türk İstihbarat birimleri sadece İran ve diğer komşu ülkelerde değil dünyanın birçok yerinde birçok operasyon ve faaliyetlere girdiği de kamuoyu tarafından tahmin edilmekte ve hatta göz önünde olmasa bile kısmen de olsa bilinmektedir.

Ancak devlet sırrı ve terbiyesi sebebiyle bunların gizli kalması herkes için en iyi ve en hayırlı olanıdır.

.

Serkan Yıldız, dikGAZETE.com

(*) https://www.politikyol.com/turkiye-neden-iran-istihbaratinin-operasyon-ussu-haline-geldi/