İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun temelini atan Türkler!
İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun temelini atan Türkler!
- 20-08-2019 01:09
- 5300
- 20-08-2019 01:09
- 5300
İlk kez Mustafa Denizli'nin 1999’da, galibiyetle biten İrlanda milli maçı öncesi sert eleştirilerde bulunan futbol yorumcularına yönelik “İrlanda’yı yendik, ama önemli olan içimizdeki İrlandalıları yenmek” sözü, dilimize deyim olarak yerleşti.
“İçimizde olup da bizim gibi düşünmeyenler" şeklinde yorumlansa da genellikle “Aramızdaki hain” anlamında kullanılan bu “deyim” günümüzde de halen çok popüler.
Türkler ve İrlandalılar…
19. yüzyılda İngiliz idaresi altında bulunan İrlanda'da, halkın temel besin kaynağı patates bitkisini yok eden bir hastalığın ortaya çıkmasıyla 1845-1852 yılları arasında kıtlığın yol açtığı büyük bir açlık yaşanmıştı.
Kıtlık ve açlık sonrası neredeyse abartı olmasın ama bir milyon İrlandalı hayatını kaybetmiş, bir milyon İrlandalı da başta ABD olmak üzere yurtdışına göç etmişti.
Ada nüfusunun yüzde 20 ile 25 civarında azalmasına yol açan açlık karşısında İngiliz hükümeti yeterli önlemleri almamıştı. Oysa o dönem, Büyük Britanya'nın Victoria devri, Britanya sanayi devriminin yükselişi ve Britanya İmparatorluğu'nun zirvesi olarak kabul edilmekteydi.
“Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı Kraliçesi” ve “Hindistan İmparatoriçesi” unvanlarıyla, 19. yüzyılda 63 yıl yedi aylık bir süreyle Birleşik Krallık tarihinde II. Elizabeth'den sonra en uzun süre saltanat sürmüş Kraliçe Victoria’nın acımadığı İrlandalılara, Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid yardım elini uzatmıştı.
Sultan Abdülmecid 1845'te İrlandalı çiftçilere verilmek üzere 10 bin Sterlinlik bir yardımda bulunmaya karar verir ancak Kraliçe Victoria Sultan'dan yalnızca bin Sterlin göndermesi ister; çünkü kendisi yalnızca 2 bin Sterlinlik bir yardımda bulunmuştur.
Sultan Abdülmecid bunun üzerine bin Sterlinlik bir yardımda bulunur. Yardım, nakit gönderilen parayla sınırlı değildir.
Aynı zamanda İrlanda'ya gizlice 3 gemi dolusu gıda gönderilir.
Kraliçenin adamları, yani Londra bürokrasisi, gemilerin limanlara yanaşmasına izin vermemeye çalıştılar ama Osmanlı Büyükelçisi aslen Giritli nüfuzlu bir Rum Ortodoks ailenin çocuğu Kostaki Musurus Paşa’nın gayretleriyle Osmanlı yardımının Drogheda'ya ulaşmasına engel olamadılar.
Kostaki Musurus Paşa da Kimmiş?..
35 yıl boyunca Osmanlı’nın Londra Büyükelçisi olarak görev yapan Musurus Paşa, 18. yüzyılda İstanbul’a göç etmiş Giritli bir tüccar olan Pavlaki Muzurus oğluydu. “Musuruslar”, İstanbul’un önde gelen köklü ve varlıklı Fenerli Rum ailelerindendi.
Musurus’un, Dante’nin “İlahi Komedya” adlı eserini Latince’den Türkçe ve Yunanca’ya çevirebilecek kadar grameri güçlüydü. Ayrıca Arapça, İngilizce, Rumca ve Fransızca biliyordu.
Londra’dan döndüğünde Osmanlı Devleti’nin en tecrübeli en kıdemli diplomat olarak “elçilerin şeyhi” anlamında “Şeyh’üs Süfera” payesiyle anılırdı.
II. Abdülhamid’in ender güvendiği devlet erkânı arasındaydı…
O nedenle 3 Ağustos 1888 tarihinde gerek savaşlar ve gerekse doğal afetler sonucu evlerini ve ailelerini yitiren kişilerin barınma ihtiyacını karşılamak amacıyla oluşturulan Harikzadegan Komisyonu Reisliğine seçildi.
Emekliliği sırasında devlet işlerinden uzak duramadı. İngiltere’nin Ermeni ve Rumların yoğun olduğu yerlerde ıslahat önerisini, Sultan II. Abdülhamid’e sunduğu bir raporda değerlendirdi.
35 yıl süresince görev yaptığı İngiltere’de, İngiliz hariciyesinin ve istihbaratının kodlarını çözmüştü ve “İngiliz ipiyle kuyuya inme”nin intihar olacağını çok iyi biliyordu.
İşte bu nedenle, İngilizler’in önerilerinin kabul edilmemesine dair görüşlerini belirtti.
Hazırladığı layihasında, yani raporunda Osmanlı Devleti’nin hiç kimseye ihtiyaç duymaksızın ve hiç kimseyi karıştırmaksızın ıslahat yapabileceğini kaydetmiş ve “Tanzimat Fermanı”nı örnek göstermişti.
Kostaki Musurus Paşa, 1891 yılı Mayıs ayı içerisinde vefat etti.
İlber Ortaylı’nın da hakkını teslim ettiği gibi; Kostaki Musurus Paşa birçok kez Osmanlı vatanseveri olduğunu ispatlamıştır.
“Türkçe konuşarak Orta Avrupa'yı nasıl gezdim! Hristiyan Türkleri ve Yahudi Türkleri nerede buldum!” başlıklı yazımda belirtiğim gibi, Bükreş Türk Şehitliği’nde mezar taşına rastladığım “Stefan oğlu Yani”; canını Türk devleti için verebilecek kadar Türk ise Musurus Paşa da o denli Türk’tü!
Bunu niçin söylüyorum? Çünkü Türklüğü ve Müslümanlığı kendi tekelinde gören yobaz, kara cahiller o kadar çok ki!
Kostaki Musurus Paşa, sorunu nasıl çözdü?
Kostaki Musurus Paşa, Osmanlı Devleti adına Avrupa’da yaşanan gelişmeleri yakından takip edebilmek için Londra’ya “orta elçi” olarak gönderildiği yıl; İngiltere’de uluslararası bir fuar düzenlenmişti.
Kostaki Musurus Paşa, yardımların İrlanda halkına ulaşmasını engelleyen İngiliz bürokratları atlatmanın bir yolunu buldu. İstanbul’dan yola çıkan Osmanlı gemilerini, “Fuardaki Türk Standına emtia taşıyan tüccar gemisi” olarak kaydettirdi.
İstanbul’dan hareket eden Feyz-i Bahr (Sürağ-ı Bahri) ve Mir’at-ı Zafer adlı gemiler, Türk Standı’nda teşhir edilecek Türk ürünlerini Southampton Limanı’na getirdi. Bundan sonrası zaten çocuk oyuncağıydı. Mallar önce stantta sergilendi sonra İrlanda halkına dağıtıldı.
İrlanda Cumhurbaşkanı Mary McAleese, İrlanda halkı adına Türk Milletine teşekkür etmişti!
23 Mart 2010’da İrlanda Cumhurbaşkanı Mary McAleese, Ankara'ya düzenlediği 4 günlük resmi ziyaret sırasında Osmanlı Sultanı Abdülmecid'in, 1845 ve 1852 arasında hüküm süren açlık sırasında bu ülkeye üç gemi dolusu gıda yardımında bulunduğunu söylemişti.
Mary McAleese, gemilerin yüklerini ülkenin Drogheda limanına boşaltmaları üzerine, Drogheda halkının şükran duygularına tercüman olarak şehrin armasına ay-yıldız eklendiğini ifade etmişti.
Yardım gemilerindeki Türk Denizcileri, sırra kadem bastı!.. Öldüler mi yoksa İrlandalılara mı karıştılar?
Sultan Abdülmecid döneminde hem açlıktan yok olma sınırına gelen İrlanda halkının ihtiyacı gıda malzemesini ulaştırmak hem de seyir ve topçuluk dersi almak amacıyla görevlendirilen Mir'at-ı Zafer Firkateyni ve Sürağ-ı Bahri Firkateyni, Portsmouth gemileri Portsmouth Limanı'na demir attığında, kent halkı “Yaşasın Türkler” tezahüratı yapıyordu.
İki geminin mürettebatı kısa zamanda kent sakinleriyle kaynaştı. Olumsuz hayat şartlarından ve vicdansız Uzun bacaklıların yönetiminden bunalan İrlandalı aileler kızlarını Osmanlı leventleriyle evlendirmek için sıraya girmişti.
Dönemin İngiliz gazeteleri Türk Gemilerinde görevli subay ve deniz erlerinin Portsmouth'a çıktıklarında nasıl ilgi odağı olduklarını tüm ayrıntıları ile yazmışlardır.
Ancak o dönemde Portsmouth liman kentinde kolera ve benzeri salgın hastalıklar yaygındı. Britanya'yı kasıp kavuran, yüzbinlerce İrlandalının ölümüne yol açan kıtlığın ve açlığın etkileri her alanda hissediliyordu.
Hatta ne yazık ki ecel adres sormadı. Portsmouth limanına demirleyen Mirat-ı Zafer ve Sürağ-ı Bahri (Feyz-i Bahr)’nin mürettebatından salgın hastalığa yakalandı ve öldü.
Yardım nakli ve topçu eğitimi gittikleri Portsmouth Osmanlı Türk denizcilerinin mezarı oldu. Buraya kadar sorun yok. Ölenle ölünmüyor. Hayat devam ediyor.
Ama Türk Denizcilerinden, bulaşıcı hastalığa yakalanıp da gemi revirleri haricinde Portsmouth hastanesinde tedavi altına alınan veya hayatını kaybedenlere dair herhangi bir envantere, kayda, dokümana, evraka belgeye rastlanılmamış olmasına ne demeli?
Kuş olup uçmadılar ya!.. İnsanın “Nerede lan bunlar?” diyesi geliyor…
Zeynep Aygen; Toplumsal Tarih Dergisi’nde yayımlanan yazısında bu konuya açıklık getirir. Araştırmasına göre; Gosport'ta 1745'ten bu yana hizmet veren Haslar Hastanesi’nin Türkler ile olan ilişkisi belgelenebilir bir gerçektir. 1996'ya kadar İngiliz Kraliyet Donanmasına ait olan bu hastahane kabristanının bir bölümü Türk şehitliğine ayrılmıştır.
Hastanenin tarihçesi ile ilgili bilgi vermek üzere hazırlanmış 1906 tarihli bir belgeye göre, hastanenin 'Zymotic Hospital' binasının yapımı dolayısıyla, Türk mezar taşları ve naaşları, 1902'de Alver Gölü kıyısındaki yeni yerlerine taşınmışlardır.
Haslar Hastanesi’nin bulunduğu Gosport; Güney İngiltere'de, 13. yüzyıl başlarında, karşı kıyısındaki Portsmouth Limanı'nın işlevini bütünlemek ve bölgede güvenli bir denetim noktası oluşturmak amacıyla kurulmuştu.
Dilbilimcilere göre Gosport; adı eski İngilizce'de “kaz” anlamına gelen gosa ve kökeni Latin olan, liman anlamındaki “portus” kelimelerinden türemiştir.
Bununla birlikte kentin, günümüzde de halk arasında yaygın olan diğer bir adı da "Turk Town" yani "Türk Kenti"dir.
Gosport doğumlu halk ozanı Cyril Towney'e göre zaten Gosportlular kendilerini her zaman Türk olarak tanımlamışlardır
Bu sırrı en iyi bilenlerden biri de Kağızmanlı Bob Dylan…
Bob Dylan’ın ilk gençliğinde söylediği Ritchie Vales’in, “In a Turkish Town” (Bir Türk Kasabasında) şarkısının, herkesin dilindeki “La Bamba”nın tersine, kendisiyle daha uyuşur göründüğünü belirtmesi bence önemli bir mesaj.
Ne diyordu şarkı da :
‘In a Turkish Town’ (Bir Türk Kasabasında)
There across the sea waits my fair loved one
In a Turkish town, waiting there for me
And I know that someday, we’ll live and love
So the mystic Turks say from the stars up above
İşte o Türk kasabasında Gosport ve Portsmouth’taki şehitlik, 1902 yılında kabristan haline getirilerek etrafı çevrildi.
Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1985 yılında ise "şehitlik" statüsü verilen mezarlık 1993 yılında bugünkü halini aldı. Yolu düşenler Fatiha okumayı ve saygı duruşunda bulunmayı lütfen ihmal etmesin.
Osmanlı Donanmasının Türk Denizcileri, kendilerini feda ettiler; İrlandalı kızlarla evlendiler!..
İyi de bunların hepsi ölmedi ki?
Ölmeyenler ama kayıttan düşülenler kendilerine verilen görev gereği İrlandalıların içine karıştılar. Sarışın İrlandalı kızlarla evlendiler. Çoluk çocuğa karıştılar.
Yerleştiler ve oralı yani İrlandalı oldular. Görevleri daha yeni başlıyordu!
İrlandalı Türkler’in faaliyetleri (nasıl gittiklerini anlatmıştım) Britanya karşıtlığının büyümesi sonucu 1916 yılında Paskalya ayaklanması gerçekleşti.
Bu ayaklanma 1919 yılında başlayacak olan İrlanda Bağımsızlık Savaşı'nın ilk adımıydı. Ayaklanmayı James Connoly başlattı. İngilizler kanlı şekilde ayaklanmayı bastırdı.
James Connoly ile birlikte toplam 15 lider idam edildi…
Bu idamlar, İrlandalıların milliyetçilik damarlarını kabarttı.
Sarı Bozkurt Mustafa Kemal Paşa, 1919’da Osmanlı Devleti’nin başkentini ve topraklarını işgal eden emperyalist İngiliz ordusuna karşı Türk direniş hareketini örgütlemek için Samsun’a çıkarken 1919 yılında İrlanda Gönüllüleri (Irisih Volunteers) İrlanda Kurtuluş Savaşı’nı başlatıyordu. İrlanda ayaklanması İngiliz ordusunu büyük ölçüde adaya odaklandırdı.
Teşkilatı Mahsusa ve İrlanda…
Teşkilat-ı Mahsusa’nın Reisi ‘şeyh-it tuyyur’ -uçan şeyh, Eşref Sencer Kuşcubaşı; 20 bin kişilik İngiliz ve Araplar’dan oluşan birliğe karşı 40 Teşkilat-ı Mahsusa fedaisiyle beş saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele geçirildiğinde, kendisiyle alay dercesine konuşan Lawrence’a şöyle demişti;
“-Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle musibetler salacağım ki, 2 asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz.”
Nitekim öyle de oldu!
“İRA” adım adım büyüdü.
1919 Ocak ayında Sinn Fein bağımsız bir İrlanda Parlamentosu kurdu ve İrlanda Cumhuriyeti’nin egemenliğini ilan etti. Bağımsız hükümetle birlikte bakanlıklar ve mahkemeler oluşturuldu.
Bu gelişmelere İngiliz hükümetinin yanıtı, ilan edilen bütün kurumları yasaklamak ve İrlanda demokrasisine savaş açmaktı. İrlanda’nın üç büyük şehrindeki bütün IRA üyeleri öldürüldü.
Ülkenin yarısında savaş yasaları ilan edildi, yollar, dükkânlar, fabrikalar ve birçok köy yerle bir edildi yakıldı yıkıldı. Hapishanelerde katliamlar ve toplama kamplarında işkenceler yapıldı.
IRA boş durmadı, yenilgiyi kabul etmedi. Bugünkü deyimle düşük yoğunluklu çatışma stratejisini belirledi ve uyguladı. Etkinliği giderek artan bir gerilla savaşı başlattı.
Bu savaşın taktikleri daha sonra gerilla literatürüne geçti ve İrlanda bağımsızlık mücadelesinin sivil ve askeri yanı dünya çapında anti-sömürgeci mücadelelere ilham kaynağı oldu.
İrlanda Cumhuriyet Ordusu ya da kısaca IRA (Irish Republican Armynin), Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını savunan, 1969 yılında aynı adı taşıyan yapının parçalanmasıyla ortaya çıktı.
İlk başlarda bağımsızlığın ancak silahlı mücadele ile mümkün olduğunu savunan organizasyon, 2005 yılında mücadelelerini sadece politik alanda sürdüreceklerini açıklayarak şiddet eylemlerine son verdi.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete
İlk kez Mustafa Denizli'nin 1999’da, galibiyetle biten İrlanda milli maçı öncesi sert eleştirilerde bulunan futbol yorumcularına yönelik “İrlanda’yı yendik, ama önemli olan içimizdeki İrlandalıları yenmek” sözü, dilimize deyim olarak yerleşti.
“İçimizde olup da bizim gibi düşünmeyenler" şeklinde yorumlansa da genellikle “Aramızdaki hain” anlamında kullanılan bu “deyim” günümüzde de halen çok popüler.
Türkler ve İrlandalılar…
19. yüzyılda İngiliz idaresi altında bulunan İrlanda'da, halkın temel besin kaynağı patates bitkisini yok eden bir hastalığın ortaya çıkmasıyla 1845-1852 yılları arasında kıtlığın yol açtığı büyük bir açlık yaşanmıştı.
Kıtlık ve açlık sonrası neredeyse abartı olmasın ama bir milyon İrlandalı hayatını kaybetmiş, bir milyon İrlandalı da başta ABD olmak üzere yurtdışına göç etmişti.
Ada nüfusunun yüzde 20 ile 25 civarında azalmasına yol açan açlık karşısında İngiliz hükümeti yeterli önlemleri almamıştı. Oysa o dönem, Büyük Britanya'nın Victoria devri, Britanya sanayi devriminin yükselişi ve Britanya İmparatorluğu'nun zirvesi olarak kabul edilmekteydi.
“Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı Kraliçesi” ve “Hindistan İmparatoriçesi” unvanlarıyla, 19. yüzyılda 63 yıl yedi aylık bir süreyle Birleşik Krallık tarihinde II. Elizabeth'den sonra en uzun süre saltanat sürmüş Kraliçe Victoria’nın acımadığı İrlandalılara, Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid yardım elini uzatmıştı.
Sultan Abdülmecid 1845'te İrlandalı çiftçilere verilmek üzere 10 bin Sterlinlik bir yardımda bulunmaya karar verir ancak Kraliçe Victoria Sultan'dan yalnızca bin Sterlin göndermesi ister; çünkü kendisi yalnızca 2 bin Sterlinlik bir yardımda bulunmuştur.
Sultan Abdülmecid bunun üzerine bin Sterlinlik bir yardımda bulunur. Yardım, nakit gönderilen parayla sınırlı değildir.
Aynı zamanda İrlanda'ya gizlice 3 gemi dolusu gıda gönderilir.
Kraliçenin adamları, yani Londra bürokrasisi, gemilerin limanlara yanaşmasına izin vermemeye çalıştılar ama Osmanlı Büyükelçisi aslen Giritli nüfuzlu bir Rum Ortodoks ailenin çocuğu Kostaki Musurus Paşa’nın gayretleriyle Osmanlı yardımının Drogheda'ya ulaşmasına engel olamadılar.
Kostaki Musurus Paşa da Kimmiş?..
35 yıl boyunca Osmanlı’nın Londra Büyükelçisi olarak görev yapan Musurus Paşa, 18. yüzyılda İstanbul’a göç etmiş Giritli bir tüccar olan Pavlaki Muzurus oğluydu. “Musuruslar”, İstanbul’un önde gelen köklü ve varlıklı Fenerli Rum ailelerindendi.
Musurus’un, Dante’nin “İlahi Komedya” adlı eserini Latince’den Türkçe ve Yunanca’ya çevirebilecek kadar grameri güçlüydü. Ayrıca Arapça, İngilizce, Rumca ve Fransızca biliyordu.
Londra’dan döndüğünde Osmanlı Devleti’nin en tecrübeli en kıdemli diplomat olarak “elçilerin şeyhi” anlamında “Şeyh’üs Süfera” payesiyle anılırdı.
II. Abdülhamid’in ender güvendiği devlet erkânı arasındaydı…
O nedenle 3 Ağustos 1888 tarihinde gerek savaşlar ve gerekse doğal afetler sonucu evlerini ve ailelerini yitiren kişilerin barınma ihtiyacını karşılamak amacıyla oluşturulan Harikzadegan Komisyonu Reisliğine seçildi.
Emekliliği sırasında devlet işlerinden uzak duramadı. İngiltere’nin Ermeni ve Rumların yoğun olduğu yerlerde ıslahat önerisini, Sultan II. Abdülhamid’e sunduğu bir raporda değerlendirdi.
35 yıl süresince görev yaptığı İngiltere’de, İngiliz hariciyesinin ve istihbaratının kodlarını çözmüştü ve “İngiliz ipiyle kuyuya inme”nin intihar olacağını çok iyi biliyordu.
İşte bu nedenle, İngilizler’in önerilerinin kabul edilmemesine dair görüşlerini belirtti.
Hazırladığı layihasında, yani raporunda Osmanlı Devleti’nin hiç kimseye ihtiyaç duymaksızın ve hiç kimseyi karıştırmaksızın ıslahat yapabileceğini kaydetmiş ve “Tanzimat Fermanı”nı örnek göstermişti.
Kostaki Musurus Paşa, 1891 yılı Mayıs ayı içerisinde vefat etti.
İlber Ortaylı’nın da hakkını teslim ettiği gibi; Kostaki Musurus Paşa birçok kez Osmanlı vatanseveri olduğunu ispatlamıştır.
“Türkçe konuşarak Orta Avrupa'yı nasıl gezdim! Hristiyan Türkleri ve Yahudi Türkleri nerede buldum!” başlıklı yazımda belirtiğim gibi, Bükreş Türk Şehitliği’nde mezar taşına rastladığım “Stefan oğlu Yani”; canını Türk devleti için verebilecek kadar Türk ise Musurus Paşa da o denli Türk’tü!
Bunu niçin söylüyorum? Çünkü Türklüğü ve Müslümanlığı kendi tekelinde gören yobaz, kara cahiller o kadar çok ki!
Kostaki Musurus Paşa, sorunu nasıl çözdü?
Kostaki Musurus Paşa, Osmanlı Devleti adına Avrupa’da yaşanan gelişmeleri yakından takip edebilmek için Londra’ya “orta elçi” olarak gönderildiği yıl; İngiltere’de uluslararası bir fuar düzenlenmişti.
Kostaki Musurus Paşa, yardımların İrlanda halkına ulaşmasını engelleyen İngiliz bürokratları atlatmanın bir yolunu buldu. İstanbul’dan yola çıkan Osmanlı gemilerini, “Fuardaki Türk Standına emtia taşıyan tüccar gemisi” olarak kaydettirdi.
İstanbul’dan hareket eden Feyz-i Bahr (Sürağ-ı Bahri) ve Mir’at-ı Zafer adlı gemiler, Türk Standı’nda teşhir edilecek Türk ürünlerini Southampton Limanı’na getirdi. Bundan sonrası zaten çocuk oyuncağıydı. Mallar önce stantta sergilendi sonra İrlanda halkına dağıtıldı.
İrlanda Cumhurbaşkanı Mary McAleese, İrlanda halkı adına Türk Milletine teşekkür etmişti!
23 Mart 2010’da İrlanda Cumhurbaşkanı Mary McAleese, Ankara'ya düzenlediği 4 günlük resmi ziyaret sırasında Osmanlı Sultanı Abdülmecid'in, 1845 ve 1852 arasında hüküm süren açlık sırasında bu ülkeye üç gemi dolusu gıda yardımında bulunduğunu söylemişti.
Mary McAleese, gemilerin yüklerini ülkenin Drogheda limanına boşaltmaları üzerine, Drogheda halkının şükran duygularına tercüman olarak şehrin armasına ay-yıldız eklendiğini ifade etmişti.
Yardım gemilerindeki Türk Denizcileri, sırra kadem bastı!.. Öldüler mi yoksa İrlandalılara mı karıştılar?
Sultan Abdülmecid döneminde hem açlıktan yok olma sınırına gelen İrlanda halkının ihtiyacı gıda malzemesini ulaştırmak hem de seyir ve topçuluk dersi almak amacıyla görevlendirilen Mir'at-ı Zafer Firkateyni ve Sürağ-ı Bahri Firkateyni, Portsmouth gemileri Portsmouth Limanı'na demir attığında, kent halkı “Yaşasın Türkler” tezahüratı yapıyordu.
İki geminin mürettebatı kısa zamanda kent sakinleriyle kaynaştı. Olumsuz hayat şartlarından ve vicdansız Uzun bacaklıların yönetiminden bunalan İrlandalı aileler kızlarını Osmanlı leventleriyle evlendirmek için sıraya girmişti.
Dönemin İngiliz gazeteleri Türk Gemilerinde görevli subay ve deniz erlerinin Portsmouth'a çıktıklarında nasıl ilgi odağı olduklarını tüm ayrıntıları ile yazmışlardır.
Ancak o dönemde Portsmouth liman kentinde kolera ve benzeri salgın hastalıklar yaygındı. Britanya'yı kasıp kavuran, yüzbinlerce İrlandalının ölümüne yol açan kıtlığın ve açlığın etkileri her alanda hissediliyordu.
Hatta ne yazık ki ecel adres sormadı. Portsmouth limanına demirleyen Mirat-ı Zafer ve Sürağ-ı Bahri (Feyz-i Bahr)’nin mürettebatından salgın hastalığa yakalandı ve öldü.
Yardım nakli ve topçu eğitimi gittikleri Portsmouth Osmanlı Türk denizcilerinin mezarı oldu. Buraya kadar sorun yok. Ölenle ölünmüyor. Hayat devam ediyor.
Ama Türk Denizcilerinden, bulaşıcı hastalığa yakalanıp da gemi revirleri haricinde Portsmouth hastanesinde tedavi altına alınan veya hayatını kaybedenlere dair herhangi bir envantere, kayda, dokümana, evraka belgeye rastlanılmamış olmasına ne demeli?
Kuş olup uçmadılar ya!.. İnsanın “Nerede lan bunlar?” diyesi geliyor…
Zeynep Aygen; Toplumsal Tarih Dergisi’nde yayımlanan yazısında bu konuya açıklık getirir. Araştırmasına göre; Gosport'ta 1745'ten bu yana hizmet veren Haslar Hastanesi’nin Türkler ile olan ilişkisi belgelenebilir bir gerçektir. 1996'ya kadar İngiliz Kraliyet Donanmasına ait olan bu hastahane kabristanının bir bölümü Türk şehitliğine ayrılmıştır.
Hastanenin tarihçesi ile ilgili bilgi vermek üzere hazırlanmış 1906 tarihli bir belgeye göre, hastanenin 'Zymotic Hospital' binasının yapımı dolayısıyla, Türk mezar taşları ve naaşları, 1902'de Alver Gölü kıyısındaki yeni yerlerine taşınmışlardır.
Haslar Hastanesi’nin bulunduğu Gosport; Güney İngiltere'de, 13. yüzyıl başlarında, karşı kıyısındaki Portsmouth Limanı'nın işlevini bütünlemek ve bölgede güvenli bir denetim noktası oluşturmak amacıyla kurulmuştu.
Dilbilimcilere göre Gosport; adı eski İngilizce'de “kaz” anlamına gelen gosa ve kökeni Latin olan, liman anlamındaki “portus” kelimelerinden türemiştir.
Bununla birlikte kentin, günümüzde de halk arasında yaygın olan diğer bir adı da "Turk Town" yani "Türk Kenti"dir.
Gosport doğumlu halk ozanı Cyril Towney'e göre zaten Gosportlular kendilerini her zaman Türk olarak tanımlamışlardır
Bu sırrı en iyi bilenlerden biri de Kağızmanlı Bob Dylan…
Bob Dylan’ın ilk gençliğinde söylediği Ritchie Vales’in, “In a Turkish Town” (Bir Türk Kasabasında) şarkısının, herkesin dilindeki “La Bamba”nın tersine, kendisiyle daha uyuşur göründüğünü belirtmesi bence önemli bir mesaj.
Ne diyordu şarkı da :
‘In a Turkish Town’ (Bir Türk Kasabasında)
There across the sea waits my fair loved one
In a Turkish town, waiting there for me
And I know that someday, we’ll live and love
So the mystic Turks say from the stars up above
İşte o Türk kasabasında Gosport ve Portsmouth’taki şehitlik, 1902 yılında kabristan haline getirilerek etrafı çevrildi.
Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1985 yılında ise "şehitlik" statüsü verilen mezarlık 1993 yılında bugünkü halini aldı. Yolu düşenler Fatiha okumayı ve saygı duruşunda bulunmayı lütfen ihmal etmesin.
Osmanlı Donanmasının Türk Denizcileri, kendilerini feda ettiler; İrlandalı kızlarla evlendiler!..
İyi de bunların hepsi ölmedi ki?
Ölmeyenler ama kayıttan düşülenler kendilerine verilen görev gereği İrlandalıların içine karıştılar. Sarışın İrlandalı kızlarla evlendiler. Çoluk çocuğa karıştılar.
Yerleştiler ve oralı yani İrlandalı oldular. Görevleri daha yeni başlıyordu!
İrlandalı Türkler’in faaliyetleri (nasıl gittiklerini anlatmıştım) Britanya karşıtlığının büyümesi sonucu 1916 yılında Paskalya ayaklanması gerçekleşti.
Bu ayaklanma 1919 yılında başlayacak olan İrlanda Bağımsızlık Savaşı'nın ilk adımıydı. Ayaklanmayı James Connoly başlattı. İngilizler kanlı şekilde ayaklanmayı bastırdı.
James Connoly ile birlikte toplam 15 lider idam edildi…
Bu idamlar, İrlandalıların milliyetçilik damarlarını kabarttı.
Sarı Bozkurt Mustafa Kemal Paşa, 1919’da Osmanlı Devleti’nin başkentini ve topraklarını işgal eden emperyalist İngiliz ordusuna karşı Türk direniş hareketini örgütlemek için Samsun’a çıkarken 1919 yılında İrlanda Gönüllüleri (Irisih Volunteers) İrlanda Kurtuluş Savaşı’nı başlatıyordu. İrlanda ayaklanması İngiliz ordusunu büyük ölçüde adaya odaklandırdı.
Teşkilatı Mahsusa ve İrlanda…
Teşkilat-ı Mahsusa’nın Reisi ‘şeyh-it tuyyur’ -uçan şeyh, Eşref Sencer Kuşcubaşı; 20 bin kişilik İngiliz ve Araplar’dan oluşan birliğe karşı 40 Teşkilat-ı Mahsusa fedaisiyle beş saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele geçirildiğinde, kendisiyle alay dercesine konuşan Lawrence’a şöyle demişti;
“-Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle musibetler salacağım ki, 2 asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz.”
Nitekim öyle de oldu!
“İRA” adım adım büyüdü.
1919 Ocak ayında Sinn Fein bağımsız bir İrlanda Parlamentosu kurdu ve İrlanda Cumhuriyeti’nin egemenliğini ilan etti. Bağımsız hükümetle birlikte bakanlıklar ve mahkemeler oluşturuldu.
Bu gelişmelere İngiliz hükümetinin yanıtı, ilan edilen bütün kurumları yasaklamak ve İrlanda demokrasisine savaş açmaktı. İrlanda’nın üç büyük şehrindeki bütün IRA üyeleri öldürüldü.
Ülkenin yarısında savaş yasaları ilan edildi, yollar, dükkânlar, fabrikalar ve birçok köy yerle bir edildi yakıldı yıkıldı. Hapishanelerde katliamlar ve toplama kamplarında işkenceler yapıldı.
IRA boş durmadı, yenilgiyi kabul etmedi. Bugünkü deyimle düşük yoğunluklu çatışma stratejisini belirledi ve uyguladı. Etkinliği giderek artan bir gerilla savaşı başlattı.
Bu savaşın taktikleri daha sonra gerilla literatürüne geçti ve İrlanda bağımsızlık mücadelesinin sivil ve askeri yanı dünya çapında anti-sömürgeci mücadelelere ilham kaynağı oldu.
İrlanda Cumhuriyet Ordusu ya da kısaca IRA (Irish Republican Armynin), Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını savunan, 1969 yılında aynı adı taşıyan yapının parçalanmasıyla ortaya çıktı.
İlk başlarda bağımsızlığın ancak silahlı mücadele ile mümkün olduğunu savunan organizasyon, 2005 yılında mücadelelerini sadece politik alanda sürdüreceklerini açıklayarak şiddet eylemlerine son verdi.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete