İsabetsiz muhalefetten kaçınalım
İsabetsiz muhalefetten kaçınalım
- 15-01-2023 01:10
- 5000
- 15-01-2023 01:10
- 5000
Ben de pek çok insan gibi, bir yandan “muhalefeti eleştirmeyi bırakalım, yıpratmayalım, öncelikli olan demokratikleşmiş bir parlamenter sisteme geçiş” diyorum. Sonra, “peki ama sorun gördüğümüz tarafları eleştirmezsek, muhalefet bu haliyle toplumun çoğunluğunu bu geçişe ikna edebilir mi?” diye kaygılanıp, sorunlara takılıyorum.
Yok, mevcut durumdan muhalefeti sorumlu tutanlardan değilim, Altılı Masa tartışmalarına girmeyeceğim, iktidarın estirdiği çatışmacı, baskıcı ortamdan kaynaklanan zorlukların da farkındayım. Sadece, sorun olarak gördüğüm çok daha genel bir konuya dikkatinizi çekmeye çalışacağım.
Ben diyorum ki; muhalefet çevresinin Türkiye’ye, dünyaya, hayata bakış konusunda bazı çıkış noktaları hem isabetsiz hem de sevimsiz.
Önce, en sevimsiz ve isabetsiz olanından başlayayım.
Lütfen, Türkiye’de mevcut rejim ile Taliban’ı birlikte anmanın ne kadar saçma olduğunun farkına varır mısınız? Tüm muhalefet veya CHP çevreleri için geçerli olmadığını biliyorum, ancak sonuçta tüm muhalefet aynı resim içinde görünüyor.
Türkiye’de laikliğin tehlike altında olduğundan kaygı duymak ne kadar isabetli ise, bu tür bir aşırı iddiayı dile dolamak o kadar manasız.
Taliban’ın kızların üniversiteye (ve hatta ilkokula) gitmesini yasaklaması ile “Türkiye’de iktidarın kadın karşıtı siyaseti”ni benzetmek nasıl bir akılsızlıktır?
Bugün bu lafları edenlerin çoğu, iktidarın mensupları, başörtülü kızların üniversitede okuması mücadelesi verirken, yasaklardan yana idi.
En özgürlükçüler, “hizmet alan - hizmet veren” tartışması yapıyordu.
Bırakın başörtülüleri, onları savunanlar, dost meclislerinden kovuluyor, üniversiteye yaklaştırılmıyordu, ben bunlardan biriyim. Bugün söylenenler beni bile isyan ettiriyor, bir de onları düşünün.
Gelelim, daha önce de sıklıkla değindiğim, daha anlaşılabilir hususlara.
Bunların başında, aslında sadece muhalefete özgü olmayıp, daha yaygın bir kanaat olarak dillere pelesenk olan “dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olmaz” iddiası.
Kuşkusuz, dünyanın başka yerlerinde var veya daha kötüsü var diye, olumsuzlukları eleştirmekten uzak durmamalıyız. Ancak, “var ama bizim ülkemizde olmasın” yaklaşımının tınısı ile, “burası dünyanın en berbat ülkesi, en otoriter rejimi, ekonomisi en kötü yeri” iddialarının tınısı farklı.
Tabii ki, tüm seçmenler, dünyada olan biteni yakından takip ediyor, bu kıyaslamaları yapıyor ve bu iddiaları isabetsiz buluyor değil, ama bu tavrı sevimsiz bulan pek çok insan olduğundan eminim.
Diğer taraftan, her vesile ile “dünyanın hiçbir yerinde bunlar yok” denilirken, kıstasın gelişmiş Batı ülkeleri olduğunu biliyoruz. Tabii ki, daha iyiyi talep etmek için daha iyi ile kıyas yapmak gerekir ama bu hususun altını çizmek başka, Batı dünyasına “yeryüzü cenneti” muamelesi yapmak başka.
Kuşkusuz, “onlar da Kızılderilileri öldürdüler, kolonyal dönemde dünyayı sömürdüler” söylemi milliyetçi otoriter iktidarların her zaman eleştirileri savuşturmak için başvurdukları savunmalar.
Ama onlar da gerçekten dünyayı sömürdüler, Kızılderilileri ve pek çok diğerlerini öldürdüler, dahası halihazırda da bu işlerden vazgeçmiş görünmüyorlar.
Dünyanın dört bir yanında yaşayan insanların bunları görmesi için post-kolonyalizm akademisyeni olmasına gerek yok.
Hâl böyle iken, doğrudan veya dolaylı Batı’nın insanlığın örnek alması gerektiğine dair göndermeler, ters tepiyor. Bırakın, Batı dışı ülkeleri, Batı Avrupa ülkelerinin popülistleri bile AB, Amerikan karşıtı temalar ve ‘liberal seçkin’ düşmanlığı üzerinden yükseliyor.
Tepki çekme konusu bir yana, en az onun kadar önemlisi, söz konusu ettiğim yaklaşımın dünyada olan biteni kavramak açısından oluşturduğu zaaf, alternatif iktidar iddiası açısından yetkinlik kuşkusu oluşturur.
“İşin burası seçmeni ilgilendirmez” demeyin, göz doldurucu bir muhalefet söylemi konusundaki zaaf, iktidar partisi tarafından ustaca kullanılıyor.
Muhalefetin, iktidarın ekonomi alanında “günü kurtarma ve para gelsin de nereden gelirse gelsin” siyasetini eleştirmesi sonuna kadar isabetli. Ancak, hâlâ ekonomiyi bir ‘bilim’ sanmaları, liberal ekonominin baş savunucularından Paul Krugman’ın bile, “enflasyonu yenmek için faiz yükseltmenin de başka (durgunluk) sorunlar yarattığını” hatırlattığı bir devirde, meseleyi faiz politikasına indirgemekten vazgeçmemeleri, siyasi alternatif iddialarını sorgulatıyor.
Aynı şey, ‘yeşil enerji’den söz ederken, Batı Avrupa’nın “ileri demokrasileri”nde çevrecilerin nükleer enerji bayraktarı haline geldiğini, ‘temiz sermaye’ derken, Londra’yı “kara para çamaşır makinesi” diye tanımlayanlardan habersiz gibi görünmeleri için de geçerli.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
Ben de pek çok insan gibi, bir yandan “muhalefeti eleştirmeyi bırakalım, yıpratmayalım, öncelikli olan demokratikleşmiş bir parlamenter sisteme geçiş” diyorum. Sonra, “peki ama sorun gördüğümüz tarafları eleştirmezsek, muhalefet bu haliyle toplumun çoğunluğunu bu geçişe ikna edebilir mi?” diye kaygılanıp, sorunlara takılıyorum.
Yok, mevcut durumdan muhalefeti sorumlu tutanlardan değilim, Altılı Masa tartışmalarına girmeyeceğim, iktidarın estirdiği çatışmacı, baskıcı ortamdan kaynaklanan zorlukların da farkındayım. Sadece, sorun olarak gördüğüm çok daha genel bir konuya dikkatinizi çekmeye çalışacağım.
Ben diyorum ki; muhalefet çevresinin Türkiye’ye, dünyaya, hayata bakış konusunda bazı çıkış noktaları hem isabetsiz hem de sevimsiz.
Önce, en sevimsiz ve isabetsiz olanından başlayayım.
Lütfen, Türkiye’de mevcut rejim ile Taliban’ı birlikte anmanın ne kadar saçma olduğunun farkına varır mısınız? Tüm muhalefet veya CHP çevreleri için geçerli olmadığını biliyorum, ancak sonuçta tüm muhalefet aynı resim içinde görünüyor.
Türkiye’de laikliğin tehlike altında olduğundan kaygı duymak ne kadar isabetli ise, bu tür bir aşırı iddiayı dile dolamak o kadar manasız.
Taliban’ın kızların üniversiteye (ve hatta ilkokula) gitmesini yasaklaması ile “Türkiye’de iktidarın kadın karşıtı siyaseti”ni benzetmek nasıl bir akılsızlıktır?
Bugün bu lafları edenlerin çoğu, iktidarın mensupları, başörtülü kızların üniversitede okuması mücadelesi verirken, yasaklardan yana idi.
En özgürlükçüler, “hizmet alan - hizmet veren” tartışması yapıyordu.
Bırakın başörtülüleri, onları savunanlar, dost meclislerinden kovuluyor, üniversiteye yaklaştırılmıyordu, ben bunlardan biriyim. Bugün söylenenler beni bile isyan ettiriyor, bir de onları düşünün.
Gelelim, daha önce de sıklıkla değindiğim, daha anlaşılabilir hususlara.
Bunların başında, aslında sadece muhalefete özgü olmayıp, daha yaygın bir kanaat olarak dillere pelesenk olan “dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olmaz” iddiası.
Kuşkusuz, dünyanın başka yerlerinde var veya daha kötüsü var diye, olumsuzlukları eleştirmekten uzak durmamalıyız. Ancak, “var ama bizim ülkemizde olmasın” yaklaşımının tınısı ile, “burası dünyanın en berbat ülkesi, en otoriter rejimi, ekonomisi en kötü yeri” iddialarının tınısı farklı.
Tabii ki, tüm seçmenler, dünyada olan biteni yakından takip ediyor, bu kıyaslamaları yapıyor ve bu iddiaları isabetsiz buluyor değil, ama bu tavrı sevimsiz bulan pek çok insan olduğundan eminim.
Diğer taraftan, her vesile ile “dünyanın hiçbir yerinde bunlar yok” denilirken, kıstasın gelişmiş Batı ülkeleri olduğunu biliyoruz. Tabii ki, daha iyiyi talep etmek için daha iyi ile kıyas yapmak gerekir ama bu hususun altını çizmek başka, Batı dünyasına “yeryüzü cenneti” muamelesi yapmak başka.
Kuşkusuz, “onlar da Kızılderilileri öldürdüler, kolonyal dönemde dünyayı sömürdüler” söylemi milliyetçi otoriter iktidarların her zaman eleştirileri savuşturmak için başvurdukları savunmalar.
Ama onlar da gerçekten dünyayı sömürdüler, Kızılderilileri ve pek çok diğerlerini öldürdüler, dahası halihazırda da bu işlerden vazgeçmiş görünmüyorlar.
Dünyanın dört bir yanında yaşayan insanların bunları görmesi için post-kolonyalizm akademisyeni olmasına gerek yok.
Hâl böyle iken, doğrudan veya dolaylı Batı’nın insanlığın örnek alması gerektiğine dair göndermeler, ters tepiyor. Bırakın, Batı dışı ülkeleri, Batı Avrupa ülkelerinin popülistleri bile AB, Amerikan karşıtı temalar ve ‘liberal seçkin’ düşmanlığı üzerinden yükseliyor.
Tepki çekme konusu bir yana, en az onun kadar önemlisi, söz konusu ettiğim yaklaşımın dünyada olan biteni kavramak açısından oluşturduğu zaaf, alternatif iktidar iddiası açısından yetkinlik kuşkusu oluşturur.
“İşin burası seçmeni ilgilendirmez” demeyin, göz doldurucu bir muhalefet söylemi konusundaki zaaf, iktidar partisi tarafından ustaca kullanılıyor.
Muhalefetin, iktidarın ekonomi alanında “günü kurtarma ve para gelsin de nereden gelirse gelsin” siyasetini eleştirmesi sonuna kadar isabetli. Ancak, hâlâ ekonomiyi bir ‘bilim’ sanmaları, liberal ekonominin baş savunucularından Paul Krugman’ın bile, “enflasyonu yenmek için faiz yükseltmenin de başka (durgunluk) sorunlar yarattığını” hatırlattığı bir devirde, meseleyi faiz politikasına indirgemekten vazgeçmemeleri, siyasi alternatif iddialarını sorgulatıyor.
Aynı şey, ‘yeşil enerji’den söz ederken, Batı Avrupa’nın “ileri demokrasileri”nde çevrecilerin nükleer enerji bayraktarı haline geldiğini, ‘temiz sermaye’ derken, Londra’yı “kara para çamaşır makinesi” diye tanımlayanlardan habersiz gibi görünmeleri için de geçerli.