Kissinger: Kötü polisin ölümü
Kissinger: Kötü polisin ölümü
- 04-12-2023 08:08
- 5854
- 04-12-2023 08:08
- 5854
Kissinger: Kötü polisin ölümü
Henry Kissinger’ın yapıp ettiklerini, en azından siyaset izleyicileri arasında, bilmeyen yok. Ama gözden kaçan çok önemli bir husus var.
O, sadece bir nevi kötü polis, bir nevi günah keçisiydi.
Ölümü ardından Financial Times’da çıkan portre yazısında; “1970’lerde öğrencilik yıllarında Vietnam Savaşı ve Kamboçya’nın bombalanmasını lanetleyen pek çok mühim Amerikalı, yüzüncü doğum gününde görünmekten son derece mutluydu” diyor.
Dahası, “Kissinger döneminde söz konusu olan, bir yandan Batılı değerlerden söz edip, diğer yandan müttefik ülkelerin otoriter yöneticileri ile iş tutmak şeklindeki ABD ikiyüzlülüğü, günümüzde devam ediyor” diye devam ediyor.
Malum, Financial Times; sol, eleştirel, marjinal bir mecra değil ama bu kadarını söylemeden edememişler. Ama sadece bu kadarını.
Başkan adayı iken Kissinger’ı “ahlak yoksunu (amoral)” olarak tanımlayan Jimmy Carter, başkanlık döneminde danışmanı Zbigniew Brzezinski ile Afgan mücahitlerine gizli silah yardımı başlatan isimlerdi.
Dahası, Brzezinski, yıllar sonra bu operasyonun Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalinden önce başladığını ve işgalin önünü açacağını bildiklerini söylemişti.
Yetmedi, Afganistan’da yaşananlardan sonra, ne düşündüğü sorulduğunda, “komünizmi yenmek için buna değerdi” diye cevaplamıştı.
Tabii ki Kissinger’ın bu büyük rakibinin icraatları bundan ibaret değildi.
“Al birini vur, öbürüne demek istemiyorum” demeyeceğim, tam da bunu söylemek istiyorum.
Dahası, al birini vur öbürlerine demek istiyorum.
Kuşkusuz, siyasetin karanlık yüzü ABD’ye mahsus bir gerçek değil ama özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünyanın en zengin ve güçlü ülkesinin, tüm dünyayı kana bulama gücü, diğerleri ile karşılaştırılamayacak kadar büyük oldu.
Kissinger, kuşkusuz, sıradan bir düzen bekçisi değildi.
Tarihin seyrinde bireylerin rolü ne kadar tartışmalı bir konu olursa olsun, tümüyle inkâr edilebilir gibi değil.
Bütün mesele; tarihi, belli bireylerin şahsiyetleri ve faaliyetleri çerçevesinde görüp-göstermenin çok ama çok sorunlu bir yaklaşım olması.
Kissinger söz konusu olduğunda, döneminde yaşananları doğru dürüst kavrayabilmek için onun şahsiyetinden ziyade Soğuk Savaş denilen süreci sorgulamak gerekiyor.
Bu süreçte iki dünya savaşına benzer topyekün bir savaş çıkmadığı için “soğuk” dediğimiz çatışma ekseninde, en bilinenleri Kore ve Vietnam olmak üzere, pek çok bölgesel savaş, kanlı ve kansız darbe, iç savaş yaşandı ve bu çerçevede ülkelerin kaderleri değişti.
Dahası, Soğuk Savaş’ın ardından iddia edildiği gibi barış gelmediği gibi, sıcak çatışma alanları ısındıkça ısınıyor.
Financial Times’ın ölüm yazısında dendiği gibi, Kissinger’ın ardından, dünya yine benzer bir durumda ise, mesele şahıslar olmamak gerekiyor.
Kısacası ulusal ve uluslararası siyasete şahsileşmiş “kötülük” açısından bakıldığında, aslında gerçekler şahısların ardına gizleniyor.
Kendi deyimi ile “Kissinger’ın hasmı” olanlardan biri, eski Troçkist İngiliz yazar Chistopher Hitchens’dı.
2001’de yayımladığı “Kissinger’ın Yargılanması” başlıklı kitabının önsözünde şöyle demişti: “Kissinger suçları ile ilgileniyorum; bunları da savaş suçları, insanlığa karşı işlenmiş suçlar ile-cinayet, adam kaçırma ve işkence için komplo kurmak dahil olmak üzere- genel hukuka ve göreneksel hukuka veya uluslararası yasalara karşı işlenen suçlar olarak sıralayabilirim.”
Bunları söyleyen adam, 11 Eylül sonrası Bush yönetiminin Afganistan ve Irak işgallerini desteklemişti.
Sadece o kadar da değil, o dönemde tartışma konusu olan ve terör şüphelilerini konuşturmak için uygulanan “waterboarding (boğulma deneyimi)” yönteminin işkence olmadığını savunmuştu.
Sonra, tartışma büyüyünce, gönüllü olarak bu uygulamayı denedi ve nihayet “evet, işkenceymiş” demek zorunda kaldı.
Kissinger’ı yargılamaya kalkan adamın portresine bakar mısınız?
Bu derece aşırı örnekler bir yana, bir dönem olan biten tüm kötülükleri, “bir kötü adam”ın işi olarak gören ve/veya göstermek için ya gerçeklere kör ya da bir şeyleri gözlerden uzak tutmak adına fazla açıkgöz olmak lazım.
Hitchens’ın durumu ise sadece entelektüellerde gözlenebilecek şekilde her ikisi birdendi: Narsizmden muzdariplere mahsus bir körlük ve ilgi çekme konusunda açıkgözlülük.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
Kissinger: Kötü polisin ölümü
Henry Kissinger’ın yapıp ettiklerini, en azından siyaset izleyicileri arasında, bilmeyen yok. Ama gözden kaçan çok önemli bir husus var.
O, sadece bir nevi kötü polis, bir nevi günah keçisiydi.
Ölümü ardından Financial Times’da çıkan portre yazısında; “1970’lerde öğrencilik yıllarında Vietnam Savaşı ve Kamboçya’nın bombalanmasını lanetleyen pek çok mühim Amerikalı, yüzüncü doğum gününde görünmekten son derece mutluydu” diyor.
Dahası, “Kissinger döneminde söz konusu olan, bir yandan Batılı değerlerden söz edip, diğer yandan müttefik ülkelerin otoriter yöneticileri ile iş tutmak şeklindeki ABD ikiyüzlülüğü, günümüzde devam ediyor” diye devam ediyor.
Malum, Financial Times; sol, eleştirel, marjinal bir mecra değil ama bu kadarını söylemeden edememişler. Ama sadece bu kadarını.
Başkan adayı iken Kissinger’ı “ahlak yoksunu (amoral)” olarak tanımlayan Jimmy Carter, başkanlık döneminde danışmanı Zbigniew Brzezinski ile Afgan mücahitlerine gizli silah yardımı başlatan isimlerdi.
Dahası, Brzezinski, yıllar sonra bu operasyonun Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalinden önce başladığını ve işgalin önünü açacağını bildiklerini söylemişti.
Yetmedi, Afganistan’da yaşananlardan sonra, ne düşündüğü sorulduğunda, “komünizmi yenmek için buna değerdi” diye cevaplamıştı.
Tabii ki Kissinger’ın bu büyük rakibinin icraatları bundan ibaret değildi.
“Al birini vur, öbürüne demek istemiyorum” demeyeceğim, tam da bunu söylemek istiyorum.
Dahası, al birini vur öbürlerine demek istiyorum.
Kuşkusuz, siyasetin karanlık yüzü ABD’ye mahsus bir gerçek değil ama özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünyanın en zengin ve güçlü ülkesinin, tüm dünyayı kana bulama gücü, diğerleri ile karşılaştırılamayacak kadar büyük oldu.
Kissinger, kuşkusuz, sıradan bir düzen bekçisi değildi.
Tarihin seyrinde bireylerin rolü ne kadar tartışmalı bir konu olursa olsun, tümüyle inkâr edilebilir gibi değil.
Bütün mesele; tarihi, belli bireylerin şahsiyetleri ve faaliyetleri çerçevesinde görüp-göstermenin çok ama çok sorunlu bir yaklaşım olması.
Kissinger söz konusu olduğunda, döneminde yaşananları doğru dürüst kavrayabilmek için onun şahsiyetinden ziyade Soğuk Savaş denilen süreci sorgulamak gerekiyor.
Bu süreçte iki dünya savaşına benzer topyekün bir savaş çıkmadığı için “soğuk” dediğimiz çatışma ekseninde, en bilinenleri Kore ve Vietnam olmak üzere, pek çok bölgesel savaş, kanlı ve kansız darbe, iç savaş yaşandı ve bu çerçevede ülkelerin kaderleri değişti.
Dahası, Soğuk Savaş’ın ardından iddia edildiği gibi barış gelmediği gibi, sıcak çatışma alanları ısındıkça ısınıyor.
Financial Times’ın ölüm yazısında dendiği gibi, Kissinger’ın ardından, dünya yine benzer bir durumda ise, mesele şahıslar olmamak gerekiyor.
Kısacası ulusal ve uluslararası siyasete şahsileşmiş “kötülük” açısından bakıldığında, aslında gerçekler şahısların ardına gizleniyor.
Kendi deyimi ile “Kissinger’ın hasmı” olanlardan biri, eski Troçkist İngiliz yazar Chistopher Hitchens’dı.
2001’de yayımladığı “Kissinger’ın Yargılanması” başlıklı kitabının önsözünde şöyle demişti: “Kissinger suçları ile ilgileniyorum; bunları da savaş suçları, insanlığa karşı işlenmiş suçlar ile-cinayet, adam kaçırma ve işkence için komplo kurmak dahil olmak üzere- genel hukuka ve göreneksel hukuka veya uluslararası yasalara karşı işlenen suçlar olarak sıralayabilirim.”
Bunları söyleyen adam, 11 Eylül sonrası Bush yönetiminin Afganistan ve Irak işgallerini desteklemişti.
Sadece o kadar da değil, o dönemde tartışma konusu olan ve terör şüphelilerini konuşturmak için uygulanan “waterboarding (boğulma deneyimi)” yönteminin işkence olmadığını savunmuştu.
Sonra, tartışma büyüyünce, gönüllü olarak bu uygulamayı denedi ve nihayet “evet, işkenceymiş” demek zorunda kaldı.
Kissinger’ı yargılamaya kalkan adamın portresine bakar mısınız?
Bu derece aşırı örnekler bir yana, bir dönem olan biten tüm kötülükleri, “bir kötü adam”ın işi olarak gören ve/veya göstermek için ya gerçeklere kör ya da bir şeyleri gözlerden uzak tutmak adına fazla açıkgöz olmak lazım.
Hitchens’ın durumu ise sadece entelektüellerde gözlenebilecek şekilde her ikisi birdendi: Narsizmden muzdariplere mahsus bir körlük ve ilgi çekme konusunda açıkgözlülük.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com