Kültür - medeniyet ayrışması

Kültür - medeniyet ayrışması

‘Kültür’ün (cultura), Latince’de ‘toprak işleme’ ve ‘bakım’ anlamına gelmesi; bu eylemde, insanın oynadığı role işaret ettiği gibi eserin kimin tarafından icra edildiğini de gösterir.

Oldukça isabetli bir terim seçimi, çünkü insanlar tarafından değiştirilen, dönüştürülen her tür aktivite kültür olarak tanımlanır. Hatta kolonileştirme kökenine uzanan bu kavram, aynı anlamı ifade eder. Toprağın insanlar tarafından kendi kontrolüne geçirilerek işlenmesi, ondan faydalanılması durumunu izah eder.

Buna karşın yine Latince kökenli bir terim olan ‘sivil’ (citoyen) vatandaş anlamında. Batı literatüründe ‘sivilizasyon’a dönüştürülmüş olan bu kelime, dilimizde ‘medeniyet’ kavramına denk gelmektedir. Batı terminolojisi kültür ve medeniyet ayrımı yapmazken sadece Almanlar, bu kavramlara ayrı anlamlar yüklerler. İngilizler, dolayısı ile Amerikalılar ve Fransızlar, medeniyet kavramı içinde gördükleri için ayrıca bir kültür tanımı yapmaz, ikisini iç içe görürler (Norbert Elias).

Kant’ın, kültür ve medeniyeti ayrıştıran Alman filozof olması, bu bakımdan tesadüfî değil: “Güzel sanatlar ve bilimle kültürlü; toplumsal etik değerlerimizle medeniyiz” der.

İnsan üretimine verilen adın kültür olarak anlaşılabilirlik kazanmasına karşın; medeniyet kavramı tanıma muhtaç. Sivilizasyon kavramı bir şehirleşme sürecine de atıf yaptığından, her şehrin ayrı bir medeniyet olarak algılanması bu kavramın arka planı olmalı.

Medeni değerlerimizdeki kasıt, eğer tarihi süreçte oluşan kültürlerin süzgeçten geçirilmiş haliyse anlam kazanır ve herkes tarafından anlaşılır. Kültür, toplum ve bireylerin kesintisiz üretimi olarak kabul görürse, zamansal bir eylem olduğu gibi nominal değerlendirilmesi mümkün; belirli bir toplum veya bireyin ürettiği değerler olarak kayda geçer.

İnsanlık tarihinde oluşmuş tüm kültürlerin toplanmış olduğu bir baraj olan medeniyet, her kesimin kullanımına açık olduğu gibi; seçiciliğe de (selektif) izin veren bir birikimdir. Bu birikimden isteyen istediği ölçüde, ihtiyacı dahilinde yararlanabilir. Kültür, toplumlar tarafından üretilen değerler; medeniyet ise bu kültürlerin toplamı ve hepsi…

Herder’in iddia ettiği gibi kültürler adacıklardan oluşmaz, tam tersi, alış-veriş içerisinde olan yapıya sahiptirler. İlk insanlardan beri, kültürlerin reziprok (karşılıklı) yapılanması, bir ‘bilgi’ alışverişi ihtiyacından kaynaklanıyordu ve bu ilişki her zaman negatif yahut hep pozitif etkileşim oluşturmamıştır. Birinin yaptığını aynı şekilde uygulayan (mimesis) kişi ve toplumlara karşın, kendinden beklentileri olan ve kültür tüketiciliğinden üreticiliğe dönüşen karşı akım. Herder’in adacıklardan oluşan kültür toplumları, sadece kendilerine ait kültürü muhafaza edebilecek durumda olamadıklarından, kendilerini izole edemediklerinden (savaşlar, seyyahlar, ticaret engelleyici unsurlardır) aşırı uçlar türememiştir. Kültür, sürekli transfer edildiğinden benzerlikler oluşmuştur. Ve nihayetinde kültürün ana beslenme kaynağı olan medeniyettir. Medeniyet, önceki nesillerin geriye bıraktıkları kültür mirasıdır. Herder’e göre ölen kültürün medeniyete dönüşmesi de kendi içinde çelişkili olmasına rağmen, bu tezi doğrular mahiyettedir.

Huntington’un “Medeniyetler Savaşı” adlı eserinin temel yanılgılarından biri ve aslında uyandırmak istediği algı; medeniyeti (ya da kültürü) canlı organizmalar olarak görmesi ve onların savaşından söz etmesidir.

Huntington’un işaret ettiği dini-mezhepsel çatışmaların, medeniyet-kültürlere kodlanmış ayrıştırıcı ve hatta destruktif (yıkıcı/yıkmacı) unsurlar olduğu inkar edilemez.

Kutsanan değerler kategorileri, bir toplumu kaynaştıran unsurlar oldukları ölçüde ayrıştırıcı öğelerdir de. Birinin dini inanışları, bayrağı, vatanı vb. kendisi için ‘hayati’ anlam ifade ederken karşı tarafta duran için biri bir düşmanlık kaynağı olabilir.

Camus’nün ifade etmiş olduğu şu basit diyalektik, işte tam olarak bu kodları deşifre ediyor: “Bizi yaşama bağlayan değerler, yaşam bağlarımızı koparan unsurlar olabilir.”

Avrupa kıtasında çok uzun yıllar süren ‘Mezhep Savaşları’ geride kan-yıkım ve vahşetin boyutlarını gösteren tablolar bırakarak sonlanmış ve oradaki savaşlar bu vahşi izlerin üzerinde sona ermiştir. Şimdi aynı oyunun sahnelenmesi için ortam hazırlar nitelikteki bir kitapta yazılanların gerçekleşmeye başlaması; kurgulanmış bir senaryo görüntüsü veriyor. 

Üstelik bu kitabın hedefinde olanlar sadece Müslümanlar değil, Hıristiyanlığın diğer mezheplerini de karşısına alıyor, gelişmişlik endeksine paralel harita oluşturuyor. 

Kendi ekonomik-dini üstünlüğünü bütün dünyaya ilan eden ‘Çekirdek Batı’, psikolojik algı yaratarak herkese, sadece “haddinizi bilin” demiyor; yaraları kaşıyarak tamamlanmamış, tamamlanması da mümkün olmayan ekonomik ve fikirsel nifak potansiyelini, Topyekûn savaş aracına dönüştürüyor. 
:
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com için yazdı

canlı casino siteleri - kaçak iddaa siteleri - deneme bonusu - canlı bahis siteleri - güvenilir bahis siteleri - bahis siteleri - illegal bahis siteleri - kaçak bahis siteleri

‘Kültür’ün (cultura), Latince’de ‘toprak işleme’ ve ‘bakım’ anlamına gelmesi; bu eylemde, insanın oynadığı role işaret ettiği gibi eserin kimin tarafından icra edildiğini de gösterir.

Oldukça isabetli bir terim seçimi, çünkü insanlar tarafından değiştirilen, dönüştürülen her tür aktivite kültür olarak tanımlanır. Hatta kolonileştirme kökenine uzanan bu kavram, aynı anlamı ifade eder. Toprağın insanlar tarafından kendi kontrolüne geçirilerek işlenmesi, ondan faydalanılması durumunu izah eder.

Buna karşın yine Latince kökenli bir terim olan ‘sivil’ (citoyen) vatandaş anlamında. Batı literatüründe ‘sivilizasyon’a dönüştürülmüş olan bu kelime, dilimizde ‘medeniyet’ kavramına denk gelmektedir. Batı terminolojisi kültür ve medeniyet ayrımı yapmazken sadece Almanlar, bu kavramlara ayrı anlamlar yüklerler. İngilizler, dolayısı ile Amerikalılar ve Fransızlar, medeniyet kavramı içinde gördükleri için ayrıca bir kültür tanımı yapmaz, ikisini iç içe görürler (Norbert Elias).

Kant’ın, kültür ve medeniyeti ayrıştıran Alman filozof olması, bu bakımdan tesadüfî değil: “Güzel sanatlar ve bilimle kültürlü; toplumsal etik değerlerimizle medeniyiz” der.

İnsan üretimine verilen adın kültür olarak anlaşılabilirlik kazanmasına karşın; medeniyet kavramı tanıma muhtaç. Sivilizasyon kavramı bir şehirleşme sürecine de atıf yaptığından, her şehrin ayrı bir medeniyet olarak algılanması bu kavramın arka planı olmalı.

Medeni değerlerimizdeki kasıt, eğer tarihi süreçte oluşan kültürlerin süzgeçten geçirilmiş haliyse anlam kazanır ve herkes tarafından anlaşılır. Kültür, toplum ve bireylerin kesintisiz üretimi olarak kabul görürse, zamansal bir eylem olduğu gibi nominal değerlendirilmesi mümkün; belirli bir toplum veya bireyin ürettiği değerler olarak kayda geçer.

İnsanlık tarihinde oluşmuş tüm kültürlerin toplanmış olduğu bir baraj olan medeniyet, her kesimin kullanımına açık olduğu gibi; seçiciliğe de (selektif) izin veren bir birikimdir. Bu birikimden isteyen istediği ölçüde, ihtiyacı dahilinde yararlanabilir. Kültür, toplumlar tarafından üretilen değerler; medeniyet ise bu kültürlerin toplamı ve hepsi…

Herder’in iddia ettiği gibi kültürler adacıklardan oluşmaz, tam tersi, alış-veriş içerisinde olan yapıya sahiptirler. İlk insanlardan beri, kültürlerin reziprok (karşılıklı) yapılanması, bir ‘bilgi’ alışverişi ihtiyacından kaynaklanıyordu ve bu ilişki her zaman negatif yahut hep pozitif etkileşim oluşturmamıştır. Birinin yaptığını aynı şekilde uygulayan (mimesis) kişi ve toplumlara karşın, kendinden beklentileri olan ve kültür tüketiciliğinden üreticiliğe dönüşen karşı akım. Herder’in adacıklardan oluşan kültür toplumları, sadece kendilerine ait kültürü muhafaza edebilecek durumda olamadıklarından, kendilerini izole edemediklerinden (savaşlar, seyyahlar, ticaret engelleyici unsurlardır) aşırı uçlar türememiştir. Kültür, sürekli transfer edildiğinden benzerlikler oluşmuştur. Ve nihayetinde kültürün ana beslenme kaynağı olan medeniyettir. Medeniyet, önceki nesillerin geriye bıraktıkları kültür mirasıdır. Herder’e göre ölen kültürün medeniyete dönüşmesi de kendi içinde çelişkili olmasına rağmen, bu tezi doğrular mahiyettedir.

Huntington’un “Medeniyetler Savaşı” adlı eserinin temel yanılgılarından biri ve aslında uyandırmak istediği algı; medeniyeti (ya da kültürü) canlı organizmalar olarak görmesi ve onların savaşından söz etmesidir.

Huntington’un işaret ettiği dini-mezhepsel çatışmaların, medeniyet-kültürlere kodlanmış ayrıştırıcı ve hatta destruktif (yıkıcı/yıkmacı) unsurlar olduğu inkar edilemez.

Kutsanan değerler kategorileri, bir toplumu kaynaştıran unsurlar oldukları ölçüde ayrıştırıcı öğelerdir de. Birinin dini inanışları, bayrağı, vatanı vb. kendisi için ‘hayati’ anlam ifade ederken karşı tarafta duran için biri bir düşmanlık kaynağı olabilir.

Camus’nün ifade etmiş olduğu şu basit diyalektik, işte tam olarak bu kodları deşifre ediyor: “Bizi yaşama bağlayan değerler, yaşam bağlarımızı koparan unsurlar olabilir.”

Avrupa kıtasında çok uzun yıllar süren ‘Mezhep Savaşları’ geride kan-yıkım ve vahşetin boyutlarını gösteren tablolar bırakarak sonlanmış ve oradaki savaşlar bu vahşi izlerin üzerinde sona ermiştir. Şimdi aynı oyunun sahnelenmesi için ortam hazırlar nitelikteki bir kitapta yazılanların gerçekleşmeye başlaması; kurgulanmış bir senaryo görüntüsü veriyor. 

Üstelik bu kitabın hedefinde olanlar sadece Müslümanlar değil, Hıristiyanlığın diğer mezheplerini de karşısına alıyor, gelişmişlik endeksine paralel harita oluşturuyor. 

Kendi ekonomik-dini üstünlüğünü bütün dünyaya ilan eden ‘Çekirdek Batı’, psikolojik algı yaratarak herkese, sadece “haddinizi bilin” demiyor; yaraları kaşıyarak tamamlanmamış, tamamlanması da mümkün olmayan ekonomik ve fikirsel nifak potansiyelini, Topyekûn savaş aracına dönüştürüyor. 
:
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com için yazdı

canlı casino siteleri - kaçak iddaa siteleri - deneme bonusu - canlı bahis siteleri - güvenilir bahis siteleri - bahis siteleri - illegal bahis siteleri - kaçak bahis siteleri