MODERNİZM VE TÜRKİYE
MODERNİZM VE TÜRKİYE
- 02-06-2016 05:49
- 1367
- 02-06-2016 05:49
- 1367
Batı, 17. Yüzyıldan itibaren, düşünce alanından başlayarak bilim ve sanat alanlarını da kapsayacak şekilde kültürel bir dönüşümü yaşamaya başladı. Şüphesiz bunda felsefenin etkisi büyük olmuştu. Bu süreçte Batı Felsefesi, Skolastikten Rasyonalizme evrilirken, Ampirizm, etkisini giderek artırmaya başladı.
Sosyal alan, aklın yönetimine bırakıldı. Hristiyanlık yeni bir yoruma tabi tutuldu. Bilimsel gelişmeler yeni keşiflerin önünü açarken, Fransız Devrimi, batı aydınlanmasının politik hamlesi olarak ortaya çıktı. Büyük Teknolojik gelişmeler bu dönemde gerçekleşti. Böylece, Modern Batı kurulmuş oldu.
Batıdaki bu değişim, dönüşüm ve oluşumlar uzun denilebilecek bir sürecin sonuçlarıydı.
Batıdaki bu gelişmeler, batılı toplumları, dünyanın diğer toplumları karşısında güçlü konuma yükseltti ve böylece Emperyalist Batı dönemi başlamış oldu.
Batılıların elde ettiği ekonomik üstünlük, kültür emperyalizmi dahil, her türlü sömürüyü beraberinde getirdi. Modernlik ideolojisi aracılığıyla, Batılı olmayan toplumlar zehirlendi.
Medya ve değişik araçlarla toplumlar tüketime ve başarıya yönlendirildiler. Kapitalist Batı, istediğini elde etmişti.
Aydınlanma felsefesinin, modernizmin ve de Fransız Devrimi’nin, dünyayı etki altına alması tesadüf değildi.
Batı, bilim ve teknoloji alanındaki üstünlüğünü bir silah olarak kullanmaktaydı. Ve geleneksel toplumlara modern yaşam tarzını dayatmaktaydı. Bunun gerçekleşebilmesi için mevcut yönetimlerin zorla da olsa değiştirilmesi gerekiyordu.
Öyle de oldu.
Dünyanın bir çok ülkesinde, Fransız Devrimi taklit edilerek yeni yönetimler kuruldu. Böylece bütün dünya modernleştirilmiş oldu!..
Konuya kendi tarihimiz açısından baktığımızda, yukarıda anlatılanlardan farklı bir konumda olduğumuz söylenemez.
Felsefe ve Bilimde, herhangi bir şey üretmeyerek tarihin önemli bir dönemini pas geçtikten sonra, ekonomik ve askeri alanlarda da gerileyişimiz bundan üç yüz yıl öncesinden başlar.
Kültür anlamında da Batı eksenine doğru yönelişimiz bu dönemlerden başlayıp günümüze kadar gelmiştir.
Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet, modernleşme yolunda attığımız adımları ifade eder. Bu hamlelerle birlikte bir yenilenme sürecine girilmiştir.
Türkiye’nin Doğu-Batı arasındaki konumu, kendine uygun bir yön çizme girişimini bir hayli zorlamıştır.
Yaşadığımız şu çağda bile, bu anlamda, birçok şeyin daha henüz netleştirilemediğini görmekteyiz.
Türkiye, ekonomik anlamda Batı’ya uyum sağlama çabası gösterirken ve demokratikleşme yolunda önemli adımlar atarken, Kültür anlamında, Dünya Görüşü anlamında nerede durmaktadır!
Kapitalist-liberal ekonominin dayattığı yaşama tarzı, sorgulamaksızın kabul mü edilmelidir!
Modernlik, daha çok tüketmek, daha lüks tüketmek anlamına mı gelmektedir? Bu soruları bugün sormazsak ne zaman soracağız?
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu düşmanca kuşatılmışlık durumu, aslında bizim de kendimizi tarih önünde yeniden muhasebeye çekmemizi gerektirmektedir.
Kendimizle yüzleşmenin tam zamanı, ‘yaşadığımız şu an’dır. Yabancılaştığımız kültürümüzü, değerlerimizi, kısaca kaybettiğimiz kimliğimizi bulmanın zamanı da şimdidir.
Yeniden bir tercihte daha bulunmalıyız.
Kendi evrensel kültürümüzü keşfetmeli, onu yeni bir özde yoğurarak yaşama biçimi haline getirmeliyiz. Kendi ulus-kimliğimize bağlı kalarak, milletçe varolmanın yeni bir yorumuna ulaşmalıyız.
Kendimiz olma yolunda selam ve sevgilerimle.
Orhan Beyoğlu, dikGAZETE.com
Batı, 17. Yüzyıldan itibaren, düşünce alanından başlayarak bilim ve sanat alanlarını da kapsayacak şekilde kültürel bir dönüşümü yaşamaya başladı. Şüphesiz bunda felsefenin etkisi büyük olmuştu. Bu süreçte Batı Felsefesi, Skolastikten Rasyonalizme evrilirken, Ampirizm, etkisini giderek artırmaya başladı.
Sosyal alan, aklın yönetimine bırakıldı. Hristiyanlık yeni bir yoruma tabi tutuldu. Bilimsel gelişmeler yeni keşiflerin önünü açarken, Fransız Devrimi, batı aydınlanmasının politik hamlesi olarak ortaya çıktı. Büyük Teknolojik gelişmeler bu dönemde gerçekleşti. Böylece, Modern Batı kurulmuş oldu.
Batıdaki bu değişim, dönüşüm ve oluşumlar uzun denilebilecek bir sürecin sonuçlarıydı.
Batıdaki bu gelişmeler, batılı toplumları, dünyanın diğer toplumları karşısında güçlü konuma yükseltti ve böylece Emperyalist Batı dönemi başlamış oldu.
Batılıların elde ettiği ekonomik üstünlük, kültür emperyalizmi dahil, her türlü sömürüyü beraberinde getirdi. Modernlik ideolojisi aracılığıyla, Batılı olmayan toplumlar zehirlendi.
Medya ve değişik araçlarla toplumlar tüketime ve başarıya yönlendirildiler. Kapitalist Batı, istediğini elde etmişti.
Aydınlanma felsefesinin, modernizmin ve de Fransız Devrimi’nin, dünyayı etki altına alması tesadüf değildi.
Batı, bilim ve teknoloji alanındaki üstünlüğünü bir silah olarak kullanmaktaydı. Ve geleneksel toplumlara modern yaşam tarzını dayatmaktaydı. Bunun gerçekleşebilmesi için mevcut yönetimlerin zorla da olsa değiştirilmesi gerekiyordu.
Öyle de oldu.
Dünyanın bir çok ülkesinde, Fransız Devrimi taklit edilerek yeni yönetimler kuruldu. Böylece bütün dünya modernleştirilmiş oldu!..
Konuya kendi tarihimiz açısından baktığımızda, yukarıda anlatılanlardan farklı bir konumda olduğumuz söylenemez.
Felsefe ve Bilimde, herhangi bir şey üretmeyerek tarihin önemli bir dönemini pas geçtikten sonra, ekonomik ve askeri alanlarda da gerileyişimiz bundan üç yüz yıl öncesinden başlar.
Kültür anlamında da Batı eksenine doğru yönelişimiz bu dönemlerden başlayıp günümüze kadar gelmiştir.
Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet, modernleşme yolunda attığımız adımları ifade eder. Bu hamlelerle birlikte bir yenilenme sürecine girilmiştir.
Türkiye’nin Doğu-Batı arasındaki konumu, kendine uygun bir yön çizme girişimini bir hayli zorlamıştır.
Yaşadığımız şu çağda bile, bu anlamda, birçok şeyin daha henüz netleştirilemediğini görmekteyiz.
Türkiye, ekonomik anlamda Batı’ya uyum sağlama çabası gösterirken ve demokratikleşme yolunda önemli adımlar atarken, Kültür anlamında, Dünya Görüşü anlamında nerede durmaktadır!
Kapitalist-liberal ekonominin dayattığı yaşama tarzı, sorgulamaksızın kabul mü edilmelidir!
Modernlik, daha çok tüketmek, daha lüks tüketmek anlamına mı gelmektedir? Bu soruları bugün sormazsak ne zaman soracağız?
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu düşmanca kuşatılmışlık durumu, aslında bizim de kendimizi tarih önünde yeniden muhasebeye çekmemizi gerektirmektedir.
Kendimizle yüzleşmenin tam zamanı, ‘yaşadığımız şu an’dır. Yabancılaştığımız kültürümüzü, değerlerimizi, kısaca kaybettiğimiz kimliğimizi bulmanın zamanı da şimdidir.
Yeniden bir tercihte daha bulunmalıyız.
Kendi evrensel kültürümüzü keşfetmeli, onu yeni bir özde yoğurarak yaşama biçimi haline getirmeliyiz. Kendi ulus-kimliğimize bağlı kalarak, milletçe varolmanın yeni bir yorumuna ulaşmalıyız.
Kendimiz olma yolunda selam ve sevgilerimle.
Orhan Beyoğlu, dikGAZETE.com