Nasıl bir MİT Başkanı?
Nasıl bir MİT Başkanı?
- 05-06-2023 06:03
- 13980
- 05-06-2023 06:03
- 13980
1965 yılında Milli Emniyet Hizmeti Riyâseti (MEH/MAH) yerine kurulan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) ilk müsteşarı Avni Kantan, uzun yıllar Türk Silahlı Kuvvetlerinin birçok biriminde görev yaptıktan sonra 14 Temmuz 1965’te vekil olarak MİT müsteşarlığına atanmış ve öldüğü gün olan Nisan 1966’ya kadar görevinin başında kalmıştır.
Avni Kantan’dan Kasım 1992’ye kadar MİT müsteşarları hep muvazzaf veya emekli generallerden atanmıştır. Ta ki 1992’de ciddi bir kararla atanan ilk sivil kökenli müsteşar Sönmez Köksal’a kadar.
O zamana kadar Genelkurmay’ın bir alt komutanlığı gibi görev yaptığı söylenirdi ki Adnan Menderes’e yapılan darbede, MİT’in çok öncesinden bu darbeden haberi olduğu ancak Başbakanı bilerek uyarmadığı da iddia edilir.
Bu ve başka (!) birçok gereklilik sebebiyle, Turgut Özal’ın gayretleriyle, 1992’de bu durum değişmiş ve MİT kadro yapılanmasında da ciddi bir nüfus olan asker kökenli personellerden, peyderpey vazgeçilmeye başlanmıştır.
En uzun görev yapan müsteşarlar içinde üçüncü ve ilk sivil kökenli olanı Sönmez Köksal’dan sonra MİT’e yine sivil kökenli bir müsteşar atanmıştır.
Şenkal Atasagun’un, Sönmez Köksal’dan bir farkı vardır. İkisinin de asker olmaması dışında en önemli özelliği; Yedek Subay olarak askerlik görevini bitirir bitirmez MİT kadrolarında görev almaya başlamasıdır.
Tarih; 1967’dir. Brüksel ve Londra gibi birçok yurt dışı merkezlerinde görevlerde bulunmuş, Ankara Bölge Başkanlığı gibi makamlarda da bulunmuştur.
“67’liler” denilen grubun (MİT’e 1967’de girip, çalışmaya başlayanlar) bir başka üyesi Atasagun’dan sonra bayrağı devralmıştır; Emre Taner. Sivil kökenlidir. Ancak o da Atasagun gibi tüm meslek hayatını MİT kadrolarında geçirmiş, çalışmış, emek vermiş ve deyim yerindeyse mutfakta iyice pişmiştir.
1994’te MİT Müsteşar Yardımcılığına getirilmiş ve Atasagun’dan sonra boşalan müsteşarlığa atanmıştır. Görev süresi birçok defa uzatılan Taner, Irak konusunda uzman isimlerden biridir. Ekim 2008 tarihindeki gazetelerde “Devletin bilgisi dâhilinde A. Öcalan’a görüştüğü” yönünde haberler çıkmıştır. 42 yılını bu göreve ve bu kuruma veren Taner’in, 2009 tarihinde de Barzani ile birçok defa görüştüğüne yönelik haberler de ajanslara düşmüştür.
Ve MİT’in en uzun süre görev yapan müsteşarı / başkanı; sayın Hakan Fidan…
Sayın Fidan için sivil kökenli diyemeyiz ancak askeri kökenli olmadığını da iddia edemeyiz. Ancak 27 Ağustos 1992’de Korgeneral Teoman Koman’dan sonra 27 Mayıs 2010’a kadar geçen “Sivil Kökenli Müsteşarlar” alışkanlığının sarsıldığını da yazarsak sanırım yanlış yapmış olmayız.
Sayın Fidan, kendisinden farklı okullarda olsak da benim de yetiştiğim ve büyüdüğüm, 14 yaşımızda başladığımız ‘Lise’ düzeyinde, Askeri eğitim veren, kendi aramızda “yetimhane” dediğimiz, Askeri Okullardan biri olan (O zamanki adıyla) “Teknik Astsubay Hazırlama Okul Komutanlığı”ndan mezun olmuştur. Ardından MEBS Okulunda sınıf okulunu tamamlamış ve göreve başlamıştır.
Ve hemen ertesinde Kara Kuvvetleri Lisan Okulunda yabancı dil eğitimine başlamıştır. Atanmasının ardından 15 yıl yani mecburi hizmet süresini tamamlayana kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin birçok biriminde görev almıştır.
Mecburi hizmet süresi dolar dolmaz ayrılmış, hemen akabinde; ABD’de Maryland Üniversitesinde, “Yönetim ve Siyaset Bilimi” alanında lisans, Bilkent Üniversitesinde, “Dış Politikada İstihbaratın Yeri” teziyle yüksek lisans ve 2006 yılında “Bilgi Çağında Diplomasi: Antlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanımı” başlıklı tezi ile de doktorasını tamamlamıştır.
Viyana ve Londra’da akademik çalışmalarını sürdürmüştür. TSK’da görev yaptığı zaman Almanya’da konuşlanmış NATO Süratli Reaksiyon Kolordu Karargâhında görev yapmış olması, onun bir sonraki görevi olan Avustralya Büyükelçiliğine atanmasının önünü açmıştır.
Sırasıyla, Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma Dairesi (TİKA), Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı, Uluslararası Atom Kurumu Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinden sonra Nisan 2010’da Emre Taner’in müsteşar yardımcısı olarak ‘kurum’a girmesinin ardından, Mayıs 2010’da MİT Müsteşarlığına atanması ve geçtiğimiz Cumartesi gecesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni kabinesinde Dışişleri Bakanı görevine getirilmesiyle aktif görevine devam etmektedir.
Bunlar internetin herhangi bir yerinde bulabileceğiniz açık kaynak bilgilerdir. Bu genel bilgileri vermeden, yazının can alıcı kısmına geçmek olmayacaktır.
Şimdi;
Buraya kadar okuduklarımızdan şunu gördük; MİT müsteşarı olmak için belli eğitimlerden, kurslardan geçmenin ötesinde biraz da mutfakta pişmenizin gerekliliğidir…
Şart değildir muhakkak ki ama dediğim gibi iyi ve doğru olanıdır…
‘Mutfak’ bambaşka bir yerdir çünkü; orada pişenle, dışarıdan alıp getirilip, sofraya konan arasında çok ciddi farklar vardır. Birinde emek vardır, ilmek ilmek işlenmiş bir çaba vardır. Ciddi masraflar yapılmıştır. Acı vardır, gözyaşı vardır, hasretler – ayrılıklar ve hatta kan vardır.
Dışarıdan getirttiğinizde ise?
Bilemiyorum onda neler vardır ama bu saydıklarımın hiçbirinin olmadığına eminim…
Mutfakta yetişmek başkadır çünkü; MİT gelenek ve göreneklerinde olan “usta – çırak” ilişkisinin en büyük nimetlerini aldığınız yerdir mutfak.
‘Usta’dan, ‘şef’ten, ‘abi’den enseye şaplağı yemeden öğrenemeyeceğiniz çok şey vardır.
Ve o şaplağı yemediğiniz sürece, ne yazık ki onlar hep atlanmış, görülmemiş, üzerinde durulmamış hatta öğrenilmemiş ve öğrenilemeyecek konulardır.
Ve o konuları bilmeden nasıl “bileceksiniz” birçok şeyi?
Asıl sorunda budur sanırım.
Mutfakta olmak başkadır çünkü; zaman ister. Harcanmış dev gibi zamanlar…
Yıllar, onlarca yıllar…
O yıllarda yaşayacaklarınız, tecrübeleriniz.
Bir bilge ‘tecrübe’ için; “…hayatta yediğiniz kazıkların toplamının bileşkesidir…” demiştir.
İşte o kazıkları yemelisiniz.
Yemelisiniz ki ya nasır tutmuş bir sırtınız ya da sırtınızda bir gözünüzün olması gerekmektedir. Ama sırtınızı yasladığınız bir dayınız olursa o dayınız sizi koruyamayacağı için, o kazıklar çok can yakacaktır.
Ve sadece sizin değil, sizin yaksa ne olur; bu, kimsenin umurunda olmaz. Ama sizinle birlikte, birçok insanın hatta koca bir ulusun canını yakabilecek kazıklara karşı savunmasız olursunuz. Çünkü hiç görmemiş, bilmemiş ve yememişsiniz; damdan düşer gibi o makama oturmuşsunuz!..
Ne nasırlaşmış bir sırt ne de sırtınızda bir gözünüz vardır. Hatta sırtınızda hedef tahtası ile dolaşmaktasınızdır. Ancak siz de bunun farkında değilsinizdir…
Şimdiye kadar asker kökenliler dışında yazdığımız müsteşarlar o mutfakta pişmişlerdir.
Asker kökenlileri de çok ayrı tutmak olmaz diye düşünüyorum. Her biri Sayın Fidan gibi, 14 yaşında talim ve terbiyeye başlamış, çocukluğunu disiplinle – eğitimle – hiyerarşi içinde geçirmiş, devleti – devlet terbiyesini – devletin ne demek olduğunu çocuk yaşlarda öğrenmeye başlamıştır.
“İstihbarat nedir, İstihbarata karşı koymak, istihbaratın önemi” gibi konuları çoktan öğrenmiştir… Ve yine gözyaşı – ter ve kanla!
Şimdi, mutfakta pişmemiş, olmamış sadece iyi okullara gitmiş, birkaç dil öğrenmiş ve çok ciddi makamlarda çalışmış diye, birini bu güzide kurumun başına atamak!..
Bilemiyorum ama kendi ayağına ateş etmekten farksızdır bence.
Elbette ki, devlet aklı, her şeyin en iyisine ve doğrusuna karar verecektir ancak sosyal medyada ve kamuoyunda öyle isimler geçiyor ki, insan tedirgin oluyor…
Umalım ki; her kim gelirse gelsin, yüreği devlet ve ulus sevgisiyle harmanlanmış, kişisel çıkar ve hırslarından sıyrılmış, “istihbarat”ın sadece “toplanmış ve işlenmiş bilgi” olmadığını, sadece teorikte değil pratikte de bilen biri olur.
Diğer yandan, MİT’e sınıf atlatan ve “Bilgi toplayıp – değerlendiren bir kurum” olmaktan çıkartan Sayın Fidan’dan sonra o kurumun başına geçmenin kendisine çok büyük işler düştüğünün ve beklentilerin çok yüksek olduğunun farkında olan biri olur.
Dileriz ki; gelen her kim ise personeli ile bağdaşık, onları anlayan – sorunlarını bilen, özlük haklarını koruyan, illegal ya da düşman unsurlarına bulaşmamış biri olur.
Kim gelirse gelsin, o güzide “kurum”un siyasete – politikaya ya da seçilmişlere değil Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzenine, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı, içten ve dıştan gelecek, mevcut ve muhtemel tehditler hakkında bilgi toplayıp, önlem almak, gerekli durumlarda müdahale etmek olduğunu ve tabii ki büyük Türk milletinin hizmetinde olduğunu bilen biri olur.
Şimdiden hayırlı – uğurlu olsun ve yeni MİT Başkanı olarak kim gelirse gelsin; öncelikle “Vatan sağ olsun…”
.
Serkan Yıldız, dikGAZETE.com
1965 yılında Milli Emniyet Hizmeti Riyâseti (MEH/MAH) yerine kurulan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) ilk müsteşarı Avni Kantan, uzun yıllar Türk Silahlı Kuvvetlerinin birçok biriminde görev yaptıktan sonra 14 Temmuz 1965’te vekil olarak MİT müsteşarlığına atanmış ve öldüğü gün olan Nisan 1966’ya kadar görevinin başında kalmıştır.
Avni Kantan’dan Kasım 1992’ye kadar MİT müsteşarları hep muvazzaf veya emekli generallerden atanmıştır. Ta ki 1992’de ciddi bir kararla atanan ilk sivil kökenli müsteşar Sönmez Köksal’a kadar.
O zamana kadar Genelkurmay’ın bir alt komutanlığı gibi görev yaptığı söylenirdi ki Adnan Menderes’e yapılan darbede, MİT’in çok öncesinden bu darbeden haberi olduğu ancak Başbakanı bilerek uyarmadığı da iddia edilir.
Bu ve başka (!) birçok gereklilik sebebiyle, Turgut Özal’ın gayretleriyle, 1992’de bu durum değişmiş ve MİT kadro yapılanmasında da ciddi bir nüfus olan asker kökenli personellerden, peyderpey vazgeçilmeye başlanmıştır.
En uzun görev yapan müsteşarlar içinde üçüncü ve ilk sivil kökenli olanı Sönmez Köksal’dan sonra MİT’e yine sivil kökenli bir müsteşar atanmıştır.
Şenkal Atasagun’un, Sönmez Köksal’dan bir farkı vardır. İkisinin de asker olmaması dışında en önemli özelliği; Yedek Subay olarak askerlik görevini bitirir bitirmez MİT kadrolarında görev almaya başlamasıdır.
Tarih; 1967’dir. Brüksel ve Londra gibi birçok yurt dışı merkezlerinde görevlerde bulunmuş, Ankara Bölge Başkanlığı gibi makamlarda da bulunmuştur.
“67’liler” denilen grubun (MİT’e 1967’de girip, çalışmaya başlayanlar) bir başka üyesi Atasagun’dan sonra bayrağı devralmıştır; Emre Taner. Sivil kökenlidir. Ancak o da Atasagun gibi tüm meslek hayatını MİT kadrolarında geçirmiş, çalışmış, emek vermiş ve deyim yerindeyse mutfakta iyice pişmiştir.
1994’te MİT Müsteşar Yardımcılığına getirilmiş ve Atasagun’dan sonra boşalan müsteşarlığa atanmıştır. Görev süresi birçok defa uzatılan Taner, Irak konusunda uzman isimlerden biridir. Ekim 2008 tarihindeki gazetelerde “Devletin bilgisi dâhilinde A. Öcalan’a görüştüğü” yönünde haberler çıkmıştır. 42 yılını bu göreve ve bu kuruma veren Taner’in, 2009 tarihinde de Barzani ile birçok defa görüştüğüne yönelik haberler de ajanslara düşmüştür.
Ve MİT’in en uzun süre görev yapan müsteşarı / başkanı; sayın Hakan Fidan…
Sayın Fidan için sivil kökenli diyemeyiz ancak askeri kökenli olmadığını da iddia edemeyiz. Ancak 27 Ağustos 1992’de Korgeneral Teoman Koman’dan sonra 27 Mayıs 2010’a kadar geçen “Sivil Kökenli Müsteşarlar” alışkanlığının sarsıldığını da yazarsak sanırım yanlış yapmış olmayız.
Sayın Fidan, kendisinden farklı okullarda olsak da benim de yetiştiğim ve büyüdüğüm, 14 yaşımızda başladığımız ‘Lise’ düzeyinde, Askeri eğitim veren, kendi aramızda “yetimhane” dediğimiz, Askeri Okullardan biri olan (O zamanki adıyla) “Teknik Astsubay Hazırlama Okul Komutanlığı”ndan mezun olmuştur. Ardından MEBS Okulunda sınıf okulunu tamamlamış ve göreve başlamıştır.
Ve hemen ertesinde Kara Kuvvetleri Lisan Okulunda yabancı dil eğitimine başlamıştır. Atanmasının ardından 15 yıl yani mecburi hizmet süresini tamamlayana kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin birçok biriminde görev almıştır.
Mecburi hizmet süresi dolar dolmaz ayrılmış, hemen akabinde; ABD’de Maryland Üniversitesinde, “Yönetim ve Siyaset Bilimi” alanında lisans, Bilkent Üniversitesinde, “Dış Politikada İstihbaratın Yeri” teziyle yüksek lisans ve 2006 yılında “Bilgi Çağında Diplomasi: Antlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanımı” başlıklı tezi ile de doktorasını tamamlamıştır.
Viyana ve Londra’da akademik çalışmalarını sürdürmüştür. TSK’da görev yaptığı zaman Almanya’da konuşlanmış NATO Süratli Reaksiyon Kolordu Karargâhında görev yapmış olması, onun bir sonraki görevi olan Avustralya Büyükelçiliğine atanmasının önünü açmıştır.
Sırasıyla, Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma Dairesi (TİKA), Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı, Uluslararası Atom Kurumu Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinden sonra Nisan 2010’da Emre Taner’in müsteşar yardımcısı olarak ‘kurum’a girmesinin ardından, Mayıs 2010’da MİT Müsteşarlığına atanması ve geçtiğimiz Cumartesi gecesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni kabinesinde Dışişleri Bakanı görevine getirilmesiyle aktif görevine devam etmektedir.
Bunlar internetin herhangi bir yerinde bulabileceğiniz açık kaynak bilgilerdir. Bu genel bilgileri vermeden, yazının can alıcı kısmına geçmek olmayacaktır.
Şimdi;
Buraya kadar okuduklarımızdan şunu gördük; MİT müsteşarı olmak için belli eğitimlerden, kurslardan geçmenin ötesinde biraz da mutfakta pişmenizin gerekliliğidir…
Şart değildir muhakkak ki ama dediğim gibi iyi ve doğru olanıdır…
‘Mutfak’ bambaşka bir yerdir çünkü; orada pişenle, dışarıdan alıp getirilip, sofraya konan arasında çok ciddi farklar vardır. Birinde emek vardır, ilmek ilmek işlenmiş bir çaba vardır. Ciddi masraflar yapılmıştır. Acı vardır, gözyaşı vardır, hasretler – ayrılıklar ve hatta kan vardır.
Dışarıdan getirttiğinizde ise?
Bilemiyorum onda neler vardır ama bu saydıklarımın hiçbirinin olmadığına eminim…
Mutfakta yetişmek başkadır çünkü; MİT gelenek ve göreneklerinde olan “usta – çırak” ilişkisinin en büyük nimetlerini aldığınız yerdir mutfak.
‘Usta’dan, ‘şef’ten, ‘abi’den enseye şaplağı yemeden öğrenemeyeceğiniz çok şey vardır.
Ve o şaplağı yemediğiniz sürece, ne yazık ki onlar hep atlanmış, görülmemiş, üzerinde durulmamış hatta öğrenilmemiş ve öğrenilemeyecek konulardır.
Ve o konuları bilmeden nasıl “bileceksiniz” birçok şeyi?
Asıl sorunda budur sanırım.
Mutfakta olmak başkadır çünkü; zaman ister. Harcanmış dev gibi zamanlar…
Yıllar, onlarca yıllar…
O yıllarda yaşayacaklarınız, tecrübeleriniz.
Bir bilge ‘tecrübe’ için; “…hayatta yediğiniz kazıkların toplamının bileşkesidir…” demiştir.
İşte o kazıkları yemelisiniz.
Yemelisiniz ki ya nasır tutmuş bir sırtınız ya da sırtınızda bir gözünüzün olması gerekmektedir. Ama sırtınızı yasladığınız bir dayınız olursa o dayınız sizi koruyamayacağı için, o kazıklar çok can yakacaktır.
Ve sadece sizin değil, sizin yaksa ne olur; bu, kimsenin umurunda olmaz. Ama sizinle birlikte, birçok insanın hatta koca bir ulusun canını yakabilecek kazıklara karşı savunmasız olursunuz. Çünkü hiç görmemiş, bilmemiş ve yememişsiniz; damdan düşer gibi o makama oturmuşsunuz!..
Ne nasırlaşmış bir sırt ne de sırtınızda bir gözünüz vardır. Hatta sırtınızda hedef tahtası ile dolaşmaktasınızdır. Ancak siz de bunun farkında değilsinizdir…
Şimdiye kadar asker kökenliler dışında yazdığımız müsteşarlar o mutfakta pişmişlerdir.
Asker kökenlileri de çok ayrı tutmak olmaz diye düşünüyorum. Her biri Sayın Fidan gibi, 14 yaşında talim ve terbiyeye başlamış, çocukluğunu disiplinle – eğitimle – hiyerarşi içinde geçirmiş, devleti – devlet terbiyesini – devletin ne demek olduğunu çocuk yaşlarda öğrenmeye başlamıştır.
“İstihbarat nedir, İstihbarata karşı koymak, istihbaratın önemi” gibi konuları çoktan öğrenmiştir… Ve yine gözyaşı – ter ve kanla!
Şimdi, mutfakta pişmemiş, olmamış sadece iyi okullara gitmiş, birkaç dil öğrenmiş ve çok ciddi makamlarda çalışmış diye, birini bu güzide kurumun başına atamak!..
Bilemiyorum ama kendi ayağına ateş etmekten farksızdır bence.
Elbette ki, devlet aklı, her şeyin en iyisine ve doğrusuna karar verecektir ancak sosyal medyada ve kamuoyunda öyle isimler geçiyor ki, insan tedirgin oluyor…
Umalım ki; her kim gelirse gelsin, yüreği devlet ve ulus sevgisiyle harmanlanmış, kişisel çıkar ve hırslarından sıyrılmış, “istihbarat”ın sadece “toplanmış ve işlenmiş bilgi” olmadığını, sadece teorikte değil pratikte de bilen biri olur.
Diğer yandan, MİT’e sınıf atlatan ve “Bilgi toplayıp – değerlendiren bir kurum” olmaktan çıkartan Sayın Fidan’dan sonra o kurumun başına geçmenin kendisine çok büyük işler düştüğünün ve beklentilerin çok yüksek olduğunun farkında olan biri olur.
Dileriz ki; gelen her kim ise personeli ile bağdaşık, onları anlayan – sorunlarını bilen, özlük haklarını koruyan, illegal ya da düşman unsurlarına bulaşmamış biri olur.
Kim gelirse gelsin, o güzide “kurum”un siyasete – politikaya ya da seçilmişlere değil Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzenine, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı, içten ve dıştan gelecek, mevcut ve muhtemel tehditler hakkında bilgi toplayıp, önlem almak, gerekli durumlarda müdahale etmek olduğunu ve tabii ki büyük Türk milletinin hizmetinde olduğunu bilen biri olur.
Şimdiden hayırlı – uğurlu olsun ve yeni MİT Başkanı olarak kim gelirse gelsin; öncelikle “Vatan sağ olsun…”