Neo-liberal dünya düzeni alt üst oldu: Ama buna ne kadar sevinebiliriz?
Neo-liberal dünya düzeni alt üst oldu: Ama buna ne kadar sevinebiliriz?
- 08-10-2023 01:01
- 4410
- 08-10-2023 01:01
- 4410
Farkında mısınız dünya alt üst oldu, nerede o eski neo-liberaller hepsi ‘sosyal devletçi’ oldular. Neo-liberalizmin ‘Pravda’sı New York Times’ın bir yazarı, sendika karşıtı eski bakışı konusunda nedamet getiriyor, Amerika’da sendikaları savunuyor (‘Why unions are good for America’, Nicholas Kristof, 3 Ekim 2023).
Finacial Times’da bir başkası Amerika’da işçi haklarının önem kazanmasından söz ediyor (Economic Policy Institute Başkanı Heidi Shierholz, 30Eylül-1 Ekim 2023).
Gerçi, iki binli yılların başlarından bu yana, neo-liberalizmi reforme etmek gerektiğini söyleyenler yok değildi, ama böylesi bir dönüşüm hayal bile edilemezdi.
Nerede o küreselciler, ‘savaş değil ticaret’ciler, hepsi ‘ekonomik korumacı’, savunma sanayici, askeri harcamacı, savaşçı oldular.
Ukrayna savaşı bahane oldu, “liberal demokrasileri otoriter rejimlere karşı korumak” adına büyük cihat ilan edildi.
Öyle olunca, serbest ticaret yerini, Rusya’yı cezalandırmak adına ekonomik yaptırımlar aldı. Yaptırım söz konusu olunca, serbest ticaret politikaları işlemez oldu.
Çin’e karşı ekonomik savaşın gerekçesi de otoriter bir rejimin palazlanmasını engellemek olarak gerekçelendi.
Hani serbest ticaret ve karşılıklı ekonomik bağımlılık dünya barışının garantisi olacaktı?
Gerçi Rusya, bağımsız bir ülkeyi işgal etti; Çin’in bir yeri işgal ettiği yok, ama o da Tayvan’ı tehdit ediyormuş. Ama ona bakarsanız, yani doksanlı yıllardan beri, ABD öncülüğünde Afganistan ve Irak işgal edildi, onlarca ülkeye askeri müdahale yapıldı, kimse ABD’ye, küresel savaş açmadı, daha doğrusu açamadı.
Demek ki, bütün mesele işgalcilik, askeri müdahale falan değil, Soğuk Savaşın bitişi ile meydanı boş bulan ABD hegemonyasının tehlikeye girmesi.
Peki, neo-liberal ekonomik modelden bu ani dönüş, sosyal devlet, ekonomik adaletsizlik tartışmaları nereden çıktı diyeceksiniz?
Neo-liberalizm savunucularının vicdan muhasebesinden çıkmadığı kesin.
Ukrayna savaşının sonucu olan ekonomik kriz deseniz, bu krizin kökleri Ukrayna savaşının çok öncesine, en azından son 2008 krizine kadar geri gidiyor.
Şimdilerde çok tartışılan ekonomik eşitsizlik, adaletsizlik deseniz, o zaten mevcut sistemin ayrılmaz bir parçası, akıllar ancak mı başa geldi?
Doğrusu öyle oldu, son on yıldır popülist siyasetin yükselişi ciddi sıkıntı yaratınca, bunun nedenlerinden birinin “sistemin dışladıklarının isyanı” olduğu konuşulmaya başlandı.
Şimdilerde bu mevzu iyice kızıştı, baksanıza ABD birbirine girmiş vaziyette, Trump’ı seçimlere sokmamak için bin-bir çare arıyorlar, buluyorlar, ama adamın seçmeninin desteği düşmüyor.
Dünya çapında olan bir yana, Batı Avrupa’da da popülist yükseliş devam ediyor. Trump tabii ki ‘sistemin dışladıkları’nı temsil etmiyor, ama bu krizli ortamda, ‘liberal seçkinciliğe’ karşı bir lider olarak algılanıyor.
İşin Ukrayna krizi ile ilgili kısmına gelince, popülist siyaset ve siyasetçiler, bu noktada da, ABD küresel hegemonyası açısından ciddi bir ‘tehdit’ oluşturuyor, zira pek çoğu Ukrayna üzerinden Rusya ile girişilen savaşa da, Çin ile girişilen çekişmeye de destek vermiyor.
ABD’de Trump bir kez daha seçilirse, Rusya siyasetini değiştireceğine inanılıyor.
Alın başınıza bir bela!
Dünyanın geri kalanında, bırakın ‘küresel Güney’i, bırakın popülist parti ve siyasetçileri, Almanya ve Fransa’daki mevcut yönetimler bile Çin ile didişmeyi ileri boyuta taşımaya yanaşmıyor.
Her yerde, liberal ekonomi krizinin doğurduğu toplumsal tepkiler, ana akım siyasetlere topyekûn bir isyana neden oluyor.
İç siyaset krizi ile dış siyaset krizleri birbirine karışıyor, birbiri ile örtüşüyor.
Kısacası, ABD küresel hegemonyası ve onun taşıyıcısı neo-liberal Tarzan zorda.
Ne yazık ki, bu durum, benim gibi, öteden beri neo-liberal modeli ve dünya düzenini sorgulamaktan yana olanların sevineceği yönde işaretler de vermiyor.
Neo-liberalizmin yıkıldığı yerden, otoriter popülizm, milliyetçilik, göçmen karşıtlığı, savaş çığırtkanlığı besleniyor.
Sadece, en azından, etrafımızda nelerin hangi noktada olduğunu kavrayalım diyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
Farkında mısınız dünya alt üst oldu, nerede o eski neo-liberaller hepsi ‘sosyal devletçi’ oldular. Neo-liberalizmin ‘Pravda’sı New York Times’ın bir yazarı, sendika karşıtı eski bakışı konusunda nedamet getiriyor, Amerika’da sendikaları savunuyor (‘Why unions are good for America’, Nicholas Kristof, 3 Ekim 2023).
Finacial Times’da bir başkası Amerika’da işçi haklarının önem kazanmasından söz ediyor (Economic Policy Institute Başkanı Heidi Shierholz, 30Eylül-1 Ekim 2023).
Gerçi, iki binli yılların başlarından bu yana, neo-liberalizmi reforme etmek gerektiğini söyleyenler yok değildi, ama böylesi bir dönüşüm hayal bile edilemezdi.
Nerede o küreselciler, ‘savaş değil ticaret’ciler, hepsi ‘ekonomik korumacı’, savunma sanayici, askeri harcamacı, savaşçı oldular.
Ukrayna savaşı bahane oldu, “liberal demokrasileri otoriter rejimlere karşı korumak” adına büyük cihat ilan edildi.
Öyle olunca, serbest ticaret yerini, Rusya’yı cezalandırmak adına ekonomik yaptırımlar aldı. Yaptırım söz konusu olunca, serbest ticaret politikaları işlemez oldu.
Çin’e karşı ekonomik savaşın gerekçesi de otoriter bir rejimin palazlanmasını engellemek olarak gerekçelendi.
Hani serbest ticaret ve karşılıklı ekonomik bağımlılık dünya barışının garantisi olacaktı?
Gerçi Rusya, bağımsız bir ülkeyi işgal etti; Çin’in bir yeri işgal ettiği yok, ama o da Tayvan’ı tehdit ediyormuş. Ama ona bakarsanız, yani doksanlı yıllardan beri, ABD öncülüğünde Afganistan ve Irak işgal edildi, onlarca ülkeye askeri müdahale yapıldı, kimse ABD’ye, küresel savaş açmadı, daha doğrusu açamadı.
Demek ki, bütün mesele işgalcilik, askeri müdahale falan değil, Soğuk Savaşın bitişi ile meydanı boş bulan ABD hegemonyasının tehlikeye girmesi.
Peki, neo-liberal ekonomik modelden bu ani dönüş, sosyal devlet, ekonomik adaletsizlik tartışmaları nereden çıktı diyeceksiniz?
Neo-liberalizm savunucularının vicdan muhasebesinden çıkmadığı kesin.
Ukrayna savaşının sonucu olan ekonomik kriz deseniz, bu krizin kökleri Ukrayna savaşının çok öncesine, en azından son 2008 krizine kadar geri gidiyor.
Şimdilerde çok tartışılan ekonomik eşitsizlik, adaletsizlik deseniz, o zaten mevcut sistemin ayrılmaz bir parçası, akıllar ancak mı başa geldi?
Doğrusu öyle oldu, son on yıldır popülist siyasetin yükselişi ciddi sıkıntı yaratınca, bunun nedenlerinden birinin “sistemin dışladıklarının isyanı” olduğu konuşulmaya başlandı.
Şimdilerde bu mevzu iyice kızıştı, baksanıza ABD birbirine girmiş vaziyette, Trump’ı seçimlere sokmamak için bin-bir çare arıyorlar, buluyorlar, ama adamın seçmeninin desteği düşmüyor.
Dünya çapında olan bir yana, Batı Avrupa’da da popülist yükseliş devam ediyor. Trump tabii ki ‘sistemin dışladıkları’nı temsil etmiyor, ama bu krizli ortamda, ‘liberal seçkinciliğe’ karşı bir lider olarak algılanıyor.
İşin Ukrayna krizi ile ilgili kısmına gelince, popülist siyaset ve siyasetçiler, bu noktada da, ABD küresel hegemonyası açısından ciddi bir ‘tehdit’ oluşturuyor, zira pek çoğu Ukrayna üzerinden Rusya ile girişilen savaşa da, Çin ile girişilen çekişmeye de destek vermiyor.
ABD’de Trump bir kez daha seçilirse, Rusya siyasetini değiştireceğine inanılıyor.
Alın başınıza bir bela!
Dünyanın geri kalanında, bırakın ‘küresel Güney’i, bırakın popülist parti ve siyasetçileri, Almanya ve Fransa’daki mevcut yönetimler bile Çin ile didişmeyi ileri boyuta taşımaya yanaşmıyor.
Her yerde, liberal ekonomi krizinin doğurduğu toplumsal tepkiler, ana akım siyasetlere topyekûn bir isyana neden oluyor.
İç siyaset krizi ile dış siyaset krizleri birbirine karışıyor, birbiri ile örtüşüyor.
Kısacası, ABD küresel hegemonyası ve onun taşıyıcısı neo-liberal Tarzan zorda.
Ne yazık ki, bu durum, benim gibi, öteden beri neo-liberal modeli ve dünya düzenini sorgulamaktan yana olanların sevineceği yönde işaretler de vermiyor.
Neo-liberalizmin yıkıldığı yerden, otoriter popülizm, milliyetçilik, göçmen karşıtlığı, savaş çığırtkanlığı besleniyor.
Sadece, en azından, etrafımızda nelerin hangi noktada olduğunu kavrayalım diyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com