"Karaköy’de Bir Akşam Yemeği"nin bitmeyen hikayesi
"Karaköy’de Bir Akşam Yemeği"nin bitmeyen hikayesi
- 14-08-2022 01:04
- 3640
- 14-08-2022 01:04
- 3640
Geçtiğimiz hafta, malum, Osman Kavala, Henry Barkey, Aslı Erdoğan’ın isminin geçtiği bir ‘tartışma’ yaşandı. Osman Kavala’ya yöneltilen ithamlardan biri “Henry Barkey ile 15 Temmuz darbesi öncesi Karaköy’de yemek yemiş olmak ve daha sonra telefon sinyallerinin çakışması” gibi mantık dışı iddialardı.
Sonra, uzun süre “Osman Kavala’nın Barkey’le sadece karşılaşıp ayakta konuştuğu” ifade edildi.
Aslında akıl almaz olan asıl konu Hanry Barkey ile “Karaköy’de yemek yemiş olmanın veya telefon sinyallerinin çakışması”nın suç sayılması meselesi idi. Ama zaten Kavala iddianamesinin hukuki değil, siyasi bir dava olduğu yeterince vurgulandı. Ancak, Barkey’in “O gece Kavala ile değil, Aslı Aydıntaşbaş ile yemek yedim” açıklaması, konuyu tekrar gündeme getirmiş oldu. Aslında olaya nasıl baktığımı Medyaskop’da haftalık programımda anlattım.
Özetle tekrarlayayım;
Barkey ile yemek yemenin suç sayılması tam bir saçmalık. Aslı’nın bu konuda savunmacı bir tavır sergilemiş olması, insanlık hali, Türkiye’de mevcut ortamda “suçlanmaktan çekinmesi” nedeniyle olmalı.
Zaten daha önce açıklamış olmamasının Kavala davasının seyrini değiştirecek yanı da yok, nitekim o da Kavala’nın bilgisi olduğunu, dahası onu suçlayanların da kimin kimle yemek yediğini gayet iyi bildiğini ifade etmiş.
Kısacası, üzerinde tepinilecek bir şey yok.
Nokta.
Diğer taraftan, hemen söyleyeyim; Barkey ve benzeri, akademisyen, gazeteci, siyasetçi birçok yabancı ile ben de, pek çok arkadaşımız da pek çok yemek yedik, görüşme yaptık.
Hatta, İngiliz Konsolosluğu’nun daveti üzerine o zamanki Dışişleri Bakanı David Miliband ile bile yemek davetine katıldım.
Diğer taraftan, Henry Barkey, şimdi ABD vatandaşı ve ABD Dışişleri’nde ve danışmanlık işlerinde çalışmış biri, ama, büsbütün ‘yabancı’ da değil, Türkiye doğumlu ve bence hala Türkiyeli sayabileceğimiz birisi; o nedenle, onunla görüşmeler, daha havadan sudan, daha arkadaşça geçerdi.
Tüm bunlar gizli saklı olmadığı gibi, siyasi anlamı da olmayan şeyler.
Biz zaten görüşlerini açıkça yazan insanlarız, dahası ülkenin gizli bilgilerine sahip olma ihtimalimiz yok.
Merak ediliyorsa, hemen söyleyeyim, yabancı istihbarat çevreleri, bizim gibi gazeteci ve/veya akademisyenler ile görüşerek gizli bilgi toplamak gibi bir yöntem izlemez.
Bu gerçeği, bizim ülkemizin istihbaratı da bilir.
Bu görüşmeler, bir ülkenin genel atmosferini anlamaya çalışmak gibi bir çabanın parçası olabilir.
Konu bu olduğunda bile, izledikleri yöntemin doğru olmak bir yana yanıltıcı olduğunu düşünürüm.
Benim pek çok defa, benimle görüşenleri bu konuda uyarmışlığım vardır; kendimi de katarak, “bir ülkeyi anlamak istiyorsanız, en kötü yöntem entellektüelleri ile konuşmaktır, çünkü entellektüeller çoğunlukla kendi kafalarındaki kurgulara inanırlar” derim.
Sonuçta, aklı başında herkes, dünya çapında bin bir karanlık iş çeviren güçlü ülkelerin hiç de masum olmadığını, ama kimsenin de gazeteciler ile toplaşıp, lokantalarda darbe planlamayacağını bilir.
Diğer taraftan, geçmişte, Aslı ile siyaseten anlaşamadığımız konuların başında, onun AK Parti’nin dış politikasına verdiği destek geliyordu.
Son olarak, Suriye konusunda, iktidar politikalarının savunucularındandı.
Sonra, iktidar partisi, Batı dünyası ile arası açılır gibi olduğunda fikrinin değişmiş olması da anlaşılabilir, zira Batı dünyasının, dünyaya demokrasi yayma misyonu olduğuna samimi olarak inanır, arkadaş olmamıza rağmen anlaşamadığımız en önemli konu bu olabilir. Ama bu görüşte olan pek çok insan gibi, bu yaklaşım onu “şüpheli şahıs” durumuna düşürmemeli, oysa, geçtiğimiz hafta içinde, muhalif kanallarda ‘ajan’ muamelesi görmeye başladı.
Aslında, bu yazıda, şu “ajanlık, casusluk, komplo” konusunu biraz daha açmaya niyetliydim.
Ama, bir arkadaşım, ucundan da olsa benim adımın da bu işe karıştırıldığını haber verdi.
İnanın ben de nasıl olduğunu anlayamadım, şöyle olmuş; asla muhatap almak istemediğim halde, daha önce de durup durduk yerde ismimi geçirme adeti olan Habertürk yazarı Oray Eğin, bir yazısında, zamanında Henry Barkey’in Amerika’dan beni arayıp, bazı gazetecilerin bir kafede haftalık buluşmaları konusunda beni uyardığını, bunun üzerine benimde bu buluşmalara katılan Ahmet Hakan’ı uyardığımı yazmış. Ahmet Hakan, benden çekindiği için bu toplantılara gitmemeye başlamış-mış!
Bu arkadaş, aslen bir dedikodu yazarı olduğu için bu tip magazin konulara meraklıdır.
Bu sefer, işin içine Barkey’in beni “Amerika’dan aramış olmasını” sokuşturup, belli ki, şüphe uyandırmak istemiş.
Nedenini bilemem, zamanında, Akşam gazetesinde yazarken, aslı-faslı olmadığı halde, üstelik yalan olduğunu herkesin gördüğü bir konuda, “burun estetiği ameliyatı geçirmiş” olduğum gibi garip bir haber de yapmıştı.
Hemen belirteyim, estetik burun ameliyatı yaptıranları ayıplayan biri değilim, sadece ben yaptırmadım o kadar.
Sözünü ettiği olayın gerçek dışı olduğunu belirtmeme bilmem gerek var mı?
Asıl önemlisi, konu dönüp dolaşıp Ergenekon davasına gelmiş, o zaman herkes “Ergenekonculuk”la suçlanıyormuş, az kalsın bu kafede buluşan gazeteci grubunun başı belaya girecekmiş!
Üstelik benim, her taşın altında Ergenekon komplosu aramadığım, bu konuya kuşkuyla baktığım ve dahası Radikal gazetesinde “Ergenekon Efsanesi” başlıklı yazı yazdığım için, özellikle de Taraf gazetesi yazarları tarafından ‘darbeci’ diye suçlandığım bir dönemde.
Sermayesi dedikodu-magazin olan bir yazarın saçmalıklarını mevzu etmemin nedeni, artık sabrımın taşması falan değil.
Değil Oray Eğin, feriştahı gelse, sabrımı taşırarak beni gaza getiremez.
Hakkımda, çok daha ağır, mesnetsiz, hakkaniyetsiz şey yazıldı, diğer taraftan medyadan kovuldum, o zamanlar seyirci kalanlar şimdilerde baş muhalif oldu, mevzu etmedim, etmem.
Bu kez yazma nedenim, bu türden insanların “aman muhatap almayayım, aman çamuru üzerime bulaşmasın” dedikçe, gemi azıya almaları, bu türden saçmalıkları sermaye yapıp, geçinip gitmeleri.
Ağırlığımıza yakışmadığı için sustukça, “kim kimdir, ne nedir” hatırlayacak yaşta olmayan genç okurlar yanıltılmaya açık oluyorlar, zaman zaman uyarmakta fayda var diye düşünüyorum.
Bir de Aslı’yı uyarmak istedim.
Belli ki, bu konuyu bahane edip, övgüler dizerek, ABD’de önemli bir işe başlayacağını duyurduğu Aslı’ya yanaşmak çabası içinde.
Artık “Aslı’da pişer, bana da düşer” diye mi düşünüyor, kızın hayatına sokulup dedikodu malzemesi mi çıkarmaya çalışıyor bilemem. “Aman Aslı’cım, hiç bulaşma” demek isterim.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
Geçtiğimiz hafta, malum, Osman Kavala, Henry Barkey, Aslı Erdoğan’ın isminin geçtiği bir ‘tartışma’ yaşandı. Osman Kavala’ya yöneltilen ithamlardan biri “Henry Barkey ile 15 Temmuz darbesi öncesi Karaköy’de yemek yemiş olmak ve daha sonra telefon sinyallerinin çakışması” gibi mantık dışı iddialardı.
Sonra, uzun süre “Osman Kavala’nın Barkey’le sadece karşılaşıp ayakta konuştuğu” ifade edildi.
Aslında akıl almaz olan asıl konu Hanry Barkey ile “Karaköy’de yemek yemiş olmanın veya telefon sinyallerinin çakışması”nın suç sayılması meselesi idi. Ama zaten Kavala iddianamesinin hukuki değil, siyasi bir dava olduğu yeterince vurgulandı. Ancak, Barkey’in “O gece Kavala ile değil, Aslı Aydıntaşbaş ile yemek yedim” açıklaması, konuyu tekrar gündeme getirmiş oldu. Aslında olaya nasıl baktığımı Medyaskop’da haftalık programımda anlattım.
Özetle tekrarlayayım;
Barkey ile yemek yemenin suç sayılması tam bir saçmalık. Aslı’nın bu konuda savunmacı bir tavır sergilemiş olması, insanlık hali, Türkiye’de mevcut ortamda “suçlanmaktan çekinmesi” nedeniyle olmalı.
Zaten daha önce açıklamış olmamasının Kavala davasının seyrini değiştirecek yanı da yok, nitekim o da Kavala’nın bilgisi olduğunu, dahası onu suçlayanların da kimin kimle yemek yediğini gayet iyi bildiğini ifade etmiş.
Kısacası, üzerinde tepinilecek bir şey yok.
Nokta.
Diğer taraftan, hemen söyleyeyim; Barkey ve benzeri, akademisyen, gazeteci, siyasetçi birçok yabancı ile ben de, pek çok arkadaşımız da pek çok yemek yedik, görüşme yaptık.
Hatta, İngiliz Konsolosluğu’nun daveti üzerine o zamanki Dışişleri Bakanı David Miliband ile bile yemek davetine katıldım.
Diğer taraftan, Henry Barkey, şimdi ABD vatandaşı ve ABD Dışişleri’nde ve danışmanlık işlerinde çalışmış biri, ama, büsbütün ‘yabancı’ da değil, Türkiye doğumlu ve bence hala Türkiyeli sayabileceğimiz birisi; o nedenle, onunla görüşmeler, daha havadan sudan, daha arkadaşça geçerdi.
Tüm bunlar gizli saklı olmadığı gibi, siyasi anlamı da olmayan şeyler.
Biz zaten görüşlerini açıkça yazan insanlarız, dahası ülkenin gizli bilgilerine sahip olma ihtimalimiz yok.
Merak ediliyorsa, hemen söyleyeyim, yabancı istihbarat çevreleri, bizim gibi gazeteci ve/veya akademisyenler ile görüşerek gizli bilgi toplamak gibi bir yöntem izlemez.
Bu gerçeği, bizim ülkemizin istihbaratı da bilir.
Bu görüşmeler, bir ülkenin genel atmosferini anlamaya çalışmak gibi bir çabanın parçası olabilir.
Konu bu olduğunda bile, izledikleri yöntemin doğru olmak bir yana yanıltıcı olduğunu düşünürüm.
Benim pek çok defa, benimle görüşenleri bu konuda uyarmışlığım vardır; kendimi de katarak, “bir ülkeyi anlamak istiyorsanız, en kötü yöntem entellektüelleri ile konuşmaktır, çünkü entellektüeller çoğunlukla kendi kafalarındaki kurgulara inanırlar” derim.
Sonuçta, aklı başında herkes, dünya çapında bin bir karanlık iş çeviren güçlü ülkelerin hiç de masum olmadığını, ama kimsenin de gazeteciler ile toplaşıp, lokantalarda darbe planlamayacağını bilir.
Diğer taraftan, geçmişte, Aslı ile siyaseten anlaşamadığımız konuların başında, onun AK Parti’nin dış politikasına verdiği destek geliyordu.
Son olarak, Suriye konusunda, iktidar politikalarının savunucularındandı.
Sonra, iktidar partisi, Batı dünyası ile arası açılır gibi olduğunda fikrinin değişmiş olması da anlaşılabilir, zira Batı dünyasının, dünyaya demokrasi yayma misyonu olduğuna samimi olarak inanır, arkadaş olmamıza rağmen anlaşamadığımız en önemli konu bu olabilir. Ama bu görüşte olan pek çok insan gibi, bu yaklaşım onu “şüpheli şahıs” durumuna düşürmemeli, oysa, geçtiğimiz hafta içinde, muhalif kanallarda ‘ajan’ muamelesi görmeye başladı.
Aslında, bu yazıda, şu “ajanlık, casusluk, komplo” konusunu biraz daha açmaya niyetliydim.
Ama, bir arkadaşım, ucundan da olsa benim adımın da bu işe karıştırıldığını haber verdi.
İnanın ben de nasıl olduğunu anlayamadım, şöyle olmuş; asla muhatap almak istemediğim halde, daha önce de durup durduk yerde ismimi geçirme adeti olan Habertürk yazarı Oray Eğin, bir yazısında, zamanında Henry Barkey’in Amerika’dan beni arayıp, bazı gazetecilerin bir kafede haftalık buluşmaları konusunda beni uyardığını, bunun üzerine benimde bu buluşmalara katılan Ahmet Hakan’ı uyardığımı yazmış. Ahmet Hakan, benden çekindiği için bu toplantılara gitmemeye başlamış-mış!
Bu arkadaş, aslen bir dedikodu yazarı olduğu için bu tip magazin konulara meraklıdır.
Bu sefer, işin içine Barkey’in beni “Amerika’dan aramış olmasını” sokuşturup, belli ki, şüphe uyandırmak istemiş.
Nedenini bilemem, zamanında, Akşam gazetesinde yazarken, aslı-faslı olmadığı halde, üstelik yalan olduğunu herkesin gördüğü bir konuda, “burun estetiği ameliyatı geçirmiş” olduğum gibi garip bir haber de yapmıştı.
Hemen belirteyim, estetik burun ameliyatı yaptıranları ayıplayan biri değilim, sadece ben yaptırmadım o kadar.
Sözünü ettiği olayın gerçek dışı olduğunu belirtmeme bilmem gerek var mı?
Asıl önemlisi, konu dönüp dolaşıp Ergenekon davasına gelmiş, o zaman herkes “Ergenekonculuk”la suçlanıyormuş, az kalsın bu kafede buluşan gazeteci grubunun başı belaya girecekmiş!
Üstelik benim, her taşın altında Ergenekon komplosu aramadığım, bu konuya kuşkuyla baktığım ve dahası Radikal gazetesinde “Ergenekon Efsanesi” başlıklı yazı yazdığım için, özellikle de Taraf gazetesi yazarları tarafından ‘darbeci’ diye suçlandığım bir dönemde.
Sermayesi dedikodu-magazin olan bir yazarın saçmalıklarını mevzu etmemin nedeni, artık sabrımın taşması falan değil.
Değil Oray Eğin, feriştahı gelse, sabrımı taşırarak beni gaza getiremez.
Hakkımda, çok daha ağır, mesnetsiz, hakkaniyetsiz şey yazıldı, diğer taraftan medyadan kovuldum, o zamanlar seyirci kalanlar şimdilerde baş muhalif oldu, mevzu etmedim, etmem.
Bu kez yazma nedenim, bu türden insanların “aman muhatap almayayım, aman çamuru üzerime bulaşmasın” dedikçe, gemi azıya almaları, bu türden saçmalıkları sermaye yapıp, geçinip gitmeleri.
Ağırlığımıza yakışmadığı için sustukça, “kim kimdir, ne nedir” hatırlayacak yaşta olmayan genç okurlar yanıltılmaya açık oluyorlar, zaman zaman uyarmakta fayda var diye düşünüyorum.
Bir de Aslı’yı uyarmak istedim.
Belli ki, bu konuyu bahane edip, övgüler dizerek, ABD’de önemli bir işe başlayacağını duyurduğu Aslı’ya yanaşmak çabası içinde.
Artık “Aslı’da pişer, bana da düşer” diye mi düşünüyor, kızın hayatına sokulup dedikodu malzemesi mi çıkarmaya çalışıyor bilemem. “Aman Aslı’cım, hiç bulaşma” demek isterim.