‘Savaş’ mı? ‘Savaş’ı bir de benden dinleyin!..
‘Savaş’ mı? ‘Savaş’ı bir de benden dinleyin!..
- 06-11-2023 16:26
- 6456
- 06-11-2023 16:26
- 6456
“Zaruri olmadıkça savaş bir cinayettir” demiş bundan yıllar önce hatta belki de bir yüzyıl önce Mustafa Kemal. Haklılığını dün gördük, bugün görüyoruz ve korkarım ki yarın da görmeye devam edeceğiz.
Bugün önümüzdeki iki örneğe bakınca bu sözün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha teyit ediyoruz. “Rusya & Ukrayna” ve “İsrail & Filistin” örneklerinde olduğu gibi…
Ancak olan olmuş, ilk tetik çekilmiş ve ilk kan akmıştır. Kimlerden, hangi sebeple, nasıl aktığının üzerinde durmadan sonuca bakıldığında bu gerçekleşmiştir. Ve savaş, kan ve gözyaşına gebeyken artık çocuk doğmuştur.
Durdurmak, önüne geçmek, barış için bayrak sallamak çok moda ve popüler olsa da ne yazık ki bana pek gerçekçi gelmemektedir bu tip romantik çıkışlar.
Böyle bir şey olmayacağı çok nettir çünkü. Birkaç zibidi, kendi ülkelerinin güvenli ve konforlu sokaklarında yürüdü diye tonlarca para harcanan bu sektör durmaz. Kendi yürüdükleri sokakların sahibi olan efendiler istemez bir kere bunu…
Diğer yandan saldıranlar da savunanlar da bunu istememektedir.
Mazlum yoktur, masum yoktur sadece ‘sonuç’ vardır. Ezilen, yok edilen, soykırıma uğrayan da yoktur ‘sebep’ vardır. Güçlü yoktur, ezen yoktur, ‘ne kadar çoksan o kadar kaybedersin’ kuralı vardır yani ‘Azdan az, çoktan çok gider.’ Ve bu, oldukça işlevsel bir kuraldır savaşlarda.
Ölenin dini, dili, ırkı ve ölme sebepleri beni her ne kadar ilgilendiriyorsa öldürenin de dini, dili, ırkı ve öldürme sebepleri de işte beni o kadar ilgilendiriyor.
Olaylara sizler gibi bakamıyorum ben, bunun için üzgünüm.
Keşke birçokları gibi elimde bayrak sokaklarda öyle ya da böyle bir tarafın yanında, gözümde yaşlarla, isyan yürüyüşlerine katılabilseydim. Ancak yapamıyorum.
Keşke iki parmağım havada “Peace” diyebilseydim rengârenk hayat ve kıyafetler içinde…
Ama üzgünüm…
Olmuyor benden o…
Kendimi sirkin ortasındaki cambaz, saray salonundaki soytarı gibi hissederim böyle bir durumda… Cambaz ve soytarılarla bir alıp veremediğim yok sadece anatomik ve psikolojik olarak bana uymaz…
Çünkü biliyorum, sebepleri biliyorum, çıkış noktalarını, ilerleme aşamalarını ve bir sonraki adımda neler olacağını biliyorum ve sanırım bu “bilgi” beni zehirleyerek o gelişmemiş duygusallıktan uzaklaştırıyor.
Suçlu muyum?
Bilemem…
Ama pek “hümanist” olmadığım doğrudur bu konuda…
İtiraz edecek değilim.
Yeryüzünün içinden geçen bir türün nesini savunayım bilemiyorum?
Ama belki yeterince hatta bir insanın hayatında görmemesi gerekenden daha fazla savaş gördüğüm için sizler gibi bakamıyorumdur bu olaya…
Yeterince!
Ne kadar?
Yeterince…
Kime göre?
Yeterince işte…
Çocuklar ölüyor, kadınlar ölüyor, hamileler ölüyor, yaşlılar ölüyor, insanlar ölüyor yahu!
Hastaneler patlıyor, ibadethaneler yıkılıyor!
Hayatlar sönüyor, canlar yanıyor, yürekler kanıyor.
Evet, doğru bunlar oluyor ancak omlet yapmak için de yumurtaları kırman gerekir.
‘Ve zaferin mayası kandır!’ Eğer ona sahip olmak istiyorsan o bir şekilde akmalıdır.
Bu ister çocuktan, ister askerden, isterse bir ihtiyardan…
Olaya böyle bakıyorum ve evet, bu pek uygun değil. Ancak eski bir asker olarak olaya baktığımda ise çok uygun…
Bir savaş varsa bunlar muhakkak ki olacak…
Amaç bu değil mi zaten tüm bu karnavalda, gürültü-patırtıda ve partide?
Özellikle sizlerin popülist – arabesk duygularınıza göre çok yanlış bir idea bu ama bana göre olay tam olarak da böyle işte…
Üzgünüm, gerçek bu…
Canınız yanıyor bu kelimelerden ama bu pek umurumda değil doğrusu… Çünkü olan bu…
“Tamam, savaşalım. Ama kimse ölmesin, kimsenin canı yanmasın hatta hiç kan akmasın… Olur mu?”
Bilmem siz söyleyin, böyle bir şey olur mu?
Siz birilerinin üstüne roket yağdırırsanız ve o roketler gökte salına salına giderken zafer naraları atıyorsanız yarın birileri de sizin üzerinizde o naraları atar.
Bu “Etki her zaman tepkiyi doğurur” teorisine göre doğanın kuralıdır ki savaşla zerre ilgisi yoktur bunun.
Siz eğer insanların ülkesine ittire ittire girdiyseniz ve artık orada söz sahibi olmaya başladıysanız birileri de bunu yapar.
Ne bekliyordunuz?
Boynunuza Havai çiçeklerinden bir kolye takıp “Hoş geldiniz” şarkıları mı?
Siz düşman adayınızın dibine, o düşmanın daha da büyük düşmanlarına “Buyurun gelin” derseniz o düşman adayınız birden en azılı düşmanınız oluverir…
Siz sadece istemediğiniz adam, komşu ülkenin başında diye o ülkeyi ilhak etmeye kalkarsanız o da kendince önlemler alır.
Bu da çok normaldir.
Ve tüm bunlardan sonra; “Lütfen durun! Durdurun bunu! Canımız yanıyor! Kanımız akıyor” derseniz, benim gibi bir adam çıkar ve “Bana ne kardeşim?” der, oturup koltuğuna, rakısını içmeye devam eder…
Evet, savaş iyi bir şey değildir ve zaruri olmadığı sürece cinayettir ancak bunu en iyi “ölüler” bilir ve onların bildiklerini ise yaşayanlar asla bilemez. Ancak öğrenmek için de tecrübe etmek ilkel canlılara ait bir alışkanlıktır.
Düşünmeli insanoğlu, basit düşünmeli öyle çok tefarik olmasına gerek yok.
Basitçe düşünmeli, “Evet, ben bunu yaparım. Yapabilir miyim? Tabii ki ve muhakkak yaparım… Ya sonra?” işte burada ‘Ya sonra’nın arkasından gelenler kurbağayı ürkütüp kaçırmaya yetmeyecekse o taşı atmamalı.
Bunun için kurmay olmaya gerek yok; birazcık düşünse yeter, yetecek.
Sonra?
“Yandım Allah… Yetişin a dostlar… Havar havar…”
Peki…
Yani sen şunu istiyorsun; “Ben yanıyorum gel sen de yan…”, “Neden?”, “Eee dost değil miyiz?”, “Arkadaşım iyi de hurmaları yerken bana sordun mu? Gel beraber yiyelim dedin mi? Yok… Şimdi? Gel beraber yanalım… Niye?”, “Eee dost–kardeş değil miyiz?”, “Öyle miyiz? Hurma yerken başkalarını çağırıyordun ama?” Ali Koç’un dediği gibi; “Eee, şey, kem-küm, ıbık-zıbık…”
Yine Ali Koç’un dediği gibi; “Olmaz! Olmaz böyle şey…”
Savaşın doğasında bunlar var.
Olanlar ise çiçekler – böcekler – türküler ve danslar değil…
Kan, acı ve gözyaşı var.
Eğer bunları kaldıracak ruh ve beden ve o bedende yeterli organın yoksa hiç çıkmayacaksın bu yola.
O yola çıkarken de “Dostlarına” güvenmeyeceksin.
Bir anda dönüverirler gaz için, hava için, odun için öylece kalırsın ortalıkta… Örneği biraz yukarımızda / kuzeyimizde mevcut…
“Biraz empati yap bire zındık! Senin ülkende çocuklar bombalarla ölse sen ne yapardın?”
Ben empatimi yüz yıl önce yaptım efendiler. Çocuklar da öldü, ihtiyarlar da deşildi, kadınlarımız tecavüze de uğradı. Ve artık sıramı saldım.
Dediğim gibi yeterince savaş gördüm…
Ben o yollardan geçtim hem de çok zor geçtim, başıkabak ayağı çıplak halde üstelik. Hala da geçiyorum. Hala da kanım akıyor ama siz o kan akarken fıkralar anlatıp, kahkahalarla gülüyordunuz kürsülerde…
Şimdi?
“İnsanlık suçu…”
Peki…
Yani…
Bilemiyorum ama…
Bence öyle değil be!..
“Etki oluşturuyorsun ve tepkiyi yiyorsun!..”
“İnsanlık Suçu”ndan çok “Doğanın Kuralı” bu…
Katlanmak da senin görevin, benim, onun, şunların ya da bizim değil, senin!
Ha katlanacak yerin yoksa!..
Bilemedim şimdi…
Eğer böyle demiyorsan o zaman sen şunu diyorsun; “Ben roketi basayım üstlerine… Ve onlar da ‘Eyvah, biz ettik sen etme Ağam’ deyip toplayıp çantayı çekip gitsinler…”
Öyle mi?
“Ben anlaşayım onların düşmanlarıyla ve onlar geldiğinde de ‘Eee ne var ya bunda?’ diyeyim” ya da “Ben bu liderinizi istemiyorum işte bunu lider yapın” diyeyim” ve onlar da “Tamam, ne demek? Hemen…” desinler diyorsun…
Öyle mi?
Tabii, ne güzel!..
Bu istediklerin, çizgi filmlerde bile olmuyor, ördeğin kuyruğundan tüy koparınca o ördek bile üstüne ACME yapımı silahlarla geliyor…
Tavşanın yuvasını yıkınca tavşan bile dinamitle uçuruyor evini, üstelik sen içindeyken…
Sen hangi dünyada yaşıyorsun?
“Ama onlar bizi çok üzdü…”
Evet, haklısın.
Öyle…
Ama…
Aması var bir de; en temeline inelim mi?
Suçlu mu var ortada yoksa yanlış mı var?
Bakalım mı oralara?
Evet, tahmin ettim tam olarak böyle bir cevap vereceğini…
Dedem, rahmetli, Köy Enstitülü, Emekli Öğretmen Mehmet Yıldız’ın çok güzel bir sözü vardı, hiç unutmam; “Evlat, ben kimsenin kapısını tekmelemedim, kimse de gelip benim kapımı tekmelemez…”
Ha ille de gelip tekmeliyorsa kusura bakmasın bir tane mavzerim var yastık altında, içinde de bir yağlı kurşun… Bünyesi de kurşun eksikliği çekiyorsa zağar gelip tekmeyi basmıştır kapıma…
Efendiler, dediğim o ki; savaşlarda, mazlum – gaddar, ezen – ezilen, soykırım – suç, dost – düşman ayrımı olmaz.
Savaşlarda olan sadece; kan – ter ve gözyaşıdır.
Ve bunun sebepleri ya da suçluları yoktur.
Bunun “yanlışları - hataları” vardır.
Haklı olanı, haksız olanı aramak aptallığın dik alasıdır. Her iki taraf da haksız ve/veya haklıdır. Çünkü bunun adı savaştır.
Ve ortadan olan tek şey; Acıdır… Bunu kucaklayamayacak olan da bir zahmet girmemelidir…
.
Serkan Yıldız, dikGAZETE.com
“Zaruri olmadıkça savaş bir cinayettir” demiş bundan yıllar önce hatta belki de bir yüzyıl önce Mustafa Kemal. Haklılığını dün gördük, bugün görüyoruz ve korkarım ki yarın da görmeye devam edeceğiz.
Bugün önümüzdeki iki örneğe bakınca bu sözün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha teyit ediyoruz. “Rusya & Ukrayna” ve “İsrail & Filistin” örneklerinde olduğu gibi…
Ancak olan olmuş, ilk tetik çekilmiş ve ilk kan akmıştır. Kimlerden, hangi sebeple, nasıl aktığının üzerinde durmadan sonuca bakıldığında bu gerçekleşmiştir. Ve savaş, kan ve gözyaşına gebeyken artık çocuk doğmuştur.
Durdurmak, önüne geçmek, barış için bayrak sallamak çok moda ve popüler olsa da ne yazık ki bana pek gerçekçi gelmemektedir bu tip romantik çıkışlar.
Böyle bir şey olmayacağı çok nettir çünkü. Birkaç zibidi, kendi ülkelerinin güvenli ve konforlu sokaklarında yürüdü diye tonlarca para harcanan bu sektör durmaz. Kendi yürüdükleri sokakların sahibi olan efendiler istemez bir kere bunu…
Diğer yandan saldıranlar da savunanlar da bunu istememektedir.
Mazlum yoktur, masum yoktur sadece ‘sonuç’ vardır. Ezilen, yok edilen, soykırıma uğrayan da yoktur ‘sebep’ vardır. Güçlü yoktur, ezen yoktur, ‘ne kadar çoksan o kadar kaybedersin’ kuralı vardır yani ‘Azdan az, çoktan çok gider.’ Ve bu, oldukça işlevsel bir kuraldır savaşlarda.
Ölenin dini, dili, ırkı ve ölme sebepleri beni her ne kadar ilgilendiriyorsa öldürenin de dini, dili, ırkı ve öldürme sebepleri de işte beni o kadar ilgilendiriyor.
Olaylara sizler gibi bakamıyorum ben, bunun için üzgünüm.
Keşke birçokları gibi elimde bayrak sokaklarda öyle ya da böyle bir tarafın yanında, gözümde yaşlarla, isyan yürüyüşlerine katılabilseydim. Ancak yapamıyorum.
Keşke iki parmağım havada “Peace” diyebilseydim rengârenk hayat ve kıyafetler içinde…
Ama üzgünüm…
Olmuyor benden o…
Kendimi sirkin ortasındaki cambaz, saray salonundaki soytarı gibi hissederim böyle bir durumda… Cambaz ve soytarılarla bir alıp veremediğim yok sadece anatomik ve psikolojik olarak bana uymaz…
Çünkü biliyorum, sebepleri biliyorum, çıkış noktalarını, ilerleme aşamalarını ve bir sonraki adımda neler olacağını biliyorum ve sanırım bu “bilgi” beni zehirleyerek o gelişmemiş duygusallıktan uzaklaştırıyor.
Suçlu muyum?
Bilemem…
Ama pek “hümanist” olmadığım doğrudur bu konuda…
İtiraz edecek değilim.
Yeryüzünün içinden geçen bir türün nesini savunayım bilemiyorum?
Ama belki yeterince hatta bir insanın hayatında görmemesi gerekenden daha fazla savaş gördüğüm için sizler gibi bakamıyorumdur bu olaya…
Yeterince!
Ne kadar?
Yeterince…
Kime göre?
Yeterince işte…
Çocuklar ölüyor, kadınlar ölüyor, hamileler ölüyor, yaşlılar ölüyor, insanlar ölüyor yahu!
Hastaneler patlıyor, ibadethaneler yıkılıyor!
Hayatlar sönüyor, canlar yanıyor, yürekler kanıyor.
Evet, doğru bunlar oluyor ancak omlet yapmak için de yumurtaları kırman gerekir.
‘Ve zaferin mayası kandır!’ Eğer ona sahip olmak istiyorsan o bir şekilde akmalıdır.
Bu ister çocuktan, ister askerden, isterse bir ihtiyardan…
Olaya böyle bakıyorum ve evet, bu pek uygun değil. Ancak eski bir asker olarak olaya baktığımda ise çok uygun…
Bir savaş varsa bunlar muhakkak ki olacak…
Amaç bu değil mi zaten tüm bu karnavalda, gürültü-patırtıda ve partide?
Özellikle sizlerin popülist – arabesk duygularınıza göre çok yanlış bir idea bu ama bana göre olay tam olarak da böyle işte…
Üzgünüm, gerçek bu…
Canınız yanıyor bu kelimelerden ama bu pek umurumda değil doğrusu… Çünkü olan bu…
“Tamam, savaşalım. Ama kimse ölmesin, kimsenin canı yanmasın hatta hiç kan akmasın… Olur mu?”
Bilmem siz söyleyin, böyle bir şey olur mu?
Siz birilerinin üstüne roket yağdırırsanız ve o roketler gökte salına salına giderken zafer naraları atıyorsanız yarın birileri de sizin üzerinizde o naraları atar.
Bu “Etki her zaman tepkiyi doğurur” teorisine göre doğanın kuralıdır ki savaşla zerre ilgisi yoktur bunun.
Siz eğer insanların ülkesine ittire ittire girdiyseniz ve artık orada söz sahibi olmaya başladıysanız birileri de bunu yapar.
Ne bekliyordunuz?
Boynunuza Havai çiçeklerinden bir kolye takıp “Hoş geldiniz” şarkıları mı?
Siz düşman adayınızın dibine, o düşmanın daha da büyük düşmanlarına “Buyurun gelin” derseniz o düşman adayınız birden en azılı düşmanınız oluverir…
Siz sadece istemediğiniz adam, komşu ülkenin başında diye o ülkeyi ilhak etmeye kalkarsanız o da kendince önlemler alır.
Bu da çok normaldir.
Ve tüm bunlardan sonra; “Lütfen durun! Durdurun bunu! Canımız yanıyor! Kanımız akıyor” derseniz, benim gibi bir adam çıkar ve “Bana ne kardeşim?” der, oturup koltuğuna, rakısını içmeye devam eder…
Evet, savaş iyi bir şey değildir ve zaruri olmadığı sürece cinayettir ancak bunu en iyi “ölüler” bilir ve onların bildiklerini ise yaşayanlar asla bilemez. Ancak öğrenmek için de tecrübe etmek ilkel canlılara ait bir alışkanlıktır.
Düşünmeli insanoğlu, basit düşünmeli öyle çok tefarik olmasına gerek yok.
Basitçe düşünmeli, “Evet, ben bunu yaparım. Yapabilir miyim? Tabii ki ve muhakkak yaparım… Ya sonra?” işte burada ‘Ya sonra’nın arkasından gelenler kurbağayı ürkütüp kaçırmaya yetmeyecekse o taşı atmamalı.
Bunun için kurmay olmaya gerek yok; birazcık düşünse yeter, yetecek.
Sonra?
“Yandım Allah… Yetişin a dostlar… Havar havar…”
Peki…
Yani sen şunu istiyorsun; “Ben yanıyorum gel sen de yan…”, “Neden?”, “Eee dost değil miyiz?”, “Arkadaşım iyi de hurmaları yerken bana sordun mu? Gel beraber yiyelim dedin mi? Yok… Şimdi? Gel beraber yanalım… Niye?”, “Eee dost–kardeş değil miyiz?”, “Öyle miyiz? Hurma yerken başkalarını çağırıyordun ama?” Ali Koç’un dediği gibi; “Eee, şey, kem-küm, ıbık-zıbık…”
Yine Ali Koç’un dediği gibi; “Olmaz! Olmaz böyle şey…”
Savaşın doğasında bunlar var.
Olanlar ise çiçekler – böcekler – türküler ve danslar değil…
Kan, acı ve gözyaşı var.
Eğer bunları kaldıracak ruh ve beden ve o bedende yeterli organın yoksa hiç çıkmayacaksın bu yola.
O yola çıkarken de “Dostlarına” güvenmeyeceksin.
Bir anda dönüverirler gaz için, hava için, odun için öylece kalırsın ortalıkta… Örneği biraz yukarımızda / kuzeyimizde mevcut…
“Biraz empati yap bire zındık! Senin ülkende çocuklar bombalarla ölse sen ne yapardın?”
Ben empatimi yüz yıl önce yaptım efendiler. Çocuklar da öldü, ihtiyarlar da deşildi, kadınlarımız tecavüze de uğradı. Ve artık sıramı saldım.
Dediğim gibi yeterince savaş gördüm…
Ben o yollardan geçtim hem de çok zor geçtim, başıkabak ayağı çıplak halde üstelik. Hala da geçiyorum. Hala da kanım akıyor ama siz o kan akarken fıkralar anlatıp, kahkahalarla gülüyordunuz kürsülerde…
Şimdi?
“İnsanlık suçu…”
Peki…
Yani…
Bilemiyorum ama…
Bence öyle değil be!..
“Etki oluşturuyorsun ve tepkiyi yiyorsun!..”
“İnsanlık Suçu”ndan çok “Doğanın Kuralı” bu…
Katlanmak da senin görevin, benim, onun, şunların ya da bizim değil, senin!
Ha katlanacak yerin yoksa!..
Bilemedim şimdi…
Eğer böyle demiyorsan o zaman sen şunu diyorsun; “Ben roketi basayım üstlerine… Ve onlar da ‘Eyvah, biz ettik sen etme Ağam’ deyip toplayıp çantayı çekip gitsinler…”
Öyle mi?
“Ben anlaşayım onların düşmanlarıyla ve onlar geldiğinde de ‘Eee ne var ya bunda?’ diyeyim” ya da “Ben bu liderinizi istemiyorum işte bunu lider yapın” diyeyim” ve onlar da “Tamam, ne demek? Hemen…” desinler diyorsun…
Öyle mi?
Tabii, ne güzel!..
Bu istediklerin, çizgi filmlerde bile olmuyor, ördeğin kuyruğundan tüy koparınca o ördek bile üstüne ACME yapımı silahlarla geliyor…
Tavşanın yuvasını yıkınca tavşan bile dinamitle uçuruyor evini, üstelik sen içindeyken…
Sen hangi dünyada yaşıyorsun?
“Ama onlar bizi çok üzdü…”
Evet, haklısın.
Öyle…
Ama…
Aması var bir de; en temeline inelim mi?
Suçlu mu var ortada yoksa yanlış mı var?
Bakalım mı oralara?
Evet, tahmin ettim tam olarak böyle bir cevap vereceğini…
Dedem, rahmetli, Köy Enstitülü, Emekli Öğretmen Mehmet Yıldız’ın çok güzel bir sözü vardı, hiç unutmam; “Evlat, ben kimsenin kapısını tekmelemedim, kimse de gelip benim kapımı tekmelemez…”
Ha ille de gelip tekmeliyorsa kusura bakmasın bir tane mavzerim var yastık altında, içinde de bir yağlı kurşun… Bünyesi de kurşun eksikliği çekiyorsa zağar gelip tekmeyi basmıştır kapıma…
Efendiler, dediğim o ki; savaşlarda, mazlum – gaddar, ezen – ezilen, soykırım – suç, dost – düşman ayrımı olmaz.
Savaşlarda olan sadece; kan – ter ve gözyaşıdır.
Ve bunun sebepleri ya da suçluları yoktur.
Bunun “yanlışları - hataları” vardır.
Haklı olanı, haksız olanı aramak aptallığın dik alasıdır. Her iki taraf da haksız ve/veya haklıdır. Çünkü bunun adı savaştır.
Ve ortadan olan tek şey; Acıdır… Bunu kucaklayamayacak olan da bir zahmet girmemelidir…