Sûr-i İsrafil / Zeitgeist analogu

Sûr-i İsrafil / Zeitgeist analogu

J. G. Herder’in kavramlaştırdığı “Zeitgeist”ı, belirli bir kültürün, belirli bir zaman diliminde ürettiği düşünce doğrultusunda, pratik yaşama uygulanışı olarak tanımlayabiliriz. Adalet, yönetim, özgürlük, eşitlik, bireysellik vb. insanları yakından ilgilendiren bu gibi konuların, ölçüsünü filozofların öğretileri temel kabul edilerek, onların kalıplarına uyum göstermedir.

Türkçeye yapılan çeviri, ‘zamanın ruhu’ kelime karşılığı olmasına rağmen, güzel ve edebi bir terkiptir, bu bakımdan gerçek anlamı dışında anlam yükleyerek kavramsallaştırma, Türkçe düşünce ve fikir üretme açısından yararlı olacağı kanısındayım.

İki değişik akımdan birisini tercih etmek gerektiğinde; kazananlar tarafında olma şansı, doğruya oynama, riskli hale gelir. Fakat tercihin doğru tarafta olmasını sağlamak gene insanın elinde şekil alabilecek tarzda yönetilmesi ile olasılık yükselir. Komünizm ve kapitalizmin çağın ruhları olma adayları olduklarında, tercihlerin değişkenliğiyle üreyen toplumsal yapılanmalar, kendi haklılıklarına inanıyor, çağın ruhunu yakaladıkları inancı taşıyorlardı.

Zeitgeist tercüme edildiğinde zamanın ruhu (etkileyicisi, belirleyicisi) anlamına geldiği halde, belli bir zaman periyodu olduğu açıktır. Bu sebepten çağın belirleyicisi demek daha doğru olacaktır. Yaşanan zamanın idraki olarak tanımlamak yanlış değildir.

Çağın ruhunu anlamak bir çağrıdır. Bir teslimiyet ve icabet anlamı taşır. Çağın ruhunu kavrayamayan; bu anlayışa göre ters yöne hareketiyle zarar edenler safında yer alır. 

Her yeni Çağın ruhu olmaya namzet çağrı; bir bakıma medeniyet ilmiklerinden biri olma iddiası taşırken yıkıcı bir etkisi de söz konusudur. Geleneksel anlayışı silerek yerine geçmek ister; aksi halde yeninin eski üzerine bina edilmesi hem labil hem de gereksiz zaman kaybı demektir ve bu çağın ruhu değil, çağ ruhunun sürdürülmesi anlamındadır. Çağa üfürülen ruhu solumak Zeitgeist’ı yakalamak demektir.

Ve tarih oluşur bu sayede… Medeniyet tarihi… Bu davete uyanlar, oluşturmuş oldukları kültürleriyle medeniyet tarihine katkı yaparken; belirlenen medeniyetin yol almasına, belirleyici olmasına hem kendi emeklerini sunmuş hem de diğer taraftan, daha başka bir kültürün yürüme olasılığının önüne geçmiş olurlar ve bu bir bakıma çağın ruhunu o yöne evirmiş olma anlamı taşır.

Başka bir daveti Sezai Karakoç’tan duyarız… Kendi dağına çağırır. Bu “dağın ne içinde ne de dışında” olduğumuzu anlatır, belki dağın ta kendisiyiz!

Zetgeist, burada tüm zamanların ruhu anlamındadır, zamanın kuşatılmışlığı; belki de başka bir zaman bulunmayışını haber verir. Değişim ve dönüşüm, kendi dünyasıyla dış dünyalarda derinleşmek, bütünleşme ilişkisi kurarken, sanki zamanın ruhu değişmeyen sabit parametredir. 

Sonsuzluk korkusu, apokalipse ürpertisinin açmış olduğu pencereden, diriliş muştuları verilmek istenen karşı duruş olmaktan çok, Karakoç tarafından, kavramanın tamamlayıcısı (komplementer) olarak algılanır. Sisifos’a verilen ceza burada anlam değişikliğine uğrar, her zaman tekrarlanan ceza değil diriliş olur; tümden yok olunduktan sonra varılan son durak anlamı taşımaz. Bu çağrı, dağın kendini görebilmesi fırsatı doğurur. İsrafil Sûr’unu hiç susturmamıştır aslında, duyabilen kulaklar onu duyarlar.

Herder’in Zeitgeist anlayışı zamansal etkileşimlere işaret ederken; Karakoç, hep var olduğuna inandığı değişmeyen ruh yapısının şuur ve şuursuzluk hali olarak tanımlar. Daha yakından bakıldığında; Batı-Doğu kültür oluşumundaki temel ayrışımlar, kavramlaştırma metodolojisinde kullanılan araçlarla tespit etmek mümkünleşir.

Karakoç’un Zeitgeist anlayışı Batı’dan sadece ayrılmaz, Doğu öğretilerini de içinde taşır, buna Zen Budizm’in ‘koan’ düşünce sistemine yakınlığında, Piramitlerin anlamında buluruz.   

Zeitgeist zamana yorumlandığında, yeri geldikçe bir tuğlanın daha örülmesini sağlamaktır. Bitmeyen, süre giden ve devam edilen prosedüel medeniyet tasavvurunda parçaların yerleştirilmesi ile planlanan insan zekasının inşaat sanatıdır. 

Bu anlamda Zeitgeist, kendine yaptığı daveti aşan nitelik kazanarak mutlaklaşır, ondan kaçılmaz. Zeitgeist’ın normatif-epistemolojik yapısı ile yaşamın belirleyicisi konumu alması, zamana ve insana hükmeden mefhum olma gayretinden ayrı düşünülemez. Her yol göstericinin (burada: Zeitgeist) birincil önceliği hükmetme insiyakından kaynaklandığı göz önünde bulundurulduğunda, başlangıcının bir grup katılımcının uyum göstermeleri ile tamamlanan lokal, kapalı ve içe dönük bir proses olduğu anlaşılır. Bu yüzden küresel iddiası zamanla gerçekleşebilecek, hatta birden çok fikrin aynı yer ve zamanda neşet etmesiyle tercihe zorlayacak ileriye, yani çağını aşabilen genuine dönüşmesi muhtemeldir.

Zeitgeist sürekli kendini yenilerken, geçmişte kalanların üstüne inşa edilebilir yatay ve dikey gidişat göstermesi, lineal (ilerleyici) iz takip etmesi zorunluluğundan ve sorumluluğundan kaynaklanır. Zeitgeist, İhtiyaç duyulana cevap arayışı olduğu kadar, ihtiyaç üretme olarak ta okunabilir.

Kökenlerini Antik Yunan kültüründe arayan, kavramlaştırma ve teorileştirme çabalarında keskin rasyonalite metodolojisi kullanan Zeitgeist iddiasındaki düşünceler, kuşkusuz kendi yapısı içerisinde anlaşılabilir. Getirmiş olduğu argümanların yanı sıra yaşanmış ortak tarihi geçmiş, hem dilin müşterek anlamlar içermesine katkıda bulunmuş ve eo ipso kavramlaştırmayı kolaylaştırmış hem de mantıksal çıkarımların dayandığı sorun birlikteliğinin doğal sonucu olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Buna karşın Karakoç’un beslendiği kaynak, sui generis karakteristik yapısı yanında apayrı bir dil, tamamen farklı metafor malzemesi ve rasyonaliteden çok akıl üretiminden oluşur. Bir başka deyişle, normatif-ontolojik karaktere sahip, belirlenmiş olanın çağın diline uygun şekilde tekrar verilmesidir. Rasyonalitenin işlevi ‘yeni’ üretmekten ziyade, ‘mutlak’ı izah etmekle sınırlanmış olduğu görülür. 

Batı düşüncesi, mitolojik Hades bağlantısından kendisini soyutlayarak sistem geliştirirken, ölüm, konuşulmaya gereksinim görünmeden kabul edilmiş gerçekliğe tekabül eder.

Bu bağlamda Karakoç, ölümü kabul etmekle birlikte dirilişin iz sürümünde Mısır Piramitleri, belirtilmeyen uğrak yerlerinden biridir.

Ölümle yaşamın iç içeliğini sergileyen piramitler, yaşamın uzantısı, diğer dünyaya köprü olarak algılanırdı. Piramitler bu anlamda diriliş mekanları, sütunlarıdır. Piramit dirilişi temsil eden simgeler olduklarından, içerisinde başka bir boyutta yaşayan Firavun, diri ve gözetleyici olarak kabul edilirdi. Bu şekliyle ölüme direniş anlamındadır.

Ölümden korku, piramitlerin yükselişini getirirken, ölümü de onun içine gömer, sorunu ötelemeye sürükleyen yapı kazandırır.

Karakoç, diriliş kavramıyla ölümle barışan, korkmayan bir tez sunar. Bu anlaşılıp, şuuruna varıldığında; zamanın ruhunu üfleyen açığa çıkar, diğer ruh üfleyicileri anlamsızlaşır. Sahte Zeitgeist ile gerçek ruh üfleyicisinin ayrışması teleolojisi, Karakoç’un gayretlerini özetlediği gibi; Doğu-Batı düşünce sisteminin sınırlarını belirleme girişimidir.

Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com

J. G. Herder’in kavramlaştırdığı “Zeitgeist”ı, belirli bir kültürün, belirli bir zaman diliminde ürettiği düşünce doğrultusunda, pratik yaşama uygulanışı olarak tanımlayabiliriz. Adalet, yönetim, özgürlük, eşitlik, bireysellik vb. insanları yakından ilgilendiren bu gibi konuların, ölçüsünü filozofların öğretileri temel kabul edilerek, onların kalıplarına uyum göstermedir.

Türkçeye yapılan çeviri, ‘zamanın ruhu’ kelime karşılığı olmasına rağmen, güzel ve edebi bir terkiptir, bu bakımdan gerçek anlamı dışında anlam yükleyerek kavramsallaştırma, Türkçe düşünce ve fikir üretme açısından yararlı olacağı kanısındayım.

İki değişik akımdan birisini tercih etmek gerektiğinde; kazananlar tarafında olma şansı, doğruya oynama, riskli hale gelir. Fakat tercihin doğru tarafta olmasını sağlamak gene insanın elinde şekil alabilecek tarzda yönetilmesi ile olasılık yükselir. Komünizm ve kapitalizmin çağın ruhları olma adayları olduklarında, tercihlerin değişkenliğiyle üreyen toplumsal yapılanmalar, kendi haklılıklarına inanıyor, çağın ruhunu yakaladıkları inancı taşıyorlardı.

Zeitgeist tercüme edildiğinde zamanın ruhu (etkileyicisi, belirleyicisi) anlamına geldiği halde, belli bir zaman periyodu olduğu açıktır. Bu sebepten çağın belirleyicisi demek daha doğru olacaktır. Yaşanan zamanın idraki olarak tanımlamak yanlış değildir.

Çağın ruhunu anlamak bir çağrıdır. Bir teslimiyet ve icabet anlamı taşır. Çağın ruhunu kavrayamayan; bu anlayışa göre ters yöne hareketiyle zarar edenler safında yer alır. 

Her yeni Çağın ruhu olmaya namzet çağrı; bir bakıma medeniyet ilmiklerinden biri olma iddiası taşırken yıkıcı bir etkisi de söz konusudur. Geleneksel anlayışı silerek yerine geçmek ister; aksi halde yeninin eski üzerine bina edilmesi hem labil hem de gereksiz zaman kaybı demektir ve bu çağın ruhu değil, çağ ruhunun sürdürülmesi anlamındadır. Çağa üfürülen ruhu solumak Zeitgeist’ı yakalamak demektir.

Ve tarih oluşur bu sayede… Medeniyet tarihi… Bu davete uyanlar, oluşturmuş oldukları kültürleriyle medeniyet tarihine katkı yaparken; belirlenen medeniyetin yol almasına, belirleyici olmasına hem kendi emeklerini sunmuş hem de diğer taraftan, daha başka bir kültürün yürüme olasılığının önüne geçmiş olurlar ve bu bir bakıma çağın ruhunu o yöne evirmiş olma anlamı taşır.

Başka bir daveti Sezai Karakoç’tan duyarız… Kendi dağına çağırır. Bu “dağın ne içinde ne de dışında” olduğumuzu anlatır, belki dağın ta kendisiyiz!

Zetgeist, burada tüm zamanların ruhu anlamındadır, zamanın kuşatılmışlığı; belki de başka bir zaman bulunmayışını haber verir. Değişim ve dönüşüm, kendi dünyasıyla dış dünyalarda derinleşmek, bütünleşme ilişkisi kurarken, sanki zamanın ruhu değişmeyen sabit parametredir. 

Sonsuzluk korkusu, apokalipse ürpertisinin açmış olduğu pencereden, diriliş muştuları verilmek istenen karşı duruş olmaktan çok, Karakoç tarafından, kavramanın tamamlayıcısı (komplementer) olarak algılanır. Sisifos’a verilen ceza burada anlam değişikliğine uğrar, her zaman tekrarlanan ceza değil diriliş olur; tümden yok olunduktan sonra varılan son durak anlamı taşımaz. Bu çağrı, dağın kendini görebilmesi fırsatı doğurur. İsrafil Sûr’unu hiç susturmamıştır aslında, duyabilen kulaklar onu duyarlar.

Herder’in Zeitgeist anlayışı zamansal etkileşimlere işaret ederken; Karakoç, hep var olduğuna inandığı değişmeyen ruh yapısının şuur ve şuursuzluk hali olarak tanımlar. Daha yakından bakıldığında; Batı-Doğu kültür oluşumundaki temel ayrışımlar, kavramlaştırma metodolojisinde kullanılan araçlarla tespit etmek mümkünleşir.

Karakoç’un Zeitgeist anlayışı Batı’dan sadece ayrılmaz, Doğu öğretilerini de içinde taşır, buna Zen Budizm’in ‘koan’ düşünce sistemine yakınlığında, Piramitlerin anlamında buluruz.   

Zeitgeist zamana yorumlandığında, yeri geldikçe bir tuğlanın daha örülmesini sağlamaktır. Bitmeyen, süre giden ve devam edilen prosedüel medeniyet tasavvurunda parçaların yerleştirilmesi ile planlanan insan zekasının inşaat sanatıdır. 

Bu anlamda Zeitgeist, kendine yaptığı daveti aşan nitelik kazanarak mutlaklaşır, ondan kaçılmaz. Zeitgeist’ın normatif-epistemolojik yapısı ile yaşamın belirleyicisi konumu alması, zamana ve insana hükmeden mefhum olma gayretinden ayrı düşünülemez. Her yol göstericinin (burada: Zeitgeist) birincil önceliği hükmetme insiyakından kaynaklandığı göz önünde bulundurulduğunda, başlangıcının bir grup katılımcının uyum göstermeleri ile tamamlanan lokal, kapalı ve içe dönük bir proses olduğu anlaşılır. Bu yüzden küresel iddiası zamanla gerçekleşebilecek, hatta birden çok fikrin aynı yer ve zamanda neşet etmesiyle tercihe zorlayacak ileriye, yani çağını aşabilen genuine dönüşmesi muhtemeldir.

Zeitgeist sürekli kendini yenilerken, geçmişte kalanların üstüne inşa edilebilir yatay ve dikey gidişat göstermesi, lineal (ilerleyici) iz takip etmesi zorunluluğundan ve sorumluluğundan kaynaklanır. Zeitgeist, İhtiyaç duyulana cevap arayışı olduğu kadar, ihtiyaç üretme olarak ta okunabilir.

Kökenlerini Antik Yunan kültüründe arayan, kavramlaştırma ve teorileştirme çabalarında keskin rasyonalite metodolojisi kullanan Zeitgeist iddiasındaki düşünceler, kuşkusuz kendi yapısı içerisinde anlaşılabilir. Getirmiş olduğu argümanların yanı sıra yaşanmış ortak tarihi geçmiş, hem dilin müşterek anlamlar içermesine katkıda bulunmuş ve eo ipso kavramlaştırmayı kolaylaştırmış hem de mantıksal çıkarımların dayandığı sorun birlikteliğinin doğal sonucu olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Buna karşın Karakoç’un beslendiği kaynak, sui generis karakteristik yapısı yanında apayrı bir dil, tamamen farklı metafor malzemesi ve rasyonaliteden çok akıl üretiminden oluşur. Bir başka deyişle, normatif-ontolojik karaktere sahip, belirlenmiş olanın çağın diline uygun şekilde tekrar verilmesidir. Rasyonalitenin işlevi ‘yeni’ üretmekten ziyade, ‘mutlak’ı izah etmekle sınırlanmış olduğu görülür. 

Batı düşüncesi, mitolojik Hades bağlantısından kendisini soyutlayarak sistem geliştirirken, ölüm, konuşulmaya gereksinim görünmeden kabul edilmiş gerçekliğe tekabül eder.

Bu bağlamda Karakoç, ölümü kabul etmekle birlikte dirilişin iz sürümünde Mısır Piramitleri, belirtilmeyen uğrak yerlerinden biridir.

Ölümle yaşamın iç içeliğini sergileyen piramitler, yaşamın uzantısı, diğer dünyaya köprü olarak algılanırdı. Piramitler bu anlamda diriliş mekanları, sütunlarıdır. Piramit dirilişi temsil eden simgeler olduklarından, içerisinde başka bir boyutta yaşayan Firavun, diri ve gözetleyici olarak kabul edilirdi. Bu şekliyle ölüme direniş anlamındadır.

Ölümden korku, piramitlerin yükselişini getirirken, ölümü de onun içine gömer, sorunu ötelemeye sürükleyen yapı kazandırır.

Karakoç, diriliş kavramıyla ölümle barışan, korkmayan bir tez sunar. Bu anlaşılıp, şuuruna varıldığında; zamanın ruhunu üfleyen açığa çıkar, diğer ruh üfleyicileri anlamsızlaşır. Sahte Zeitgeist ile gerçek ruh üfleyicisinin ayrışması teleolojisi, Karakoç’un gayretlerini özetlediği gibi; Doğu-Batı düşünce sisteminin sınırlarını belirleme girişimidir.

Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com