Thales’in bereketli zeytinleri ve İngilizlerin Göbeklitepe’ye çökme operasyonu! 

Thales’in bereketli zeytinleri ve İngilizlerin Göbeklitepe’ye çökme operasyonu! 

Aydın ilinin Didim ilçesi sınırlarında yer alan antik liman kenti Milet, “Filozofların Şehri” olarak bilinir. “Milet”, Anadolu'nun batısında, Ege bölgesinde Büyük Menderes Nehri’nin hemen ağzına yakın deniz kıyısında bir antik liman şehri.

Thales, bilim tarihinin en ilginç kişiliklerinden. İlkçağ filozoflarından. Hem gökbilimci hem tarımcı. Kendi çağının en ileri tekniklerini değerlendiren zeytin üreticisi;Ziraat mühendisi” de denilebilir. 

Platon (Eflatun)’un öğrencisi Aristoteles, Thales’le ilgili şu bilgiyi verir:

“İnsanlar Thales’e felsefenin (bilimin) kendisini yoksul bir adam olarak bıraktığı için faydasız olduğunu söylüyorlarmış. Thales para kazanmak yerine felsefeyle fazlaca uğraşıp zamanını boşa harcamakla suçlanınca kendini eleştirenleri şaşırtmaya karar verir.

Fakat o, yıldızlar hakkındaki bilgisine dayanarak o yıl iyi bir zeytin ürünü alınacağını kestirmiş ve daha kıştan küçük bir sermaye toplayıp onunla Milet ve Khios (Sakız) civarındaki tüm yağ preslerine kaparo vererek hepsini kiralamak için öncelik hakkı sağlar.

Başka rakibi olmadığı için de bu ona pek ucuza gelmiş. Sonra, zeytin toplama zamanında yağ preslerine büyük bir talep olunca, Thales bunları canının istediği fiyata kiralamış. Böylece bir sürü para kazanmış ve filozofların (bilimcilerin) isterlerse kolay zengin olacaklarını, fakat yaşamdaki amaçlarının bu olmadığını göstermiş” 

Zeytin Anadolu’ya özgü endemik bir bitkidir!

Endemik” terimi; yeryüzünün yalnızca belirli bölgelerinde yayılış gösteren (yaşam alanı belirli bir bölgeyle sınırlı) canlı tür ya da cinsleri tanımlamak için kullanılıyor. Ancak “Zeytin”in endemik özelliği biraz tersinden.

Malûm endemikler, iklim değişmelerinde ve izolasyon koşullarında oluşuyor. Daha önce geniş alanlara yayılmış bir tür, iklim değişimi sonucu, ekolojik özelliklerine uygun belli bir yere çekilerek yaşamını sürdürmeye başlıyor.

Endemik”; yerli, o yere ait anlamında. Endemizm, bir bitki türünün o yere ait olması durumu. Buna göre bir bitki, sınırları belli dar bir alanda yayılış gösterirse o bitkiye “endemik bitki” deniliyor. 

Bu anlamda Zeytin, Anadolu orjinli ve Anadolu florasından bir bitki.

Zeytin, Akdeniz ülkelerinde ekonomik olarak tarımı yapılabilen uzun ömürlü, yaklaşık 2000 yıl kadar yaşayabilen bir bitki türü. 

Botanikçiler; zeytin ağaçları polenlerinin, uygarlıkların beşiği Anadolu’dan batıya doğru yolculuğuna başlayıp kuzey Afrika ve İspanya’dan Ege’ye, Adalar’a, Yunanistan’a yayıldığını söylüyor. 

Zeytin ağacının ilk geliştiği ve diğer bölgelere yayıldığı yer; Anadolu'nun Kahramanmaraş, Hatay ve Mardin üçgeni. Zeytin ilk kez Doğu Akdeniz’de Kalkolitik Çağlar’da yetiştirildi.

Orta ve Geç Tunç Çağlar’da ise tüm Levant’da, Anadolu, Girit ve Kıbrıs’da zeytin yetiştiriciliği ve zeytinyağı üretimi yaygınlaştı.

Zeytin ağacının denizcilik yolu ile İ.Ö. 3000 yıllarında Kıbrıs ve Girit’e, İ.Ö. 2000’lerde Ege adaları ve kıyılarına, İ.Ö. 1000’li yıllarda da İtalya’ya ulaştığı sanılıyor. 

Anadolu’da Zeytin tarımı Göbeklitepe tapınağının inşa edildiği döneme uzanır. Zeytin, milattan on bin yıl önce Doğu Akdeniz havzasının doğal bitki örtüsü olarak yayıldı. Bu tarih, Göbeklitepe’nin inşa edildiği dönemi kapsıyor.

Göbeklitepe’de bulunan kalıntılardan ilk tarımın da burada yapıldığı anlaşılıyor. Nitekim 68 buğday çeşidinin karşılaştırıldığı araştırmalarda tüm tahılların kökeninin Karacadağ eteklerinde günümüzde de halen yetişen yabani buğday bitkisi olduğu belirlendi.

12 bin yıl önce taş devrinde insanlar, Türkiye, Suriye, Irak ve İran sınır bölgesinde avcılıkla yaşıyordu. Daha sonra insanlar burada yerleşti ve toprağı işleyince uygarlık gelişti.

En yüksek medeniyet burada oluştu. Göbeklitepe’de bulunan en eski tapınaklar bunun kanıtı. 

Göçebe halinde ve avcılıkla yaşayan insanlar da ilk kez burada av silahlarını bırakıp toprağı işlemeye ve yerleşik hayata geçti.

Bitkileri ıslah eden, hayvanları evcilleştiren onlardan yararlanmaya başlayan insanlar; toprak, taş ve ahşap malzeme kullanarak barınak, topraktan çömlek yapmayı ve kendi yetiştirdiği bitkilerden beslenmeyi burada öğrendiler.

Göbeklitepe’de PPNB (Çanak Çömleksiz Neolitik B) dönemine tarihlenen çalışma alanında bulunan ve 160 litreye kadar kapasiteye sahip altı kabın içinde gri-siyah yapışkan kalıntı izleri bulundu. 

Bu kireçtaşı kaplar üzerine yapılan kimyasal analizlerin ilk sonuçlarında, gri-siyah yapışkan izlerin, tahılın ıslatılması, öğütülmesi ve fermantasyonu sırasında ortaya çıkan kalsiyum oksalat içerdiği ortaya kondu.

En erken ıslah edilmiş tahıllara ev sahipliği yapan Karacadağ’ın Göbeklitepe’ye oldukça yakın olması da önemli bir detay.  

Tarih Sümerle başlar” diye boşuna söylenmemiş. Hititler ve Samiler tarih sahnesine çıkmadan binlerce yıl önce tarımla uğraşan bir millet olan “proTürkSümerler; bataklıkları kurutup tarım alanlarını çoğaltarak Mezopotamya topraklarını verimli hale getirmişlerdi.

Göbeklitepe’yi inşa eden kavimlerden miras kalan zeytini öğrenen Sümerler ıslah ederek iklim ve toprak yapısına uyum gösterdiği tarım arazilerinde çoğalttılar.

Doğu Akdeniz’de doğal varlığını binlerce yıldır sürdüren Olea Europea Oleaster ağacı yani kısacası Zeytin; 6000 yıl önce Ön Asya (Küçük Asya)’da Anadolu topraklarında ehlileştirildi. 

Zeytin ne İbranice ne Arapça, özbeöz Türkçe…

Tarih boyunca farklı nedenlerle kavimler göçü yaşandı. Bazı tarihçiler; Ön-Türkler’in milattan önce 8000’lerden itibaren, iklim şartları ve kuraklık nedeniyle Orta Asya’dan Anadolu’ya, oradan da Avrupa’ya göç ettiklerini, bu çerçevede Sümerler, Truvalılar ve Etrüskler’in  Ön-Türkler’den olduklarını ileri sürüyor.

Neden ?

Çiviyazılı tabletlerin çözülmeye başlamasından itibaren bir kısım bilim adamları Sümer dilinin, Ural-Altay dillerine benzediğini, Sumerlerin, Orta Asya’dan gelmiş olabileceklerini iddia ettiler. Soyu, Hazar Musevileri’ne uzanan Sümerolog Samuel Noah Kramer (İsmail Nuh Karamer)’de; Sümer dilinin Türk diline benzediğini söylemişti. 

Tıbbi ve aromatik bitkilerin tarihçesi, insanlık tarihi kadar eski. M.Ö. 5000-3000 arası yaşayan Sümerler ve Asurlular ve Hititler bu bitkileri kullanmışlardı. Tıpkı “Zeytin” adlandırmasının Samiler’le ilgisi olmadığı gibi ehlileştirilmesinin de Samiler’le (Yahudi-Arap) falan alakası yok.

Türkçe’yi; batı dillerinden Almanca /Fransızca/ İngilizce’den olduğu gibi doğu dillerinden Farsça/Arapça’dan daha basit daha köksüz gösterme çabalarından kaynaklı küçümseme nedeniyle maalesef Sümerce gibi bir dilin, “önTürkçe” olduğu dikkate alınmadığından, Sümercezeytin” sözcüğü de Sami dil ailesine mâlediliyor. 

Mesela Sami/Arap diline ait olduğu sanılan “Adem” sözü Ön-Türkçe’dir.  Sümerce ‘adam’ sözü “orunma" (yerleşme, oturma) demektir. Nitekim bazı dilbilimciler ArapçaAdem” kelimesinin, "iç düzey- iç katman" anlamlarını içeren Arabça "Edim" kelimesinden geldiğini belirtir. Sümerce "Adam" sözcüğü, Arapça’ya “Dünyaya ilk yerleşen” anlamına gelen “Adem” olarak geçmiştir.

Sadece Adam/Adem mi?

Arapça olduğu sanılan “nur” (ışık) sözcüğü dahi Sümerce ışık anlamına gelen ‘nurum’ sözünden mirastır. 

Yine Nuh Tufanı’nın anlatıldığı Hud sûresi 40. Âyet’te geçen “Nihayet emrimiz geldiği ve tennur (tandır) tutuşup kaynadığı zaman dedik ki”  ifadesinde yer alan “Tennur" günümüz Türkiye’sinde kırsal kesimde halen kullanılan kapalı ocak, fırındır ve  dilimizde “tandır” olarak kullanılır.  

Tennur/tandır; Sümerce’den Arapça’ya geçen kelimelere bir örnektir. Sümerce’nin Sami dil grubunu ve Arapça’yı ne denli etkilediğini bir örnekle bitirelim. 

Sümerce’de “TAB” ve “TUB” sözü “basmak, ezmek, ele geçirmek” anlamlarına gelir. Sonu bu hecelerle biten sözcükleri hatırlarsanız ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. 

Hatta bugün kullandığımız ve kökenini bilmeyip başka dillerden aldığımızı sandığımız bir çok kelime, terim kavram bile Sümerce’den kalmadır. Kimyon/gamun, harup (keçi boynuzu ağacı)/harub sözlerinden kalmadır. Yol, geçit ya da ot anlamlarına gelen “Harran” yer adlandırmasının Sümerce olması rastlantı mı?  

İnsanlık tarihinde buğday, arpa ve bezelyeden sonra zeytin, evcilleştirilen 4. kuşak bir üründür. Zeytin ağacını ilk kez evcilleştiren ve zeytin yeme ile zeytin yağı kullanma kültürünü yerleştirenler “ön-Türkler”dir.

Sümerler, zeytin ağacına ve zeytine “zirdum” adını vermişler. Bu bitki adlandırması, Sümerler’in ardılı Akadlar’ın diline “serdu” olarak geçer. 

Zirdum’un serüveni burada bitmez. Akadça’da “Serdu” olur. 'zertum' kelimesinin Hititçe zeytin karşılığı sözcük olması da Hititler’den  önce Anadolu’da yaşayan Sümerlerin  etkisidir. 

Akadça’dan da Aramice’ye geçtiğinde “zeytā” olarak telaffuz edilir.

Aramiler’den “Zeytin”i öğrenen Yahudiler, kendi dillerinde İbranice  “Zeyta” derler. Son durak Arapça olur ve Arapça’da ‘zaytūn’a dönüşür.  Arapça “zayt" ise "yağ" demek. 

Sümerce önTürkçe olan “zirdum”, günümüz Türk diline de “zeytin” olarak geri döner. Nereden nereye ve nasıl?

Gılgamış/Gilgameş Destanı’nın esas kişisi, tabletlerin aktardığına göre yöneticisi olduğu kentin bol yağ sahibi olduğunu ve kendisinin de vücuduna yağ sürdüğünden söz eder. 

Ne sürüyordu acaba? Tabiiki “Zir-dum" yani “Zey-tun" yani “Zey-tin". 

Zir/zer/zey sözcüklerin ortak noktası, hayat/can/ruh/doğum/ başlangıç gibi anlamlar içerir. Türkçe -dum- sulu şeyler manasındadır. proTürkçe’nin bir alt ağzı olan Kürtçe’de -Tun- “acı meyve” demektir. Zir-dum/ Zey-tun; acı meyve suyu veya acı meyve yağı gibi anlama sahip.

Zeytin ve Zeybek arasında nasıl bir bağ var?

Hadi zeytin Arapça; Zeybek de mi Arapça? “Zeybek”; Batı Anadolu efesİ. Ege yöresine özgü bir müzik veya oyun türü demek.

Ayrıca merkezi Aydın olmak üzere, Çanakkale’den Aydın’a kadar uzanan Batı Anadolu’da özellikle dağlık yerlerde yaşayan, “iyi savaşçı” olarak tanınan Türkler’e verilen ad. 

Aile kökleri Isparta/Senirkent/Büyükkabaca'ya uzanan Halikarnas Balıkçısı mahlasıyla tanınan Cevat Şakir, halk dilinde geçen çeşitli ad ve kelimelerin “İonia" kökenlerinden geldiğini kanıtlamaya çalışır. 

Örneğin “Zeybek” adı Bakkhos’tan gelmedir (oysa bu, Yunanca adı Dionyssos olan tanrının Latince adı) ve zeybek oyununda yapılan hareketler, atılan ağır adımlar veya yere diz vurmalar, şarap üretmek üzere üzüm ezilirken yapılan hareketlerdir. 

Balıkçı’ya göre, “Obekkos”, “To bekkos”, “İbakkhi” sözleri ile “Zeybek” kelimesi arasında ilgi bulunmaktadır. Bu adlar Batı Anadolu’da tanrı Bakkhos tarikatına ya da dernek ve birliklerine verilen isimlerdir. Grekçe olmayan “Bakkhos” kelimesi hiçbir HintAvrupa dilinden de alınmış değildir.

Çünkü Zeybek; ne İon ne Grek ne Latin ne de Sami dillerinden? Öz be öz Türkçe yahu! Hadi sizi yormayayım Zeybek; hayat sahibi, Zeytin bekçisi, Zeytin çiftçisi demek!

Göbeklitepe endemikleri buğday, dut ve zeytin, volkanik faaliyetler sonucu dünyaya  nasıl yayıldı?

Anadolu coğrafyasının beşte biri sönmüş ve aktif volkanlarla dolu; volkanik araziden oluşur.

Günümüzden 12 bin yıl öncesine kadar dünyanın kuzey yarım küresinde oldukça farklı çevre ve iklim koşulları kapsamında buzul ve buzul arası dönemler yaşanmıştı. 

Ama bu dönemde buzul hareketleri Maraş, Hatay ve Mardin üçgeninin de dahil olduğu Mezopotamya'ya ulaşmamış, bu nedenle de dağların güney eteklerinde, bölgeye ulaşan topluluklar için uygun hayat ortamları oluşmuştu. 

Başlangıçta insanlar ihtiyaçlarını, coğrafi şartların daha uygun olduğu bölgelerde doğal olarak yetişen meyveler, kökler, çeşitli bitkiler ve avladıkları hayvanlardan karşılamışlardı. 

İlk çağlarda Anadolu coğrafyası;  zengin doğal kaynakları, çeşitlilik gösteren doğal bitki örtüsü, elverişli iklim koşulları ve iki ana kıtanın geçiş bölgesinde yer alması ile birçok canlı türü ve insan toplulukları için uygun bir yaşama alanıydı.

Güneydoğu Anadolu’da Şanlıurfa - Diyarbakır illeri arasında geniş yayılım gösteren genellikle bazaltik lav ve piroklastik kayalardan oluşan volkanitler, “Karacadağ volkanitleri” olarak tanımlanmıştır 

Harran Ovası’nın oluşumu, bazı araştırmalara göre Miosen’den itibaren başlamıştır.

Bu araştırmalara göre, Harran Ovası, muhtemelen Miosen’den itibaren Karacadağ volkanik faaliyetlerinin de etkisiyle bir takım faylanma ve çökme olaylarına maruz kalmıştı.

Şanlıurfa şehri ve çevresinde görülen diğer önemli formasyon bazalttır. Bu bazalt formasyonu, esas olarak Karacadağ bazalt formasyonuna dahil edilmektedir.

Karacadağ volkanik faaliyetinin başlangıcını, “Üst Miosen" olarak kabul eden jeologlar olduğu gibi Pliosen sonrası olarak kabul edenler de var. 

Bazalt Pliyosen, yaşlı olarak kabul edilen bazaltlar Birecik'in doğusundaki Arat Dağı’nda, Karadağ'da ve Suruç'un kuzeyinde yer alır. 

Ayrıca Fırat'ın batısındaki alanlarda daha sınırlı mostraları bulunmaktadır. Bazaltlar, tansiyon kırıklarından çıkarak yayılmışlardır. Birecik Suruç arasındaki bölgede geniş bir alan kaplar.

Ancak zaman zaman Urfa Karacadağ ve Adıyaman Nemrud volkanları aktifleşiyor, depremlerin yol açtığı yer sarsıntıları, toprak kaymaları ve yarılmaları, lav püskürtmeleri, iklim değişikliğine neden olmuş  tufan sonrası bölgeye yerleşik insan toplulukları farklı bölgelere doğru yola çıkmıştı.

İngilizler kendilerini önce Hint Avrupa grubuna yamadı, şimdi Anadolu'dan geldikleri iddiasında?

Sömürgeciliğin keşif kolu Oryantalistler; köleleştirmek istedikleri ülke halklarıyla kendi kültür tarihleri üzerinden benzerlik kurmaya çalışırlar ve bunu genellikle filoloji, antropoloji, arkeoloji aracılığıyla yaparlar.

Kim yaptı, nasıl yapıldı pek bilinmiyor ama DNA araştırması sonucu, İngiltere'nin başlıca tarihi anıtlarından Stonehenge'i inşa edenlerin de Anadolu'dan geldikleri tespit edildi.

Londra'da yapılan DNA araştırmasında uzmanlar, İngiltere'de neolitik çağda (M.Ö 800-5500) yaşayanların kalıntılarından alınan DNA örnekleriyle, aynı dönemde Avrupa'da yaşayanların DNA örneklerini karşılaştırdı.

Araştırma sonucu, Britanya Adası'nda neolitik dönemde yerleşik olanların, Anadolu'dan yola çıkıp, İber Yarımadası üzerinden gelerek adaya yerleştikleri tesbit edildi.

Bu halkın, M.Ö 4000 yılında Britanya'ya ulaştığı belirlendi.

İngiltere'ye göçün, Anadolu'dan M.Ö 6000'de başlayan büyük nüfus hareketinin bir parçası olduğu ve bu halkların Avrupa'ya tarımı getirdiği sanılıyor.

Göçten önce, Avrupa'da avcı toplayıcı küçük gruplar yaşıyordu.

Bu ilk tarım toplumundan bir grup, Tuna Nehri'ni takip edip, Orta Avrupa'ya giderken, bir başka grup Akdeniz boyunca daha batıya geçti.

DNA kanıtları, Neolotik Britanyalıların kökeninin büyük ölçüde Akdeniz rotasını ya kıyı boyunca ya da teknelerle bir adadan diğerine geçerek takip eden gruba dayandığını gösteriyor.

Britanya'ya giren Neolitik çağ göçmenlerinin tarımın yanı sıra, “megalit” olarak bilinen dev kayalarla inşa edilen anıtları da getirdiği belirtiliyor.

Dev kayalarla inşa edilen ilk anıt örneğinin Göbeklitepe'de olduğunu hatırlatalım.

Nitekim İngilizler’in meşhur Stonehenge Anıtı da bu geleneğin bir parçası. İngilizce’de “asılı taşlar” anlamına gelen Stonehenge Anıtı, Göbeklitepe buluntularıyla büyük benzerlik gösteriyor.

Tarım yapan halkın, M.Ö 4000 yılında geldiği dönemde, Britanya'da "batılı avcı-toplayıcı" halkların yaşıyor olmasına karşın, DNA analizi bu iki grubun pek karışmadığını gösteriyor.

İskoçya'nın batısında yaşayan bir grup dışında, avcı-toplayıcı halkın yerini Neolotik çiftçilerin aldığı ifade ediliyor.

Araştırmada avcı-toplayıcı halka ait DNA örnekleri de incelendi. Buna göre, o dönemin çoğu Avrupalı avcı-toplayıcı halkı gibi, bu halk, esmer ve mavi gözlüydü.

Neolitik çiftçilerin ise derilerinin daha açık renkli, kahverengi gözlü ve siyah ya da koyu kahverengi saçlı olduğu belirlendi. Bu araştırmacılar, tam da biz Türkler’i tanımlamıyor mu?

Bu İngilizler, “Göbeklitepe’yi bizim atalarımız inşa etti” deyip Türkiye'de hak ilan etmeye hazırlanıyorlar, haberiniz olsun!

Göbeklitepe insanları nereye gitti?

Göbeklitepe tapınağı, bitkilerin anasının ilk ortaya çıktığı yere inşa edilen ve evin (dünya/evren)  ruhuna adanılan  ve ona duyulan minnettarlığın, saygının sembolize edildiği yerdi.

Günümüzden yaklaşık 2.5 milyon yıl önce pleistosen döneminde başlayan buzul çağları, bundan yaklaşık 10.000 veya 14.000 yıl önce sona erdi ve içinde bulunduğumuz Holosen çağı başladı. 

Buzul çağlarında iklim kuşaklarının yer değiştirmesi, doğrudan buzullarla kaplanmayan bölgelerin iklim şartlarının da büyük ölçüde değişmesine yol açtı. 

Örneğin bugün Anadolu'nun en az yağış alan yerlerinden biri olan Konya Havzası'nda bulunan göl kıyı şekilleri, son buzul çağında bu alanda günümüze göre daha serin-nemli iklim koşullarını ispat eder. 

Yaklaşık 12 bin yıl önce son buzul çağından çıkılmasındaki en önemli faktör, volkanik aktivitelerdeki dramatik bir artış olmasıydı.

Volkanlar; bir sera gazı olan karbondioksitin, yer atmosferinde artmasına sebep olmuş, sonuçta volkanların bulunduğu araziler, daha fazla ısınmıştı.

Okyanus dolaşımındaki değişmeler ile bağlantılı olarak ortaya çıkan kurak-nemli dönemler ve şiddetli “El Nino” veya “La Nina” olayları, geçmişteki uygarlıklar üzerinde kalıcı etkiler bıraktı. 

Sümer öncesi Anadolu halkının, Akadlar'ın veya Orta Amerika'da Maya Uygarlığı'nın çöküşü bu duruma örnek gösterilebilir.

Ördek, kaz, şahin ve kartal ailelerinin üyeleri de dahil olmak üzere bazı kuş türleri bu dönemde gelişmeye devam etti. 

Ayrıca devekuşu ve moa gibi bazı uçamayan kuş türleri de vardı.

Uçamayan kuşlar, suyun büyük bir kısmı donduğundan memeliler ve diğer canlılarla sınırlı gıda ve su temini için rekabet etmek zorundaydı.

Timsahlar, kertenkeleler, kaplumbağalar, pitonlar ve diğer sürüngenler de bu dönemde gelişti. Bu hayvanların çoğunun resmi, şekli Göbeklitepe taş anıtlarına Sümerce ifadeyle “tab" edilmişti.

Bitki örtüsüne geldiğimizde ise pek çok alanda bitki örtüsünün buzullar altında kaldığı söylenebilir.

Genel olarak kara alanlarında selvi, porsuk gibi bazı dağınık kozalaklı ağaçlar ile kayın ve meşe gibi bazı geniş yapraklı ağaçlar yer kürede hakimdi. 

Ayrıca bunlara ek, toprağa daha yakın lale, orkide, gül ailelerinin üyeleri ve kır çiçekleri gibi çiçekler dünyayı renklendirmekteydi.

Yaklaşık 13.000 yıl önce, yünlü mamutlar, mastodonlar, kılıç dişli kaplanlar ve dev ayılar da dahil olmak üzere büyük Buz Devri hayvanlarının dörtte üçünden fazlası öldü.

Ve Göbeklitepe uygarlığının mimarları göç ettiler…

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete

Aydın ilinin Didim ilçesi sınırlarında yer alan antik liman kenti Milet, “Filozofların Şehri” olarak bilinir. “Milet”, Anadolu'nun batısında, Ege bölgesinde Büyük Menderes Nehri’nin hemen ağzına yakın deniz kıyısında bir antik liman şehri.

Thales, bilim tarihinin en ilginç kişiliklerinden. İlkçağ filozoflarından. Hem gökbilimci hem tarımcı. Kendi çağının en ileri tekniklerini değerlendiren zeytin üreticisi;Ziraat mühendisi” de denilebilir. 

Platon (Eflatun)’un öğrencisi Aristoteles, Thales’le ilgili şu bilgiyi verir:

“İnsanlar Thales’e felsefenin (bilimin) kendisini yoksul bir adam olarak bıraktığı için faydasız olduğunu söylüyorlarmış. Thales para kazanmak yerine felsefeyle fazlaca uğraşıp zamanını boşa harcamakla suçlanınca kendini eleştirenleri şaşırtmaya karar verir.

Fakat o, yıldızlar hakkındaki bilgisine dayanarak o yıl iyi bir zeytin ürünü alınacağını kestirmiş ve daha kıştan küçük bir sermaye toplayıp onunla Milet ve Khios (Sakız) civarındaki tüm yağ preslerine kaparo vererek hepsini kiralamak için öncelik hakkı sağlar.

Başka rakibi olmadığı için de bu ona pek ucuza gelmiş. Sonra, zeytin toplama zamanında yağ preslerine büyük bir talep olunca, Thales bunları canının istediği fiyata kiralamış. Böylece bir sürü para kazanmış ve filozofların (bilimcilerin) isterlerse kolay zengin olacaklarını, fakat yaşamdaki amaçlarının bu olmadığını göstermiş” 

Zeytin Anadolu’ya özgü endemik bir bitkidir!

Endemik” terimi; yeryüzünün yalnızca belirli bölgelerinde yayılış gösteren (yaşam alanı belirli bir bölgeyle sınırlı) canlı tür ya da cinsleri tanımlamak için kullanılıyor. Ancak “Zeytin”in endemik özelliği biraz tersinden.

Malûm endemikler, iklim değişmelerinde ve izolasyon koşullarında oluşuyor. Daha önce geniş alanlara yayılmış bir tür, iklim değişimi sonucu, ekolojik özelliklerine uygun belli bir yere çekilerek yaşamını sürdürmeye başlıyor.

Endemik”; yerli, o yere ait anlamında. Endemizm, bir bitki türünün o yere ait olması durumu. Buna göre bir bitki, sınırları belli dar bir alanda yayılış gösterirse o bitkiye “endemik bitki” deniliyor. 

Bu anlamda Zeytin, Anadolu orjinli ve Anadolu florasından bir bitki.

Zeytin, Akdeniz ülkelerinde ekonomik olarak tarımı yapılabilen uzun ömürlü, yaklaşık 2000 yıl kadar yaşayabilen bir bitki türü. 

Botanikçiler; zeytin ağaçları polenlerinin, uygarlıkların beşiği Anadolu’dan batıya doğru yolculuğuna başlayıp kuzey Afrika ve İspanya’dan Ege’ye, Adalar’a, Yunanistan’a yayıldığını söylüyor. 

Zeytin ağacının ilk geliştiği ve diğer bölgelere yayıldığı yer; Anadolu'nun Kahramanmaraş, Hatay ve Mardin üçgeni. Zeytin ilk kez Doğu Akdeniz’de Kalkolitik Çağlar’da yetiştirildi.

Orta ve Geç Tunç Çağlar’da ise tüm Levant’da, Anadolu, Girit ve Kıbrıs’da zeytin yetiştiriciliği ve zeytinyağı üretimi yaygınlaştı.

Zeytin ağacının denizcilik yolu ile İ.Ö. 3000 yıllarında Kıbrıs ve Girit’e, İ.Ö. 2000’lerde Ege adaları ve kıyılarına, İ.Ö. 1000’li yıllarda da İtalya’ya ulaştığı sanılıyor. 

Anadolu’da Zeytin tarımı Göbeklitepe tapınağının inşa edildiği döneme uzanır. Zeytin, milattan on bin yıl önce Doğu Akdeniz havzasının doğal bitki örtüsü olarak yayıldı. Bu tarih, Göbeklitepe’nin inşa edildiği dönemi kapsıyor.

Göbeklitepe’de bulunan kalıntılardan ilk tarımın da burada yapıldığı anlaşılıyor. Nitekim 68 buğday çeşidinin karşılaştırıldığı araştırmalarda tüm tahılların kökeninin Karacadağ eteklerinde günümüzde de halen yetişen yabani buğday bitkisi olduğu belirlendi.

12 bin yıl önce taş devrinde insanlar, Türkiye, Suriye, Irak ve İran sınır bölgesinde avcılıkla yaşıyordu. Daha sonra insanlar burada yerleşti ve toprağı işleyince uygarlık gelişti.

En yüksek medeniyet burada oluştu. Göbeklitepe’de bulunan en eski tapınaklar bunun kanıtı. 

Göçebe halinde ve avcılıkla yaşayan insanlar da ilk kez burada av silahlarını bırakıp toprağı işlemeye ve yerleşik hayata geçti.

Bitkileri ıslah eden, hayvanları evcilleştiren onlardan yararlanmaya başlayan insanlar; toprak, taş ve ahşap malzeme kullanarak barınak, topraktan çömlek yapmayı ve kendi yetiştirdiği bitkilerden beslenmeyi burada öğrendiler.

Göbeklitepe’de PPNB (Çanak Çömleksiz Neolitik B) dönemine tarihlenen çalışma alanında bulunan ve 160 litreye kadar kapasiteye sahip altı kabın içinde gri-siyah yapışkan kalıntı izleri bulundu. 

Bu kireçtaşı kaplar üzerine yapılan kimyasal analizlerin ilk sonuçlarında, gri-siyah yapışkan izlerin, tahılın ıslatılması, öğütülmesi ve fermantasyonu sırasında ortaya çıkan kalsiyum oksalat içerdiği ortaya kondu.

En erken ıslah edilmiş tahıllara ev sahipliği yapan Karacadağ’ın Göbeklitepe’ye oldukça yakın olması da önemli bir detay.  

Tarih Sümerle başlar” diye boşuna söylenmemiş. Hititler ve Samiler tarih sahnesine çıkmadan binlerce yıl önce tarımla uğraşan bir millet olan “proTürkSümerler; bataklıkları kurutup tarım alanlarını çoğaltarak Mezopotamya topraklarını verimli hale getirmişlerdi.

Göbeklitepe’yi inşa eden kavimlerden miras kalan zeytini öğrenen Sümerler ıslah ederek iklim ve toprak yapısına uyum gösterdiği tarım arazilerinde çoğalttılar.

Doğu Akdeniz’de doğal varlığını binlerce yıldır sürdüren Olea Europea Oleaster ağacı yani kısacası Zeytin; 6000 yıl önce Ön Asya (Küçük Asya)’da Anadolu topraklarında ehlileştirildi. 

Zeytin ne İbranice ne Arapça, özbeöz Türkçe…

Tarih boyunca farklı nedenlerle kavimler göçü yaşandı. Bazı tarihçiler; Ön-Türkler’in milattan önce 8000’lerden itibaren, iklim şartları ve kuraklık nedeniyle Orta Asya’dan Anadolu’ya, oradan da Avrupa’ya göç ettiklerini, bu çerçevede Sümerler, Truvalılar ve Etrüskler’in  Ön-Türkler’den olduklarını ileri sürüyor.

Neden ?

Çiviyazılı tabletlerin çözülmeye başlamasından itibaren bir kısım bilim adamları Sümer dilinin, Ural-Altay dillerine benzediğini, Sumerlerin, Orta Asya’dan gelmiş olabileceklerini iddia ettiler. Soyu, Hazar Musevileri’ne uzanan Sümerolog Samuel Noah Kramer (İsmail Nuh Karamer)’de; Sümer dilinin Türk diline benzediğini söylemişti. 

Tıbbi ve aromatik bitkilerin tarihçesi, insanlık tarihi kadar eski. M.Ö. 5000-3000 arası yaşayan Sümerler ve Asurlular ve Hititler bu bitkileri kullanmışlardı. Tıpkı “Zeytin” adlandırmasının Samiler’le ilgisi olmadığı gibi ehlileştirilmesinin de Samiler’le (Yahudi-Arap) falan alakası yok.

Türkçe’yi; batı dillerinden Almanca /Fransızca/ İngilizce’den olduğu gibi doğu dillerinden Farsça/Arapça’dan daha basit daha köksüz gösterme çabalarından kaynaklı küçümseme nedeniyle maalesef Sümerce gibi bir dilin, “önTürkçe” olduğu dikkate alınmadığından, Sümercezeytin” sözcüğü de Sami dil ailesine mâlediliyor. 

Mesela Sami/Arap diline ait olduğu sanılan “Adem” sözü Ön-Türkçe’dir.  Sümerce ‘adam’ sözü “orunma" (yerleşme, oturma) demektir. Nitekim bazı dilbilimciler ArapçaAdem” kelimesinin, "iç düzey- iç katman" anlamlarını içeren Arabça "Edim" kelimesinden geldiğini belirtir. Sümerce "Adam" sözcüğü, Arapça’ya “Dünyaya ilk yerleşen” anlamına gelen “Adem” olarak geçmiştir.

Sadece Adam/Adem mi?

Arapça olduğu sanılan “nur” (ışık) sözcüğü dahi Sümerce ışık anlamına gelen ‘nurum’ sözünden mirastır. 

Yine Nuh Tufanı’nın anlatıldığı Hud sûresi 40. Âyet’te geçen “Nihayet emrimiz geldiği ve tennur (tandır) tutuşup kaynadığı zaman dedik ki”  ifadesinde yer alan “Tennur" günümüz Türkiye’sinde kırsal kesimde halen kullanılan kapalı ocak, fırındır ve  dilimizde “tandır” olarak kullanılır.  

Tennur/tandır; Sümerce’den Arapça’ya geçen kelimelere bir örnektir. Sümerce’nin Sami dil grubunu ve Arapça’yı ne denli etkilediğini bir örnekle bitirelim. 

Sümerce’de “TAB” ve “TUB” sözü “basmak, ezmek, ele geçirmek” anlamlarına gelir. Sonu bu hecelerle biten sözcükleri hatırlarsanız ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. 

Hatta bugün kullandığımız ve kökenini bilmeyip başka dillerden aldığımızı sandığımız bir çok kelime, terim kavram bile Sümerce’den kalmadır. Kimyon/gamun, harup (keçi boynuzu ağacı)/harub sözlerinden kalmadır. Yol, geçit ya da ot anlamlarına gelen “Harran” yer adlandırmasının Sümerce olması rastlantı mı?  

İnsanlık tarihinde buğday, arpa ve bezelyeden sonra zeytin, evcilleştirilen 4. kuşak bir üründür. Zeytin ağacını ilk kez evcilleştiren ve zeytin yeme ile zeytin yağı kullanma kültürünü yerleştirenler “ön-Türkler”dir.

Sümerler, zeytin ağacına ve zeytine “zirdum” adını vermişler. Bu bitki adlandırması, Sümerler’in ardılı Akadlar’ın diline “serdu” olarak geçer. 

Zirdum’un serüveni burada bitmez. Akadça’da “Serdu” olur. 'zertum' kelimesinin Hititçe zeytin karşılığı sözcük olması da Hititler’den  önce Anadolu’da yaşayan Sümerlerin  etkisidir. 

Akadça’dan da Aramice’ye geçtiğinde “zeytā” olarak telaffuz edilir.

Aramiler’den “Zeytin”i öğrenen Yahudiler, kendi dillerinde İbranice  “Zeyta” derler. Son durak Arapça olur ve Arapça’da ‘zaytūn’a dönüşür.  Arapça “zayt" ise "yağ" demek. 

Sümerce önTürkçe olan “zirdum”, günümüz Türk diline de “zeytin” olarak geri döner. Nereden nereye ve nasıl?

Gılgamış/Gilgameş Destanı’nın esas kişisi, tabletlerin aktardığına göre yöneticisi olduğu kentin bol yağ sahibi olduğunu ve kendisinin de vücuduna yağ sürdüğünden söz eder. 

Ne sürüyordu acaba? Tabiiki “Zir-dum" yani “Zey-tun" yani “Zey-tin". 

Zir/zer/zey sözcüklerin ortak noktası, hayat/can/ruh/doğum/ başlangıç gibi anlamlar içerir. Türkçe -dum- sulu şeyler manasındadır. proTürkçe’nin bir alt ağzı olan Kürtçe’de -Tun- “acı meyve” demektir. Zir-dum/ Zey-tun; acı meyve suyu veya acı meyve yağı gibi anlama sahip.

Zeytin ve Zeybek arasında nasıl bir bağ var?

Hadi zeytin Arapça; Zeybek de mi Arapça? “Zeybek”; Batı Anadolu efesİ. Ege yöresine özgü bir müzik veya oyun türü demek.

Ayrıca merkezi Aydın olmak üzere, Çanakkale’den Aydın’a kadar uzanan Batı Anadolu’da özellikle dağlık yerlerde yaşayan, “iyi savaşçı” olarak tanınan Türkler’e verilen ad. 

Aile kökleri Isparta/Senirkent/Büyükkabaca'ya uzanan Halikarnas Balıkçısı mahlasıyla tanınan Cevat Şakir, halk dilinde geçen çeşitli ad ve kelimelerin “İonia" kökenlerinden geldiğini kanıtlamaya çalışır. 

Örneğin “Zeybek” adı Bakkhos’tan gelmedir (oysa bu, Yunanca adı Dionyssos olan tanrının Latince adı) ve zeybek oyununda yapılan hareketler, atılan ağır adımlar veya yere diz vurmalar, şarap üretmek üzere üzüm ezilirken yapılan hareketlerdir. 

Balıkçı’ya göre, “Obekkos”, “To bekkos”, “İbakkhi” sözleri ile “Zeybek” kelimesi arasında ilgi bulunmaktadır. Bu adlar Batı Anadolu’da tanrı Bakkhos tarikatına ya da dernek ve birliklerine verilen isimlerdir. Grekçe olmayan “Bakkhos” kelimesi hiçbir HintAvrupa dilinden de alınmış değildir.

Çünkü Zeybek; ne İon ne Grek ne Latin ne de Sami dillerinden? Öz be öz Türkçe yahu! Hadi sizi yormayayım Zeybek; hayat sahibi, Zeytin bekçisi, Zeytin çiftçisi demek!

Göbeklitepe endemikleri buğday, dut ve zeytin, volkanik faaliyetler sonucu dünyaya  nasıl yayıldı?

Anadolu coğrafyasının beşte biri sönmüş ve aktif volkanlarla dolu; volkanik araziden oluşur.

Günümüzden 12 bin yıl öncesine kadar dünyanın kuzey yarım küresinde oldukça farklı çevre ve iklim koşulları kapsamında buzul ve buzul arası dönemler yaşanmıştı. 

Ama bu dönemde buzul hareketleri Maraş, Hatay ve Mardin üçgeninin de dahil olduğu Mezopotamya'ya ulaşmamış, bu nedenle de dağların güney eteklerinde, bölgeye ulaşan topluluklar için uygun hayat ortamları oluşmuştu. 

Başlangıçta insanlar ihtiyaçlarını, coğrafi şartların daha uygun olduğu bölgelerde doğal olarak yetişen meyveler, kökler, çeşitli bitkiler ve avladıkları hayvanlardan karşılamışlardı. 

İlk çağlarda Anadolu coğrafyası;  zengin doğal kaynakları, çeşitlilik gösteren doğal bitki örtüsü, elverişli iklim koşulları ve iki ana kıtanın geçiş bölgesinde yer alması ile birçok canlı türü ve insan toplulukları için uygun bir yaşama alanıydı.

Güneydoğu Anadolu’da Şanlıurfa - Diyarbakır illeri arasında geniş yayılım gösteren genellikle bazaltik lav ve piroklastik kayalardan oluşan volkanitler, “Karacadağ volkanitleri” olarak tanımlanmıştır 

Harran Ovası’nın oluşumu, bazı araştırmalara göre Miosen’den itibaren başlamıştır.

Bu araştırmalara göre, Harran Ovası, muhtemelen Miosen’den itibaren Karacadağ volkanik faaliyetlerinin de etkisiyle bir takım faylanma ve çökme olaylarına maruz kalmıştı.

Şanlıurfa şehri ve çevresinde görülen diğer önemli formasyon bazalttır. Bu bazalt formasyonu, esas olarak Karacadağ bazalt formasyonuna dahil edilmektedir.

Karacadağ volkanik faaliyetinin başlangıcını, “Üst Miosen" olarak kabul eden jeologlar olduğu gibi Pliosen sonrası olarak kabul edenler de var. 

Bazalt Pliyosen, yaşlı olarak kabul edilen bazaltlar Birecik'in doğusundaki Arat Dağı’nda, Karadağ'da ve Suruç'un kuzeyinde yer alır. 

Ayrıca Fırat'ın batısındaki alanlarda daha sınırlı mostraları bulunmaktadır. Bazaltlar, tansiyon kırıklarından çıkarak yayılmışlardır. Birecik Suruç arasındaki bölgede geniş bir alan kaplar.

Ancak zaman zaman Urfa Karacadağ ve Adıyaman Nemrud volkanları aktifleşiyor, depremlerin yol açtığı yer sarsıntıları, toprak kaymaları ve yarılmaları, lav püskürtmeleri, iklim değişikliğine neden olmuş  tufan sonrası bölgeye yerleşik insan toplulukları farklı bölgelere doğru yola çıkmıştı.

İngilizler kendilerini önce Hint Avrupa grubuna yamadı, şimdi Anadolu'dan geldikleri iddiasında?

Sömürgeciliğin keşif kolu Oryantalistler; köleleştirmek istedikleri ülke halklarıyla kendi kültür tarihleri üzerinden benzerlik kurmaya çalışırlar ve bunu genellikle filoloji, antropoloji, arkeoloji aracılığıyla yaparlar.

Kim yaptı, nasıl yapıldı pek bilinmiyor ama DNA araştırması sonucu, İngiltere'nin başlıca tarihi anıtlarından Stonehenge'i inşa edenlerin de Anadolu'dan geldikleri tespit edildi.

Londra'da yapılan DNA araştırmasında uzmanlar, İngiltere'de neolitik çağda (M.Ö 800-5500) yaşayanların kalıntılarından alınan DNA örnekleriyle, aynı dönemde Avrupa'da yaşayanların DNA örneklerini karşılaştırdı.

Araştırma sonucu, Britanya Adası'nda neolitik dönemde yerleşik olanların, Anadolu'dan yola çıkıp, İber Yarımadası üzerinden gelerek adaya yerleştikleri tesbit edildi.

Bu halkın, M.Ö 4000 yılında Britanya'ya ulaştığı belirlendi.

İngiltere'ye göçün, Anadolu'dan M.Ö 6000'de başlayan büyük nüfus hareketinin bir parçası olduğu ve bu halkların Avrupa'ya tarımı getirdiği sanılıyor.

Göçten önce, Avrupa'da avcı toplayıcı küçük gruplar yaşıyordu.

Bu ilk tarım toplumundan bir grup, Tuna Nehri'ni takip edip, Orta Avrupa'ya giderken, bir başka grup Akdeniz boyunca daha batıya geçti.

DNA kanıtları, Neolotik Britanyalıların kökeninin büyük ölçüde Akdeniz rotasını ya kıyı boyunca ya da teknelerle bir adadan diğerine geçerek takip eden gruba dayandığını gösteriyor.

Britanya'ya giren Neolitik çağ göçmenlerinin tarımın yanı sıra, “megalit” olarak bilinen dev kayalarla inşa edilen anıtları da getirdiği belirtiliyor.

Dev kayalarla inşa edilen ilk anıt örneğinin Göbeklitepe'de olduğunu hatırlatalım.

Nitekim İngilizler’in meşhur Stonehenge Anıtı da bu geleneğin bir parçası. İngilizce’de “asılı taşlar” anlamına gelen Stonehenge Anıtı, Göbeklitepe buluntularıyla büyük benzerlik gösteriyor.

Tarım yapan halkın, M.Ö 4000 yılında geldiği dönemde, Britanya'da "batılı avcı-toplayıcı" halkların yaşıyor olmasına karşın, DNA analizi bu iki grubun pek karışmadığını gösteriyor.

İskoçya'nın batısında yaşayan bir grup dışında, avcı-toplayıcı halkın yerini Neolotik çiftçilerin aldığı ifade ediliyor.

Araştırmada avcı-toplayıcı halka ait DNA örnekleri de incelendi. Buna göre, o dönemin çoğu Avrupalı avcı-toplayıcı halkı gibi, bu halk, esmer ve mavi gözlüydü.

Neolitik çiftçilerin ise derilerinin daha açık renkli, kahverengi gözlü ve siyah ya da koyu kahverengi saçlı olduğu belirlendi. Bu araştırmacılar, tam da biz Türkler’i tanımlamıyor mu?

Bu İngilizler, “Göbeklitepe’yi bizim atalarımız inşa etti” deyip Türkiye'de hak ilan etmeye hazırlanıyorlar, haberiniz olsun!

Göbeklitepe insanları nereye gitti?

Göbeklitepe tapınağı, bitkilerin anasının ilk ortaya çıktığı yere inşa edilen ve evin (dünya/evren)  ruhuna adanılan  ve ona duyulan minnettarlığın, saygının sembolize edildiği yerdi.

Günümüzden yaklaşık 2.5 milyon yıl önce pleistosen döneminde başlayan buzul çağları, bundan yaklaşık 10.000 veya 14.000 yıl önce sona erdi ve içinde bulunduğumuz Holosen çağı başladı. 

Buzul çağlarında iklim kuşaklarının yer değiştirmesi, doğrudan buzullarla kaplanmayan bölgelerin iklim şartlarının da büyük ölçüde değişmesine yol açtı. 

Örneğin bugün Anadolu'nun en az yağış alan yerlerinden biri olan Konya Havzası'nda bulunan göl kıyı şekilleri, son buzul çağında bu alanda günümüze göre daha serin-nemli iklim koşullarını ispat eder. 

Yaklaşık 12 bin yıl önce son buzul çağından çıkılmasındaki en önemli faktör, volkanik aktivitelerdeki dramatik bir artış olmasıydı.

Volkanlar; bir sera gazı olan karbondioksitin, yer atmosferinde artmasına sebep olmuş, sonuçta volkanların bulunduğu araziler, daha fazla ısınmıştı.

Okyanus dolaşımındaki değişmeler ile bağlantılı olarak ortaya çıkan kurak-nemli dönemler ve şiddetli “El Nino” veya “La Nina” olayları, geçmişteki uygarlıklar üzerinde kalıcı etkiler bıraktı. 

Sümer öncesi Anadolu halkının, Akadlar'ın veya Orta Amerika'da Maya Uygarlığı'nın çöküşü bu duruma örnek gösterilebilir.

Ördek, kaz, şahin ve kartal ailelerinin üyeleri de dahil olmak üzere bazı kuş türleri bu dönemde gelişmeye devam etti. 

Ayrıca devekuşu ve moa gibi bazı uçamayan kuş türleri de vardı.

Uçamayan kuşlar, suyun büyük bir kısmı donduğundan memeliler ve diğer canlılarla sınırlı gıda ve su temini için rekabet etmek zorundaydı.

Timsahlar, kertenkeleler, kaplumbağalar, pitonlar ve diğer sürüngenler de bu dönemde gelişti. Bu hayvanların çoğunun resmi, şekli Göbeklitepe taş anıtlarına Sümerce ifadeyle “tab" edilmişti.

Bitki örtüsüne geldiğimizde ise pek çok alanda bitki örtüsünün buzullar altında kaldığı söylenebilir.

Genel olarak kara alanlarında selvi, porsuk gibi bazı dağınık kozalaklı ağaçlar ile kayın ve meşe gibi bazı geniş yapraklı ağaçlar yer kürede hakimdi. 

Ayrıca bunlara ek, toprağa daha yakın lale, orkide, gül ailelerinin üyeleri ve kır çiçekleri gibi çiçekler dünyayı renklendirmekteydi.

Yaklaşık 13.000 yıl önce, yünlü mamutlar, mastodonlar, kılıç dişli kaplanlar ve dev ayılar da dahil olmak üzere büyük Buz Devri hayvanlarının dörtte üçünden fazlası öldü.

Ve Göbeklitepe uygarlığının mimarları göç ettiler…

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete