Toplumsal barışı seçelim

Toplumsal barışı seçelim

Toplumsal barışı seçelim Toplumsal barışı seçelim

Kaç kişi okur, kaç kişi itimat eder, kaç kişiyi ikna edebilirim bilmiyorum. Hiçbir zaman sayı hesabı yapmadım, kendimce doğru bildiklerimi yazmaya çalışıyorum. Şimdi de aynı şeyi yapacağım, ama Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunun eşiğinde bir kişiyi bile ikna edersem, kendimi bu ülkenin geleceği açısından bir şeyler yapmış sayacağım.

Hep muhalif oldum, ama hiçbir zaman sadece muhalefet etmek için ve körü körüne muhalif olmadım.

Mevcut iktidara muhalefet edenler ile pek çok durumda ters düştüm, hâlen de eleştirilerimi saklı tutuyorum. Tam da bu nedenle, mevcut muhalefet cephesine de pek çok nedenle olabilir, itirazı olanlara seslenmek istiyorum. Bu seçim, mevcut rejime itirazı olanların büyük bir uzlaşma seçimi olarak görülmeli.

Mesele, her konuda anlaşmak değil, mevcut rejime itirazlarımızı buluşturmak. Türkiye’nin geleceği açısından bu çok önemli olacak. Ben, mevcut Cumhurbaşkanlığı sisteminin pekiştirdiği tek parti, tek adam düzeninin, izlenen baskıcı, kutuplaştırıcı, dışlayıcı siyasetlerin bu ülkenin geleceğini kurmak açısından son derece sorunlu olduğunu düşünenlerdenim.

Bu şartlar altında bırakın demokrasi ve özgürlükleri, toplumsal barışın tehlikeye girdiğine tanıklık ediyoruz. İlk bakışta, muhalefet cephesinin çok partili, çok liderli olmasının siyasal istikrarı bozacağı korkusu anlamlı gibi görülebilir, ama şu anda Türkiye’nin tek sesli bir istikrar yerine, çok sesli bir büyük uzlaşma temelli bir istikrara ihtiyacı var.

Farklılıklardan korkmak ve yok saymaya dayalı bir istikrar arayışı, toplumsal barışı tehlikeye sokar. Türkiye tam da böyle bir noktada. O nedenle, farklı seslerin baskılanması yerine, farklılıklarını koruyarak demokratik zeminde uzlaşması çok ama çok önemli.

Benim mevcut iktidarın devamına ilişkin korkum, muhalefet cephesinin mevcut iktidara karşı sıkça seslendirdiği konular değil.

Türkiye’nin Taliban rejimine dönmesi, kadınların kamu hayatından kovulması mantıklı ve muhtemel değil, tam da bu nedenle muhafazakâr çevrelerde bu iddialar tepki topluyor. Ama, hâlihazırda din iddialı baskı ortamının önü açılmış olduğu bir gerçek, dahası “dini lümpenleşme” diyebileceğimiz bir olgu söz konusu.

Geçtiğimiz hafta, bir cami imamının “iki silahım da dolu” şeklindeki korkunç sözleri, doğal olarak gündem oldu. Ama bu arada, bu adamın sözlerinin devamında “analarını b….riz” şeklindeki çirkin bir ifadeyi üstelik cami gibi kutsal bir mekanda sarf etmiş olduğu üzerinde yeterince durulmadı. “Dini lümpenleşme”den kastettiğim tam da bu rezalet tablosu.

Temel Karamollaoğlu ve diğer muhafazakâr siyasetçilerin, Millet İttifakı içinde yer alması tam da bu nedenle, muhalefete kaç oy kazandırdıklarından daha önemli bir konu.

Diğer taraftan, asıl sorun, illa dinle alakalı olması gerekmez, her türden muhalefetin, itirazın, eleştirinin suç sayıldığı bir baskı düzeninin daha da pekişmesi.

Sorun, tek tip düşünen ve davranan insanlardan oluşan türdeş bir topluluk yaratma adına toplum mühendisliğinin dayatılması. Yani, ‘millet’in tek tip insanlardan oluşan bir topluluk olarak tanımlanması ve dolayısı ile iktidar mensupları gibi düşünmeyen herkesin “millet düşmanı” olarak yaftalanması.

Bir ülkeyi, farklılıklar değil, farklılıkların inkârı, susturulması böler, parçalar, perişan eder. Çünkü bu tür bir çaba, toplumun bir kesimini diğerine düşman eder ve hâlihazırda ediyor.

Seçimi kim kazanırsa kazansın, bu ülkeyi yönetmek açısından toplumsal barış en önemli mesele olacak. Millet İttifakını, her şeye rağmen değerli kılan da bu husus.

Yine seçimi kim kazanırsa kazansın, mevcut rejime itirazı en yüksek oranda kayda geçmek çok önemli.

Mevcut düzene ne gerekçe ile olursa olsun itirazı olan herkesin ikinci turda sandığa gitmesi bu açıdan çok ama çok önemli.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com

Kaç kişi okur, kaç kişi itimat eder, kaç kişiyi ikna edebilirim bilmiyorum. Hiçbir zaman sayı hesabı yapmadım, kendimce doğru bildiklerimi yazmaya çalışıyorum. Şimdi de aynı şeyi yapacağım, ama Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunun eşiğinde bir kişiyi bile ikna edersem, kendimi bu ülkenin geleceği açısından bir şeyler yapmış sayacağım.

Hep muhalif oldum, ama hiçbir zaman sadece muhalefet etmek için ve körü körüne muhalif olmadım.

Mevcut iktidara muhalefet edenler ile pek çok durumda ters düştüm, hâlen de eleştirilerimi saklı tutuyorum. Tam da bu nedenle, mevcut muhalefet cephesine de pek çok nedenle olabilir, itirazı olanlara seslenmek istiyorum. Bu seçim, mevcut rejime itirazı olanların büyük bir uzlaşma seçimi olarak görülmeli.

Mesele, her konuda anlaşmak değil, mevcut rejime itirazlarımızı buluşturmak. Türkiye’nin geleceği açısından bu çok önemli olacak. Ben, mevcut Cumhurbaşkanlığı sisteminin pekiştirdiği tek parti, tek adam düzeninin, izlenen baskıcı, kutuplaştırıcı, dışlayıcı siyasetlerin bu ülkenin geleceğini kurmak açısından son derece sorunlu olduğunu düşünenlerdenim.

Bu şartlar altında bırakın demokrasi ve özgürlükleri, toplumsal barışın tehlikeye girdiğine tanıklık ediyoruz. İlk bakışta, muhalefet cephesinin çok partili, çok liderli olmasının siyasal istikrarı bozacağı korkusu anlamlı gibi görülebilir, ama şu anda Türkiye’nin tek sesli bir istikrar yerine, çok sesli bir büyük uzlaşma temelli bir istikrara ihtiyacı var.

Farklılıklardan korkmak ve yok saymaya dayalı bir istikrar arayışı, toplumsal barışı tehlikeye sokar. Türkiye tam da böyle bir noktada. O nedenle, farklı seslerin baskılanması yerine, farklılıklarını koruyarak demokratik zeminde uzlaşması çok ama çok önemli.

Benim mevcut iktidarın devamına ilişkin korkum, muhalefet cephesinin mevcut iktidara karşı sıkça seslendirdiği konular değil.

Türkiye’nin Taliban rejimine dönmesi, kadınların kamu hayatından kovulması mantıklı ve muhtemel değil, tam da bu nedenle muhafazakâr çevrelerde bu iddialar tepki topluyor. Ama, hâlihazırda din iddialı baskı ortamının önü açılmış olduğu bir gerçek, dahası “dini lümpenleşme” diyebileceğimiz bir olgu söz konusu.

Geçtiğimiz hafta, bir cami imamının “iki silahım da dolu” şeklindeki korkunç sözleri, doğal olarak gündem oldu. Ama bu arada, bu adamın sözlerinin devamında “analarını b….riz” şeklindeki çirkin bir ifadeyi üstelik cami gibi kutsal bir mekanda sarf etmiş olduğu üzerinde yeterince durulmadı. “Dini lümpenleşme”den kastettiğim tam da bu rezalet tablosu.

Temel Karamollaoğlu ve diğer muhafazakâr siyasetçilerin, Millet İttifakı içinde yer alması tam da bu nedenle, muhalefete kaç oy kazandırdıklarından daha önemli bir konu.

Diğer taraftan, asıl sorun, illa dinle alakalı olması gerekmez, her türden muhalefetin, itirazın, eleştirinin suç sayıldığı bir baskı düzeninin daha da pekişmesi.

Sorun, tek tip düşünen ve davranan insanlardan oluşan türdeş bir topluluk yaratma adına toplum mühendisliğinin dayatılması. Yani, ‘millet’in tek tip insanlardan oluşan bir topluluk olarak tanımlanması ve dolayısı ile iktidar mensupları gibi düşünmeyen herkesin “millet düşmanı” olarak yaftalanması.

Bir ülkeyi, farklılıklar değil, farklılıkların inkârı, susturulması böler, parçalar, perişan eder. Çünkü bu tür bir çaba, toplumun bir kesimini diğerine düşman eder ve hâlihazırda ediyor.

Seçimi kim kazanırsa kazansın, bu ülkeyi yönetmek açısından toplumsal barış en önemli mesele olacak. Millet İttifakını, her şeye rağmen değerli kılan da bu husus.

Yine seçimi kim kazanırsa kazansın, mevcut rejime itirazı en yüksek oranda kayda geçmek çok önemli.

Mevcut düzene ne gerekçe ile olursa olsun itirazı olan herkesin ikinci turda sandığa gitmesi bu açıdan çok ama çok önemli.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com