Türkiye’nin kimyasını bozacak ikircikli dış politikalar
Türkiye’nin kimyasını bozacak ikircikli dış politikalar
- 05-01-2023 06:04
- 6280
- 05-01-2023 06:04
- 6280
Ankara’nın Washington/Londra ile Moskova arasındaki ilişkilerinin anlaşılması noktasında Dışişleri Bakanlığı’nın; “Türkiye'nin Girişimci Ve İnsani Dış Politikası” başlıklı açıklaması belki bir perspektif oluşturabilir. Deniliyor ki; “Dış politikamız, içinde bulunduğumuz çalkantılı bölgesel ve uluslararası ortamda ülkemizin çıkarlarını korurken, aynı zamanda sürdürülebilir barış ve kalkınmaya uygun koşulların oluşmasını hedeflemekte, çevremizde barış, refah ve istikrar kuşağı tesisine katkıda bulunmaktadır.”
Bu metni kaleme alanlar; “En doğudaki Avrupalı, en batıdaki Asyalı olan Türkiye, mevcut stratejik ilişkilerini güçlendirmeyi ve yenilerini geliştirmeyi amaç edinmiştir. Ülkemiz NATO müttefiki ABD ile stratejik bir ortaklığa sahiptir ve Avrupa’nın güvenliği ve refahı için transatlantik bağları hayati önemde görmektedir. NATO'nun etkin bir üyesi olan Türkiye, İttifakın "Güvenliğin Bölünmezliği" temel ilkesine de önemli katkılarda bulunmakta olup, İttifakın operasyonlarına en fazla destek sağlayan ilk 5, bütçesine en fazla destek sağlayan ilk 8 ülkeden biridir.” belirlemesinde bulunuyor.
Onlara göre “Avrupa’nın bir parçası olan Türkiye, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı dahil neredeyse bütün Avrupa kurumlarının mensubu ve hatta kurucu üyesidir ve kıtayı etkileyen kitlesel göç hareketleri dahil birçok soruna çözüm bulma çabalarına etkin katkıda bulunmaktadır. Enerji hatlarının merkezi ve transit ülkesi konumundaki ülkemiz, Avrupa’nın ve dünyanın enerji güvenliğinde de hayati bir rol oynamaktadır.”
Metinde Rusya da geçiyor; ama nasıl? “Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarıyla başlayan savaş sırasında 18.000’den fazla vatandaşımızın Ukrayna’dan ülkemize dönüşleri temin edilmiştir.” Hepsi bu kadar!
Metnin tamamını aşağıda verdiğim linkten okuyabilirsiniz. Bu metin Dışişleri Bakanlığı’nın diplomasi literatürüne göre yazılmış değil de sanki bana AK Parti Dış İlişkiler Başkanlığının seçim manifestosu gibi geldi.
İktidar partisinin dış politik tercihlerine de seçimin gölgesi düşüyor mu?
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde Çarlık Rusyası’na karşı savaşlarında Avrupalıların özellikle İngilizlerin desteği göz yaşartıcı. Avrupa ve Asya’da Slav yayılmacılığının önüne geçmek için Osmanlı ordusundan ve ülkesinin insan kaynaklarından olabildiğince faydalandılar.
4 Ekim 1853-30 Mart 1856 tarihleri arasındaki Kırım Savaşı bu konudaki net örnek. Birleşik Krallık, Fransa ve Piyemonte-Sardinya'nın Osmanlı tarafında savaşa dâhil olmasıyla savaş, Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla çıkarılmıştı. Sonuçları açısından daha çok Avrupalı devletlerin işine yaramıştı.
Ne zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları dahilinde yeni bir enerji kaynağı/ petrol bulundu, işte o zaman küçük kıyamet koptu, Kırım Savaşına katılan İngiliz Donanmasının yeni nesil savaş gemileri, zırhlılar bu sefer Çanakkale Boğazında boy gösterdiler.
Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşına katılan Cumhuriyetin kurmayları, kendi yakın tarihlerinde yaşadıklarından önemli dersler çıkardılar ve Cumhuriyet’i her dönem savaş ortamından korudular. Bu nedenle olsa gerek uluslararası denge politikaları geliştirdiler.
Demokrat Parti hükümetinin Kore Savaşı’na katılma kararının, Türkiye’nin Batı Blokuna kabul edilmesinden başka bir işe yaramadığı söylenebilir. Nitekim bunu anladıklarında Sovyetler Birliği’nin kapısını çaldılar ama iş işten geçmiş, tren kaçmıştı.
Bu böyle uzar gider. Kısacası günümüzdeki iktidarın Türkiye’nin önceliklerini arkalayan bir politik duruşu var. Türkiye’nin NATO üyesi olması nedeni ile Kuzey Atlantik Paktı’na üye diğer ülkelerle ekonomik ve askeri ilişkileri daha ön planda.
Bununla birlikte Rusya Federasyonu ile siyasi, kültürel, ekonomik ve hatta askeri işbirliğinden söz edilebilir. Belki bu Türkiye’nin milli çıkarları açısından yapması gerekendir. Ancak madem uluslararası denge politikasına soyunuyoruz, o halde terazinin bir kefesi, neden Washington/Londra tarafına ağır basıyor, sormadan edemiyoruz?
Türkiye’de seçim sathi mahalline girilirken iktidar; ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği’nin dinozorları Almanya ve Fransa ile ilişkilerini sıcak tutmak istiyor. Bu bağlamda Ukrayna ve Kırım konusunda bu paydaşları ile aynı çizgide olmayı benimsiyor. Rusya Federasyonu ile ters düşmeyi de göze alabiliyor.
Türk yöneticilerin bu sahadaki tasarruflarının ne denli doğru olduğu tartışmaya açık. Ankara - Londra/Washington ile Ankara-Moskova arasındaki yakınlaşma veya uzaklaşmanın kronolojisini açıklamamak gerekiyor.
ABD ile ilişkilerde yakın tarih kronolojisi…
İşi ta Cumhuriyet öncesine götürmeden ABD – Türkiye ilişkilerini mercek altına alalım.
1932’de Atatürk ve MacArthur görüşmesi…
ABD ile Cumhuriyet Türkiyesi arasındaki diplomatik ilişki tesisi 17 Şubat 1927 tarihinde Nota teatisi yoluyla yapılır. Cumhuriyet Hariciyesi, 2. Dünya Savaşı öncesinde Birleşik Krallık yani İngiltere'nin karşısına ABD desteği alarak çıkmanın uygunluğunu pratize eder.
Çünkü savaş bitmesine rağmen Çanakkale ve İstanbul Boğazı’ndan ve dahi Trakya sınırından İngiliz askeri birlikleri çekilmemiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli komutanlarından, Japonya’nın teslim anlaşmasını müttefikler adına imzalayan Amerikalı Orgeneral Douglas MacArthur, 1932'de İstanbul’da Atatürk tarafından kabul edildi.
2. Dünya Savaşı sonrası Ankara – Washington arasında askeri ilişkiler…
İlişkiler, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla genişleyip derinleşmiştir. ABD ile ikili, bölgesel ve küresel pek çok konuda her düzeyde yoğun bir ilişki ve ziyaret trafiği bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında Türk Hariciyesi, Almanlara karşı cephe açılmasına yanaşılmadığı için İngilizlerin Ankara’ya diş bilediğinin farkında olarak Sovyetlerin yayılma tehdidini bahane ederek ABD ile yakınlaşmayı planladılar.
23 Şubat 1945'te Türkiye ile ABD arasında Ödünç Verme-Kiralama Yardımı Anlaşması imzalanır. 5 Nisan 1946: ABD'nin Türkiye'nin güvenliğine verdiği önemin göstergesi olarak, Washington'da ölen Büyükelçi Ertegün'ün naaşı, Missouri Savaş Zırhlısı ile İstanbul'a getirilir.
Ankara ve Washington arasındaki yakın ilişki Sovyet karşıtlığı ekseninde Truman Doktrini’nin uygulanmasını öngören 12 Temmuz 1947 tarihli anlaşma ile başlar. Bu kapsamda Türkiye, ekonomik ve askerî yardım paketinden yararlandırılır.
Karşılığında 1954 yılında ABD'ye İncirlik Hava Üssü'nü kurma izni verilir. Türkiye, 1952’den beri NATO müttefiklerinden biridir. Ancak Türkiye'nin edilgen özverisi maalesef ABD tarafından istismar edildi.
Türk Devletinin ABD çekincesinin nedenleri…
1- Türkiye açısından ABD güvenilir bir müttefik değildir. Johnson Mektubu olarak bilinen diplomatik kriz; ABD’nin Türkiye’ye bakış açısını çok net şekilde yansıtmaktadır.
2- ABD’nin Türkiye’ye baskı yaparak haşhaş tarımını yasaklatması. Türkiye’de 1971 yılına kadar haşhaştan afyon üretimi yapılırken Türkiye’nin, yasadışı uyuşturucunun kaynaklarından biri olarak suçlanması nedeni ile Türk Hükümeti bu suçlamaların doğru olmadığını kanıtlamak amacıyla ülkede haşhaş ekimine 26/06/1971 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile tam bir yasak getirdi.
1974’e kadar süren bu yasak sırasında, Avrupa ve Amerika’ya yasadışı uyuşturucu girişi devam etmiş, üstelik diğer afyon üreten ülkelerin üretimlerinde artış gözlenmiş ve yeni haşhaş üreticisi ülkelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Diğer taraftan bu yasak, önemli bu gelir kaynağından mahrum olan üreticilerimiz üzerinde sosyal ve ekonomik olumsuzluklara yol açmıştır. 1,5 milyon insan bu yasaktan olumsuz etkilenmiştir.
01/07/1974 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile ilaç hammaddesi ihtiyacının sağlanması ve geçimi büyük ölçüde haşhaş üretimine bağlı olan çiftçilerin yaşam koşullarının düzeltilmesi amacıyla haşhaş ekimi ve ham afyon üretimi 7 ilde (Afyon, Burdur, Isparta, Denizli, Kütahya, Uşak ve Konya) serbest bırakılmıştır.
06/12/1974 tarihli kararname ile kaçağa kayma riski yüksek olan ve haşhaş kapsülünün çizilmesi ile elde edilen afyon üretimi yasaklanarak, daha güvenli bir yöntem olan çizilmemiş haşhaş kapsülü üretimine geçilmiştir.
3- Türk ordusunun gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtında ABD, Türkiye aleyhtarı politika izlemiştir.
4- ABD’ye rağmen gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye’ye ambargo uygulamıştır.
5- ABD zaman zaman Türkiye’ye saldırgan davranabilmektedir. 1992’de ortak tatbikat sırasında Türk gemisi Muavenet Zırhlısının vurulması bunun en belirgin örneğidir.
6- Körfez harbi öncesinde ve sonrasında Çekiç Güç aracılığıyla terör örgütü PKK’ya her türlü lojistik temininde bulunması.
7- Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde 4 Temmuz 2003 günü, karargâh kurmuş bulunan bir binbaşı komutasında 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak’taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı’na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir ortamda, sürpriz bir baskın sonucu derdest edilmeleri ve başlarına çuval (kukuleta) geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmeleri.
8- Türkiye; soğuk savaş döneminin en zor şartlarında NATO üyeliğinden kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirmesine rağmen ABD’nin başını çektiği NATO’nun Suriye savaşında Türkiye için kılını kıpırdatmaması.
9- ABD, Suriye’de Ankara’ya verdiği sözlerini tutmamıştır. Örneğin Mümbiç’in Türk tarafına bırakılacağı söylenmesine rağmen şimdiye kadar bir gelişme olmadığı gibi, terör örgütü PYD/YPG’nin silahlandırılmasını sağlaması.
10- Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Savunma Bakanlığı'nın, Türkiye'nin F-35 programından resmi olarak çıkarıldığına ilişkin Ankara'ya bildirimde bulunması ve Türkiye'nin resmi olarak F-35 programının dışında bırakılması.
11- Ankara ve Atina arasında krize neden kıta sahanlığı konusunda, Yunanistan’ın yanında yer alması, Lozan Anlaşması hükümleri gereğince silahlandırılması yasak olan 12 adaya askeri yığınak yapması vs.
Bu listeyi uzatmak mümkün. ABD’nin Türkiye’nin kalkınmasına zerre miskal faydası olmamıştır. Marshall Yardımları kapsamında verdikleri süt tozları ile Türkleri kandırdılar. Ayrıca “Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonu” adı altında, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma silah, mühimmat ve askeri malzemeyi gönderdiler.
Düşünsenize ne 21 Aralık 1963’ten itibaren Akritas Planı’nın uygulanmasında ne de 1967’de Yunan-Rum askeri kuvvetlerinin komutanı General Grivas’ın, Geçitkale ve Boğaziçi köylerinin bulunduğu bölgeye acımasızca saldırması ve Türkleri katletmesinde, Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkartma yapacak amfibi gemisi bile olmadığı için asker sevkiyatı yapılamamıştı.
Şimdi aklı selim ile düşünerek soralım, bunların hangisi dostluğa veya müttefiklik hukukuna sığar?
Türkiye Rusya ilişkileri…
-Atatürk'ün, 'Aralof Yoldaş' diye hitap ettiği Komünist Büyükelçi: Semion İvanoviç Aralov ile resmi-
Türkiye’nin yakın tarihine iki bakış açısı damgasını vurur; birinci perspektif, Kadir Mısıroğlu’nun “Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahidler” kitabına göre şekillenir ve bu bakış açısı Atatürk’ü mürted, Lozan’ı hezimet ilan eder.
İkinci perspektif, İstiklal Harbi’nin askeri kurmayların ve askeri diplomasinin başarısını, Fransızlar’ın İtalyanlar’ın ve İngilizler’in aralarındaki anlaşmazlıklardan yararlanan askeri liderliği ile (Mustafa Kemal Atatürk / Fevzi Çakmak / Kazım Karabekir) proletarya devrimini gerçekleştiren Sovyet Rusya’nın desteğinin alınmasına bağlar.
Sovyetler Birliği, Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki kadroyu gerek silah gerekse diplomasi ile desteklediği süreçte, Moskova yönetiminin Kurtuluş Savaşı’nda kritik bir etkisi inkâr edilemez.
TBMM Hükümetinin, Sovyetler Birliği ile yakınlaşması karşılıksız kalmamıştır. Sovyetler Birliği’nin finansman, silah ve diplomatik desteğinin karşılığında Ankara hükümeti Azerbaycan ve Gürcistan’ın Sovyetler Birliği’ne katılmasını sağlamıştır.
TBMM Başkanı Mustafa Kemal’in mektubu, Bekir Sami’nin Moskova ziyareti ve Ağustos 1920’de imzalanan Türk- Sovyet ön anlaşması ilişkileri daha bir somutlaştırdı. Bu ön anlaşma ile yapılacak olan Sovyet yardımının Anadolu’ya sevkiyatında kullanılan karayolu Ermenistan tarafından engelleniyordu.
Ankara'nın talimatı üzerine Kazım Karabekir Paşa komutasındaki ordu birlikleri Ermenistan’a karşı harekete geçti, Kars ve Ardahan’ alınarak 2 Aralık 1920'de Gümrü Anlaşması imzalandı. Sovyetler Birliği de Türk ordusunun ilerleyişinin durması için Ermenistan’ın kalanında kontrolü sağladı.
16 Mart 1921 tarihinde Ankara hükümeti ile Sovyetler arasında “Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması” yapıldı. Anlaşma ile Sovyetler Misak-ı Milli çerçevesinde Ankara hükümetini tanıyordu. Sovyetler Birliği ile yakınlaşma ve Sovyet sınırındaki askeri birliklerin diğer bölgelere kaydırılması ile Ankara'nın, Batılı devletler karşısında eli güçlendi.
1921 Moskova Antlaşmasının ardından Sovyetler Birliği, Türkiye’ye silah ve mühimmat desteğini hızlandırdı. Bu süreçte Rusya’dan Türkiye’ye 37,812 adet tüfek, 44.587 sandık tüfek, 66 adet top, 200.000 mermi ulaştırıldı. Kurtuluş Savaşının kazanılmasında bu yardımların büyük bir etkisi vardır. Erol Mütercimler’in “Kurtuluş Savaşı'na Denizden Gelen Destek ve Kuvayı Milliye Donanması” kitabı bu bakış açısını güçlendiren bilgilerle doludur. Kitabın ana konusu; ‘İstiklal Harbi’nde Sovyet Yardımları’nı anlatır.
Anadolu’nun batısında Yunanistan’ın güneyinde Fransız ve İtalyanların işgali devam ederken Sovyetler ile sağlanan bu yakınlaşma Ankara açısından hayati öneme sahipti.
Moskova Antlaşması’nın içerik olarak benzeri olan bir diğer antlaşma ise Kars Antlaşması’dır. Kars Antlaşması Türkiye ile Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan arasında imzalanan dostluk antlaşmasıdır. 3 Ekim 1921’de imzalanan Kars Antlaşması, Moskova Antlaşması’nın 15. Maddesini referans almıştır.
Antlaşmanın imzalandığı dönemde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Sovyetlere bağlıydı. Bu antlaşma ile Türkiye’nin Misak-ı Milli’de belirtilen sınırları tescillendi. Bu anlaşma ile Türkiye’nin doğu sınırı kesinleşti.
Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyetler ile kurulan iyi ilişkiler, savaş sonrasında da sürdürüldü. Bu bağlamda 17 Aralık 1925 tarihinde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Dostuk, Tarafsızlık Anlaşması yapılmıştır. Yine 1927 yılında iki ülke arasında ticareti artırmaya yönelik bir anlaşma yapılmıştır. 1930ların ilk yarısına dek iyi ilişkiler devam etmiştir.
İsmet İnönü Moskova'da…
1932 yılında Başbakan İsmet İnönü Moskova’ya ziyarette bulunmuş, Stalin ile birlikte 1 Mayıs kutlamalarına katılmıştır.
Bu ziyaret ile temelde Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin arasındaki ilişkinin ekonomi temelli olduğu siyasi ve ideolojik boyuta geçmemesi hususu görüşülmüştür.
Ayrıca Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne üyeliği hususunda Moskova’nın onayı alınmak istenmiştir. Türkiye’nin, batı bloku ile birlikte hareket etmesi Sovyetleri rahatsız etse de Türkiye’nin denge politikası, kısmen bu alınganlığı telafi etmiştir.
Süleyman Demirel döneminde Sovyetler’in Türkiye yatırımları…
Amerikancı/Atlantikçi olmakla itham edilen Adalet Partisi ve Demirel Hükümetleri; Sovyetler Birliği’ne yakınlaşma stratejisini kararlı biçimde takip etmişti. Bu süreçte, Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne yönelmesinin, daha çok ekonomik temelli olduğu görülür.
Merkez sağ iktidarların altyapı yatırımları ile ağır sanayi tesislerinin kurulmasını esas alan kalkınma öncelikli parti programları bu yaklaşımında belirleyici olmuştu.
Ancak teknoloji transferi ve ağır sanayiye yönelik kredi imkânları konusunda ABD başta olmak üzere Avrupa finans kuruluşlarının araya mesafe koymaları Süleyman Demirel’in iktidara gelir gelmez alternatif kaynak arayışlarını çeşitlendirdi ve hızlandırdı.
Demirel’in işini biraz da Ruslar kolaylaştırdı. SSCB Başbakanı Aleksey Nikolayeviç Kosigin’in 1966’da gerçekleştirdiği Ankara ziyareti sonunda yayınlanan ortak bildiride, iki ülke arasındaki siyasal ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi üzerinde duruldu. Aleksey Kosigin’in Ankara ziyareti ile Adalet Partisi lideri ve Başbakan Süleyman Demirel’in Moskova seyahati için siyasi ortam sağlanmıştı.
Başbakan Süleyman Demirel’in 1967’de Sovyetler Birliği ziyareti iki ülke arasındaki soğuk savaşta oluşan/oluşturulan buz dağlarını eritmeye yetti.1967’de 1. Demirel Hükümeti’nce yapılan ekonomik ve teknik anlaşma ile SSCB, Türkiye’ye 200 milyon dolar tutarında kredi sağladı. Bu kredi ile İskenderun Demir Çelik Tesisleri, Seydişehir Alüminyum Fabrikası, Aliağa Petrol Rafinerisi, Bandırma Asit Sülfürük Fabrikası, Artvin Levha Fabrikası inşa edildi.
1967’de Ankara ve Moskova arasında imzalanan Ekonomik Teknik İşbirliği Antlaşması ile Aliağa Petrol Rafinerisi, Seydişehir Alüminyum Tesisi, İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Mersin Kimya Kompleksi, Bandırma Sülfirik Asit Üretim Tesisleri Türkiye’ye kazandırıldı.
Aralık 1975’te Kosigin’in gerçekleştirdiği ziyarette iki lider beraber İskenderun Demir Çelik fabrikasının ilk ocağını törenle açıldı. Kosigin’in şikâyetlerine konu olan ABD’nin İncirlik’ten yaptığı U2 casus uçakları uçuşları Türkiye tarafından durdurulduğu gibi 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında Sovyet uçaklarının Türkiye hava sahasını kullanmasına izin verildi.
Milli Görüşçüler ne yaptı?
Demirel’in Türkiye kalkınmasını Rusya’nın desteği ile gerçekleştirmesine NATO çok bozuldu. 12 Mart 1971 Muhtırası ile Ispartalı Süleyman Demirel ve Adalet Partisi hükümetten uzaklaştırıldı. Demirel’in bu ağır sanayi hamlesine en büyük eleştiri, Milli Nizam ve sonra Milli Selamet Partisi lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dan geldi.
Erbakan Hoca, bu ağır sanayi tesislerinin kurulması ve geliştirilmesine “montaj sanayisi” yaftasını vurarak itibarsızlaştırmaya çalıştı.Hedef, solcu tayfanın Morrison Süleyman lakabını taktığı Demirel’di ve Demirel hükümetinin müttefiki Sovyet Rusya’ydı.
Günümüzde Rusya’nın Türkiye’ye katkısı hangi düzeyde?
Türkiye için Rusya sadece ihtiyaç duyduğu enerjinin büyük bölümünü karşılama kapasitesine sahip bir tedarikçi değil, aynı zamanda güvenilir bir ortak.
Soğuk Savaş yıllarından 2006 Ukrayna krizine dek Rusya, bazı ülkelere yönelik enerji üzerindeki kontrolünü ve bunu siyasi baskı aracına dönüştürmesine karşın, Türkiye için böylesi bir yola asla sapmadı.
Türkiye için Rusya güvenilir bir enerji tedarikçisi, Rusya için de Türkiye, gaz talebi hızla artan önemli bir Pazar konumunda, 2017’de 29,03 milyar metreküp gaz ithalatıyla Türkiye, 53,44 milyar metreküp ithal eden Almanya’nın ardından Gazprom’un ikinci büyük müşterisiydi.
İki ülke arasında Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK), Hükümetlerarası Komisyon, Toplumsal Forum gibi ikili işbirliğinin geliştirilmesine katkı sağlayan pek çok ortak kurum ve mekanizma oluşturuldu. Türk Akımı doğal gaz boru hattı ve Akkuyu Nükleer Santrali başta olmak üzere, ortak yatırım projeleri gerçekleştiriliyor.
Taraflar, Ortak Yatırım Fonu’nun kurulması ve karşılıklı ulusal para kullanımını öngören anlaşmalara imzalar attı. İki ülkenin etkili ve aktif işbirliği sayesinde Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nde (KEİ), Suriye konulu Astana müzakere süreci çerçevesinde uluslararası sorunların çözüm arayışlarında kayda değer başarılar elde edildi.
Rusya Federasyonu, Türkiye'nin S-400 hava savunma sistemi edinme talebine olumlu yaklaştı. Türk Ordusu S-400 hava savunma sistemi ile daha güçlü. Hatta S-400 hava savunma sisteminin birlikte üretilmesi söz konusu. Ayrıca Rusya; Suriye'de ve Dağlık Karabağ'da Türkiye'nin askeri müttefiki. Birçok uluslararası konuda Türkiye'nin yanında yer alıyor. Avrupa ülkelerinin doğalgaz tedarikinde büyük sorun yaşadığı bu süreçte, Türkiye, bizzat Putin'in teklifi ile Avrupa'ya doğalgaz ulaştırılmasında merkez dağıtım üssü oluyor.
Türkiye'de akıl almayacak şeyler!..
Tüm bunlara rağmen Türkiye'de Rusları incitecek, alınganlıklarına neden olacak hem de Türk kadirşinaslığına yakışmayacak işler yapılıyor. Hizb-ut Tahrir ve FETÖ iltisaklı isimlerle sözde Kırım Tatarlarının davası yönetiliyor.
Ayrıca Polonya merkezli Promete yapılanması ile Tatar/Türk isminin arka planda tutulduğu Ukrayna Müslümanlığı kavramı türetiliyor. Aynı politikayı yıllardır Yunanlılar, Batı Trakya Türklüğü için sürdürüyor. Rusya da Çeçen/Çerkez veya diğer Türk Müslüman toplumları yerine bir dönem, Rusya Müslümanları kavramını yerleştirmek istemişti.
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlık yerine Yunanistan Müslümanları kavramını kullanıyorlar. Bunun içine Pomak, Arnavut, Roman Müslümanları da dahil ediyorlar. Bu yaklaşımın arka planında Türklük gurur ve şuurunu yok etmek olduğu o kadar açık ki. Londra icazetli Arabistan Selefilerinin arayıp ta bulamadıkları şey.
Ukrayna döneminde Kırım'da narko trafiğini idare eden Mustafa Cemiloğlu ve Refat Çubarov'un etkisi altındaki Tatar Derneklerinin Eskişehir ve İstanbul'da düzenledikleri, Rusya aleyhtarı toplantılara Ukrayna'nın Türkiye'deki diplomatlarının katılmasına göz yumuluyor.
Anadolu Ajansı ve TRT haberlerindeki yayınlarda Rusya, Ukrayna'da işgalci olarak nitelendiriliyor. Rusya'yı askeri müdahaleye zorlayan ve Ukrayna halkını ölüme terk eden ABD ve İngiltere'nin, Ukrayna'daki askeri faaliyetlerine toz kondurulmuyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın bu konulardaki açıklamalarında özenli bir dil kullanmadığı da söylenebilir.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı/ TİKA, Göç İdaresi Başkanlığı ve dahi Kültür Bakanlığı yöneticileri Ukrayna konusunda Türkiye'nin tarafsızlığına gölge düşüren açıklamalar yapıyor. Hatta bu saydığımız kurumlar, Rusya'nın muhalifi gruplara araç gereç ve tesisat yardımlarında bulunuyor, onların toplantılarına üst düzey yönetici konumunda katılımcı gönderiyor.
Son olarak ABD, Ankara ve Şam yakınlaşmasını tasvip etmediklerini açıkladı. Onlar tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi Suriye'de de savaşın sona ermesini istemiyorlar. Onbinlerce insanın ölümü onlar için bir anlam ifade etmiyor.
Ankara; bu konularda kısa ve uzun vadede kendisine zarar verebilecek ikircikli politikalar yerine daha reel politik adımlar atmalı. Ne Batılı başkentlerin ne de Moskova'nın konjonktürel toleransı süreklilik göstermeyebilir. Kurumsal hafıza sadece Türk Devletinde yok. Ama bu kıvrak ve ikircikli polikalar, Türk Hariciyesinin geleneksel tecrübe ve birikimini gölgeliyor.
Atatürk ve İsmet İnönü'nün varisi CHP, neden Moskova'ya mesafeli?
Muhalefetin de bu konuda akılcı bir duruşu yok. Washington ve Londra'da temaslarda bulunan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun neden Moskova'ya gitmediği de kamuoyunun merak ettiği konular arasında.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Seçilmiş Kaynakça
https://www.mfa.gov.tr/dis-politika-genel.tr.mfa
https://www.bbc.com/turkce/articles/c881406q91vo
https://www.dikgazete.com/yazi/washington-masasi-makale,3728.html-3728.html
https://www.ilimvemedeniyet.com/ataturk-doneminde-sovyetler-birligi-ile-iliskiler.html
https://kafkassam.com/olasi-abd-ve-iran-catismasinda-turkiyenin-izleyecegi-strateji-ne-olur.html
Ankara’nın Washington/Londra ile Moskova arasındaki ilişkilerinin anlaşılması noktasında Dışişleri Bakanlığı’nın; “Türkiye'nin Girişimci Ve İnsani Dış Politikası” başlıklı açıklaması belki bir perspektif oluşturabilir. Deniliyor ki; “Dış politikamız, içinde bulunduğumuz çalkantılı bölgesel ve uluslararası ortamda ülkemizin çıkarlarını korurken, aynı zamanda sürdürülebilir barış ve kalkınmaya uygun koşulların oluşmasını hedeflemekte, çevremizde barış, refah ve istikrar kuşağı tesisine katkıda bulunmaktadır.”
Bu metni kaleme alanlar; “En doğudaki Avrupalı, en batıdaki Asyalı olan Türkiye, mevcut stratejik ilişkilerini güçlendirmeyi ve yenilerini geliştirmeyi amaç edinmiştir. Ülkemiz NATO müttefiki ABD ile stratejik bir ortaklığa sahiptir ve Avrupa’nın güvenliği ve refahı için transatlantik bağları hayati önemde görmektedir. NATO'nun etkin bir üyesi olan Türkiye, İttifakın "Güvenliğin Bölünmezliği" temel ilkesine de önemli katkılarda bulunmakta olup, İttifakın operasyonlarına en fazla destek sağlayan ilk 5, bütçesine en fazla destek sağlayan ilk 8 ülkeden biridir.” belirlemesinde bulunuyor.
Onlara göre “Avrupa’nın bir parçası olan Türkiye, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı dahil neredeyse bütün Avrupa kurumlarının mensubu ve hatta kurucu üyesidir ve kıtayı etkileyen kitlesel göç hareketleri dahil birçok soruna çözüm bulma çabalarına etkin katkıda bulunmaktadır. Enerji hatlarının merkezi ve transit ülkesi konumundaki ülkemiz, Avrupa’nın ve dünyanın enerji güvenliğinde de hayati bir rol oynamaktadır.”
Metinde Rusya da geçiyor; ama nasıl? “Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarıyla başlayan savaş sırasında 18.000’den fazla vatandaşımızın Ukrayna’dan ülkemize dönüşleri temin edilmiştir.” Hepsi bu kadar!
Metnin tamamını aşağıda verdiğim linkten okuyabilirsiniz. Bu metin Dışişleri Bakanlığı’nın diplomasi literatürüne göre yazılmış değil de sanki bana AK Parti Dış İlişkiler Başkanlığının seçim manifestosu gibi geldi.
İktidar partisinin dış politik tercihlerine de seçimin gölgesi düşüyor mu?
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde Çarlık Rusyası’na karşı savaşlarında Avrupalıların özellikle İngilizlerin desteği göz yaşartıcı. Avrupa ve Asya’da Slav yayılmacılığının önüne geçmek için Osmanlı ordusundan ve ülkesinin insan kaynaklarından olabildiğince faydalandılar.
4 Ekim 1853-30 Mart 1856 tarihleri arasındaki Kırım Savaşı bu konudaki net örnek. Birleşik Krallık, Fransa ve Piyemonte-Sardinya'nın Osmanlı tarafında savaşa dâhil olmasıyla savaş, Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla çıkarılmıştı. Sonuçları açısından daha çok Avrupalı devletlerin işine yaramıştı.
Ne zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları dahilinde yeni bir enerji kaynağı/ petrol bulundu, işte o zaman küçük kıyamet koptu, Kırım Savaşına katılan İngiliz Donanmasının yeni nesil savaş gemileri, zırhlılar bu sefer Çanakkale Boğazında boy gösterdiler.
Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşına katılan Cumhuriyetin kurmayları, kendi yakın tarihlerinde yaşadıklarından önemli dersler çıkardılar ve Cumhuriyet’i her dönem savaş ortamından korudular. Bu nedenle olsa gerek uluslararası denge politikaları geliştirdiler.
Demokrat Parti hükümetinin Kore Savaşı’na katılma kararının, Türkiye’nin Batı Blokuna kabul edilmesinden başka bir işe yaramadığı söylenebilir. Nitekim bunu anladıklarında Sovyetler Birliği’nin kapısını çaldılar ama iş işten geçmiş, tren kaçmıştı.
Bu böyle uzar gider. Kısacası günümüzdeki iktidarın Türkiye’nin önceliklerini arkalayan bir politik duruşu var. Türkiye’nin NATO üyesi olması nedeni ile Kuzey Atlantik Paktı’na üye diğer ülkelerle ekonomik ve askeri ilişkileri daha ön planda.
Bununla birlikte Rusya Federasyonu ile siyasi, kültürel, ekonomik ve hatta askeri işbirliğinden söz edilebilir. Belki bu Türkiye’nin milli çıkarları açısından yapması gerekendir. Ancak madem uluslararası denge politikasına soyunuyoruz, o halde terazinin bir kefesi, neden Washington/Londra tarafına ağır basıyor, sormadan edemiyoruz?
Türkiye’de seçim sathi mahalline girilirken iktidar; ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği’nin dinozorları Almanya ve Fransa ile ilişkilerini sıcak tutmak istiyor. Bu bağlamda Ukrayna ve Kırım konusunda bu paydaşları ile aynı çizgide olmayı benimsiyor. Rusya Federasyonu ile ters düşmeyi de göze alabiliyor.
Türk yöneticilerin bu sahadaki tasarruflarının ne denli doğru olduğu tartışmaya açık. Ankara - Londra/Washington ile Ankara-Moskova arasındaki yakınlaşma veya uzaklaşmanın kronolojisini açıklamamak gerekiyor.
ABD ile ilişkilerde yakın tarih kronolojisi…
İşi ta Cumhuriyet öncesine götürmeden ABD – Türkiye ilişkilerini mercek altına alalım.
1932’de Atatürk ve MacArthur görüşmesi…
ABD ile Cumhuriyet Türkiyesi arasındaki diplomatik ilişki tesisi 17 Şubat 1927 tarihinde Nota teatisi yoluyla yapılır. Cumhuriyet Hariciyesi, 2. Dünya Savaşı öncesinde Birleşik Krallık yani İngiltere'nin karşısına ABD desteği alarak çıkmanın uygunluğunu pratize eder.
Çünkü savaş bitmesine rağmen Çanakkale ve İstanbul Boğazı’ndan ve dahi Trakya sınırından İngiliz askeri birlikleri çekilmemiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli komutanlarından, Japonya’nın teslim anlaşmasını müttefikler adına imzalayan Amerikalı Orgeneral Douglas MacArthur, 1932'de İstanbul’da Atatürk tarafından kabul edildi.
2. Dünya Savaşı sonrası Ankara – Washington arasında askeri ilişkiler…
İlişkiler, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla genişleyip derinleşmiştir. ABD ile ikili, bölgesel ve küresel pek çok konuda her düzeyde yoğun bir ilişki ve ziyaret trafiği bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında Türk Hariciyesi, Almanlara karşı cephe açılmasına yanaşılmadığı için İngilizlerin Ankara’ya diş bilediğinin farkında olarak Sovyetlerin yayılma tehdidini bahane ederek ABD ile yakınlaşmayı planladılar.
23 Şubat 1945'te Türkiye ile ABD arasında Ödünç Verme-Kiralama Yardımı Anlaşması imzalanır. 5 Nisan 1946: ABD'nin Türkiye'nin güvenliğine verdiği önemin göstergesi olarak, Washington'da ölen Büyükelçi Ertegün'ün naaşı, Missouri Savaş Zırhlısı ile İstanbul'a getirilir.
Ankara ve Washington arasındaki yakın ilişki Sovyet karşıtlığı ekseninde Truman Doktrini’nin uygulanmasını öngören 12 Temmuz 1947 tarihli anlaşma ile başlar. Bu kapsamda Türkiye, ekonomik ve askerî yardım paketinden yararlandırılır.
Karşılığında 1954 yılında ABD'ye İncirlik Hava Üssü'nü kurma izni verilir. Türkiye, 1952’den beri NATO müttefiklerinden biridir. Ancak Türkiye'nin edilgen özverisi maalesef ABD tarafından istismar edildi.
Türk Devletinin ABD çekincesinin nedenleri…
1- Türkiye açısından ABD güvenilir bir müttefik değildir. Johnson Mektubu olarak bilinen diplomatik kriz; ABD’nin Türkiye’ye bakış açısını çok net şekilde yansıtmaktadır.
2- ABD’nin Türkiye’ye baskı yaparak haşhaş tarımını yasaklatması. Türkiye’de 1971 yılına kadar haşhaştan afyon üretimi yapılırken Türkiye’nin, yasadışı uyuşturucunun kaynaklarından biri olarak suçlanması nedeni ile Türk Hükümeti bu suçlamaların doğru olmadığını kanıtlamak amacıyla ülkede haşhaş ekimine 26/06/1971 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile tam bir yasak getirdi.
1974’e kadar süren bu yasak sırasında, Avrupa ve Amerika’ya yasadışı uyuşturucu girişi devam etmiş, üstelik diğer afyon üreten ülkelerin üretimlerinde artış gözlenmiş ve yeni haşhaş üreticisi ülkelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Diğer taraftan bu yasak, önemli bu gelir kaynağından mahrum olan üreticilerimiz üzerinde sosyal ve ekonomik olumsuzluklara yol açmıştır. 1,5 milyon insan bu yasaktan olumsuz etkilenmiştir.
01/07/1974 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile ilaç hammaddesi ihtiyacının sağlanması ve geçimi büyük ölçüde haşhaş üretimine bağlı olan çiftçilerin yaşam koşullarının düzeltilmesi amacıyla haşhaş ekimi ve ham afyon üretimi 7 ilde (Afyon, Burdur, Isparta, Denizli, Kütahya, Uşak ve Konya) serbest bırakılmıştır.
06/12/1974 tarihli kararname ile kaçağa kayma riski yüksek olan ve haşhaş kapsülünün çizilmesi ile elde edilen afyon üretimi yasaklanarak, daha güvenli bir yöntem olan çizilmemiş haşhaş kapsülü üretimine geçilmiştir.
3- Türk ordusunun gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtında ABD, Türkiye aleyhtarı politika izlemiştir.
4- ABD’ye rağmen gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye’ye ambargo uygulamıştır.
5- ABD zaman zaman Türkiye’ye saldırgan davranabilmektedir. 1992’de ortak tatbikat sırasında Türk gemisi Muavenet Zırhlısının vurulması bunun en belirgin örneğidir.
6- Körfez harbi öncesinde ve sonrasında Çekiç Güç aracılığıyla terör örgütü PKK’ya her türlü lojistik temininde bulunması.
7- Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde 4 Temmuz 2003 günü, karargâh kurmuş bulunan bir binbaşı komutasında 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak’taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı’na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir ortamda, sürpriz bir baskın sonucu derdest edilmeleri ve başlarına çuval (kukuleta) geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmeleri.
8- Türkiye; soğuk savaş döneminin en zor şartlarında NATO üyeliğinden kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirmesine rağmen ABD’nin başını çektiği NATO’nun Suriye savaşında Türkiye için kılını kıpırdatmaması.
9- ABD, Suriye’de Ankara’ya verdiği sözlerini tutmamıştır. Örneğin Mümbiç’in Türk tarafına bırakılacağı söylenmesine rağmen şimdiye kadar bir gelişme olmadığı gibi, terör örgütü PYD/YPG’nin silahlandırılmasını sağlaması.
10- Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Savunma Bakanlığı'nın, Türkiye'nin F-35 programından resmi olarak çıkarıldığına ilişkin Ankara'ya bildirimde bulunması ve Türkiye'nin resmi olarak F-35 programının dışında bırakılması.
11- Ankara ve Atina arasında krize neden kıta sahanlığı konusunda, Yunanistan’ın yanında yer alması, Lozan Anlaşması hükümleri gereğince silahlandırılması yasak olan 12 adaya askeri yığınak yapması vs.
Bu listeyi uzatmak mümkün. ABD’nin Türkiye’nin kalkınmasına zerre miskal faydası olmamıştır. Marshall Yardımları kapsamında verdikleri süt tozları ile Türkleri kandırdılar. Ayrıca “Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonu” adı altında, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma silah, mühimmat ve askeri malzemeyi gönderdiler.
Düşünsenize ne 21 Aralık 1963’ten itibaren Akritas Planı’nın uygulanmasında ne de 1967’de Yunan-Rum askeri kuvvetlerinin komutanı General Grivas’ın, Geçitkale ve Boğaziçi köylerinin bulunduğu bölgeye acımasızca saldırması ve Türkleri katletmesinde, Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkartma yapacak amfibi gemisi bile olmadığı için asker sevkiyatı yapılamamıştı.
Şimdi aklı selim ile düşünerek soralım, bunların hangisi dostluğa veya müttefiklik hukukuna sığar?
Türkiye Rusya ilişkileri…
-Atatürk'ün, 'Aralof Yoldaş' diye hitap ettiği Komünist Büyükelçi: Semion İvanoviç Aralov ile resmi-
Türkiye’nin yakın tarihine iki bakış açısı damgasını vurur; birinci perspektif, Kadir Mısıroğlu’nun “Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahidler” kitabına göre şekillenir ve bu bakış açısı Atatürk’ü mürted, Lozan’ı hezimet ilan eder.
İkinci perspektif, İstiklal Harbi’nin askeri kurmayların ve askeri diplomasinin başarısını, Fransızlar’ın İtalyanlar’ın ve İngilizler’in aralarındaki anlaşmazlıklardan yararlanan askeri liderliği ile (Mustafa Kemal Atatürk / Fevzi Çakmak / Kazım Karabekir) proletarya devrimini gerçekleştiren Sovyet Rusya’nın desteğinin alınmasına bağlar.
Sovyetler Birliği, Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki kadroyu gerek silah gerekse diplomasi ile desteklediği süreçte, Moskova yönetiminin Kurtuluş Savaşı’nda kritik bir etkisi inkâr edilemez.
TBMM Hükümetinin, Sovyetler Birliği ile yakınlaşması karşılıksız kalmamıştır. Sovyetler Birliği’nin finansman, silah ve diplomatik desteğinin karşılığında Ankara hükümeti Azerbaycan ve Gürcistan’ın Sovyetler Birliği’ne katılmasını sağlamıştır.
TBMM Başkanı Mustafa Kemal’in mektubu, Bekir Sami’nin Moskova ziyareti ve Ağustos 1920’de imzalanan Türk- Sovyet ön anlaşması ilişkileri daha bir somutlaştırdı. Bu ön anlaşma ile yapılacak olan Sovyet yardımının Anadolu’ya sevkiyatında kullanılan karayolu Ermenistan tarafından engelleniyordu.
Ankara'nın talimatı üzerine Kazım Karabekir Paşa komutasındaki ordu birlikleri Ermenistan’a karşı harekete geçti, Kars ve Ardahan’ alınarak 2 Aralık 1920'de Gümrü Anlaşması imzalandı. Sovyetler Birliği de Türk ordusunun ilerleyişinin durması için Ermenistan’ın kalanında kontrolü sağladı.
16 Mart 1921 tarihinde Ankara hükümeti ile Sovyetler arasında “Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması” yapıldı. Anlaşma ile Sovyetler Misak-ı Milli çerçevesinde Ankara hükümetini tanıyordu. Sovyetler Birliği ile yakınlaşma ve Sovyet sınırındaki askeri birliklerin diğer bölgelere kaydırılması ile Ankara'nın, Batılı devletler karşısında eli güçlendi.
1921 Moskova Antlaşmasının ardından Sovyetler Birliği, Türkiye’ye silah ve mühimmat desteğini hızlandırdı. Bu süreçte Rusya’dan Türkiye’ye 37,812 adet tüfek, 44.587 sandık tüfek, 66 adet top, 200.000 mermi ulaştırıldı. Kurtuluş Savaşının kazanılmasında bu yardımların büyük bir etkisi vardır. Erol Mütercimler’in “Kurtuluş Savaşı'na Denizden Gelen Destek ve Kuvayı Milliye Donanması” kitabı bu bakış açısını güçlendiren bilgilerle doludur. Kitabın ana konusu; ‘İstiklal Harbi’nde Sovyet Yardımları’nı anlatır.
Anadolu’nun batısında Yunanistan’ın güneyinde Fransız ve İtalyanların işgali devam ederken Sovyetler ile sağlanan bu yakınlaşma Ankara açısından hayati öneme sahipti.
Moskova Antlaşması’nın içerik olarak benzeri olan bir diğer antlaşma ise Kars Antlaşması’dır. Kars Antlaşması Türkiye ile Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan arasında imzalanan dostluk antlaşmasıdır. 3 Ekim 1921’de imzalanan Kars Antlaşması, Moskova Antlaşması’nın 15. Maddesini referans almıştır.
Antlaşmanın imzalandığı dönemde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Sovyetlere bağlıydı. Bu antlaşma ile Türkiye’nin Misak-ı Milli’de belirtilen sınırları tescillendi. Bu anlaşma ile Türkiye’nin doğu sınırı kesinleşti.
Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyetler ile kurulan iyi ilişkiler, savaş sonrasında da sürdürüldü. Bu bağlamda 17 Aralık 1925 tarihinde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Dostuk, Tarafsızlık Anlaşması yapılmıştır. Yine 1927 yılında iki ülke arasında ticareti artırmaya yönelik bir anlaşma yapılmıştır. 1930ların ilk yarısına dek iyi ilişkiler devam etmiştir.
İsmet İnönü Moskova'da…
1932 yılında Başbakan İsmet İnönü Moskova’ya ziyarette bulunmuş, Stalin ile birlikte 1 Mayıs kutlamalarına katılmıştır.
Bu ziyaret ile temelde Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin arasındaki ilişkinin ekonomi temelli olduğu siyasi ve ideolojik boyuta geçmemesi hususu görüşülmüştür.
Ayrıca Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne üyeliği hususunda Moskova’nın onayı alınmak istenmiştir. Türkiye’nin, batı bloku ile birlikte hareket etmesi Sovyetleri rahatsız etse de Türkiye’nin denge politikası, kısmen bu alınganlığı telafi etmiştir.
Süleyman Demirel döneminde Sovyetler’in Türkiye yatırımları…
Amerikancı/Atlantikçi olmakla itham edilen Adalet Partisi ve Demirel Hükümetleri; Sovyetler Birliği’ne yakınlaşma stratejisini kararlı biçimde takip etmişti. Bu süreçte, Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne yönelmesinin, daha çok ekonomik temelli olduğu görülür.
Merkez sağ iktidarların altyapı yatırımları ile ağır sanayi tesislerinin kurulmasını esas alan kalkınma öncelikli parti programları bu yaklaşımında belirleyici olmuştu.
Ancak teknoloji transferi ve ağır sanayiye yönelik kredi imkânları konusunda ABD başta olmak üzere Avrupa finans kuruluşlarının araya mesafe koymaları Süleyman Demirel’in iktidara gelir gelmez alternatif kaynak arayışlarını çeşitlendirdi ve hızlandırdı.
Demirel’in işini biraz da Ruslar kolaylaştırdı. SSCB Başbakanı Aleksey Nikolayeviç Kosigin’in 1966’da gerçekleştirdiği Ankara ziyareti sonunda yayınlanan ortak bildiride, iki ülke arasındaki siyasal ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi üzerinde duruldu. Aleksey Kosigin’in Ankara ziyareti ile Adalet Partisi lideri ve Başbakan Süleyman Demirel’in Moskova seyahati için siyasi ortam sağlanmıştı.
Başbakan Süleyman Demirel’in 1967’de Sovyetler Birliği ziyareti iki ülke arasındaki soğuk savaşta oluşan/oluşturulan buz dağlarını eritmeye yetti.1967’de 1. Demirel Hükümeti’nce yapılan ekonomik ve teknik anlaşma ile SSCB, Türkiye’ye 200 milyon dolar tutarında kredi sağladı. Bu kredi ile İskenderun Demir Çelik Tesisleri, Seydişehir Alüminyum Fabrikası, Aliağa Petrol Rafinerisi, Bandırma Asit Sülfürük Fabrikası, Artvin Levha Fabrikası inşa edildi.
1967’de Ankara ve Moskova arasında imzalanan Ekonomik Teknik İşbirliği Antlaşması ile Aliağa Petrol Rafinerisi, Seydişehir Alüminyum Tesisi, İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Mersin Kimya Kompleksi, Bandırma Sülfirik Asit Üretim Tesisleri Türkiye’ye kazandırıldı.
Aralık 1975’te Kosigin’in gerçekleştirdiği ziyarette iki lider beraber İskenderun Demir Çelik fabrikasının ilk ocağını törenle açıldı. Kosigin’in şikâyetlerine konu olan ABD’nin İncirlik’ten yaptığı U2 casus uçakları uçuşları Türkiye tarafından durdurulduğu gibi 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında Sovyet uçaklarının Türkiye hava sahasını kullanmasına izin verildi.
Milli Görüşçüler ne yaptı?
Demirel’in Türkiye kalkınmasını Rusya’nın desteği ile gerçekleştirmesine NATO çok bozuldu. 12 Mart 1971 Muhtırası ile Ispartalı Süleyman Demirel ve Adalet Partisi hükümetten uzaklaştırıldı. Demirel’in bu ağır sanayi hamlesine en büyük eleştiri, Milli Nizam ve sonra Milli Selamet Partisi lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dan geldi.
Erbakan Hoca, bu ağır sanayi tesislerinin kurulması ve geliştirilmesine “montaj sanayisi” yaftasını vurarak itibarsızlaştırmaya çalıştı.Hedef, solcu tayfanın Morrison Süleyman lakabını taktığı Demirel’di ve Demirel hükümetinin müttefiki Sovyet Rusya’ydı.
Günümüzde Rusya’nın Türkiye’ye katkısı hangi düzeyde?
Türkiye için Rusya sadece ihtiyaç duyduğu enerjinin büyük bölümünü karşılama kapasitesine sahip bir tedarikçi değil, aynı zamanda güvenilir bir ortak.
Soğuk Savaş yıllarından 2006 Ukrayna krizine dek Rusya, bazı ülkelere yönelik enerji üzerindeki kontrolünü ve bunu siyasi baskı aracına dönüştürmesine karşın, Türkiye için böylesi bir yola asla sapmadı.
Türkiye için Rusya güvenilir bir enerji tedarikçisi, Rusya için de Türkiye, gaz talebi hızla artan önemli bir Pazar konumunda, 2017’de 29,03 milyar metreküp gaz ithalatıyla Türkiye, 53,44 milyar metreküp ithal eden Almanya’nın ardından Gazprom’un ikinci büyük müşterisiydi.
İki ülke arasında Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK), Hükümetlerarası Komisyon, Toplumsal Forum gibi ikili işbirliğinin geliştirilmesine katkı sağlayan pek çok ortak kurum ve mekanizma oluşturuldu. Türk Akımı doğal gaz boru hattı ve Akkuyu Nükleer Santrali başta olmak üzere, ortak yatırım projeleri gerçekleştiriliyor.
Taraflar, Ortak Yatırım Fonu’nun kurulması ve karşılıklı ulusal para kullanımını öngören anlaşmalara imzalar attı. İki ülkenin etkili ve aktif işbirliği sayesinde Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nde (KEİ), Suriye konulu Astana müzakere süreci çerçevesinde uluslararası sorunların çözüm arayışlarında kayda değer başarılar elde edildi.
Rusya Federasyonu, Türkiye'nin S-400 hava savunma sistemi edinme talebine olumlu yaklaştı. Türk Ordusu S-400 hava savunma sistemi ile daha güçlü. Hatta S-400 hava savunma sisteminin birlikte üretilmesi söz konusu. Ayrıca Rusya; Suriye'de ve Dağlık Karabağ'da Türkiye'nin askeri müttefiki. Birçok uluslararası konuda Türkiye'nin yanında yer alıyor. Avrupa ülkelerinin doğalgaz tedarikinde büyük sorun yaşadığı bu süreçte, Türkiye, bizzat Putin'in teklifi ile Avrupa'ya doğalgaz ulaştırılmasında merkez dağıtım üssü oluyor.
Türkiye'de akıl almayacak şeyler!..
Tüm bunlara rağmen Türkiye'de Rusları incitecek, alınganlıklarına neden olacak hem de Türk kadirşinaslığına yakışmayacak işler yapılıyor. Hizb-ut Tahrir ve FETÖ iltisaklı isimlerle sözde Kırım Tatarlarının davası yönetiliyor.
Ayrıca Polonya merkezli Promete yapılanması ile Tatar/Türk isminin arka planda tutulduğu Ukrayna Müslümanlığı kavramı türetiliyor. Aynı politikayı yıllardır Yunanlılar, Batı Trakya Türklüğü için sürdürüyor. Rusya da Çeçen/Çerkez veya diğer Türk Müslüman toplumları yerine bir dönem, Rusya Müslümanları kavramını yerleştirmek istemişti.
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlık yerine Yunanistan Müslümanları kavramını kullanıyorlar. Bunun içine Pomak, Arnavut, Roman Müslümanları da dahil ediyorlar. Bu yaklaşımın arka planında Türklük gurur ve şuurunu yok etmek olduğu o kadar açık ki. Londra icazetli Arabistan Selefilerinin arayıp ta bulamadıkları şey.
Ukrayna döneminde Kırım'da narko trafiğini idare eden Mustafa Cemiloğlu ve Refat Çubarov'un etkisi altındaki Tatar Derneklerinin Eskişehir ve İstanbul'da düzenledikleri, Rusya aleyhtarı toplantılara Ukrayna'nın Türkiye'deki diplomatlarının katılmasına göz yumuluyor.
Anadolu Ajansı ve TRT haberlerindeki yayınlarda Rusya, Ukrayna'da işgalci olarak nitelendiriliyor. Rusya'yı askeri müdahaleye zorlayan ve Ukrayna halkını ölüme terk eden ABD ve İngiltere'nin, Ukrayna'daki askeri faaliyetlerine toz kondurulmuyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın bu konulardaki açıklamalarında özenli bir dil kullanmadığı da söylenebilir.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı/ TİKA, Göç İdaresi Başkanlığı ve dahi Kültür Bakanlığı yöneticileri Ukrayna konusunda Türkiye'nin tarafsızlığına gölge düşüren açıklamalar yapıyor. Hatta bu saydığımız kurumlar, Rusya'nın muhalifi gruplara araç gereç ve tesisat yardımlarında bulunuyor, onların toplantılarına üst düzey yönetici konumunda katılımcı gönderiyor.
Son olarak ABD, Ankara ve Şam yakınlaşmasını tasvip etmediklerini açıkladı. Onlar tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi Suriye'de de savaşın sona ermesini istemiyorlar. Onbinlerce insanın ölümü onlar için bir anlam ifade etmiyor.
Ankara; bu konularda kısa ve uzun vadede kendisine zarar verebilecek ikircikli politikalar yerine daha reel politik adımlar atmalı. Ne Batılı başkentlerin ne de Moskova'nın konjonktürel toleransı süreklilik göstermeyebilir. Kurumsal hafıza sadece Türk Devletinde yok. Ama bu kıvrak ve ikircikli polikalar, Türk Hariciyesinin geleneksel tecrübe ve birikimini gölgeliyor.
Atatürk ve İsmet İnönü'nün varisi CHP, neden Moskova'ya mesafeli?
Muhalefetin de bu konuda akılcı bir duruşu yok. Washington ve Londra'da temaslarda bulunan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun neden Moskova'ya gitmediği de kamuoyunun merak ettiği konular arasında.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Seçilmiş Kaynakça
https://www.mfa.gov.tr/dis-politika-genel.tr.mfa
https://www.bbc.com/turkce/articles/c881406q91vo
https://www.dikgazete.com/yazi/washington-masasi-makale,3728.html-3728.html
https://www.ilimvemedeniyet.com/ataturk-doneminde-sovyetler-birligi-ile-iliskiler.html
https://kafkassam.com/olasi-abd-ve-iran-catismasinda-turkiyenin-izleyecegi-strateji-ne-olur.html