Türkiye ve ‘NATO’nun gerçek yüzü’

Türkiye ve ‘NATO’nun gerçek yüzü’

Türkiye ve ‘NATO’nun gerçek yüzü’ Türkiye ve ‘NATO’nun gerçek yüzü’

Halen Kaliforniya Üniversitesi’nde profesör olan, sevgili dostum Cihan Tuğal, New York Times gazetesinde “Türkiye NATO’nun Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkarıyor(“Turkey Reveals the True NATO”, may 27,2022) başlıklı bir yazı yayınladı.

NATO’nun, bir yandan Ukrayna’da işgale karşı çıkarken, Türkiye’nin Kürtlere karşı baskı ve sınır dışı operasyonlarını nasıl desteklediğini hatırlatıyor. Ukrayna Krizi’nin Türkiye’nin NATO nezdinde kazandığı önemin bu göz yumma stratejisini nasıl beslediğini anlatıyor.

Çok isabetli bir hatırlatma, özellikle de kendini solcu olarak tanımladığı halde, doğrudan NATO’yu desteklemese de işin bu tarafını hiç sorgulamayanların yaklaşımları açısından önemli.

Malum, NATO tartışması alengirli bir konu, nitekim NATO’ya karşı çıkanların çoğunun barışsever oldukları için değil, en az NATO ittifakı kadar ikiyüzlü ve savaşkan başka alternatifleri önerdiklerini biliyoruz. Bunun ötesinde, barışsever ve demokratik bir dünya kurgusunun, halihazırda zemini olmadığı da bir başka sorun.

Yine de bu mevzu açılmışken, birkaç hatırlatma daha yapalım.

Öncelikle, Tuğal’ın söz ettiği, Türkiye’de Kürt meselesi ve demokrasi konularında stratejik/politik kaygıları öne çıkaran sadece NATO ittifakı değil. AB’nin de bu konuda farklı davrandığı söylenemez.

Tam da bu nedenle, Türkiye’de demokratikleşmenin yolunun AB’den geçtiğini düşünenlerin eli boş kaldı. Mevcut iktidarın eli, işin bu tarafını iyi hesapladığı için halen güçlü.

Ukrayna krizinden önce de AK Partili Cumhurbaşkanı, Ortadoğu siyasetinde çok önemli bir hamle yaparak Batılı ve özellikle ABD’li müttefiklerinin kalbini kazanmıştı.

Bu hamle, Trump döneminde başlatılan İran’a karşı Sünni Müslüman ülkeler ile İsrail’in yakınlaşması siyasetine Türkiye’nin dahil olması idi.

Zamanında, düşman ilan edilen Birleşik Arap Emirlikleri ile yeniden dostluk kurulmasının anlamı buydu. Daha öncesinde, Almanya ile anlaşma karşılığında, Avrupa’ya baskı yapan göçmen akınını Türkiye’de tutmak konusunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

Kuşkusuz, Türkiye, NATO ve Batı ittifakının ikiyüzlü siyasetlerinin tek örneği değil; dahası bu yeni bir durum da değil.

Türkiye’de, bir ucunda Kürt meselesi, diğer ucu genel olarak demokratik hak ve özgürlükler olan otoriter siyaset sorunu, sıklıkla iddia edildiği gibi “Batı’dan uzaklaşma”nın değil, pek çok durumda Batı ile yakınlığın sonucu oldu.

Batı tarihi deneyiminin ürünleri olan modern demokrasi ve demokratik değerlere açık olmak başka, Batı İttifakı’nın siyasetleri ve kurumsal yapılarından medet ummak başka şeyler sayılmalı.

Doksanlı yıllardan itibaren, popülerleşen askeri vesayet sorunu da bu çerçevede değerlendirilirse daha anlamlı olur. O yıllardan itibaren, askeri vesayet ve otoriterlik sorununun kökenini Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarının mirası ile sınırlamak büyük bir siyasi şaşılığa neden oldu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Soğuk Savaş politikaları ve NATO üyeliğinin, bir yandan orduyu güçlendirdiği, diğer yandan kontrgerilla gibi paramiliter örgütlenmeler de dahil olmak üzere otoriter siyasetleri beslediği hesaba katılmadı.

AK Parti’nin, askeri vesayetle mücadele ettiği hayaline kapılmanın nedeni bu kavrayıştan uzak görüştü. Aslında, mesele, NATO üyesi bir ülkede ordunun sağladığı siyasi gücün kimin elinde olacağı idi.

Mesele, doksanlı yılların sonlarında, NATO ordusu olduklarını unutup, ‘Avrasyacı’ hayaller kurmaya başlayan askerlerin acı gerçeklerle karşılaşması meselesi idi.

Bu kafada olanların siyasi karşılığı da kuşkusuz otoriter siyasetlerdi, ancak onların tasfiyesi, 2009 yılından beri ifade etmeye çalıştığım gibi, ‘derin devletin tasfiyesi’ değil, konsept değiştirmesinden ibaretti.

NATO’dan ve genelde Batı ittifakından çıkmak, daha parlak bir alternatif değil, ama bu ittifakın, demokrasi açısından itici bir güç olmadığını artık anlasak diyorum.

Şimdilerde, mevcut iktidarın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini pazarlık konusu yapmasına karşı, ‘kırk yıllık dostlara karşı ayıp oluyor’ tavrının yerine, bu pazarlığın Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde bizim karşımıza nasıl çıkacağını düşünüp, tartışsak daha iyi ederiz diyorum.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com

Halen Kaliforniya Üniversitesi’nde profesör olan, sevgili dostum Cihan Tuğal, New York Times gazetesinde “Türkiye NATO’nun Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkarıyor(“Turkey Reveals the True NATO”, may 27,2022) başlıklı bir yazı yayınladı.

NATO’nun, bir yandan Ukrayna’da işgale karşı çıkarken, Türkiye’nin Kürtlere karşı baskı ve sınır dışı operasyonlarını nasıl desteklediğini hatırlatıyor. Ukrayna Krizi’nin Türkiye’nin NATO nezdinde kazandığı önemin bu göz yumma stratejisini nasıl beslediğini anlatıyor.

Çok isabetli bir hatırlatma, özellikle de kendini solcu olarak tanımladığı halde, doğrudan NATO’yu desteklemese de işin bu tarafını hiç sorgulamayanların yaklaşımları açısından önemli.

Malum, NATO tartışması alengirli bir konu, nitekim NATO’ya karşı çıkanların çoğunun barışsever oldukları için değil, en az NATO ittifakı kadar ikiyüzlü ve savaşkan başka alternatifleri önerdiklerini biliyoruz. Bunun ötesinde, barışsever ve demokratik bir dünya kurgusunun, halihazırda zemini olmadığı da bir başka sorun.

Yine de bu mevzu açılmışken, birkaç hatırlatma daha yapalım.

Öncelikle, Tuğal’ın söz ettiği, Türkiye’de Kürt meselesi ve demokrasi konularında stratejik/politik kaygıları öne çıkaran sadece NATO ittifakı değil. AB’nin de bu konuda farklı davrandığı söylenemez.

Tam da bu nedenle, Türkiye’de demokratikleşmenin yolunun AB’den geçtiğini düşünenlerin eli boş kaldı. Mevcut iktidarın eli, işin bu tarafını iyi hesapladığı için halen güçlü.

Ukrayna krizinden önce de AK Partili Cumhurbaşkanı, Ortadoğu siyasetinde çok önemli bir hamle yaparak Batılı ve özellikle ABD’li müttefiklerinin kalbini kazanmıştı.

Bu hamle, Trump döneminde başlatılan İran’a karşı Sünni Müslüman ülkeler ile İsrail’in yakınlaşması siyasetine Türkiye’nin dahil olması idi.

Zamanında, düşman ilan edilen Birleşik Arap Emirlikleri ile yeniden dostluk kurulmasının anlamı buydu. Daha öncesinde, Almanya ile anlaşma karşılığında, Avrupa’ya baskı yapan göçmen akınını Türkiye’de tutmak konusunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

Kuşkusuz, Türkiye, NATO ve Batı ittifakının ikiyüzlü siyasetlerinin tek örneği değil; dahası bu yeni bir durum da değil.

Türkiye’de, bir ucunda Kürt meselesi, diğer ucu genel olarak demokratik hak ve özgürlükler olan otoriter siyaset sorunu, sıklıkla iddia edildiği gibi “Batı’dan uzaklaşma”nın değil, pek çok durumda Batı ile yakınlığın sonucu oldu.

Batı tarihi deneyiminin ürünleri olan modern demokrasi ve demokratik değerlere açık olmak başka, Batı İttifakı’nın siyasetleri ve kurumsal yapılarından medet ummak başka şeyler sayılmalı.

Doksanlı yıllardan itibaren, popülerleşen askeri vesayet sorunu da bu çerçevede değerlendirilirse daha anlamlı olur. O yıllardan itibaren, askeri vesayet ve otoriterlik sorununun kökenini Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarının mirası ile sınırlamak büyük bir siyasi şaşılığa neden oldu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Soğuk Savaş politikaları ve NATO üyeliğinin, bir yandan orduyu güçlendirdiği, diğer yandan kontrgerilla gibi paramiliter örgütlenmeler de dahil olmak üzere otoriter siyasetleri beslediği hesaba katılmadı.

AK Parti’nin, askeri vesayetle mücadele ettiği hayaline kapılmanın nedeni bu kavrayıştan uzak görüştü. Aslında, mesele, NATO üyesi bir ülkede ordunun sağladığı siyasi gücün kimin elinde olacağı idi.

Mesele, doksanlı yılların sonlarında, NATO ordusu olduklarını unutup, ‘Avrasyacı’ hayaller kurmaya başlayan askerlerin acı gerçeklerle karşılaşması meselesi idi.

Bu kafada olanların siyasi karşılığı da kuşkusuz otoriter siyasetlerdi, ancak onların tasfiyesi, 2009 yılından beri ifade etmeye çalıştığım gibi, ‘derin devletin tasfiyesi’ değil, konsept değiştirmesinden ibaretti.

NATO’dan ve genelde Batı ittifakından çıkmak, daha parlak bir alternatif değil, ama bu ittifakın, demokrasi açısından itici bir güç olmadığını artık anlasak diyorum.

Şimdilerde, mevcut iktidarın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini pazarlık konusu yapmasına karşı, ‘kırk yıllık dostlara karşı ayıp oluyor’ tavrının yerine, bu pazarlığın Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde bizim karşımıza nasıl çıkacağını düşünüp, tartışsak daha iyi ederiz diyorum.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com