Ulusalcı-Muhafazakâr çekişmesi ekseninde TSK kriz üçgeni ve iç ve dış politikaya muhtemel yansımaları!

Ulusalcı-Muhafazakâr çekişmesi ekseninde TSK kriz üçgeni ve iç ve dış politikaya muhtemel yansımaları!

Süleyman Demirel kuvvetler ayrılığını ve birliğini en iyi bilen devlet adamlarımızdan.

Öğrencilik yıllarında kıyasıya eleştirdiğimiz ve mason yaftasını vurduğumuz merhum cumhurbaşkanının “Camiye, mektebe ve kışlaya siyaset girmesin” sözünün günümüzde yaşanan olaylarla ne kadar doğru olduğu anlaşılıyor.

Hutbe ve vaazlarda politik konuşmalar yapıldığı için Cuma namazına gitmeyen birçok insan tanıyorum.

Eğitim sektörü derseniz karşıt görüşlü sendikaların öğretmen ve öğrencileri ideolojik bloklaşmaya ittikleri bir alan.

Kışlayı farklı sanmayın. Orada da ulusalcı - muhafazakâr çekişmesi almış başını gidiyor.

Balkan Harbinde yenilgiye yol açan partilileşme…

I. ve II. Balkan Harbi yenilgileri ve bu yenilgilerin sonrasında Türk ve Müslüman unsurlara yönelik tehcir ve katliamlar Türk devletinin kolektif hafızasında güncelliğini koruyor.

Bu utanç verici mağlubiyetin en büyük nedeni Osmanlı ordusunda yaşanan kutuplaşmadır

Osmanlı Devleti’nde, Meşrutiyet'in ilanından itibaren başta ordu olmak üzere bütün devlet kurumlarında birbirine muhalif siyasi gruplaşmalar ortaya çıkmıştı. 

Bu siyasi gruplaşmalar; İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf, Halaskâran Zabitan grubu (ordu içerisinde İttihat ve Terakkiye muhalif subaylardan oluşan bir grup).

Hürriyet ve İtilaf partisi ile Halaskâran Zabitan grubu İttihat ve Terakki’ye karşı olma noktasında aynı safta buluşuyordu.

Halaskâran Zabitan Hareketiyle orduda birbirine muhalif iki gurubun ortaya çıkması askerler arasındaki ast-üst ilişkisini, disiplini, itaati zaafa düşürmüştü.

Yüksek rütbeli askerlerin Halaskâran Zabitan Hareketi'ne mensup askerlerden seçilmesi ve çoğunluğu ittihatçılardan oluşan genç zabitlerin bu duruma tavır almaları, Osmanlı ordusunu, İttihatçı ve karşıtları olarak ikiye bölmüştü. 

Savaş sırasında İttihatçı ve İtilafçı subaylar, namluları düşman üzerine değil birbirlerine doğrultmuş, savaş sırasında subaylar siyasi olarak farklı görüşlere mensup olduklarından dolayı birbirlerine destek olmamışlar yardım etmemişler sonuçta birinci ve ikinci Balkan harbi hezimeti yaşanmıştı.  

İsmet İnönü, Fevzi Çakmak Paşayı ve ekibini tasfiye etmişti…

Türkiye’de antisiyonist ve masonik yapılarla mücadele ömrünü adayan emekli asker istihbaratçı Ziya Uygur’un biyografisini çalıştığım günlerde paralel yapıya teşne bir siyasinin şahsıma yönelik tepkisini anlamakta zorlanıyordum şimdi bu konuda zihnim daha berrak. 

Ziya Uygur; İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde, Genelkurmay Başkanlığı sonlandırılan Mareşal Fevzi Çakmak ekibinden olduğu gerekçesiyle sağlık gerekçeleri gösterilerek zorunlu emekliliğe sevk edilenler arasındaydı.

Bu çalışmamı sürdürdüğüm sırada Ziya Uygur’un Adnan Menderes ile görüşerek 1960 darbesini haber verdiği bilgisine ulaşmıştım. Aymazlık sadece bugün yokmuş o günlerde de muktedir olanların karakteristik özelliğiymiş. 

İhtilalin lideri Albay Talat Aydemir ile Binbaşı Fethi Gürcan’ı idam sehpasına götüren süreç…

27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de, Adnan Menderes 17 Eylül'de idam edildi. 

1961'de yapılan seçimler sonrası İsmet İnönü başkanlığında 26. T.C. Hükümeti kuruldu. 

Bir grup asker, henüz ihtilalin amacına ulaşmadığını düşünüyor ve askeri yönetimin devam etmesini arzu ediyordu. 

Bu grubun başında Kara Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir vardı.

Aydemir, 27 Mayıs Darbesi'nin fikir babalarından birisi olmasına rağmen darbenin olduğu günlerde Kore'de askeri görevde bulunuyordu.

Yurda döner dönmez, “Milli Birlik Komitesi'ne dahil olacağını ummuştu. Umduğu dağlara karlar yağdığı gibi beklentisinden dolayı uma uma sarı muma dönmüştü.

Darbenin rant dağıtımından istifade edemediğini gören Aydemir”  bir süre sonra kendisi için kutsal bir mazeret üretmeye başladı: Darbe hedefini bulmamıştı. Onun söylemine kulak verenler genç subaylar ve Harbiyelilerdi.

Kendilerini "Kemalist Subaylar" olarak adlandıran bu genç askerler idealist oldukları ölçüde reel politikadan habersizdiler. 

Talat Aydemir’in yönlendirmesiyle 27 Mayıs 1960 ihtilalinin "yolundan çıkarıldığını" düşünüyorlardı. 22 Şubat 1962’de ihtilale teşebbüs ettiler.

Başaramadılar.

İhtiyar öküz, genç öküzü baştan çıkarınca…

Hikâye bu ya;  Nasreddin Hoca tarlasında çift sürmek için yaşlı öküze arkadaşlık etsin onun yükünü hafifletsin diye yeni bir öküz satın almış. 

Yeni öküz hem genç hem de pek besiliymiş ve iki tane de yay gibi kocaman boynuzu varmış.  Bir gün Hoca Nasrettin tarlasını sürmek için yaşlı öküzle beraber genç öküzü de çifte koşar. 

Genç Öküz yaşlı öküzle çifti sürmesine sürermiş ama ara sıra kara sabanı cızıdan yani sürülen istikametten çıkarırmış.

Ama Nasreddin Hoca, elindeki övendireyle genç öküze değil de yolunda düzgün giden yaşlı öküzün sırtına vurunca tarlanın kenarında hocayı izleyen bir köylüsü;

“- yav hoca, yoldan çıkan genç sarı öküz.  Sen neden yaşlı kara öküze vuruyon” deyince Hoca da “- genç öküzü yoldan çıkaran ahaa bu koca öküz. Koca öküzü yeni yetme öküze göz kırparken gördüm”  cevabını yapıştırır. 

Hocanın anlatmak istediği ihtiyarların gençleri baştan çıkardığı, yanlış yönlendirdiğidir.

İsmet İnönü ve 1960 ihtilalini gerçekleştiren darbeci liderler de öyle düşündüklerinden, darbeye katılan diğer askeri kadroları değil, darbenin lideri Albay Talat Aydemir’ ve Binbaşı Fethi Gürcan’ı idam ettiler.

Önce, Fethi Gürcan 27 Haziran 1964’te Ankara Mamak Cezaevinde gece yarısı infaz edildi ve Cebeci Mezarlığı’na defnedildi. Bir hafta sonrada yağlı ilmik Talat Aydemir’in boynuna geçirilmişti. 

28 Şubat mağduru askeri personel…

28 Şubat 1997 ve sonrasındaki birkaç yıl içerisinde Yüksek Askeri Şura kararları ve üçlü kararname ile TSK'dan 1543 subay ve astsubayın uzaklaştırıldığı anlaşılmıştı. 

Yıllar sonra 22 Mart 2011'de 6191 sayılı yasanın 32. maddesiyle TSK'dan YAŞ kararlarıyla atılanlara hakları iade edildi ama o dönemde askeri personelin yaşadığı travma halen hafızalardan silinmiyor.

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ; 2002-2010 yıllarında TSK’dan atmaların hep MİT raporlarına göre yapıldığını ve o yıllarda atılanlardan bir kişinin dahi FETÖ’cü olmadığını, atılanların diğer Nurcu kolu Mehmet Kurdoğlu ekibinden olduğunu belirtmiş, “Rakip cemaatin elemanlarını uzaklaştırmada bizi kullanmışlar” demişti. 

1543 askeri personelin ordudan uzaklaştırılmasının Türk Silahlı Kuvvetlerinde nasıl bir etkiye yol açtığı sonraki dönemlerde görüldü. 

Ancak adalet herkese lazımdı…

Alman din adamı Pastor Nie Moeller ne demişti bir hatırlayın; 

“-Önce Yahudiler için geldiler,

Sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim!

Sonra komünistler için geldiler,

Sesimi çıkarmadım çünkü komünist değildim!

Sonra sendikacılar için geldiler, sendikacı olmadığım için yine sesimi çıkarmadım.

Sonra benim için geldiler; Ses çıkaracak kimse kalmamıştı…”

28 Şubat’ta 1500 civarında askeri personelin eften-püften gerekçelerle ordudan uzaklaştırılmasına ses çıkarmayanlar aynı süreç kendileri için işletildiğinde yalnız kaldılar.  

Bugünkü kamplaşmanın tarihi biraz da o günlere uzanır. 

Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davaları ile 15 Temmuz darbe girişiminde TSK büyük yara aldı…

Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “camiye, mektebe ve kışlaya siyaset girmesin” sözünün doğruluğu bir kez daha en yakın zamanda 15 Temmuz darbe girişiminde yaşandı.

İhraç edilenlerin toplam sayısına bakıldığında orduyu parçalayan bölücü yapılanmanın ne kadar ciddi olduğu ortaya çıkıyor.

15 Temmuz 2016 - Ağustos 2018 arasında geçen sürede TSK’da toplam 15 bin 242 ihraç gerçekleşti.

TSK genelinde görevinden ihraç edilen personelin 7 bin 602’si subay, 5 bin 744’ü astsubay, bin 277’si uzman erbaşlar ile sözleşmeli er ve erbaş, 469’u ise devlet memuru ve işçi statüsünde görev yapanlardı.

En çok ihraç 8 bin 201 ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda yaşandı.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda, 87 general, 4 bin 179 subay, 2 bin 677 astsubay, bin 165 uzman erbaş ile sözleşmeli er ihraç edildi. 

Tutuklu yargılananların sayısı 5 bin 783 olurken, 466 personel ise firari.

Deniz Kuvvetleri’nde bugüne kadar 31 amiral, bin 364 subay, bin 74 astsubay, 30 uzman erbaş ve sözleşmeli er/erbaş ile 84 devlet memuru ve işçi statüsündeki personel ihraç edildi.

Hava Kuvvetleri’nde 32’si general, 2 bin 59’u subay, bin 993’ü astsubay, 73’ü uzman erbaş ve sözleşmeli er/erbaş ile 58’i devlet memuru ve işçi olmak üzere toplam 4 bin 215 personel ihraç edildi.

Hava Kuvvetleri, 15 Temmuz FETÖ darbesini yöneten kuvvet olmuştu.  

Orduda sular duruldu mu?..

Balyoz, Ergenekon ve Askeri Casusluk Davaları'nın 15 Temmuz darbesinin ön hazırlığı olduğu ortaya çıkmıştı.

Ergenekon Davası için kararını veren Yargıtay, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un da aralarında olduğu 274 sanıklı davayı usul ve esas yönünden bozmuş, 9 yıl süren davanın açılması sürecinde kilit rol alan Savcı Zekeriya Öz, yurtdışına kaçmıştı.

28 Şubat sürecinde ordudan uzaklaştırılan askeri personele gönül ve inanç yakınlığı duyan diğer askeri personelin, ulusalcı diye nitelendirdikleri görev arkadaşlarının; Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davalarında mağdur edilmesine ve Silivri cezaevinde gönderilmesine pekte karşı çıkmadıkları rahatsız olmadıkları söylenebilir. 

Ancak bu kumpas davaları ve sonrasındaki başarısız darbe süreci orduda derin yaralar bıraktı. 

FETÖ - AK Parti kavgasının başlamadığı günlerde düzenlenen Balyoz ve Ergenekon operasyonlarında tutuklanan general ve amirallere Ağustos 2018 son YAŞ sonrası önemli görevler verildi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görevi nedir?

Sivil-asker ilişkilerinde asker tarafına ait reflekslerin çokta bilindiği söylenemez. 

Dolayısıyla ben başta olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik yorum yapanlar genellikle hariçten gazel okur. 

Orduyu bir dünya görüşü ekseninde konumlandırmak gerçekten zor.

Temmuz 2013’te TBMM Genel Kurulu'nda, TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesini değiştiren düzenlemede "Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır" ifadesi çıkarılmıştı. 

"Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır" şeklinde düzenlenmişti.  

Ordunun görevi Anayasanın 5’nci maddesinde, “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; devletin temel amaç ve görevleri arasındadır”  tanımlaması yapılır. 

“Muhafazakâr askerler FETÖ torbasına konulup ihraç ediliyor” iddiası ne kadar gerçek?

Zaman zaman medyada Türk Ordusunun içinde var olduğu sanılan gruplaşmalarla ilgili analiz ve haberler yayınlanır. Buna göre; TSK bünyesinde günümüz itibarıyla Ulusalcılar ve Muhafazakâr’lardan oluşan iki ana damar mevcuttur.

Bu iki ana ekseni bazıları Atlantikçi ve Avrasyacı kanat olarak adlandırır. 

Ulusalcı blokun “Atatürkçüler, Ulusalcı Milliyetçiler, Turancılar, Milli Görüşçüler ve Sosyal Demokratlar”dan oluştuğu var sayılırken Muhafazakar kesimin de “Muhafazakarlar, Radikal İslamcılar, Muhafazakar Milliyetçiler”den oluştuğu kabul edilir. 

Aslında bu grupların değişken olduğu konjonktüre göre personelin kendi dünya görüşüne yakın gruplara ilgi duyduğu söylenebilir. 

Sel gider kum kalır diye boşuna dememişler. 

Her iki süreçte de yaşın yanında kuru yandı.

Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edilen her personel FETÖcü değil mi!

Bugünlerde muhafazakâr askeri çevrelere yakın kesimlerde en çok konuşulan konu ne biliyor musunuz?

Balyoz, Ergenekon ve Askeri Casusluk Davaları'ndan dolayı muhafazakâr kesimin sessizliğini kendilerine yapılanlara onay verdikleri şeklinde yorumlayan, Balyoz, Ergenekon ve Askeri Casusluk Davaları'nda tutuklanan general ve amirallerin görevlerine geri dönmesiyle birlikte tersinden bir sürecin işlediği konuşuluyor.

İsterseniz konuyu biraz daha açayım.

Deniliyor ki; “FETÖ iltisakı bulunmayan askeri personelin haklarında düzenlenen asılsız iddialarla FETÖ çuvalına doldurulup ihraç süreci yaşanıyor.”  

Bu konuda oluşan mağduriyetlerin giderilmesi için girişimde bulunulmuş ve konu Sayın Cumhurbaşkanının güvenlikten sorumlu danışmanlarına iletilmiş olabilir.

Lakin net bilgim olmadığı için kesin bir şey diyemiyorum. 

TBMM Başkanı Binali Yıldırım ile 2. Kolordu Komutanı Zekai Aksakallı’nın birlikte çekildikleri fotoğraf neyi anlatıyor? 

Tüm bunları neden yazdım?  

Birkaç gün önce TBMM Başkanı Binali Yıldırım, Gelibolu ilçe merkezindeki Gazi Süleyman Paşa Camii'nde kıldığı Cuma namazı çıkışı dışarıda kendisini bekleyen vatandaşlarla tokalaşmış,  hatıra fotoğrafı çektirmiş, bir ailenin evinde misafiri olmuş, ardından 2'nci Kolordu Komutanı Zekai Aksakallı'yı ziyaret etmişti. 

Programın amacı Gelibolu’da inzivaya çekilen Zekai Aksakallı’ya uğrayıp kahvesini içmek değildi!  .

1915 Çanakkale Köprüsü Kule Keson Temellerinin Yüzdürülmesi Töreni için Çanakkale’ye gidilmişti ve protokol gereği Kolorduya rutin ziyarette bulunulmuştu.

Her iki ismin birlikte verdiği görüntüye bakın, sanki birbirine katlanmak zorunda kalan iki insanın haleti ruhiyesi yüzlerine yansımıştı.

Zoraki bir buluşma olduğu her hallerinden belliydi. 

Peki neden?

Zekai Aksakallı'nın Özel Kuvvetler Komutanlığından alınmasında Binali Yıldırım’ın rolü?

15 Temmuz darbe girişimi sırasında Özel Kuvvetleri basmaya gelen Semih Terzi’yi vurma emrini Ömer Halisdemir'e veren Korgeneral Zekai Aksakallı, Fırat Kalkanı Harekâtı’nda da ön plana çıkan isimdi.

Aksakallı, Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndan alınıp Çanakkale’de bulunan pasif görev olarak nitelenen 2. Kolordu Komutanlığı'na getirilmişti.

Darbecilere geçit vermeyen Fırat Kalkanı Hareketi Komutanı, ödül beklerken kendini bir anda Gelibolu’da buluverdi. Çünkü Genelkurmay Başkanı Hulisi Akar’ın Aksakallı’ya bakışı ile kamuoyunda oluşan Aksakallı algısının farklı olduğu görülmüştü.

O dönem yazılıp çizilenlere göre Zekai Aksakallı; Ömer Halisdemir davasında; “TSK'da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz 'personel kışlayı terk etmesin' emri verilir. 

Birlik komutanları kışlalarında mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz 2016'da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır.

Uygulansaydı darbe girişimi baştan açığa çıkardı” ifadesini vermişti.

Köşe yazarları bu ifadelerin şimdiki Milli Savunma Bakanını ve Genel Kurmay başkanını hedef aldığı yorumlarını yapmıştı. 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “YAŞ toplantılarında da değerlendirmeler neticesinde 2. Kolordu’ya atanması ile alakalı ilgili birimler teklifi getirmiş vaziyetteler” demişti.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “ilgili birimler” dediği, aşağıdan yukarıya hiyerarşik sıraya göre Genelkurmay Başkanı, Savunma Bakanı ve Başbakan’dı.

Bu arada Ankara kulislerinde, “bazı gerçeklerden” habersiz, “Erdoğan'ın Zekai Aksakallı'ya sahip çıktığı, Başbakan Binali Yıldırım'ın ise bildiklerinden dolayı Aksakallı'ya çok da sıcak bakmadığı…” konuşuluyordu.

Acaba ne biliyordu?

Başbakan Binali Yıldırım’ın Ağustos başında yapılan YAŞ’a çok titiz bir şekilde hazırlandığı, her komutanla ilgili tek tek dosya çalıştığı söylenmişti.

Yaşar Güler’in Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, Orgeneral Arif Çetin’in de Jandarma Genel Komutanlığı’na getirilmesinde, Oramiral Veysel Kösele’nin Deniz Kuvvetleri Komutanı yapılmamasında ve Aksakallı’nın da Özel Kuvvetlerden 2. Kolordu Komutanlığına atanmasında Yıldırım’ın kararlı tavrı etkili olmuştu.

Genelkurmay Karargâhı önermiş, Cumhurbaşkanı ve Başbakan da bunu uygun görmüştü.

Korgenerallerin iktidar mücadelesi ikisini de devre dışı bıraktı!

Ancak kulis dedikodularına bakılırsa Zekai Aksakallı’nın halefi Orgeneral İsmail Metin Temel’in aleyhindeki ifadesinin rolü neydi?

15 Temmuz darbe girişiminin engellenmesinde aktif rol oynayan Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı’nın, görev yerinin değiştirilmesinde, Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı olarak görev yapan 2. Ordu Komutanı Korgeneral İsmail Metin Temel’in, Malatya’daki soruşturmayı yürüten savcıya verdiği ifadenin etkili olduğu gündeme getirilmişti. 

Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral İsmail Metin Temel, Malatya’daki soruşturmayı yürüten savcıya verdiği ifadesinde; “Darbe akşamı beni telefondan Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı aradı.

Bana ‘kendisinin kaçırılmak istendiğini, kurtulduğunu, şu anda evde olduğunu, karargâhının ise işgal edilmiş olduğunu’ ifade etti.

Ben de hemen karargâhına gitmesini, karargâhı temizlemesini söyledim.

Kendisi ‘dışarıdan çatışma seslerinin geldiğini, çıkacak durumda olmadığını, hanımını teskin etmekle meşgul olduğunu’ ifade etti.

Ben de ‘özel kuvvetlere ait bir helikopterin geldiğini, şakayla karışık vaziyette infaza göndermişsin’ dedim. Ancak bu hususu bertaraf ettiğimizi ifade ettim.

Kendisi bu hususta hiçbir yorum yapmadı. Bu görüşme kendisinin beni cep telefonundan araması ile gerçekleşti. Bu tür bir görüşme mutad bir görüşme değildir.”

Temel Paşa, Zekai Aksakallı’yı; özel kuvvetlerden bir timi, yine özel kuvvetlere ait helikopterle kendisini öldürtmek için göndermekle ve darbeyi bastırmak için evinden dışarı çıkmamakla itham etmişti. 

Aksakallı için sonun başlangıcı yorumları ise o tarihten itibaren yapılmaya başlandı.

Mahkeme kadıya mülk değil!

Zekai Aksakallı ile İsmail Metin Temel arasındaki anlaşmazlık ve rekabet ikisinin de devre dışı kalmasıyla sonuçlandı. 

İsmail Metin Temel’e ithaf edilen ifadelerle o dönemde Zekai Aksakallı, Özel Kuvvetlerden uzaklaştırıldı, kendisi 2. Ordu komutanlığına atandı.

Ancak İsmail Metin Temel’in Cumhurbaşkanını alkışlaması ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin “apoletlerini sökeceğim” tehditlerine rağmen kendisi de makamını koruyamadı.  

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan atama kararına göre, Malatya'da görev yapan 2. Ordu Komutanı Orgeneral İsmail Metin Temel, Genelkurmay Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığına atandı. 

Hulusi Paşaya dokunan yandı!

Görünen o ki TSK’da Hulusi Akar Paşa en güçlü isim. 

Ona eleştiri getiren komutan kim olursa olsun, hatta halkın gözünde kahraman olsun pozisyonunu koruyamadı. 

Hulusi Paşa’nın biyografisi nasıl bir güce sahip olduğunu gösteriyor. Hulusi Akar; Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Washington’a gittiğinde Pentagon’un “Liyakat Lejyonu” madalyasını almıştı.

15 Temmuz öncesinde ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Raymond Odierno, Türkiye kamuoyunda ve Silahlı Kuvvetlerde tepkilere neden olan 4 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçiren Albay Bill Mayville’in komutanıydı ve Akar’a madalyayı o takdim etmişti.

İtalya’daki Müttefik Kuvvetler Güney Bölge Komutanlığı Karargâhında İstihbarat Subaylığı görevlerinde bulunan, Hulusi Akar; 1994-1997 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı Özel Kalem müdürlüğü görevini, Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunan Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın emri altında yapmıştı.

Bu tarihler 28 Şubat post modern darbe sürecinin yaşandığı dönemdi.

Hatta Silivri’yi mekan tutan bazı Balyoz Davası sanıkların hızını alamayarak kendisini ve çalışma ekibini; Türkiye’nin çıkarının ABD ve NATO ile sıkı bağları sürdürmekte olduğunu kabul eden Atlantikçiler” nitelendirmesinde bulunmuşlardı.

Atlantik ve Avrasya güç mücadelesi halen tüm hızıyla devam ediyor…

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter: @oc32oc39

Süleyman Demirel kuvvetler ayrılığını ve birliğini en iyi bilen devlet adamlarımızdan.

Öğrencilik yıllarında kıyasıya eleştirdiğimiz ve mason yaftasını vurduğumuz merhum cumhurbaşkanının “Camiye, mektebe ve kışlaya siyaset girmesin” sözünün günümüzde yaşanan olaylarla ne kadar doğru olduğu anlaşılıyor.

Hutbe ve vaazlarda politik konuşmalar yapıldığı için Cuma namazına gitmeyen birçok insan tanıyorum.

Eğitim sektörü derseniz karşıt görüşlü sendikaların öğretmen ve öğrencileri ideolojik bloklaşmaya ittikleri bir alan.

Kışlayı farklı sanmayın. Orada da ulusalcı - muhafazakâr çekişmesi almış başını gidiyor.

Balkan Harbinde yenilgiye yol açan partilileşme…

I. ve II. Balkan Harbi yenilgileri ve bu yenilgilerin sonrasında Türk ve Müslüman unsurlara yönelik tehcir ve katliamlar Türk devletinin kolektif hafızasında güncelliğini koruyor.

Bu utanç verici mağlubiyetin en büyük nedeni Osmanlı ordusunda yaşanan kutuplaşmadır

Osmanlı Devleti’nde, Meşrutiyet'in ilanından itibaren başta ordu olmak üzere bütün devlet kurumlarında birbirine muhalif siyasi gruplaşmalar ortaya çıkmıştı. 

Bu siyasi gruplaşmalar; İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf, Halaskâran Zabitan grubu (ordu içerisinde İttihat ve Terakkiye muhalif subaylardan oluşan bir grup).

Hürriyet ve İtilaf partisi ile Halaskâran Zabitan grubu İttihat ve Terakki’ye karşı olma noktasında aynı safta buluşuyordu.

Halaskâran Zabitan Hareketiyle orduda birbirine muhalif iki gurubun ortaya çıkması askerler arasındaki ast-üst ilişkisini, disiplini, itaati zaafa düşürmüştü.

Yüksek rütbeli askerlerin Halaskâran Zabitan Hareketi'ne mensup askerlerden seçilmesi ve çoğunluğu ittihatçılardan oluşan genç zabitlerin bu duruma tavır almaları, Osmanlı ordusunu, İttihatçı ve karşıtları olarak ikiye bölmüştü. 

Savaş sırasında İttihatçı ve İtilafçı subaylar, namluları düşman üzerine değil birbirlerine doğrultmuş, savaş sırasında subaylar siyasi olarak farklı görüşlere mensup olduklarından dolayı birbirlerine destek olmamışlar yardım etmemişler sonuçta birinci ve ikinci Balkan harbi hezimeti yaşanmıştı.  

İsmet İnönü, Fevzi Çakmak Paşayı ve ekibini tasfiye etmişti…

Türkiye’de antisiyonist ve masonik yapılarla mücadele ömrünü adayan emekli asker istihbaratçı Ziya Uygur’un biyografisini çalıştığım günlerde paralel yapıya teşne bir siyasinin şahsıma yönelik tepkisini anlamakta zorlanıyordum şimdi bu konuda zihnim daha berrak. 

Ziya Uygur; İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde, Genelkurmay Başkanlığı sonlandırılan Mareşal Fevzi Çakmak ekibinden olduğu gerekçesiyle sağlık gerekçeleri gösterilerek zorunlu emekliliğe sevk edilenler arasındaydı.

Bu çalışmamı sürdürdüğüm sırada Ziya Uygur’un Adnan Menderes ile görüşerek 1960 darbesini haber verdiği bilgisine ulaşmıştım. Aymazlık sadece bugün yokmuş o günlerde de muktedir olanların karakteristik özelliğiymiş. 

İhtilalin lideri Albay Talat Aydemir ile Binbaşı Fethi Gürcan’ı idam sehpasına götüren süreç…

27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de, Adnan Menderes 17 Eylül'de idam edildi. 

1961'de yapılan seçimler sonrası İsmet İnönü başkanlığında 26. T.C. Hükümeti kuruldu. 

Bir grup asker, henüz ihtilalin amacına ulaşmadığını düşünüyor ve askeri yönetimin devam etmesini arzu ediyordu. 

Bu grubun başında Kara Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir vardı.

Aydemir, 27 Mayıs Darbesi'nin fikir babalarından birisi olmasına rağmen darbenin olduğu günlerde Kore'de askeri görevde bulunuyordu.

Yurda döner dönmez, “Milli Birlik Komitesi'ne dahil olacağını ummuştu. Umduğu dağlara karlar yağdığı gibi beklentisinden dolayı uma uma sarı muma dönmüştü.

Darbenin rant dağıtımından istifade edemediğini gören Aydemir”  bir süre sonra kendisi için kutsal bir mazeret üretmeye başladı: Darbe hedefini bulmamıştı. Onun söylemine kulak verenler genç subaylar ve Harbiyelilerdi.

Kendilerini "Kemalist Subaylar" olarak adlandıran bu genç askerler idealist oldukları ölçüde reel politikadan habersizdiler. 

Talat Aydemir’in yönlendirmesiyle 27 Mayıs 1960 ihtilalinin "yolundan çıkarıldığını" düşünüyorlardı. 22 Şubat 1962’de ihtilale teşebbüs ettiler.

Başaramadılar.

İhtiyar öküz, genç öküzü baştan çıkarınca…

Hikâye bu ya;  Nasreddin Hoca tarlasında çift sürmek için yaşlı öküze arkadaşlık etsin onun yükünü hafifletsin diye yeni bir öküz satın almış. 

Yeni öküz hem genç hem de pek besiliymiş ve iki tane de yay gibi kocaman boynuzu varmış.  Bir gün Hoca Nasrettin tarlasını sürmek için yaşlı öküzle beraber genç öküzü de çifte koşar. 

Genç Öküz yaşlı öküzle çifti sürmesine sürermiş ama ara sıra kara sabanı cızıdan yani sürülen istikametten çıkarırmış.

Ama Nasreddin Hoca, elindeki övendireyle genç öküze değil de yolunda düzgün giden yaşlı öküzün sırtına vurunca tarlanın kenarında hocayı izleyen bir köylüsü;

“- yav hoca, yoldan çıkan genç sarı öküz.  Sen neden yaşlı kara öküze vuruyon” deyince Hoca da “- genç öküzü yoldan çıkaran ahaa bu koca öküz. Koca öküzü yeni yetme öküze göz kırparken gördüm”  cevabını yapıştırır. 

Hocanın anlatmak istediği ihtiyarların gençleri baştan çıkardığı, yanlış yönlendirdiğidir.

İsmet İnönü ve 1960 ihtilalini gerçekleştiren darbeci liderler de öyle düşündüklerinden, darbeye katılan diğer askeri kadroları değil, darbenin lideri Albay Talat Aydemir’ ve Binbaşı Fethi Gürcan’ı idam ettiler.

Önce, Fethi Gürcan 27 Haziran 1964’te Ankara Mamak Cezaevinde gece yarısı infaz edildi ve Cebeci Mezarlığı’na defnedildi. Bir hafta sonrada yağlı ilmik Talat Aydemir’in boynuna geçirilmişti. 

28 Şubat mağduru askeri personel…

28 Şubat 1997 ve sonrasındaki birkaç yıl içerisinde Yüksek Askeri Şura kararları ve üçlü kararname ile TSK'dan 1543 subay ve astsubayın uzaklaştırıldığı anlaşılmıştı. 

Yıllar sonra 22 Mart 2011'de 6191 sayılı yasanın 32. maddesiyle TSK'dan YAŞ kararlarıyla atılanlara hakları iade edildi ama o dönemde askeri personelin yaşadığı travma halen hafızalardan silinmiyor.

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ; 2002-2010 yıllarında TSK’dan atmaların hep MİT raporlarına göre yapıldığını ve o yıllarda atılanlardan bir kişinin dahi FETÖ’cü olmadığını, atılanların diğer Nurcu kolu Mehmet Kurdoğlu ekibinden olduğunu belirtmiş, “Rakip cemaatin elemanlarını uzaklaştırmada bizi kullanmışlar” demişti. 

1543 askeri personelin ordudan uzaklaştırılmasının Türk Silahlı Kuvvetlerinde nasıl bir etkiye yol açtığı sonraki dönemlerde görüldü. 

Ancak adalet herkese lazımdı…

Alman din adamı Pastor Nie Moeller ne demişti bir hatırlayın; 

“-Önce Yahudiler için geldiler,

Sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim!

Sonra komünistler için geldiler,

Sesimi çıkarmadım çünkü komünist değildim!

Sonra sendikacılar için geldiler, sendikacı olmadığım için yine sesimi çıkarmadım.

Sonra benim için geldiler; Ses çıkaracak kimse kalmamıştı…”

28 Şubat’ta 1500 civarında askeri personelin eften-püften gerekçelerle ordudan uzaklaştırılmasına ses çıkarmayanlar aynı süreç kendileri için işletildiğinde yalnız kaldılar.  

Bugünkü kamplaşmanın tarihi biraz da o günlere uzanır. 

Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davaları ile 15 Temmuz darbe girişiminde TSK büyük yara aldı…

Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “camiye, mektebe ve kışlaya siyaset girmesin” sözünün doğruluğu bir kez daha en yakın zamanda 15 Temmuz darbe girişiminde yaşandı.

İhraç edilenlerin toplam sayısına bakıldığında orduyu parçalayan bölücü yapılanmanın ne kadar ciddi olduğu ortaya çıkıyor.

15 Temmuz 2016 - Ağustos 2018 arasında geçen sürede TSK’da toplam 15 bin 242 ihraç gerçekleşti.

TSK genelinde görevinden ihraç edilen personelin 7 bin 602’si subay, 5 bin 744’ü astsubay, bin 277’si uzman erbaşlar ile sözleşmeli er ve erbaş, 469’u ise devlet memuru ve işçi statüsünde görev yapanlardı.

En çok ihraç 8 bin 201 ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda yaşandı.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda, 87 general, 4 bin 179 subay, 2 bin 677 astsubay, bin 165 uzman erbaş ile sözleşmeli er ihraç edildi. 

Tutuklu yargılananların sayısı 5 bin 783 olurken, 466 personel ise firari.

Deniz Kuvvetleri’nde bugüne kadar 31 amiral, bin 364 subay, bin 74 astsubay, 30 uzman erbaş ve sözleşmeli er/erbaş ile 84 devlet memuru ve işçi statüsündeki personel ihraç edildi.

Hava Kuvvetleri’nde 32’si general, 2 bin 59’u subay, bin 993’ü astsubay, 73’ü uzman erbaş ve sözleşmeli er/erbaş ile 58’i devlet memuru ve işçi olmak üzere toplam 4 bin 215 personel ihraç edildi.

Hava Kuvvetleri, 15 Temmuz FETÖ darbesini yöneten kuvvet olmuştu.  

Orduda sular duruldu mu?..

Balyoz, Ergenekon ve Askeri Casusluk Davaları'nın 15 Temmuz darbesinin ön hazırlığı olduğu ortaya çıkmıştı.

Ergenekon Davası için kararını veren Yargıtay, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un da aralarında olduğu 274 sanıklı davayı usul ve esas yönünden bozmuş, 9 yıl süren davanın açılması sürecinde kilit rol alan Savcı Zekeriya Öz, yurtdışına kaçmıştı.

28 Şubat sürecinde ordudan uzaklaştırılan askeri personele gönül ve inanç yakınlığı duyan diğer askeri personelin, ulusalcı diye nitelendirdikleri görev arkadaşlarının; Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davalarında mağdur edilmesine ve Silivri cezaevinde gönderilmesine pekte karşı çıkmadıkları rahatsız olmadıkları söylenebilir. 

Ancak bu kumpas davaları ve sonrasındaki başarısız darbe süreci orduda derin yaralar bıraktı. 

FETÖ - AK Parti kavgasının başlamadığı günlerde düzenlenen Balyoz ve Ergenekon operasyonlarında tutuklanan general ve amirallere Ağustos 2018 son YAŞ sonrası önemli görevler verildi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görevi nedir?

Sivil-asker ilişkilerinde asker tarafına ait reflekslerin çokta bilindiği söylenemez. 

Dolayısıyla ben başta olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik yorum yapanlar genellikle hariçten gazel okur. 

Orduyu bir dünya görüşü ekseninde konumlandırmak gerçekten zor.

Temmuz 2013’te TBMM Genel Kurulu'nda, TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesini değiştiren düzenlemede "Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır" ifadesi çıkarılmıştı. 

"Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır" şeklinde düzenlenmişti.  

Ordunun görevi Anayasanın 5’nci maddesinde, “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; devletin temel amaç ve görevleri arasındadır”  tanımlaması yapılır. 

“Muhafazakâr askerler FETÖ torbasına konulup ihraç ediliyor” iddiası ne kadar gerçek?

Zaman zaman medyada Türk Ordusunun içinde var olduğu sanılan gruplaşmalarla ilgili analiz ve haberler yayınlanır. Buna göre; TSK bünyesinde günümüz itibarıyla Ulusalcılar ve Muhafazakâr’lardan oluşan iki ana damar mevcuttur.

Bu iki ana ekseni bazıları Atlantikçi ve Avrasyacı kanat olarak adlandırır. 

Ulusalcı blokun “Atatürkçüler, Ulusalcı Milliyetçiler, Turancılar, Milli Görüşçüler ve Sosyal Demokratlar”dan oluştuğu var sayılırken Muhafazakar kesimin de “Muhafazakarlar, Radikal İslamcılar, Muhafazakar Milliyetçiler”den oluştuğu kabul edilir. 

Aslında bu grupların değişken olduğu konjonktüre göre personelin kendi dünya görüşüne yakın gruplara ilgi duyduğu söylenebilir. 

Sel gider kum kalır diye boşuna dememişler. 

Her iki süreçte de yaşın yanında kuru yandı.

Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edilen her personel FETÖcü değil mi!

Bugünlerde muhafazakâr askeri çevrelere yakın kesimlerde en çok konuşulan konu ne biliyor musunuz?

Balyoz, Ergenekon ve Askeri Casusluk Davaları'ndan dolayı muhafazakâr kesimin sessizliğini kendilerine yapılanlara onay verdikleri şeklinde yorumlayan, Balyoz, Ergenekon ve Askeri Casusluk Davaları'nda tutuklanan general ve amirallerin görevlerine geri dönmesiyle birlikte tersinden bir sürecin işlediği konuşuluyor.

İsterseniz konuyu biraz daha açayım.

Deniliyor ki; “FETÖ iltisakı bulunmayan askeri personelin haklarında düzenlenen asılsız iddialarla FETÖ çuvalına doldurulup ihraç süreci yaşanıyor.”  

Bu konuda oluşan mağduriyetlerin giderilmesi için girişimde bulunulmuş ve konu Sayın Cumhurbaşkanının güvenlikten sorumlu danışmanlarına iletilmiş olabilir.

Lakin net bilgim olmadığı için kesin bir şey diyemiyorum. 

TBMM Başkanı Binali Yıldırım ile 2. Kolordu Komutanı Zekai Aksakallı’nın birlikte çekildikleri fotoğraf neyi anlatıyor? 

Tüm bunları neden yazdım?  

Birkaç gün önce TBMM Başkanı Binali Yıldırım, Gelibolu ilçe merkezindeki Gazi Süleyman Paşa Camii'nde kıldığı Cuma namazı çıkışı dışarıda kendisini bekleyen vatandaşlarla tokalaşmış,  hatıra fotoğrafı çektirmiş, bir ailenin evinde misafiri olmuş, ardından 2'nci Kolordu Komutanı Zekai Aksakallı'yı ziyaret etmişti. 

Programın amacı Gelibolu’da inzivaya çekilen Zekai Aksakallı’ya uğrayıp kahvesini içmek değildi!  .

1915 Çanakkale Köprüsü Kule Keson Temellerinin Yüzdürülmesi Töreni için Çanakkale’ye gidilmişti ve protokol gereği Kolorduya rutin ziyarette bulunulmuştu.

Her iki ismin birlikte verdiği görüntüye bakın, sanki birbirine katlanmak zorunda kalan iki insanın haleti ruhiyesi yüzlerine yansımıştı.

Zoraki bir buluşma olduğu her hallerinden belliydi. 

Peki neden?

Zekai Aksakallı'nın Özel Kuvvetler Komutanlığından alınmasında Binali Yıldırım’ın rolü?

15 Temmuz darbe girişimi sırasında Özel Kuvvetleri basmaya gelen Semih Terzi’yi vurma emrini Ömer Halisdemir'e veren Korgeneral Zekai Aksakallı, Fırat Kalkanı Harekâtı’nda da ön plana çıkan isimdi.

Aksakallı, Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndan alınıp Çanakkale’de bulunan pasif görev olarak nitelenen 2. Kolordu Komutanlığı'na getirilmişti.

Darbecilere geçit vermeyen Fırat Kalkanı Hareketi Komutanı, ödül beklerken kendini bir anda Gelibolu’da buluverdi. Çünkü Genelkurmay Başkanı Hulisi Akar’ın Aksakallı’ya bakışı ile kamuoyunda oluşan Aksakallı algısının farklı olduğu görülmüştü.

O dönem yazılıp çizilenlere göre Zekai Aksakallı; Ömer Halisdemir davasında; “TSK'da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz 'personel kışlayı terk etmesin' emri verilir. 

Birlik komutanları kışlalarında mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz 2016'da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır.

Uygulansaydı darbe girişimi baştan açığa çıkardı” ifadesini vermişti.

Köşe yazarları bu ifadelerin şimdiki Milli Savunma Bakanını ve Genel Kurmay başkanını hedef aldığı yorumlarını yapmıştı. 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “YAŞ toplantılarında da değerlendirmeler neticesinde 2. Kolordu’ya atanması ile alakalı ilgili birimler teklifi getirmiş vaziyetteler” demişti.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “ilgili birimler” dediği, aşağıdan yukarıya hiyerarşik sıraya göre Genelkurmay Başkanı, Savunma Bakanı ve Başbakan’dı.

Bu arada Ankara kulislerinde, “bazı gerçeklerden” habersiz, “Erdoğan'ın Zekai Aksakallı'ya sahip çıktığı, Başbakan Binali Yıldırım'ın ise bildiklerinden dolayı Aksakallı'ya çok da sıcak bakmadığı…” konuşuluyordu.

Acaba ne biliyordu?

Başbakan Binali Yıldırım’ın Ağustos başında yapılan YAŞ’a çok titiz bir şekilde hazırlandığı, her komutanla ilgili tek tek dosya çalıştığı söylenmişti.

Yaşar Güler’in Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, Orgeneral Arif Çetin’in de Jandarma Genel Komutanlığı’na getirilmesinde, Oramiral Veysel Kösele’nin Deniz Kuvvetleri Komutanı yapılmamasında ve Aksakallı’nın da Özel Kuvvetlerden 2. Kolordu Komutanlığına atanmasında Yıldırım’ın kararlı tavrı etkili olmuştu.

Genelkurmay Karargâhı önermiş, Cumhurbaşkanı ve Başbakan da bunu uygun görmüştü.

Korgenerallerin iktidar mücadelesi ikisini de devre dışı bıraktı!

Ancak kulis dedikodularına bakılırsa Zekai Aksakallı’nın halefi Orgeneral İsmail Metin Temel’in aleyhindeki ifadesinin rolü neydi?

15 Temmuz darbe girişiminin engellenmesinde aktif rol oynayan Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı’nın, görev yerinin değiştirilmesinde, Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı olarak görev yapan 2. Ordu Komutanı Korgeneral İsmail Metin Temel’in, Malatya’daki soruşturmayı yürüten savcıya verdiği ifadenin etkili olduğu gündeme getirilmişti. 

Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral İsmail Metin Temel, Malatya’daki soruşturmayı yürüten savcıya verdiği ifadesinde; “Darbe akşamı beni telefondan Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı aradı.

Bana ‘kendisinin kaçırılmak istendiğini, kurtulduğunu, şu anda evde olduğunu, karargâhının ise işgal edilmiş olduğunu’ ifade etti.

Ben de hemen karargâhına gitmesini, karargâhı temizlemesini söyledim.

Kendisi ‘dışarıdan çatışma seslerinin geldiğini, çıkacak durumda olmadığını, hanımını teskin etmekle meşgul olduğunu’ ifade etti.

Ben de ‘özel kuvvetlere ait bir helikopterin geldiğini, şakayla karışık vaziyette infaza göndermişsin’ dedim. Ancak bu hususu bertaraf ettiğimizi ifade ettim.

Kendisi bu hususta hiçbir yorum yapmadı. Bu görüşme kendisinin beni cep telefonundan araması ile gerçekleşti. Bu tür bir görüşme mutad bir görüşme değildir.”

Temel Paşa, Zekai Aksakallı’yı; özel kuvvetlerden bir timi, yine özel kuvvetlere ait helikopterle kendisini öldürtmek için göndermekle ve darbeyi bastırmak için evinden dışarı çıkmamakla itham etmişti. 

Aksakallı için sonun başlangıcı yorumları ise o tarihten itibaren yapılmaya başlandı.

Mahkeme kadıya mülk değil!

Zekai Aksakallı ile İsmail Metin Temel arasındaki anlaşmazlık ve rekabet ikisinin de devre dışı kalmasıyla sonuçlandı. 

İsmail Metin Temel’e ithaf edilen ifadelerle o dönemde Zekai Aksakallı, Özel Kuvvetlerden uzaklaştırıldı, kendisi 2. Ordu komutanlığına atandı.

Ancak İsmail Metin Temel’in Cumhurbaşkanını alkışlaması ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin “apoletlerini sökeceğim” tehditlerine rağmen kendisi de makamını koruyamadı.  

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan atama kararına göre, Malatya'da görev yapan 2. Ordu Komutanı Orgeneral İsmail Metin Temel, Genelkurmay Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığına atandı. 

Hulusi Paşaya dokunan yandı!

Görünen o ki TSK’da Hulusi Akar Paşa en güçlü isim. 

Ona eleştiri getiren komutan kim olursa olsun, hatta halkın gözünde kahraman olsun pozisyonunu koruyamadı. 

Hulusi Paşa’nın biyografisi nasıl bir güce sahip olduğunu gösteriyor. Hulusi Akar; Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Washington’a gittiğinde Pentagon’un “Liyakat Lejyonu” madalyasını almıştı.

15 Temmuz öncesinde ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Raymond Odierno, Türkiye kamuoyunda ve Silahlı Kuvvetlerde tepkilere neden olan 4 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçiren Albay Bill Mayville’in komutanıydı ve Akar’a madalyayı o takdim etmişti.

İtalya’daki Müttefik Kuvvetler Güney Bölge Komutanlığı Karargâhında İstihbarat Subaylığı görevlerinde bulunan, Hulusi Akar; 1994-1997 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı Özel Kalem müdürlüğü görevini, Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunan Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın emri altında yapmıştı.

Bu tarihler 28 Şubat post modern darbe sürecinin yaşandığı dönemdi.

Hatta Silivri’yi mekan tutan bazı Balyoz Davası sanıkların hızını alamayarak kendisini ve çalışma ekibini; Türkiye’nin çıkarının ABD ve NATO ile sıkı bağları sürdürmekte olduğunu kabul eden Atlantikçiler” nitelendirmesinde bulunmuşlardı.

Atlantik ve Avrasya güç mücadelesi halen tüm hızıyla devam ediyor…

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter: @oc32oc39