Vazifemizi neden yapmıyoruz?..

Vazifemizi neden yapmıyoruz?..

Maalesef üzerimize aldığımız hiçbir vazifeyi layıkıyla yerine getirmiyoruz... 

Bu, hastalık gibi bir şey, bütün vücudumuzu sarmış... 

Ne yaparsak yapalım, hemen işin kolaycılığına ya da “daha az zaman ve sarfiyatla nasıl çabuk bir şekilde bu işi bitiririz” havası içerisindeyiz. 

O vakite kadar elimize bir iş gelsin diye, saatlerce ya da günlerce bekleriz; geldiğinde de ne yazık ki, yarım yamalak, muhatabımızın fark etmesini istemeden hemencecik bitirip  paramızı almaya kalkarız.

Yapılan , karşı tarafı memnun etmiş midir ya da etmemiş midir ve gerekli itinayı göstererek malzemeleri gerektiği gibi kullanıp iş verimli bir şekilde nihayete erdirilerek tamamlanmış mıdır?..” diye pek düşünmeyiz; sadece gelecek paracıklara bakarız...

- Gerçekten işimizi, güzel bir şekilde yapabildik mi?

- Akşam, yastığa başımızı koyduğumuzda günlük muhasebemizde, vazifelerimizde aksaklık olmadığından emin olarak, huzurlu bir şekilde, gözlerimizi kapatabiliyor muyuz?  

- Bizim yapıklarımızdan insanlar memnunun olmuş mudur?

- Malzemeleri israf etmeden, çalmadan gerektiği gibi kullanarak bizden istenileni eksiksiz yerine getirebildik mi acaba?..

Bu sorulara düzgün cevap vermek işimize gelmez(!)...

Yoksa kimse bizi “görmüyor” diye, malzemeleri yerli yerine kullanmayarak; eksiğine, fazlalığına dikkat etmeyerek, üstünkörü hemen yapıp, “nasılsa kimseler fark etmez” diyerek üzerlerini süsleyerek(!)  insanları kandırırcasına mı yapıverdik?...  

Geçtiğimiz hafta, İzmir'de büyük bir zelzele yaşadık. 

Allah bir daha böyle bir felaketi tekrar yaşatmasın, İnşâallah!... (Amin!..)

Zelzele sebebiyle onlarca bina yıkıldı, yine onlarca binada sarsıntılarla hasar meydana geldi. Yıkılan binalarda enkaz  altında kalan yüzlerce vatandaşımız, vefat etti, binlerce  insanımız da yaralandı...

Devletimiz ve yardım kuruluşları gerekli hassasiyetle, afetzedelerin imdadına yetişti…

Allah hepsinden razı olsun...

Ancak bir işçinin gazetelerde yer alan sözleri, yüreğimi yaktı, acıttı...

İnsan bu kadar da vicdansızlık yapmaz!..

Hiç mi Allah korkusu yok bunlarda; madde, bu kadar mı gözlerini kör eder insanın?... 

İşçinin sözleri şöyle: “Ben bu yıkılan inşaatlarda çalıştım, kooperatif tarafından bina yapılıyordu, kullandığımız malzemeler eksikti, demirler yeterli ölçülerde değildi, hatta biz kendi aramızda da konuşuyorduk; bu bina deprem olduğunda nasıl ayakta kalır diye!…"

Maalesef zelzele oldu, bina enkaz haline geldi ve insanlar öldü...  

Bu mudur!?. 

Yıkılan binaların yanlarında, başka yapılar var, onlar ayakta, ya hasar aldı; belki  tamiratlarla kurtarılma imkânı da var her neyse…

İşte, bu korkunç  vak'aya sebep olanların vicdanları ne âlemde acaba?!..

Böyle misaller çok fazla ne yazık ki... 

Bizler, mesuliyetlerimizin farkında olmalıyız, vazifemiz neyi gerektiriyorsa onları eksiksiz bir şekilde yerine getirmeliyiz ve  yaptıklarımızdan da kimseler zarar görmemeli... 

Bu şuurda davranılırsa her şey güllük gülistanlık olur...

Peki bu şuura nasıl varacağız?..

Kimseye dışarıdan zerk edilmiyor böyle hassasiyetler.... 

İnsan, yaradılış gayesinin ve vazifelerinin idrakinde olabilirse, kimsenin de başına nöbetçi dikmeden, güzel işler yapılabilir; ama ne yazık ki, aylarca yaşadığımız salgın virüsün yol açtığı sıkıntılarda bile, neme lazımcılığın şahını(!) yaşıyoruz!..

Dikkatsizlik ve ehemmiyetsizlik diz boyu; kimsenin umurunda değil!... 

Yapılan ikazlara ve tavsiyelere aldırış dahi edilmiyor...

Mesele nedir biliyor musunuz dostlar?... 

Öncelikle biz, asıl kulluk vazifemizi layıkıyla yerine getirmiyoruz!...

Allah'a inanan, Ahirete inanan insanlar; böyle vicdansızlıklardan uzak kalır, yaptığı işlerde de hep hak ve hukuku ön plânda tutar, adil olur, kimsenin canının yanmasına gönlü razı olmaz... 

Elinden, dilinden bir başkasının zarar görmesini istemez... 

Bakın, Âlemlerin Efendisi Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (SAV) bizlere şöyle bir tavsiyesi, ikazı var; gelin ona kulak verelim:

"Ebû Hureyre (RA)'dan Allah Resûlü (SAV)  buyurdu, Rabbimiz (Azze ve Celle) buyurmuştur: 'Eğer kullarım bana gereği gibi itaat etseler, ben onlara gece yağmur yağdırırım, gündüzün de üzerlerine güneşi doğdururum. Onlara ayrıca gök gürleme sesini de duyurmam.' " (Cem'ul Fevâid, 2.cilt, syf:468)  

İşte reçete ortada, yalnızca bizler o reçetenin ne demek istediğini idrak etmeliyiz... 

Ne istiyor Rabbimiz bizlerden, “gerekli itaati”; peki nasıl yapacağız onu? 

O da, Peygamberimiz (SAV) yolundan giderek, “O, ne söylediyse doğrudur!” diye teslim olarak  ve kitabımız Kur'an-ı Kerim'e sımsıkı sarılarak...

Haydi dostlar felâha!..

.

Osman Ovacıklı, dikGAZETE.com

Maalesef üzerimize aldığımız hiçbir vazifeyi layıkıyla yerine getirmiyoruz... 

Bu, hastalık gibi bir şey, bütün vücudumuzu sarmış... 

Ne yaparsak yapalım, hemen işin kolaycılığına ya da “daha az zaman ve sarfiyatla nasıl çabuk bir şekilde bu işi bitiririz” havası içerisindeyiz. 

O vakite kadar elimize bir iş gelsin diye, saatlerce ya da günlerce bekleriz; geldiğinde de ne yazık ki, yarım yamalak, muhatabımızın fark etmesini istemeden hemencecik bitirip  paramızı almaya kalkarız.

Yapılan , karşı tarafı memnun etmiş midir ya da etmemiş midir ve gerekli itinayı göstererek malzemeleri gerektiği gibi kullanıp iş verimli bir şekilde nihayete erdirilerek tamamlanmış mıdır?..” diye pek düşünmeyiz; sadece gelecek paracıklara bakarız...

- Gerçekten işimizi, güzel bir şekilde yapabildik mi?

- Akşam, yastığa başımızı koyduğumuzda günlük muhasebemizde, vazifelerimizde aksaklık olmadığından emin olarak, huzurlu bir şekilde, gözlerimizi kapatabiliyor muyuz?  

- Bizim yapıklarımızdan insanlar memnunun olmuş mudur?

- Malzemeleri israf etmeden, çalmadan gerektiği gibi kullanarak bizden istenileni eksiksiz yerine getirebildik mi acaba?..

Bu sorulara düzgün cevap vermek işimize gelmez(!)...

Yoksa kimse bizi “görmüyor” diye, malzemeleri yerli yerine kullanmayarak; eksiğine, fazlalığına dikkat etmeyerek, üstünkörü hemen yapıp, “nasılsa kimseler fark etmez” diyerek üzerlerini süsleyerek(!)  insanları kandırırcasına mı yapıverdik?...  

Geçtiğimiz hafta, İzmir'de büyük bir zelzele yaşadık. 

Allah bir daha böyle bir felaketi tekrar yaşatmasın, İnşâallah!... (Amin!..)

Zelzele sebebiyle onlarca bina yıkıldı, yine onlarca binada sarsıntılarla hasar meydana geldi. Yıkılan binalarda enkaz  altında kalan yüzlerce vatandaşımız, vefat etti, binlerce  insanımız da yaralandı...

Devletimiz ve yardım kuruluşları gerekli hassasiyetle, afetzedelerin imdadına yetişti…

Allah hepsinden razı olsun...

Ancak bir işçinin gazetelerde yer alan sözleri, yüreğimi yaktı, acıttı...

İnsan bu kadar da vicdansızlık yapmaz!..

Hiç mi Allah korkusu yok bunlarda; madde, bu kadar mı gözlerini kör eder insanın?... 

İşçinin sözleri şöyle: “Ben bu yıkılan inşaatlarda çalıştım, kooperatif tarafından bina yapılıyordu, kullandığımız malzemeler eksikti, demirler yeterli ölçülerde değildi, hatta biz kendi aramızda da konuşuyorduk; bu bina deprem olduğunda nasıl ayakta kalır diye!…"

Maalesef zelzele oldu, bina enkaz haline geldi ve insanlar öldü...  

Bu mudur!?. 

Yıkılan binaların yanlarında, başka yapılar var, onlar ayakta, ya hasar aldı; belki  tamiratlarla kurtarılma imkânı da var her neyse…

İşte, bu korkunç  vak'aya sebep olanların vicdanları ne âlemde acaba?!..

Böyle misaller çok fazla ne yazık ki... 

Bizler, mesuliyetlerimizin farkında olmalıyız, vazifemiz neyi gerektiriyorsa onları eksiksiz bir şekilde yerine getirmeliyiz ve  yaptıklarımızdan da kimseler zarar görmemeli... 

Bu şuurda davranılırsa her şey güllük gülistanlık olur...

Peki bu şuura nasıl varacağız?..

Kimseye dışarıdan zerk edilmiyor böyle hassasiyetler.... 

İnsan, yaradılış gayesinin ve vazifelerinin idrakinde olabilirse, kimsenin de başına nöbetçi dikmeden, güzel işler yapılabilir; ama ne yazık ki, aylarca yaşadığımız salgın virüsün yol açtığı sıkıntılarda bile, neme lazımcılığın şahını(!) yaşıyoruz!..

Dikkatsizlik ve ehemmiyetsizlik diz boyu; kimsenin umurunda değil!... 

Yapılan ikazlara ve tavsiyelere aldırış dahi edilmiyor...

Mesele nedir biliyor musunuz dostlar?... 

Öncelikle biz, asıl kulluk vazifemizi layıkıyla yerine getirmiyoruz!...

Allah'a inanan, Ahirete inanan insanlar; böyle vicdansızlıklardan uzak kalır, yaptığı işlerde de hep hak ve hukuku ön plânda tutar, adil olur, kimsenin canının yanmasına gönlü razı olmaz... 

Elinden, dilinden bir başkasının zarar görmesini istemez... 

Bakın, Âlemlerin Efendisi Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (SAV) bizlere şöyle bir tavsiyesi, ikazı var; gelin ona kulak verelim:

"Ebû Hureyre (RA)'dan Allah Resûlü (SAV)  buyurdu, Rabbimiz (Azze ve Celle) buyurmuştur: 'Eğer kullarım bana gereği gibi itaat etseler, ben onlara gece yağmur yağdırırım, gündüzün de üzerlerine güneşi doğdururum. Onlara ayrıca gök gürleme sesini de duyurmam.' " (Cem'ul Fevâid, 2.cilt, syf:468)  

İşte reçete ortada, yalnızca bizler o reçetenin ne demek istediğini idrak etmeliyiz... 

Ne istiyor Rabbimiz bizlerden, “gerekli itaati”; peki nasıl yapacağız onu? 

O da, Peygamberimiz (SAV) yolundan giderek, “O, ne söylediyse doğrudur!” diye teslim olarak  ve kitabımız Kur'an-ı Kerim'e sımsıkı sarılarak...

Haydi dostlar felâha!..

.

Osman Ovacıklı, dikGAZETE.com