<h3><span>Prof. Dr. Bedri Gencer yazdı</span></h3> <h3><span><strong>Yalanın Timsali Cübbeli</strong></span></h3> <h3><strong>Doğru Söz Yemin İstemez</strong></h3> <div><strong>Kur'ân-ı Kerim’de </strong>buyurulduğu gibi (Yusuf 12/17), “<strong>iman</strong>”, <strong>kizb’in</strong> (yalan) zıddı olan sıdk (doğruluk) kökünden gelen “<strong>tasdik</strong>” demektir. Bu yüzden <strong>Rasûlullah</strong> (s.a.v.) <strong>Efendimiz</strong>, “<strong>Yalan ile iman bir araya gelmez; Ancak iman etmeyen yalan uydurur</strong>.” buyurur. Yani <strong>imanlı</strong> <strong>yalancı</strong>, <strong>yalancı</strong> <strong>imanlı</strong> olamaz. <strong>İbni</strong> <strong>Hazm'a</strong> göre yalan, her türlü kötülüğün aslıdır ve küfür (Allah'ı inkâr) de onun bir türüdür. <strong>Yalan</strong> ile <strong>iman</strong> bir araya gelmez ama nasıl <strong>yalan</strong> ile <strong>yemin</strong> bir araya gelebilir?</div> <div>Hayatında hiç <strong>yalan</strong> söylemediği için insanların <strong>doğru</strong> <strong>konuştuğundan</strong> emin oldukları doğru kişi, sözlerine inandırmak için <strong>yemine</strong> ihtiyaç duymaz. İnsanların tanımadıkları veya daha önce <strong>yalan</strong> söylediği için <strong>doğru</strong> konuştuğundan şüphelendikleri kişi, sözlerine <strong>inandırmak</strong> için <strong>yemine</strong> ihtiyaç duyar. Yemine itibar, eğri (yalancı) kişi, “<strong>Acaba bu kez doğru konuşuyor olabilir mi?</strong>” tereddüdünden kaynaklanır. Ancak <strong>Kur’ân-ı Kerim</strong>’de (Münâfikūn, 63/1) buyurulduğu gibi, bir kişi, <strong>kalben</strong> inanmadan <strong>doğruyu</strong> söylese bile <strong>yalancı</strong> sayılır. Demek ki <strong>sıdkın</strong> aslı, <strong>kalptir</strong>; <strong>kalp</strong> bir kere eğrilince <strong>dil</strong> bir daha doğrulmaz, genellikle <strong>eğri</strong> kişiden <strong>doğru</strong> söz çıkmaz; çıksa bile <strong>Hz. Ali’nin Hâricîlere</strong> dediği gibi, “<strong>batılın murad edildiği söz</strong>” olur.</div> <div>Böylece <strong>kizb</strong> ile <strong>yemin</strong>, <strong>sıdk</strong> ile <strong>yeminsizlik</strong> özdeş hale gelirler. “<strong>Doğru söz yemin istemez</strong>.” atasözü, tersinden, “<strong>Yalan söz yemin ister.</strong>” olarak okunur. <strong>İmam</strong> <strong>Şâfiî</strong> gibi sadıkların, “<strong>Asla yalan söylemedim. Bir şeyi övmeye çalışırken abartmış olsam da, haklı veya haksız olsam da, hiçbir zaman Allah adına yemin etmedim</strong>.” dediği gibi. Zira <strong>kalp</strong> bir kere bozuldu mu, <strong>yalancı</strong>, <strong>hile</strong> ile <strong>kalben</strong> <strong>inanmadığı</strong> şeyi söyleyebilir, inanmadığı şeye <strong>yemin</strong> edebilir. <strong>Karamanoğlu</strong> <strong>Mehmed</strong> <strong>Bey</strong>, elini koynuna koyarak, “<strong>Bu ten canda durdukça sana mutî‘ olacağım.</strong>” diye bir daha <strong>Osmanlılara</strong> karşı çıkmayacağına dair <strong>Çelebi</strong> <strong>Mehmed’e</strong> söz vermişti. Bilahare niçin sözünde durmadığını soran <strong>Karaman</strong> <strong>Beylerine</strong>, “<strong>O vakit koynumda güvercin vardı, onun canı üzerine yemin etmiştim, sonra güvercini salıverdim, yemin bozuldu</strong>.” cevabını vermişti.</div> <div><strong>Allah’tan</strong> veya kullardan, bu konuda söylenen <strong>hikmetli</strong> sözlerin hepsi aynı hakikati ifade ederler. </div> <h3><strong>Yalan Söz Yemin İster</strong></h3> <div><strong>Allah Teâlâ:</strong></div> <div>-Ve sözünüzde durma ve takva sahibi olma ve insanların arasını düzeltme adına Allah’ı yeminlerinize maruz bırakmayın (Bakara, 2/224).</div> <div><strong>Rasûlullah (s.a.v.):</strong></div> <div>-Ya Ali!</div> <div>Allah’ın reddettiği kişinin üç alameti vardır:</div> <div>1- Çok yalan söyler, yalan yere çok yemin eder.</div> <div>2- Halka cefa verir.</div> <div>3- Başkasının sırtından geçinir.</div> <div><strong>Türk Atasözü:</strong></div> <div>-Doğru söz yemin istemez.</div> <div><strong>Mevlânâ:</strong></div> <div>2863. Eğri (yalancı) kişilerin kalkanı yemindir.</div> <div>2865. Doğru kişilerin yemine ihtiyacı yoktur. Zira onlar için ışıklı iki göz (kalb ve akıl) vardır.</div> <div><strong>İmam Şâfiî:</strong></div> <div>-Asla yalan söylemedim. Bir şeyi övmeye çalışırken abartmış olsam da, haklı veya haksız olsam da, hiçbir zaman Allah adına yemin etmedim.</div> <div><strong>Azerbaycan Atasözü:</strong></div> <div>-Çok yemin eden, çok yalan söyler.</div> <div><strong>İtalyan Atasözü:</strong></div> <div>-Yalancılar yemin etmeye herkesten çok eğilimlidirler.</div> <div><strong>Nâbî</strong></div> <div>-Çok yemîn ehli değil ehl-i yemîn</div> <div>Kizbinin şâhididir fart-i yemîn</div> <div>-Çok yemin edenler hayır ehli değildir.</div> <div>Aşırı yemin yalancılıklarının şahididir.</div> <div><strong>Necip Fazıl</strong></div> <div>-Ağızı yemin fıçısı haline gelmiş insanlardan ürkmek lazım.</div> <h3><strong>Yalan Yalanı Doğurur</strong></h3> <div>Yani <strong>yalancılar</strong>, buram buram yalan kokan sözlerine insanları inandırmak, kandırmak için su gibi yemin ederler. Zira <strong>Cenab</strong> <strong>Şehabeddin</strong>, “<strong>Hiçbir hayvan, yalan kadar doğurgan değildir. Bir yalan, en az on yalan doğurur</strong>.”, <strong>Winston</strong> <strong>Churchill</strong> de, “<strong>Küçük bir yalanın, onu koruyacak daha büyük yalanlardan oluşan bir koruma gücüne ihtiyacı vardır</strong>.” der. Kısaca “<strong>İlk düğme yanlış iliklenince gerisi de yanlış gider</strong>.” kaidesince, <strong>yalan</strong> yalanı doğurur, <strong>yalan</strong> yalanla beslenir. Bunu <strong>Cübbeli</strong> lakabıyla tanınan <strong>Ahmet</strong> <strong>Mahmut</strong> <strong>Ünlü</strong> misalinde iki maddede gösterebiliriz:</div> <div><strong>A-Muhbir (konuşan):</strong></div> <div>Haberin doğruluğu, muhbirin doğruluğuna bağlıdır. <strong>Hadis</strong> âlimleri, hadis rivayetinde bir defa yalan söyleyenin bütün rivayetlerini elemişler, tövbesinin dahi kabul edilmeyeceğine karar vermişlerdir. Ancak fıkıhta tövbe ettiği takdirde bir defa yalan söyleyenin şahitliği caiz sayılmıştır. Fakir gibi bir kez karşılaşan biri bile <strong>Cübbeli’nin</strong> yalanlarına şahit olur, maruz kalır. Şahitler bir tarafa, <strong>Cübbeli’nin</strong> sadece kayd edilmiş konuşmalarındaki çelişkilerden kendi kendini yalanlamasının binlerce misali, binlerce yalanı yakalanabilir. Fıkıhta iki defa <strong>yalan</strong> söyleyenin <strong>şahitliği</strong> kabul edilmezken binlerce yalan söyleyen birinin <strong>şahitliği</strong> nasıl kabul edilir?</div> <div>Bu şekilde yalanın timsali olan <strong>Cübbeli</strong>, yalancı imajından kurtulmak, insanları doğruluğuna kandırmak için kendini övmede yalanın dozunu kaçırır. Hâşâ, “<strong>Ahmet'i bana bırakın, onun işlerini ben hususî yönetiyorum</strong>.” diye <strong>Allah</strong> adına yalan söylemeye kadar varır. <strong>Allah</strong> adına yalan söyleyen birinin ağzından uydurmayacağı kişi, söylemeyeceği yalan, etmeyeceği yemin yoktur. Görüldüğü gibi <strong>Cübbeli</strong>, “<strong>vallahi, billahi, tallahi</strong>” diye <strong>Allah</strong> ve <strong>Mahmud</strong> <strong>Efendi</strong> adına, <strong>Mehmet</strong> <strong>Talu</strong> aleyhine birçok kişiyi kapsayan katmerli yalanı <strong>Allah’tan</strong> korkmadan rahatlıkla uydurabilmektedir.</div> <h3><strong>Yalanın Sonu Hüsrandır</strong></h3> <div><strong>Cübbeli</strong>, her gün <strong>Mahmud</strong> <strong>Efendi’nin</strong> ağzından kendini öven sözler uydurabilir; “Bu gece Efendi Hazretleri rüyamda buyurdu ki: “Rabıtamı muhafaza ettiği için Ahmet'imi cennette rabıta köşkünde gördüm.” diyebilir. <strong>Efendi’yi</strong> tanıyan herkes, “Bu Ahmet ne iyi adammış; İlmimden herkes kaşıkla, o kepçeyle aldı.” tarzı cıvık üslubun onun üslubu olmadığını, <strong>Cübbeli’nin</strong> onun ağzından uydurduğunu rahatlıkla anlar.</div> <div><strong>Cübbeli</strong>, aslında böylece bir taşla iki kuş vurma kabilinden çifte <strong>Efendi</strong> istismarı yapıyordu. O, <strong>Mahmud</strong> <strong>Efendi’nin</strong> ağzından kendini öven sözler uydurmakla hakkındaki menfî kanaatinin üstünü örtmekle kalmıyor, üstelik prim yapıyordu. <strong>Efendi</strong>, övgünün aksine, cemaatinin maruz bulunduğu <strong>Cübbeli</strong> tehlikesine karşı yakın çevresini hep uyarmış, "<strong>Vefatımdan sonra bu tarikata en büyük zararı Cübbeli verecek</strong>." demişti.. Oğlu <strong>Ahmet</strong> <strong>Ustaosmanoğlu</strong> ile merhum <strong>Abdülmetin</strong> <strong>Balkanlıoğlu’nun</strong> ikisi de, “<strong>Cübbeli hakkında bildiklerimizi </strong>(Efendi’den duyduklarımızı)<strong> açıklayamıyoruz</strong>.” diyorlardı. <strong>Ahmet</strong> <strong>Hocanın</strong>, “<strong>Babamı hayatta en çok üzen kişi Cübbeli'dir</strong>.” demesi, bu hususta fikir vermeye yeterdi.</div> <div><strong>Efendi</strong>, değil <strong>Cübbeli</strong>, en sevdiği, kızını verdiği <strong>Hızır</strong> <strong>Efendi</strong> hakkında bile asla övücü konuşmamıştı. Ancak bir gün <strong>Cuma</strong> hutbesinde, candan sevdiği müridi <strong>Kemal</strong> (Hut) <strong>Efendi</strong> hakkında, “<strong>Kemal Efendi’yi misal verelim. Allah'ın izniyle kibir yapmaz, onun nefsi gitmiştir</strong>.” buyurmuştu. Bu, medhiye (övgü) değil, onun <strong>Kemal</strong> <strong>Efendi</strong> gibi velayet mertebesine çıkmış müridlerine duyduğu samimî muhabbetin izharı olarak tezkiye idi. <strong>Mahmud</strong> <strong>Efendi</strong> (k.s.), bir gün halifesi <strong>Hasan</strong> <strong>Efendi</strong> (k.s.) hakkında üç kere, “<strong>İçimizde en edeplimiz Hasan Efendi</strong>”, onun halifesi <strong>Fikri</strong> <strong>Efendi</strong> (k.s.) hakkında da defalarca, “<strong>O melek gibi bir insandır</strong>.” buyurmuştu.</div> <div>Mürşidin müridine <strong>medhiye</strong> yerine <strong>tezkiye</strong> yapmasının izahı, <strong>Mahmud</strong> <strong>Efendi’nin</strong> <strong>İrşâdü’l-Mürîdîn</strong> (s.172) kitabında <strong>Hâlid-i Bağdadî</strong>’den (k.s.) yaptığı iktibasta bulunur:</div> <div>“Mürid, mürşidinin kendisine zâhirde güzel muamelede bulunmasına, tazim etmesine aldanmamalıdır. Mürşidin müride tazimi, onun için öldürücü zehirdir. Bu muamele, mürşidin müridini yalancı saymasındandır.”</div> <div>Demek ki <strong>Cübbeli’nin</strong> sürekli <strong>Mahmud</strong> <strong>Efendi’nin</strong> ağzından kendini öven sözler uydurması, kasd etse de etmese de her halükârda aleyhine dönüyordu.</div> <div><strong>-Kasd ederek:</strong> Efendi’nin böyle övücü üslubunun olmadığı bilindiğinden yalan söylediği ortaya çıkıyordu.</div> <div><strong>-Kasd etmeyerek:</strong> Tasavvufta “Tazim, mürşidin müridini yalancı saydığını gösterir.” kaidesince <strong>Efendi’nin</strong> kendisini yalancı saydığını söylemiş oluyordu.</div> <div>Demek ki her halükârda doğruluğun sonu felah, yalanın sonu hüsrandı. <strong>İsmail Hakkı Bursevî</strong>, <strong>Ruhu'l-Beyan</strong>’da buyurur:</div> <div>“Hâfız der ki:</div> <div>Doğruluğa uğraş ki nefesinden güneş doğsun</div> <div>Subh-ı kâzibin yüzü yalancılığından karardı</div> <div>Yani fecr-i sâdıkın arkası güneş olduğu gibi doğruluğun sonu da nurdur (aydınlık). Fecr-i kâzibin arkası karanlık olduğu gibi yalanın sonu da zulmettir (karanlık).”</div> <h3><strong>Yalancının Şahidi Yanında Olur</strong></h3> <div><strong>B-Haber (konuştuğu):</strong></div> <div><strong>Yakub el-Kindî</strong>, kezib’i, “<strong>Olmayanı olmuş, olanı olmamış gibi gösteren söz</strong>.” diye tanımlar. Nitekim <strong>Allah</strong> adına yalan yeminin ağır vebalinden dolayı kefaretin bile yetmediği yemin-i ğamûs da, olmamış bir şeyin olduğuna veya olmuş bir şeyin olmadığına bilerek yalan yere yemin etmektir. Yani asıl yalan, bu şekilde <strong>Cübbeli’nin</strong> yaptığı gibi hakikati tersyüz etmek, hakkı batıl, batılı hak göstermektir. O, yemin-i ğamûsun tarifince bir taraftan “<strong>Mahmud Efendi halife bırakmamıştır</strong>.”, bir taraftan “<strong>Mahmud Efendi son şeyhtir</strong>.” yalanını isbat etmek için her tuşa basarak yalanlar zinciri (rabıta, mehdiyet, üveysiyet, imamet, şehadet, temessül vs.) uydurmuştur.</div> <div>Merhum <strong>Abdülmetin Balkanl</strong><strong>ı</strong><strong>oğlu Hoca</strong>, yıllar önce <strong>Cübbeli’ye</strong> teşhisi koymuştu: “Yalan, yalan, yalan, yalan, yalan, yalan fırtınası. Allah'ın sana son sözü ne? “<strong>Benim katımda sen, kılının ucundan nasırın ucuna kadar her zerresi yalan olan, kezzab, sahtekâr denen çok profesyonel bir yalancısın</strong>”. (*)</div> <div>Pekiyi, nasıl böyle biri, halen o kadar insan tarafından dinlenebiliyordu? Bu sorunun cevabı, iki atasözünde gizliydi:</div> <div><strong>1. Yalan dinlemek, yalan söylemekten güçtür.</strong></div> <div><strong>2. Yalancının şahidi yanında olur.</strong></div> <div><strong>İbni Hazm’a</strong> göre yalan, her türlü kötülüğün aslıdır ve küfür de onun bir türüdür. Yalan, korkaklık ve bilgisizlikten doğar. Korkaklık, ruhu alçaltır; korktuğu için yalan söyleyen kişi, artık değer verilen ruhî yücelikten uzak kalmıştır. Ancak <strong>Cenab-ı Hak</strong>, “<strong>İnsanlardan korkmayın, benden korkun</strong>.” (Mâide, 5/44) buyurmuyor mu?</div> <div>.</div> <div><strong>Prof. Dr. Bedri Gencer, dikGAZETE.com</strong></div> <div>(*)</div> <div>https://www.youtube.com/watch?v=TqaPZsdfRYQ</div> <div></div>