- 15-04-2020 09:32
- 395
Koronavirüsle Türkiye'nin tanışmasının üzerinden bir aydan fazla zaman geçti.
İlk vakanın duyulmasıyla bütün ilim insanları seferber oldu.
AK Parti Hükümeti, yıllar öncesinden salgın hastalıklara karşı aldığı tedbirleri, hemen uygulamaya geçti...
Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca'nın açıklamalarıyla insanların korku ve panik havaları teskin edilmeye çalışıldı...
Bütün dünya, bu kısa vakitte virüsün kontrolü(!) altına girdi...
Hemen hemen koronavirüsle (kovid-19) tanışmayan ülke kalmadı gibi...
Ülkemizde, Cumhuriyet’in kurulmasından 2000'li yılların başlarına kadar geçen sürede, sağlık alanında pek çok olumsuzluklar yaşandı...
Hastanelerde, sosyal güvencesi olmayan vatandaşlar muayene olamazdı, sırf “başörtülü” diye hastalara eziyetler edildi.
Reçetelere yazılan “beş ilaç” varsa ancak, onlardan ikisini alabiliyor, diğerlerini alamıyorduk.
Polikliniklerin önleri “iğne atsan yere düşmez” misali kalabalık oluyordu; günübirlik muayene olmak mümkün değildi...
“Bugün git, yarın daha erken gel” diye geri çevriliyorduk...
2002 yılının Kasım ayında AK Parti hükümetinin iş başına gelmesiyle Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın azmiyle sağlık alanında müsbet manada gelişmeler yaşanmaya başladı.
Yeni kanun ve yönetmeliklerle “insana hizmet”i öne çıkaran anlayışla hastane ve sağlık ocaklarında muayenelere başlandı. Yaklaşık 18 senede büyük reformlar gerçekleştirildi...
Koronavirüsün ülkemizde görülmesiyle ilim insanlarımız, doktorlarımız, vatandaşlarımızı temizlik ve izolasyon konularında uyarmaya başladı.
Toplu alanlardan uzak durulması gerektiği, bir kaç kişinin yakın mesafesinin belirli aralıkta olması; mümkünse insanların evlerinden dışarı çıkmamaları gibi, konularda ikaz ettiler ve etmeye de devam ediyorlar...
Ancak biz, bu ikazları pek ciddiye almıyoruz!..
“Bana bir şey olmaz!” diye adeta meydan okurcasına sokaklara çıkıyor ve “sosyal mesafe” kuralına riayet etmeden icraatlarımızı sürdürüyoruz...
Marketlere hücumlar da hâlâ devam ediyor.
Yetkililer ve ilim insanları, sanki “evinizde, aç-susuz bekleyin!..” demiş gibi, ters anlayıp; alış-veriş için mahallelerimizdeki marketlere koşarak lüzumsuz kalabalıklar yapıyoruz; sanki reyonlarda “bize bir şey kalmayacak” düşüncesiyle hücum edilerek, başka insanlarla mesafe bırakmadan yakınlaşıp; ürünler seçiliyor ve el arabaları doldurulup, kasalar önünde de yine bütün tedbirler göz ardı edilerek kalabalıkta bekleniliyor...
Halbuki, bütün devlet yetkililerimiz ve gıda sektöründe bulunan insanlarımız beyanlarında; yiyecek ve sağlık ekipmanları konusunda sıkıntı olmadığı, gerekli stokların bulunduğu ve imalatların devam ettiği belirtilmesine rağmen; maalesef bizler bunları hiçe sayıyoruz...
Evet, insanlar bilmediği, görmediği zararlı şeyler karşısında panik ve korkuya kapılıyor.
Oysa ki, bütün varlıkların ve insanların yaratıcısının Yüce Allah olduğu gibi, görülmeyen küçücük varlığın da yaratıcısının O, olduğunu bilip ona göre, gerekli tedbirlere de riayet ederek tevekkül edip Mevlâmıza teslim olabilirsek; bizi korkutan ve panikleten olay karşısında serin kanlı durabiliriz.
Asrımızın büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin, çeşitli müsibetler ve hastalıklara karşı insanın yaklaşımının nasıl olması gerektiği, “Sözler” isimli eserinin 32. Söz'de muhteşem izahı şöyle:
“Hem insanlar, hayvanlar gibi mevcudat başıboş değiller; belki vazifedar memurdurlar, bir Hakîm-i Rahîm'in nazarındadırlar. Onların âlâm (kederler,elemler) ve meşakkatlerini düşünüp, ruhuna elem çektirme. Ve onların Hâlık-ı Rahîm'inin rahmetinden daha ileri şefkatini sürme. Hem, sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tâ taun (veba) ve tufan (çok şiddetli yağmur,sel) ve kaht (kıtlık, kuraklık) ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri o Rahîm'i Hakîm'in ( her şeyi hikmetli yaratan merhamet sahibi Allah) elindedirler. O Hakîm'dir; abes (boş, saçma) iş yapmaz; Rahîm'dir (Sonsuz merhamet sahibi olan Allah) rahîmiyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lütuf (hoşluk, güzellik) var.”
Evet bu güzel açıklamalar karşısında fazla söze hâcet yok...
Yalnız bizler sadece kendimizi düşünerek hareket etmemiz gerekiyor.
Belki koronavirüse yakalanmamış olabiliriz; lâkin tedbirlere riayet etmeyerek, toplu alanlardan virüsü kaparak taşıyıcı olup, yakınlarımıza ve sevdiklerimize bulaştırma ihtimalini göz ardı etmemeliyiz; onlara böyle bir kötülükte bulunamayız...
Bakın bu konuda, Yüce Yaratıcımız bizlere neyi emrediyor: “İyilik etmek ve fenâlıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın.” (Maide Sûresi, 2. âyet)
Yine Efendimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (SAV) de bizlerden başkalarına zarar dokunmaması konusunda ki şu uyarıcı ifadelerine kulak vermeliyiz: “Müslüman (o kimsedir ki) onun dilinden ve elinden müslümanlar selâmet bulmuşlardır. Muhacir de Allah'ın nehyettiklerini terk edendir.” (Riyaz'üs-Salih, 3.cilt)
Merak etmeyin kimse aç kalmaz; fakat bu görünmeyen küçücük düşman, Allah korusun (Amin...) bizle ya da yakınlarımızla irtibat kurarsa (!) işte o vakit asıl tehlike burada...
Onun yol açtığı zararların karşısında bütün dünya çaresizce çırpınıp duruyor.
Sözde gelişmiş, ekonomileri iyi ve paraları olan ülkeler (!) hastalık sebebiyle ölen vatandaşlarını iş makineleriyle karton kutular içerisinde toplu olarak gömüyor; her gün bu görüntülere televizyon kanallarından şahit oluyoruz...
Şükürler olsun ülkemiz Türkiye, hükümetimiz ve sağlık çalışanlarımızın üstün gayretleriyle dimdik kendi ayakları üstünde, virüse karşı başlattığı mücadelesini devam ettiriyor.
Yardım çığlığı atan ülkelerin de imdadına yetişiyor...
Bizler de tedbir, tevekkül ve teslim ile tavsiyelere uyarsak İnşaallah bu imtihandan da başarıyla çıkarız...
Haydi dostlar! Yüreklerimizi birleştirelim, Cenab-ı Allah'dan rahmet, mağfiret ve şifa niyazında bulunalım…
.
Osman Ovacıklı, dikGAZETE.com