AK Parti'nin sonunu Külliye'ye vakumlanması mı getirmiştir!

Başbakanlığın Külliye’ye vakumlanması, AK Parti’nin misyonunu yitirdiği için miydi” diye sormadan edemiyor insan…

Yoksa, AK Parti ve kadroları, Başkanlık Sistemi’ne geçişin kurbanı mı olmuştur!

Öyle ya, Başbakanlığı elinde bulunduran, kadroları ile birlikte AK Parti idi ve başbakanlık Külliye’ye vakumlanmıştı.

Gerçekleşen bu işlemden sonra, dışarıda kalanlar mıdır ki, AK Parti’ye destek verenlerin içinde bir “Küskünler kitlesi” oluşturmuştur acaba!..

Şayet böyle ise, şunu sormak ve cevabını istemek zorundayız…

Madem ait olunan yapı (AK Parti) bir geçiş süreci başlatmış ve uygulamıştır ve uygulama sonunda birilerinin, yani görevden el çektirmeler (kısıtlı görev alanından dolayı), görev kaybı (pasife alınma) yaşamaları normal olarak karşılanmalıdır diye görmek gerekmez mi?

Eğer böyle ise (küserek vaz geçenler varsa) bunun açıklaması; “Göreve getirilirsem seninleyim, yoksa ben yokum!..” anlamına gelmiyor mu bu davranışlar manzumesi!

Siyasetten nemalananların yaşadığı paradoksun tanımı da bu şekilde yapılmak durumundadır.

Devlet adamlığı” karşılık beklemeksizin üzerine düşen görevin icra edildiği bir makamdır. Bunun adına da “Vatanına ve Ulusuna bağlılık ilkesi” denir.

Maalesef günümüzde insanların bir çoğu, “Karşılık almadan karşılık vermeyen” ruh haline bürünmüş durumdadır.

Bugünkü temel sorunumuz; Zihin yapılarımızın bir guruba yaslanarak, o guruptan güç devşirmek üzere kodlanmış olunmasından kaynaklanmaktadır. 

Halbuki birey, kendisini geliştirmeli ve bu birikimlerini ait olduğu ulusunu güçlendirmek üzere kullanmalıdır.

Şimdi AK Parti mi kendi kendisini tasfiye etmiştir? Yoksa Ana Muhalefet Partisi, ulusuna olan bağlılığından dolayı karşılıksız olarak göreve mi talip olmuştur?

Bu sorular gerçekten can yakıcı değil mi! Hep birlikte göreceğiz…

Bir anektod paylaşmak da elzem oldu artık;

Davetlisi olduğum bir konferansta, konferans konuşmacısı şu cümleleri kullanınca başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim.

Konuşmacı demişti ki; “İmam hatip okullarının bahçesindeki otları yiyen eşeğin sesi bile bir başka çıkıyor” 

Daha önceki yazılarda da vurguladığım gibi; “Kendilerini çekim merkezi olarak görenlerin sonu yalnızlık ve hüsrandır”

Konferansın son bölümünde soru ve cevaplar bölümü başladığında, söz hakkı isteyerek sormuştum; “Neden ulusun bir bölümünü kendinizden sayarak, geri kalan kısmını dışlama ve öteleme yolunu seçiyor ve İmam Hatip okullarına kutsiyet atfediyorsunuz?”

Cevap olarak ise, hırs ve intikam duyguları gözlerinden okunabilen bir çok katılımcının sarf ettiği cümleler şöyle olmuştu; “Sen bizim neler çektiğimizi bilemezsin!..” Buna; “ÖC ALMA hissiyatı” denir.

İşin yanisi; bahsi geçen (gurup) yapının iktidara gelme amacı, kısmen de olsa kontrol edemedikleri duyguların tatmin edilmesi ve intikam duygusu ile kenetlenen kodlara sahip olması gerçekliğiydi.

Öfkeni kontrol edemiyorsan, belli bir süre sonunda öfken seni yönetir” paradoksu içinde birşeyleri değiştirmeyi hesaplayanlar, “Kendi kendilerini düşürdükleri ‘Kaos’un içinde kaybetmek durumunda kalmışlardır” dersek kelam yerini bulmuş olacaktır.

Tesbitler iki ana başlık altında toplanabilir;

- Elde edilen iktidarın külliye içine vakumlanması ile atıl duruma düşenlerin, kendi içindeki küskünler kitlesi.

- “Dava” olarak adlandırılmış ‘İddia’nın, kutsiyet atfedilerek toplumdan ayrıştırılması ile yalnızlaşma.

Bu her iki tesbit, AK Parti’nin yekün ulustan ayrışmasını ve yalnızlaşmasını tetiklemiştir.

Kucaklayabildiğin kadar büyür ve genişlersin” düsturunu, her kesimin kanıksaması gerekmektedir.

Aksi taktirde, orta ve uzun vadede yalnızlaşmak ve hüsrana uğramak kaçınılmaz olacaktır.

.

Ali Karani, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @KARANIAli , @dikgazete

...