- 20-03-2023 20:02
- 3908
TÜRKİYE VE RUSYA BİRLİKTE TARİHİ YENİDEN YAZIYORLAR
Makalemiz biraz uzun gelebilir fakat sabırla okumanızı ve bakış açılarınızı tekrardan değerlendirmeye almamızı şimdiden rica ederiz.
Bir makale yazarken insan kalemini dar bir alanda tutamıyor maalesef. Çünkü dünya, o kadar iç içe geçmiş bir durumda ve ilişkiler birbirine hem çok yakın hem de rekabet açısından o kadar itici ve uzak ki, bazen kalemi hangi noktadan hareket ettireceğinizi bilemiyorsunuz.
Daima üzerinde durduğumuz konu ekonomi olduğu için siyasetin, devletlerin kendi politikalarını ve devletler arası ilişkilerini düzenlerken, ekonomiye kayıtsız kalamadığını günümüz dünyasında göremezsiniz. Bir makaleyi kaleme alırken kaleminiz bir şekilde ekonomiye değmek zorunda kalıyor işte.
Günümüz dünyasında devletler, kendi sınırlarını güvenlik amaçlı netleştirirken, ekonomik açıdansa sınırların adeta belirsizleştirildiği dönemi hep birlikte yaşamaktayız.
Bu durum, insanın aklına çeşitli soruları her ne kadar getiriyor olsa da bakış açılarımızın yanlış noktadan çıkış yapıyor olması, bireyleri adeta zihinsel savrulmalara mahkûm edebiliyor ve bu savrulmalar, karşılıklı düşmanca bakış açılarını da tetikleyebilmektedir maalesef.
Makalemizde, bu tür savruluşların yersiz olduğunu ve sakin kalınarak, devletimizin almış olduğu hayati risklere rağmen, reflekslerine güven duymamız gerektiği kanaatini hayatımıza hâkim kılmak zorunda olduğumuzu şimdiden belirtelim isterseniz.
Şimdi Konumuza geçelim!
İnsanlık, aslında çok farklı veya ayrışmış şekilde birbirinden çok uzaklarda bir görüntü veriyor olsa da ihtiyaçların karşılıklı olması temelinde aslında her bir insanın, dünyanın öteki ucundaki başka bir insan ile adeta çelik halatlar ile birbirine bağlı olduğu gerçeğinin, inkâr edilemeyecek kadar doğru olduğunu itiraf etmeliyiz.
Yaşam döngüsünün devam edebilmesi ve insanın sürekli olarak kendisini yenileyerek geliştirebilmesi adına, ihtiyaçların da sürekli olarak kendisini yenilemesi gerektiği gerçeği, sürekli olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bundan dolayı, temelde adına ne dersek diyelim, düşünsel veya ekonomik alışverişin bir şekilde gerçekleşmek zorunda olduğu günümüz dünyası artık böyle şekillenmektedir.
Hem devlet sınırlarını güvenlik açısından belirgin hale getirmek, hem de düşünsel, teknolojik veya ekonomik alışverişler noktasında sınırları belirsizleştirmek, kurulması gereken hayli zor bir denklem olarak görünüyor değil mi? Siz ne dersiniz?
Makalemize her zamanki gibi ülkemizden başlayıp sırasıyla çemberi genişleterek, çevre ülkeleri, çevre coğrafyaları ve deniz aşırı coğrafyaları da çemberin içine katarak yazımıza devam edelim isterseniz!
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana sürekli bir rota belirleme ve o rotada kalarak dünya ile Siyasi-Politik ve ekonomik entegrasyonunu gerçekleştirmek üzere inişli çıkışlı devinimler yaşarken, yetmişler ve seksenlerde temelini atmış olduğu yeni kalkınma hamlelerini hayata geçirmeye gayret etmektedir.
Şükür ki kalkınma hamlelerinin askeri teknoloji, enerji, ağır sanayi, alt yapı vb. birçok alandaki projelerinin kahir ekseriyetini uygulayarak hayata geçirmiş durumdadır.
Bununla birlikte, kurmuş olduğu alt yapısını ve sistemini kullanmaları noktasında, diğer ülkeleri de davet ederek, Türkiye’yi bir iletişim, alışveriş ve kaynaşma üssü olarak inşa etme noktasında ciddi yol kat ettiğini de kimse yadsıyamaz öyle değil mi.?
Türkiye, hem herkesin buluştuğu ve kaynaştığı bir üs olacak, hem de güvenliği üst seviyede bir ülke olacak. Çok zor bir denklem, işte kastettiğimiz alınan hayati riskler tam da bunlara işaret etmektedir.
Kurulan Türk Devletleri Teşkilatı bu denklemde güvenliğin en üst seviyede olmasını sağlayacak unsur olarak değerlendirilebilir. Çünkü ekonomi, güvenliği yüksek ve kazanç potansiyeli olan alanları tercih eder.
Yetmişli yıllarda kontrollü ayrışma ve küçük birimler halinde yapılanarak güçlenmek, zamanı geldiğinde tekrardan birleşip bir güç merkezi halini alabilmek adına, Sovyetler Birliği stratejik ve kısa vadeli projesini hayata aşamalı olarak geçirdi. Zaten elli yılı aşkın bir zamandır Türk dünyası ile iç içe geçmiş ve bugünkü haliyle güçlü bir devlet olan Rusya, Batı’nın kontrolüne girmeyen bir Turan dünyası ile barışık ve ortak hareket eden bir tavır içerisinde davranışlar sergilemektedir ve bundan rahatsızlık da duymamaktadır.
Sayın Putin’in şahsında Rusya’nın, Türkiye’nin lojistik üs olma hamlesini tam anlamıyla destekleyen teklifini de unutmuş değiliz hani.
Türkiye’nin Doğal gaz satış merkezi olmasını sonuna kadar desteklediğini duyuran Sayın Putin, bu hamlesi ile tüm dünyaya, Türkler ve Rusların kardeşliğini ilan edercesine önemli bir açıklama yapmış ve duyurmuştur.
Kurulan yeni dünyada Ruslar ve Türkler kardeştir ve ortaktırlar.
Gelelim Türkiye’nin dünya ile entegrasyonunda güçlü ekonomiye sahip ülkelerin ve zayıf ekonomiye sahip olan ülkelerin Türkiye’de buluştuklarında, ekonomik entegrasyonun nasıl sağlanabileceği konusuna!
Dedik ya, bir tarafta milyarderlerin Türkiye’ye gelerek yatırım yaptığı, diğer taraftan milyonerlerin Türkiye’ye gelerek yatırım yaptığı alanda, ticaretin doğası gereği yaşanılacak rekabette, büyük balığa küçük balığı yutturmamak adına nasıl bir denge kurulması gerektiği noktasına.
Standartlar çok yukarı çekilirse, küçük yatırımcının rekabet etme şansı ortadan kalkacaktır.
Standartlar çok aşağı çekilirse büyük yatırımcıların gelip yatırım yapmalarının önü kapanacaktır veya büyük yatırımcıların ekonomik açıdan sistemi domine etmesinin önü açılmış olacaktır ki bu da kurulan sistemin elimizin arasından kayıp gitmesine yol açacaktır.
Peki ne yapılıyor da bu sistemin dengede kalması sağlanabiliniyor? Bunu hiç düşündünüz mü?
Sosyal medyayı takip edenleriniz, hayat pahalılığı sloganlarına ve karşı duruş ve söylemlerine rastlamıştır.
Düşünün şimdi, her şeyin çok ucuz olduğunu ve yüksek miktarda paraya sahip olanların, ülkeyi çok ucuza satın aldığını, sizce bu ülke bu kadar ucuz bir ülke midir?
Hem çok güçlü ekonomiye sahip olanı, hem de düşük etkiye sahip olan ekonomiyi bir alanda buluşturup birlikte çalıştırabilmek zor bir denklem öyle değil mi, ne dersiniz?
Hayat pahalılığı bu açıdan bakıldığında kısa vadeli öngörü geliştirenlere göre yanlış bir hamle olarak değerlendirilirken, uzun vadeli bakış açısına sahip olanlar açısından sancılı bir geçiş dönemi, lakin olumlu olarak değerlendirilmektedir diyebiliriz.
Her düşünce, bakış açısı ile şekillenmektedir!
Batı’nın kurduğu adaletsiz sömürü düzeninden doğan ekonomik uçurum farkı olarak değerlendirebileceğimiz dengeye balans ayarı verebilmek adına, pozitif ayrımcılık yaparcasına bir ortak çalışma alanı oluşturmak ve güçlü olandan alıp, güçsüz olana verebilmek adına bu stratejik hamleyi de hayata geçirmek zorunda olduğumuzu hepimizin bilmesi gerektiği kanaatini, hâkim kanaat haline getirmek bugün elzemdir diyebiliriz.
Geri bıraktırılmış ve gelişmesi engellenerek hayattan ertelenmiş ülkelerin ve milletlerinin kendilerine koruma kalkanı olarak gördükleri, kendilerini geliştirerek ilerleyebilecekleri potansiyel fırsatların sunulduğu, Rus ve Türk dünyasının iç içe geçtiği Türkiye coğrafyasına katılma davetine kayıtsız kalınması mümkün görünmemektedir diye de değerlendirebiliriz.
Davet karşılık bulmuştur ve Türkiye, dünya ticaret merkezi olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Rusya’nın sonuna kadar desteklediği ve Türkiye’nin her türlü riski göze alarak girdiği bu güçler dengesini, sağlıklı bir rotaya oturtma hamlesi, eninde sonunda filizlenerek gelişecek, dünyaya ve insanlığa pozitif katkılar sunan bir anlayışa dönüşerek insanlığa kazandırılmış olacaktır.
Şimdilik “hayat çok pahalı” sloganları ile şikâyet edenler unutmasınlar ki, atalarımızın canlarını feda etmek zorunda kaldıkları savaşlar da yaşanmıştır.
Bugünün savaşları ise ekonomik ve teknolojik atılımlar üzerinden gerçekleşmektedir.
Bedel ödemek, hayatını feda ederek ölmekle de olabilir, sahip olduğun ekonomi de kısa vadeli de olsa zarar etmekle olabilir. Önemli olan uygulanan projenin ayaklarının yere basıyor olması ve günümüz gerçekleri ile örtüşüyor olmasıdır.
Bugün, dünyada yaşanılan savaşlar ve rekabetlerin temelinde, herkesin kendi varlığını devam ettirmek ve hak ettiğini alabilmek, hatta daha fazlasını almak üzere bir strateji üzerine kurulmuş olduğunu görmekteyiz.
Fakat Türkiye’nin ve Rusya’nın bu stratejinin dışında hareket ettiğini ve herkesin hak ettiğini, büyük bedeller ödemeden alabilmesini sağlayacak olan bir sistemi kurabilmek üzere hareket ettiğini de söylemek zorundayız.
Sayın Putin ve Sayın Erdoğan’ın bu adanmışlığını sekteye uğratacak bir gelişmenin yaşanmamasını, tüm geri bıraktırılmış ve mağdur edilmiş insanlar adına istediğimizi, biz de buradan ilan edelim.
Bunun adı fanatik bir taraftarlık değildir.
İnsanlığın tarih sahnesindeki serüveninin, sağlıklı bir rotaya sokulması adına gayret edenlerin, yolunun açık olması temennisi olarak görülmesini diliyoruz.
Sayın Erdoğan’ın ve Sayın Putin’in girişimleri ile Rus akıl ve düşünce sistematiğinin, Türk akıl ve düşünce sistematiği ile kaynaştırılması sayesinde insanlığın sağlıklı bir rotaya kavuşması fırsatı önümüzde durmaktadır.
Bu fırsatı değerlendirmek ve uygulanmasına yardımcı olmak önemli bir duruştur.
Bu sayede değişmek zorunda kalacak olan dünya dengelerinde, Batı kampı da empati yaparak zamanla yazılması başlatılan bu tarihe desteklerini sunacaktır diye umut etmekteyiz.
Bizler, geri bıraktırılmış ve hayattan ertelenmek zorunda bırakılanlar olarak, adaletin ve insanlığın temelini oluşturduğu kendi standartlarımızı yükselterek, tarihi yeniden yazmaya çalışanlar kervanına katılanlar olduğumuzu ve safımızı bu şekilde ilan etmemiz gerektiğini düşünenlerdeniz.
Sayın Putin ve Sayın Erdoğan bugün varlar ve her fani gibi yarın olmayacaklardır. Lakin başlattıkları bu sistem ve anlayışın durdurulması artık mümkün değildir.
İnsanlık her halükârda kazanacak ve adalet her halükârda tecelli edecektir.
Dip not:
Sayın Putin, istihbarat kökenli bir başkan olarak ülkesini inşa eden bir lider olarak tarihe geçti, Türkiye de böyle bir başkana yakın gelecekte hazır olsun deriz.