Bolluk çağının mutsuzluğuna çare: Minimalizm

Bundan on yıl kadar önceydi. 

Bir arkadaşım, eşi ve uzak bir şehirde üniversitede okuyan oğlu, misafirimiz olmuşlardı. 

Laf lafı açmıştı ve konu ülkemizde yayın yapan TV kanal sayısına gelince bizim üniversiteli, “bugün evde neredeyse 1000 kanal gezdiğini fakat  seyredecek bir şey bulamadığını” söylemişti. 

Belirttiği kanal sayısı, abartılı olabilir fakat o kadar kanal içinden seçim yapamaması, seçeneklerin çok olmasının karar vermeyi zorlaştırması açısından önemliydi. 

Günümüzde dizi ve film yayınlayan platformlardaki seçeneklerle, sorunun daha vahim hale geldiğini söyleyebiliriz.

Bolluk çağındayız ve bize, “tüketimi arttırmak için ihtiyaçların sınırsız olduğu” dayatılıyor.

Oysa ihtiyaçlarımız sınırsız değil fakat biz isteklerimize sınır koyamıyoruz

Yaşadığımız tüketim çılgınlığı, asıl bizim tükenmemize neden oluyor. 

Seçenek bombardımanına tutuluyoruz, afallıyoruz ve “hangisini seçsem, neye karar versem, bu gün ne giysem, bu gün ne yesem” gibi tuhaf sıkıntılar, daralmalar yaşıyoruz. Üstelik fazla eşyalarımızı koyacak yer bulmak ve muhafaza etmek için çekilen sıkıntılar da cabası. 

Yapılan bir araştırmada, Amerika’da fazla eşyaların muhafazası için depo kiralayan firmaların bir yıllık cirosunun, Hollywood’un bir yıllık cirosundan fazla olduğu ortaya çıkmıştır.

Ülkemiz için böyle bir araştırma yapılmasa da “Google”a “fazla eşya için depo kiralama” yazdığımda karşıma 1000’e yakın seçenek çıktı. 

Amerika’dan bir diğer ilginç örnek ise çöp torbalarına bir yılda harcanan para miktarının 90 ülkenin milli gelirine denk olması. 

Depo kiralayıp, saklamaya değer görmediklerini çöpe atıyorlar ve bunun için kullandıkları çöp torbalarına bu tutarda harcama yapıyorlar. Ülkemizin de son yıllarda bu konudaki sicili pek parlak olmasa gerek. 

Düşünce ve kültür hayatımızın önemli ismi Cemil Meriç, eşya bağımlılığımızı ve gün be gün azalan insanlığımızı çok güzel ifade etmiş:

“İnsanlar sevilmek için yaratıldılar, eşyalar ise kullanılmak için. Dünyadaki kaosun nedeni eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmalarıdır.” 

Satın aldığımız ürün ve hizmetlerin içinde gerçekten ihtiyacımız olanların oranı maalesef çok düşük.

İhtiyaçlarımızdan çok, isteklerimiz doğrultusunda hareket ediyoruz. 

Alışveriş hastalığı” diye bir hastalığın olduğu hepimizin malumu. Çoğumuzun gardırobunda bir yıldır giymediği en az bir eşyası vardır. 

Belki giyerim” diye sakladığımız ve hiç giymediğimiz giyecekler, “bir gün lazım olur” diye sakladığımız ve çoğunlukla lazım olmayan eşyalar, hepimize biraz tanıdık gelecektir. 

İhtiyaç olur” diye sakladıklarımızın önemli bir kısmı, zamanında ihtiyaç sahiplerine verilse, bizi daha çok rahatlatacak elbette.

Daha çok harca!.. Daha çok çalış!.. Daha çok kazan!.. Yeni harcamalar için daha çok çalış!..” bu döngü, böyle sürüp gidiyor.

Gidiyor gitmesine fakat bazı bünyeler buna yenik düşüyor ve bu tuhaflıklara uygun tuhaf bir virüs hızla yayılmaya başlıyor: Mutsuzluk virüsü - Affluenza. 

Refah (affluence) ve grip (influenza) kelimelerinin birleşiminden oluşan bu isim, tüketim çılgınlığı karşıtları tarafından verilmiştir, “israf, kaygı, borçlanma ve fazla çalışma sorunu” olarak tanımlanmıştır.

En son teknolojik gelişmelerin ve pandemiden kaynaklanan kaygıların etkisi ile Mutsuzluk Virüsü hızla yayılıyor. 

Bunu depresyona giren kişi sayısının ve antidepresan kullanımının artmasından da anlayabiliriz. 

Uzmanlar, ülkemizde artışın en çok  antidepresan ilaçlarda olduğunu ve neredeyse bakkaldan alınacak hale geldiğini belirtiyorlar. Üstelik sanıldığı gibi faydalı olmadığını, yan etkileri nedeni ile zararının daha fazla olduğunu söylüyorlar. 

Kişinin kendisini geliştirmesinin yanında psikologlarla konuşup dertleşmesinin daha faydalı olacağını ve bunun yaygınlaştırılmasını öneriyorlar.

Affluenza’dan kurtulmanın çaresi ise hayatı sadeleştirmek, diğer ismi ile MİNİMALİZM. 

İçinde olduğumuz balonun yükselmesi için fazlalıkların aşağıya atılması gerektiği gibi sadeleştirmek de bağımlılıktan kurtulmamızı ve özgürleşmemizi sağlayacaktır. 

İşe, gardırobumuzdan giymediğimiz eşyaları çıkartmakla başlayabiliriz.

Buna “gardırop detoksu” deniyor. 

Bununla kalmayıp, örneğin bir ay boyunca, belirlediği beş kıyafetten başka kıyafet giymeme kararı alıp uygulayanlar da var. 

Bazı ünlü zenginlerin tek renk tişört giymesi de bu uygulamaya örnek gösterilebilir. 

Fazla kullanılmayan ev eşyalarında da detoks uygulanabilir.

Bazılarımız farklı bir bakış açısı ile baktığında evini bir zücaciye dükkanını hatırlatacak kadar süs eşyası ve objelerle doldurmuş olduğunu fark edecektir.

Taşınıyormuşsunuz gibi eşya elemesi yapabilirsiniz. “Gerçekten buna ihtiyacım var mı?” sorusunu sormanız elemeyi kolaylaştıracaktır. 

Aynı soruyu, daha büyük bir ev ya da daha lüks araba için, hatta daha büyük içecek, daha büyük porsiyon yiyecek için de sorabilirsiniz. 

Her odaya bir televizyon almak hatta akşamları saatlerce televizyon izlemek zorunda değiliz. 

Kendimize kalan sürede yeni hobiler edinebilir, spor yapabilir, sevdiklerimizle güzel vakitler geçirebiliriz. 

Bu sayede; hem stresimiz azalacak, hem tasarruf yapmış olacağız, hem de önemsiz şeyleri hayatımızdan çıkartarak,  önemli şeyler için yer açmış olacağız.

Sanıldığının aksine minimalizm sadece zenginler için ya da belli konumdaki kişiler için değildir. 

Evde, iş yerinde, okulda, görev ve unvanı, gelir düzeyi fark etmeksizin herkes için uygulanabilecek bir metottur.

M. Serdar Kuzuloğlu, bilişim ve teknoloji alanında güzel tespitleri olan bir gazeteci-yazar; bir konuşmasında çok ilginç bir anketten bahsetmişti: 

Bir şirkette, çalışanların hepsine,  çalışma arkadaşına 2.500 lira kendisine 3.000 lira ücret verileceği ve kabul edip etmediği sorulur. Bunu tüm katılımcılar kabul eder. 

İkinci teklif, arkadaşına 7.000 lira, kendisine 5.000 lira ücret verilmesi olur. 

Bunu kabul eden çıkmaz.

Oysa ikinci seçenekte maaşı ilkine göre 2000 lira artmaktadır. Arkadaşının kendisinden fazla ücret almasındansa 2.000 lira daha düşük ücrete razı olmaktadır. 

Bolluk çağında olmamıza rağmen bizi mutsuzluk virüsüne bulaştıran bir diğer sebep ise bu anketteki davranış biçimidir. Bazı insanlar ne kadar çok şeye sahip olurlarsa olsunlar, şükretmeyi değil hep başkasındaki “daha fazla”ya bakarak mutsuzluğu seçmektedirler.

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

...