- 27-03-2020 09:04
- 638
Değerli bir dostum ile bilişim teknolojileri hakkındaki sohbetlerimiz esnasında insanlığın menfaatleri için kullanılmak üzere sunduğu çözüm önerilerinin, fosilleşmiş beyinler tarafından reddedildiğinin farkına varmış bulunmamdan kaynaklı, bu işin perde arkasındaki gizemli organizatörün kim olduğu ile ilgili sorulara cevap bulmak gerekirdi.
Etki gücü yüksek çözüm önerileri hakkında fikir alışverişi yaparken ülkemde bu önerilerin neden reddedildiğinin sebeplerini araştırmak bir yana, sunulan önerilerin dış dünyada kimler tarafından ve hangi zeki yapılar tarafından değerlendirildiğini sorgulamanın daha verimli olacağı kanaati ağır basmıştı.
Dünyanın önde gelen düşünce kuruluşları ve düşünürleri, tek ağızdan koro halinde diyorlar ki;
Güç merkezi, Batı’dan Doğu’ya (Yani Çin’e) kayıyor.
Bu, koca bir aldatmacadır.
Hatta böylelikle dünyanın fabrikası (ucuz işçi merkezi) olarak konumlandırılan Çin, senaryoda kurban seçilmiş devasa bir figürdür de diyebiliriz.
“Güç, Batı’dan Rusya ve Türk devletlerine kayıyor” diye bir iddia ortaya atılırsa, “bunu destekleyecek ciddi dayanaklar mevcuttur” diyebiliriz.
Öncelikle “Çin neden dünyanın yeni lideri olamaz”, bunun cevaplarını aramak elzemdir.
- Çin, nüfusunun fazla olması hasebi ile dünyayı domine edecek bir pozisyona asla yerleşemez. Buna hiçbir dünya devleti müsaade etmez.
- Dünyayı domine etme iddiasında olan Çin, üretimde ve ekonomide etki sahibi olsa dahi denklemi tamamlayıcı diğer sacayaklarına sahip olma şansına sahip değildir.
Örneğin;
Sosyo-Kültürel olarak dünya ile bir entegrasyon süreci yaşamak zorundadır; şayet dikte ederek kendisini takip etmeye dünyayı zorlayacak ise bunun karşısında tepkiler ile karşılaşması kaçınılmaz olacaktır.
Bu konuda, Türk devletleri bakımından Çin için birçok açmaz mevcuttur.
Medeniyetler medeniyetleri yutamazlar ama uzlaşabilirler.
Şayet iletişim şeklini bugünkü gibi İngilizce üzerinden yürütecek ise karşılıklı kabulleniş ve geçişkenlik yine topal ördek olarak kalacaktır. Tüm bu sorular cevaplanmaya muhtaç konulardır.
Aslında çıplak gözle dahi görülmesi mümkün gerçeklerin algılarda ertelenmesinin ardında yatan gerçek, Rusya’nın entegrasyon ile ilgili tüm alt yapısını hazırlamış olması ve hem kendisini “heck”lenmekten koruyan Teknoloji & Yazılım ve Kiril alfabesini kullanıyor olması, hem de iletişim içerisinde olduğu Türk devletleri üzerinden başlattığı entegrasyon sürecinde; Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan, kullandıkları Kiril alfabesini 1990’ların başında bırakarak Latin harflerine geçmiş olmaları, yakın zamana kadar Kazakistan’ın, Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçiş için çeşitli eğitim kurumlarında pilot uygulamalar yapıyor olması, detayları gözler önüne sermektedir.
Bilindiği üzere Rusya’nın, Orta Asya’daki Türk devletleri ile birçok açıdan birbirleri ile geçişkenlik sağlayan aynı çatı altında yaşadıkları “Süreç/Yıllar” mevcuttur.
Rusya’nın dünyaya entegrasyon sürecini, ön veriler ile birlikte okuyacak olursak;
Öngörülen stratejisini Türk devletleri üzerinden aşama-aşama olacak şekilde çok zaman öncesinden başlatmış durumda olduğunu söyleyebiliriz.
Kanaatimce Çin, bu konuda Rusya’dan çok geride bir pozisyondadır.
Türkiye, Türk devletleri ve Rusya, karşılıklı bağımlılık ve karşılıklı beslenme kuralları içerisinde, kurulması planlanmış dijital dünyaya entegrasyon sürecini hem kendi aralarında hem de dış dünya ile olacak şekilde çok öncelerden ve birlikte başlatmışlar da kimsenin haberi yoktu dersek yanılmış olmayız.
Rusya’nın, Türkiye’nin ve diğer Türk devletlerinin karşılıklı bağımlılıklarına ek olarak, buradan doğan güce Uzakdoğu’nun da (Rusya-Çin ve Türkiye-Japonya) katılması sayesinde “Güç Merkezi”nin kaydığı denge noktası tam da Rus ve Türk toprakları olarak görülmektedir.
“Hiçbir şey göründüğü gibi değildir” diyerek son sözü söyleyelim…
Gerçeğin peşinden koşarken sürekli olarak değişik bakış açılarını kullanmak elzemdir.
Türkiye’nin NATO aparatı üzerinden Batı’yı şekillendirmesi de diğer makaleye kalsın.
Kalın Sağlıcakla…
.
Ali Karani, dikGAZETE.com