Eksiğin tamamlanması isteğini tetikleyen şey…

TANRI, EVRENİ ZERRECİKLERDEN (BİR HİÇTEN) VAR ETTİ” BİZLER DE ‘O’NUN BİRER PARÇASIYIZ!

“Tanrı”yı anlamak, uyguladığımız tüm yöntemlerin tam tersi bir yöntem ile mümkündür!

Titreşim “Frekans” görünmez bağları kurarak tüm olanda birleşime götürendir ve aynı zamanda hayatın rotasını da bu şekilde algılamak gerekmektedir kanaatindeyiz.

Neden sosyal varlıklarız, neden hep sosyalleşmek ve diğerleri ile bir şeyler paylaşıp, düşünsel alanlarda karşılıklı olarak beslemek ve beslenmek için mücadele ederiz” diye düşündünüz mü hiç?

İç dünyamız, sürekli olarak bütünde buluşmayı ve bizde olmayan “eksiklerimiz”e ulaşma özlemini neden hep tetikler?

En temel kural olan “eksiğin tamamlanması isteği”ni tetikleyen şey titreşimin “frekans”ın ta kendisi değil midir!?

Çocukları bilirsiniz; önyargısız, arı-duru ve saf oldukları için her şeyi daha net ve olduğu gibi görürler.

Farkındalığımızı artırmak adına söylemek gerekirse, yeni doğmuş bir bebeğin diyaframdan nefes alıyor olması, insanoğluna hediye edilen “KÖK kurallar”ın birincisidir diyebiliriz.

Halbuki insanoğlu, zamanla doğru olan nefes alma ve verme yöntemini dahi unuttu; öyle değil mi!?

Tıpkı edinilen yanlış tecrübeler ışığında, yaşadığımız bir durumun, bir diğerini etkilemesi ile birlikte, yerine yenisi konularak unutulan KÖK gerçekleri unuttuğumuz durum gibi…

İnsanoğlu yaşadıkça ve deneyimledikçe, içgüdüsel olarak çevresine yüksek duvarlar örercesine kurallar biriktirmekte ve sürekli olarak yanlış üzerine yanlışlar yapmaktadır. 

Böylelikle kedisini “KÖK kurallar”dan farkında olmadan uzaklaştırmaktadır. Tıpkı “yavaş yavaş ısınan suyun içerisinde haşlanan kurbağa” misali, öyle değil mi?

Bu durum tespiti, maneviyat çemberinin dışından bakılarak yapılmıştır diyerek devam edelim.

Gelişmesi için uğraşmadığımız ve dahi tembelliğimiz sayesinde oluşan düşük kapasiteli zihin dünyamız ile “gücün ve büyüklüğün kölesi edildiğimiz” şu geçici evrendeki tasvirlerimiz, hep büyük ve güçlü olan örneklerin şekillendirmesi etrafında dönüp durmaktadır.

Bundan dolayı da Tanrı’yı hayallerimizde algılayabilmek için sürekli olarak “EN büyük… EN görkemli ve EN …” olan üzerinden yakıştırmalar yaparak algılamaya gayret ediyoruz maalesef…

YA GERÇEK, BU ALGININ TERSİ İSE!..

Yani büyüklüğünü tasvir edip, bir yerlere sığdıramadığımız Tanrı, “ATOM ALTI” bir ölçekte algılanması gereken varlık ise…

Tanrı”yı anlamak ve “O”na yönelmek;

Bu konuda en önemli isimlerden birisi, kanaatimizce “Hallac-ı Mansur”dur.

ENE-EL HAK”,Ben Hakk’ım”, “Hak’tan Gayrı değilim” dedi ve cehaletin eliyle işkence edildikten sonra idam edilerek cezalandırıldı!

Bu cezalandırma ile gerçek değişmedi. Lakin insanlık, Hallac-ı Mansur sayesinde yakaladığı şansı, yanlış algılar (CEHALET) sayesinde yitirmiş oldu.

“Bin Selam olsun” diyerek konumuza devam edelim…

Hareketin olduğu her yerde enerji var olmak zorundadır. Öyleyse “evreni tamamı ile enerji kaplamış durumdadır” diyebiliriz. 

Her şeyi, kütlesinin büyüklüğü oranında bir güç ile kendisine bir mıknatıs gibi çeken ‘O’dur.

Farkındaysanız “Evrende Küçük” olan değil, belli bir kütlesel büyüklüğe ulaşmış olan gezegenler, belli bir rotaya sahip şekilde ve kendi etrafında dönebilmeyi başarabiliyor. Diğer küçük ölçekteki kütleler ise sadece uzay boşluğunda, büyük kütleye sahip gezegenlerin itme ve çekme güçlerine maruz kalarak sürüklenmekteler.

Yanisi;

Her şeyin kütlesel oranı “BELLİ BİR ÇEKİM GİRDABINA” kapılmayı beraberinde getirmektedir. 

Öyle ya; 

Koca evrende, kütlesinin büyüklüğü oranında çekim gücüne sahip olan gezegen, aynı zamanda kütlesi oranında çekilme etkisine de maruz kalmak zorundadır!

Fakat ne kadar büyük veya küçük olursa olsun, bir araya gelmiş mikro ölçekteki varlıkların miktarı ve içeriği, her şeyi belirlemektedir.

Ay, yerküremize yaklaşınca veya uzaklaşınca, denizlerimizde “GEL-GİT”lerin meydana gelmesi, bu duruma bir örnek olsun isterseniz…

Dediğimiz gibi; her varlık, mikro ölçektekilerin bir araya gelmesi ile oluşmaktadır. 

Düşüncede (manada) kalan bölümü ise O varlığın aynadaki yansımasına benzemektedir.

Bu iki tarafın kesiştiği yani buluştuğu yer ise bedendir ve sıfır noktasıdır. Kesişen noktadaki tetiklenme ise “RUH”u doğurmaktadır.  

Tıpkı matematiğe “RUH” veren sıfır (0) rakamı gibi. 

- Sıfır’ın çarptığı her rakam, yok olmak zorunda…

- Sıfır, başka bir rakamın önüne gelirse küçültmekte…

- Sıfır, başka bir rakamın arkasına gelirse büyütmekte…

Yanisi;

“SIFIR” HİÇTİR AMA HER ŞEYDİR ASLINDA…

Şayet, doğru yerini ve konumunu bulabilirse, insanoğlu da öyledir. Hem hiçtir, hem de her şeydir.

Çünkü “MANAA”, insanoğlu ile başladı ve devam etmektedir.

Uzun lafın kısası;

Tüm angaryalaştırdığımız boş yüklerden arınıp, “KÖK kurallar”a dönmediğimiz müddetçe, baskılarımızla içimizde sessizleştirdiğimiz biz, asla huzur bulamayacaktır.

İlk nefes ile başlayan hayat serüveni, son nefes ile bitmiyor mu!..

Öyle ise;

Nefes alıp vermenin gerçek yöntemini unutarak başlattığımız yanlışlar serüvenine son vererek, KÖK kurallara dönülmesi gerekmektedir.

Aksi taktirde, pervasızlıklarımız ve cehaletimiz ile tetiklenmesini başlattığımız “YOK OLUŞ”u durdurmak asla mümkün olamayacaktır…

Bizlere ezberletilen ve kötü olan her şeyden vazgeçip, tersi istikametten hayata bakabilirsek, varoluş gerçeğine bir adım daha yaklaşabilme fırsatını yakalayabileceğimizi idrak etmemiz dileği ile…

İnsanlık belki de bu şekilde doğru bir rotaya sokulmuş olacaktır…

.

Ali Karani, dikGAZETE.com

...