- 23-02-2025 01:10
- 1247

Hani ortak paydanız Müslümanlıktı?
HüdaPar çalıştayı ve Kürt meselesindeki görüşler...
HüdaPar Diyarbakır’da 15-16 Şubat tarihlerinde bir çalıştay düzenlemiş ve bir sonuç bildirisi yayınlamış. Kürt meselesine yeni bir çözüm süreci çerçevesinde görüşlerini bildirmeleri gayet anlaşılır bir durum. Ama belli ki, Cumhur İttifakı hatta AK Parti içinde bu tartışmalara neden olmuş, bu da gayet doğal.
Tuhaf olan, tartışma çıkmasını yadırgayanların olması. Yok, ben olaya, “Ne güzel, Cumhur İttifakı içinde niza çıktı” diye bakanlardan değilim. Kaldı ki, ne yaparlarsa yapsınlar, bu niza konusunda muhalefet içindeki didişmelerden öteye geçemezler, rahat olsunlar. Yine tuhaf olan, içinde MHP, BBP ve HüdaPar’ın olduğu bir siyasi ittifakta bu konuların daha önce hiç tartışma konusu olmaması. Artık, akıllarına mı gelmedi, yoksa “safları bozmayalım” diye mi sessiz kalındı bilemiyorum. Daha tuhaf olan, gayet anlaşılır bir tartışmanın karşılıklı ithamlar çerçevesine taşınması.
Cumhur İttifakı içinde yükselen tartışmalar...
Bu çalıştaya katılan Mehmet Metiner, kendisini eleştirenlere cevap mahiyetindeki yazısında, “Birileri, hatta AK Partili görünen ama gerçekte İttihatçı-Kemalist bir zihne sahip olanlar söylediklerimi çarpıtma yoluna gitmesinler” diye kendi konuşmasının yazılı metinden okuduğunu söylüyor. Ama, ne yazıkmış ki, “Pusuda bekleyen o birileri, arsızca ve hadsizce dil uzatma yoluna gitmekten kaçınmamışlar” (Yeni Şafak, 18 Şubat 2025). İttihatçı-Kemalistler var mıdır, varsa kimlerdir bilemem ama AK Parti içinde Türk milliyetçilerinin varlığından, hatta çoğunlukta olduklarını biliyoruz. Cumhur İttifakı söz konusu olduğunda, bu çoğunluk daha da büyüyor tabii.
Metiner ardından, “Hem silah bırakılırsa, Türkiye’ye aidiyet ve sadakat temelinde ortaya konulan farklı görüş ve talepleri baskılamaya çalışmak… AK Parti’nin kurucu ruhuna ve misyonuna ihanettir” diyor. AK Parti’nin yıllardır, farklı görüş ve talepleri baskılamakla meşgul olduğunun farkında değil demek ki. Siyasi görüş bildirdiği için, basın toplantısı yaptığı için cezaevini boylayan veya en azından göz altına, sorguya alınanların tek suçu, Metiner’e göre “bırakacak silahlarının olmaması” mıdır? Veya onun deyimi ile “MHP’nin bilge liderinin” henüz onların görüş ve talepleri ile ilgilenmeye vakit bulamamış olması mıdır? Bilemiyoruz.
Benim asıl önemsediğim konu, İslamcılık ideolojisinin aslında ulus devletçiliği barındırıyor olduğu hususunun bir kez daha gün yüzüne çıkmış olması. Nitekim, aynı gazetede Ersin Çelik imzalı bir başka yazar, “Hani ortak payda Müslümanlıktı?” başlıklı yazısında, HüdaPar’lıların “satır aralarında milliyetçilik yaptıkları”nı söylemiş. Ona göre, Türkiye’de, “HüdaPar’ın terk edilmesini arzuladığı ulus devlet paradigması”, “özellikle son yirmi yıl içinde büyük değişimlere” uğramış.
Nasıl bir büyük değişimse, hiç anlaşılmıyor. Aslında, bu yirmi yıl içinde AK Parti, giderek Türk milliyetçiliği ve İslamcılık uzlaşmasına dönüştü, eski “Türk-İslam Sentezciliği”nin yeni bir versiyonu ortaya çıktı. Dahası, Türkiye İslamcılığı, başından beri, üstat kabul ettiği Necip Fazıl’ın düşüncesi başta olmak üzere Türk milliyetçiliği fikri ile iç içeydi. Bu durum, seksenli yıllardan itibaren, bir ölçüde değişmeye başlamıştı, AK Parti’nin ilk dönemi de bu paranteze dahil edilebilir, o kadar.
AK Parti ve Kürt meselesine yaklaşımı...
Aslında, Türk milliyetçiliğinin izleri, Çelik’in yazısında da çok açık. Şöyle ki, “Hani ortak payda Müslümanlıktı?” derken HüdaPar’lıların da dönüp aynı şeyi, onları eleştirenlere sorabileceğini hesaba katmıyor. AK Parti’nin Kürtlere bakışı Kemalist ulus devlet perspektifinden farklı olabilir, ancak bu kez de “Müslümanlık” ortak paydasına titizlenmek Türkler’den ziyade Kürtler’den bekleniyor. Artık AK Parti’nin hakim olduğu devlet de sonuçta, bütünlüğü tartışılmaz ulus devlet. Bu çerçevede, federasyon talebinin dahi kabul edilemez olduğu bir siyasi yapı söz konusu. AK Partililer, hatta Türk İslamcıların ezici çoğunluğunun bu yapının değişmesine razı olmaları söz konusu değil.
“Bu yapı değişmeli” demiyorum, vaka bu diyorum. Bu arada, bu yapıyı sakıncalı olduğu için sorgulamayalım da demiyorum, tam tersine, ben tüm bu konuların, nefret ve şiddet içermediği sürece, açıkça konuşulmasından yanayım.
Kısacası, İslamcıların iddia veya özlemlerinin konusu olan, ümmetçi bir yaklaşımın söz konusu olmadığını bu konu etrafında da görebiliyoruz. Sadece Türkiye’de İslamcılık’tan söz etmiyorum. Beğensek de beğenmesek de ulus devletler çağında ümmetçi bir anlayışın karşılığı olmadığı tarihi tecrübe ile sabit.
Dahası, İslamcıların referans aldıkları “ümmetçilik” yani, tüm ümmetin aynı siyasi çatı altında birleşmesi, erken İslam tarihi hariç, modern öncesi çağlarda da hiç mümkün olmadı. Müslümanlık, geniş bir coğrafyaya yayıldıktan sonra böyle bir imkan da çaba da yoktu, olamazdı.
Dahası, modern döneme denk düşen pan-İslamcılık ideolojisi de yakın tarihin gerçeklerine karşı iddiasını sürdüremedi. İşin burası uzun bir mevzu, ama hala tartışılma gerektiren bir konu. Zira tarihi tecrübeler ne olursa olsun, ütopyaların siyasi anlamı önemini koruyabilir.
Türkiye’de İslamcılık ve milliyetçilik çelişkisi...
Türkiye İslamcılığına gelince, pan-İslamcı tahayyülün daha ziyade Osmanlı geçmişini referans aldığını biliyoruz. Başarılı olur veya olmaz, Osmanlı İmparatorluğunun “mirasçısı” kabul edilen alanda kurulan yeni ulus devletlerin yakın ilişkiler kurmasını hedefleyen siyasi bir strateji anlaşılmaz değil. Ancak, ‘neo-Osmanlıcı’ diye tanımlanabilecek bu yaklaşımın arka planında da, Türkiye’nin/Türklerin patronajı düşüncesi var. Türkiye’nin merkezi konumu, gücü açısından bu da anlaşılabilir bir siyasi yaklaşım.
Benim işaret etmek istediğim, Türkiye İslamcılığının Osmanlı vurgusu dahil olmak üzere, Türk milliyetçiliği ile örtüşüyor, ulus devlet zemininde şekilleniyor olması. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle.
Bu yaklaşım, ister istemez, Kürt meselesine ilişkin, “din ortak paydası” çıkışlı çözüm stratejilerine de yansıyor. HüdaPar’ın düzenlediği toplantıya verilen tepkileri bu çerçevede anlamak mümkün. Anlaşılmaz olan, İslamcıların bu gerçeği görmezden gelmesi. Öyle olunca, samimi bir tartışmanın yerini, suçlayıcı bir dil alıyor.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com