- 10-06-2021 04:56
- 584
Geçen yazıda “Cumhurbaşkanımıza üç teşekkür” borcumdan bahsetmiştim.
Birincisi olan, “Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi”nde gördüğüm hizmeti geçen yazıda anlatmıştım.
KUZEY MARMARA OTOYOLU…
İkinci teşekkürüm Kuzey Marmara Otoyolu için…
Bu yolu, daha önce kullanmış ve çok memnun kalmıştım.
Kuzuluk kaplıcalarına giderken “normal yoldan gideyim” dedim…
Bundan dolayı da çoluk - çocuk trafikte çok zahmet çekmiştik.
Binaenaleyh, dönüşte pahalı falan demeden, direkt Kuzey Marmara Otoyolu’na girmiş…
Ve…
O zaman ne kadar rahat ve önemli bir yatırım olduğunu görmüştüm…
Ama İstanbul şehir içi trafiğini de rahatlatacağını hiç düşünmemiştim.
NAVİGASYON…
Çam ve Sakura Hastanesinden çıktığımda Fatih’teki işimi halledip, Başakşehir’e dönmek üzere yola çıktım.
Bugünlerde, Fatih’e ulaşmanın ne kadar zor olduğu malumdur. Trafik her zaman kilit…
Bundan dolayı Hastaneden çıkar çıkmaz, trafik yoğunluğunun az olduğu yerlerden götürmesi için “navigasyon”u açarak ona tabi oldum.
HAVALANIYORUM…
“Yandex” beni önce, hastanenin yeni açılan bağlantı yolları ile Sultangazi-Arnavutköy istikametine yönlendirdi.
Bana tuhaf geldi;
İçimden “niye ters istikamete götürüyor” diye geçirdim.
Biraz sonra ana yoldan Fatih istikametine yönlendirince bu sefer, dikkatimi tamamen telefona vererek sürmeye başladım.
Bu arada,
Yola hiç dikkat etmediğim için biraz sonra, kendimi havalanmış ve Amerika’nın otobanlarına konmuş gibi hissettim.
45 yıldır İstanbul’dayım…
Ama…
Bu kadar geniş ve ferah yollar görmediğim için bir türlü neredeyim kestiremiyorum.
Bir ara, “Kuzey Marmara Otoyolu” yazan bir levhanın altından tünele girdim.
Tünel 4 şerit, apaydınlık ve kaymak gibi...
Amerika’da dahi bu genişlikte bir tünel olmadığına göre; o halde neredeyim?
Nihayet…
TEM’in o kalabalık ve sıkıcı trafiğine bağlandım.
Sağıma baktığımda
Kiptaş’ta çalışırken, yaptığımız “Finanskent” ve 5. Levent toplu konutlarını görünce, o zaman nerede olduğumu anladım.
Cumhurbaşkanımıza ikinci teşekkürüm bunun içindi.
TAKSİM CAMİİ…
Taksim Camii…
Bizim nesil için adeta Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi kadar mühim bir hadisedir.
1970’li yıllarda Taksim ve civarını hatırlayanlar bilir.
İstiklal Caddesi’nin girişinden Fransız Konsolosluğu’na kadar olan o yüksek duvar, aşırı solun kitap, dergi, afiş ve hediyelik eşyaları ile doluydu.
Bir yandan enternasyonal müzik ve diğer ideolojik müzikler çalarken diğer yandan geleni geçeni yukarıdan aşağı kesen, tipi hoşuna gitmediyse paçasını aşağı alan militanlar, ellerinde sigaralarıyla nöbet beklerdi.
Hoşlanmadıkları birisine giriştikleri zaman da, haddine mi bir polis gelsin de ellerinden alsın.
Yine…
Çevredeki bar-cafelerin bu militanlarla dolu olduğunu söylemeye gerek yok.
Bu böyle…
Diğer yandan, Meydanda durup çevreye baktığınızda bu şehrin bir İslam beldesi olduğuna dair en ufak bir emare (işaret, belirti) göremezdiniz.
Bundan dolayı, Taksim içimizde acı bir ukde (düğüm) idi.
Bu ukdeyi çözüp bizi ferahlatan Cumhurbaşkanımıza üçüncü teşekkürüm bunun içindi.
BİZ NE YAPIYORUZ?
Peki, Cumhurbaşkanımız bizim için bu kadar koştururken, biz arkasında kaya gibi sağlam durabiliyor muyuz?
Maalesef hayır!..
Atlantik ötesinden gelen ufak bir esintide bile tüm yapraklarımızı döküyoruz.
Bu meseleye de inşallah gelecek yazıda değinmeye çalışacağım.
“ …… Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sağlam tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et! ……” -Al-i İmran 147-
.
Emin Batur, dikGAZETE.com