- 24-10-2022 06:06
- 3398
“EKRAN” maceramız “ilk sessiz film”in çekildiği 1895 yılında başlar. Amerika’da başlayan bu süreçte, bu sessiz filmler o kadar ilgi görür ki 1927 yılında çevrilen ilk sesli film, önce büyük bir tepki ile karşılanır.
Sesin filmlere hiç uygun olmadığını düşünenler çoğunluktadır. Fakat çok geçmeden sesin sinemayı tamamlayan bir unsur olduğu genel kabul görür.
İzleyici sayısı daha da artmış, Hollywood’u oluşturan büyük firmalar, büyük bütçeler ve büyük hasılatlar, konunun bir sektör haline gelmesine ve bu yolla tüm dünyaya yayılmasına neden olmuştur.
Bu önce Amerikalıların, kültürlerini diğer ülkelere aktarmasına, sonrasında ise diğer ülkelerin zenginliklerini sömürüp, kendi ülkelerine aktarmalarına olanak sağlar.
İnsanlardaki bu ekran tutkusu diğer zararlı ve tutkulu alışkanlıklardaki gibi bir bağımlılığa neden olmakla kalmaz, bu ekranlar, “Toplum mühendisliğinin çok kolay yapıldığı” bir mecraya dönüşür.
Bu durumu daha da vahim hale getiren ise diğer bir EKRAN’ın; Televizyonun icadı olur.
1950’lerin başında nerede ise 30 yıldır her evde başköşede olan radyonun yerini çok daha heyecan verici olan Televizyon alır. Hatta o yıllarda televizyonların çok küçük ve siyah beyaz olmasından dolayı görüntü netliği sağlamak için evlerde ışıklar söndürülmektedir ve bunun esprisi bile yapılmaktadır:
“Eskiden kimin evde olduğunu ışıklarının açık olmasından anlayabilirdiniz; şimdi ise ışıklarının kapalı olmasından anlaşılıyor.”
1981 yılında IBM ilk kişisel bilgisayarı üretir.
BİLGİSAYAR EKRANI, bu tarihten itibaren çok büyük değişiklikler göstererek bu günkü akıllı telefonlara kadar ulaşır ve tüm zamanların en etkili EKRAN’ı ünvanını kazanır. Artık sinema, televizyon ve bilgisayar ekranları tek bir ekranda; ‘AKILLI TELEFON’da bir araya gelmektedir. Fakat bu da yetmeyecek ve insanlığın hizmetine bundan da iyisi sunulacaktır; İnsan ile ekranın tek vücut olduğu dünya: METAVERSE
İnsanlara hükmetmek ve onları ekran karşısında tutabilmek için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamış, bilimsel araştırma ve çalışmalara büyük paralar ve büyük emekler harcanmıştır ve harcanmaya devam edilmektedir.
Çekilen film ve dizi sayısının haddi hesabı yoktur.
Bu kadar bilimsel çabayı, emeği ve parayı nedense “dünyada bir tek aç insan kalmasın, iç-dış bütün savaşlar son bulsun, dünya sağlıklı bir gezegen olarak kalsın” diye kullanmak bir türlü mümkün olmamaktadır.
İnsanların ahlaki ve insani değerlerindeki olumsuz değişimler EKRAN ile büyük bir ivme kazanır. “Tek gözlü” diye onun DECCAL olduğunu iddia edenler bile çıkar.
Baskı rejimi ile robotlaşmış bir toplumu ve itfaiyecilerin yangın söndürmek yerine kitap yakmakla görevlendirildiği totaliter bir düzeni anlatan, “FAHRENHEİT 451”in yazarı RAY BRADBURY, öncesinde kendisine bu roman için ilham veren SON YAYA isimli bir öykü yazar.
Televizyonun büyük bir heyecan oluşturduğu o yıllarda, evlerin ışıklarının televizyon ekranını daha net görmek için söndürüldüğü dönemi hicveden distopik bir öyküdür bu.
O zamanki sosyal yaranın gelecekte ulaşacağı boyutları kurgulayan bu öykü, bir uyarı niteliğindedir ve yazıldığı tarihten tam yüz yıl sonra, 2052 yılında geçmektedir.
Öykü, Leonard Mead adında bir adamın gece çıktığı yürüyüşte başına gelen bir olay üzerine kurgulanmıştır.
Sisli bir sonbahar gecesinde herkes evlerinde, bir ekranın karşısında iken, kahramanımız evinin yakınındaki bir caddede beton yığınlarının arasından bile olsa ay ve yıldızları görerek yürümeyi alışkanlık haline getirmiştir.
Yürüyüşlerini gece yarısından önce bitirmektedir. Fakat genelde yalnızdır ve ondan başka yürüyen bulunmamaktadır.
Evlerin yanından geçerken ekranların ışığı ile oluşan insan gölgelerini hayaletlere, evleri ise mezarlara benzetir.
Adeta bir mezarlıktan geçmektedir.
O gece bir polis aracı yanında durur.
İnsansız bir polis aracıdır bu.
3 milyonluk şehre birkaç polis aracı yetmektedir.
Suç oranı çok azalmıştır.
Polis aracı, kahramanımıza neden yürüdüğünü, buna neden gerek duyduğunu, evinde görüntülü bir ekran olup olmadığını sorar.
Mesleğini sorduğunda “yazarlık” diye cevap verince polis aracı, onu kayıtlara “mesleği yok” olarak geçer.
Zaten artık dergi ve gazete ya da kitap okuyan kalmamıştır.
Polis aracı, kahramanımızın diğer sorulara verdiği cevapları da yeterli bulmaz.
Özellikle yürüme sebeplerini ve görüntülü bir ekranının olmamasını olumsuz olarak değerlendirir.
Hatta eskiye özlem duyan biri olduğu tespitinde bulunur ve ondan araca binmesini ister.
Böyle bir durumda onu “Geçmişe Özlem Eğilimleri Üzerine Psikiyatrik Araştırma Merkezi”ne götürmesi gerektiğini söyler.
İtiraz etmesi durumunda vurmak zorunda kalacağını söyleyerek tehdit etmesi üzerine kahramanımız, denileni yapar.
Günümüz yazarlarından NEİL GAİMAN’a göre, RAY BRADBURY’nin henüz 1952 yılında iken, 2052 yılına doğru “Ekran Çağı”nın geleceğini, okumayı sona erdirebileceğini, kitap, dergi ve gazetelerin satılamaz hale geleceğini ve hatta olanların da toplanıp yakılacağını, ekrana fazla zaman ayırmayanların ve geçmişe özlem duyanların sakıncalı addedileceğini öngörmesinde ona şöyle bir cümle ilham sağlıyor: Bu böyle sürerse…
Çünkü Bradbury, “Bu böyle sürerse… artık kimse yürümeyecek” diye düşünür ve “Son Yaya” öyküsünü yazar. Artık kimse kitap okumayacak diye düşünür ve “Fahrenheit 451” romanına başlar.
“Bu böyle sürerse…” ifadesinin, geleceğin nasıl şekilleneceğine yönelik en iyi tahminleri yapmak için de çok verimli bir ifade olduğunu söylüyor Neil Gaiman ve kendisi de bu ifadeyi kullanarak insanı ürküten şöyle bir tahminde bulunuyor:
- Bu böyle sürerse, dünyanın her yerinde metin iletileri ile veya bilgisayarlarla iletişim kurulacak ve iki insanın birbiri ile doğrudan makine-ekran kullanmadan konuşması yasaklanacak.
Birkaç farklı konuda aynı ifade ile başlayan cümleler kurmam gerekirse, affınıza sığınarak espri ile karışık şunları söyleyebilirim:
- METAVERSE’te tuvalete de gidebileceğiz. EKRAN karşısından ayrılmamıza gerek kalmayacak. Oturduğumuz koltuklar klozet vazifesi de görecek.
- Bu böyle sürerse, kadın ve erkek ayrımı ortadan tamamen kalkacak.
- Bu böyle sürerse, “giyinmek” tarihe karışacak.
- Bu böyle sürerse, Z kuşağından sonra “tanımlanamayacak” bir kuşak gelecek. Küçüklerini sevmek, büyüklerini saymak bile “Cahillik” sayılacak.